BAYRAM TEBRİKİ
Demokrat parti günlerindeyiz.... Ethem Aydın, Mersin Lisesi’nde resim öğretmeni... Eniştem Rıza Özcan, meclis üyesi olarak Mersin’de oturuyor.
Mersin limanının temelleri atılırken sık sık Refik Koraltan Mersin’e geliyor. Enişteyle sıkıfıkı...
Bir gün Koraltan enişteye bir sır açar. İsviçre’li sevgilisiyle cinsel ilişkide sıkıntı varmış. Mersin Aslanköy dağlarında derde deva bir ot duymuş. Onu nasıl elde edebileceğini sormuş.
Düşünmüşler..... Benim daha önce Düziçi Köy Enstitüsünde bulunduğum, orada çok sayıda öğretmen yetiştirdiğim, köyün sevgilisi olduğum konuşulmuş. Beni bu konuda görevlendirmeyi düşünmüşler.
Enişte birgün beni bir köşeye çekerek meseleyi dolambaçlı yollardan, ıkınasıkıla anlattı. Bilirsin işgüzarfadimelik benim yapımda var. Kabul ettim.
Program: Aslanköy müftüsü Demokrat parti sempatizanıdır. Ben, iki torununu okuttum, dostumdur. Gece olunca Refik Koraltan ile köye gideceğiz. Müftüye musafir olacağız, durumu tıbbi bahanelerle açacağız. O da, dağa ağzı sıkı bir köylü yollayıp, adamotu’nu getirtecek. Yine gece, sabaha doğru Mersin’e döneceğiz.
Program anlatıldığı gibi gerçekleşti. Gidiş ve dönüşte İnönü’yü kastederek: “Sen şu sağırda ne buldun ki hala O’nu seversin? Halk partisi görüyorsun silindi gitti. Hala akıllanmadınız mı?” dedi.
İki gün sonra (veya ikinci bir gelişinde) limanın açılış töreninde iğne atsan yere düşmez bir kalabalık..... Koraltan halkı coşturuyor...... coşturuyor.... Herkes türlü methiyeler düzüp, bağırıyor.... Ethem farklı bağırmasa olur mu...? “limanımızı yaparsanız buraya heykelinizi ben yapacak ve dikeceğim” dedim. Mesaj kulağına dolaylı ulaşmış. Enişte anlatıyor: “bu çocuğu ikna et, partiye sok, üstünü bana bırak” demiş.
Birkaç yıl sonraydı... Trenle Istanbul’dan geliyorum.... Ankara’yı geçtik. Konya ovası.... Toros ’lara kadar yeşilden yoksun... Acaba birşey yapılamaz mı? diye düşünüyordum... Bende domuzluk bitmez. Mersin’e gelirgelmez Menderes’e deli işi bir mektup salladım. Göksu yatağı için önerdiğim gibi, Mut’ta turizm havacılığını düşlediğim gibi, mantık ölçülerinden kısmen yoksun, ama vurucu ve uzun bir doğaçlama yazdıktan, bu ovaların dağların bir Menderes’e rağmen hala yeşilden yoksun oluşunu kınadıktanm sonra sonra, elime fırsat geçse, yetki verilse, çok az masrafla, yeşil olur bu sarı dağlar dedim. “Asırlar boyu ataların suçluluğunu silerdim” diyerek, saygılar sunarak mektubu zata özel postaladım. Olsun.... aslında hayaller gerçeklerin yaramaz çocuklarıdır...
Bu garip vatandaşın, sivri öğretmenin, mektubu kurucular arasında Refik Koraltan’ın bulunduğu bir ortamda okunmuş olacakki, Tarım Bakanlığı’nı ayağa kaldırdı. Müdürler geldi, genel müdürler geldi. Projemi istiyorlar.....
Olmayan proje nasıl verilir?
İlgi hoşuma gittiği için sustum. Bu işin benim takibimle gerçekleşebileceğini anlatmaya çalıştım. Kendilerini dışladığım izlenimine vardılar sanıyorum. İlgi tavsadı.
Sonraki bir Koraltan karşılaşmamızda “seni Ankara’ya istiyoruz, arın ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni suçlayan bir dilekçeni bana yolla’” dedi.
Şimdi, bana soracakları tutar... projen neydi? diye..
Çok basit. Birkaç ton akasya tohumunu birkaç helikopter filosuyla mevsiminde, kuş uçmaz, kervan geçmez boşluklara serpmek. Bu birinci etaptı. İki ve üçüncüsü de ayrıca vardı.
E. Aydın, 29Ocak1998
BAŞLIKSIZ
Şu derbeder görünüşlü Aydın Sanatevi, sevgilerim, sevgililerimle tıka basa dolu. Duvarlardan durdurulmuş zamanlardan anılar. Şövalyelerde bilmem hangi baş yapıtın ilk izleri. Zamanlara direnme gücünü hala koruyan vantilatörüm. Artı zamanlarımda karanlık oda başında sabahladığım agrandizör. Miniklerin oturduğu öğrenci tabureleri. Modellik etmiş alçı ve çamur kırıntıları. Kırk yılda bir gerekecek olan avadanlıklarım. Üzerinde boyaların kuruduğu paletim.
Dışardan bana iletişi sağlayan bilge dostlarımın oturduğu sandalyelerim. Zaman zaman da olsa sesini duyduğum radyom.
Doyumsuz alolar beklentisiyle yanında oturduğum telefon. Sabah loşluklarında binbir çelişik ama yüksek duygularla bahçelerden çaldığım güller. Yaprak yaprak, benek benek, renk renk, beni bana söylerler sessizce. Raflarda kitaplarım. Her gün yenilenen ve çoğalan belleğim. Düşünüler arasında mavi beyaz uçuşan sigara dumanlarım. Kül tablasında sayısal çokluğa ulaşan izmaritlerim. Dosya dosya yazdıklarım, odalara sığmayan yazamadıklarım. Her dem harekete hazır daktilomun şariyosu. Bir Nasrettin kapısından sonra başlayan duyumlar dünyası. Geceler boyu, bana sevgi sıcaklığını tattıran, konuşa konuşa, sevişe sevişe sevmenin, dokunmanın gizemini yaşadığım yatak.
Ağızdan ağıza aktararak yudumladığımız nektar, çukulatalı sevişmeler, değişmeler. Sıradan örneklerden, yaşanmışlıklardan kurtarılmış, balonlar dolu zamanlarımız. Gecenin bilmem hangi deminde, yazanın da yazılanın da bir türlü hatırlayamadığı uzay mor ötesi zaman sonsuza eğri, ilahi tınılı. Savruluyor koyu, ipeksi saçlar esimde ebem kuşağı. Güçlü iki yürek pompalıyor seviyi sonsuzluğa. Ak soluğun rüzgar. Deniz dalgalı, kayık yalpa zaman uzayda özgür, kayıkta biz insana doğru, yağmur çisem çisem,toprağıma taşıma, çisemde sen nergiz kokusu, bulutlardayım (yahutta mitlerdeyim). İçten içe çoğalıyorum, pınarlarcasına.. Kaynağım sen... Dışardan sarılmış, içimde gelgitler, kıyılarım sen. Köpüklü dalgalar kıyıda açılır, soluğu sen. Ben çoğalıyorum seninle, azalıyorum sensiz.
Devamı uzun.....
Hele hele uzun beklentilerden sonra, beklenmeyen bir zamanda kapımda gözüken kardelenim. Burayı seninle daha çok seviyor, özlüyorum.
E. Aydın
KENDİSİNE YAZDIĞI MEKTUPLAR
(Editörün Notu: aşağıdaki yazıların hepsi Ethem Aydın tarafından kendi kendisine yazılmıştır)
RESİM
BEN
Önümde uzayıp giden geçmişimdir.
Kendimi ona farklı gözlerle bakar kılmalıyım.
Onu görmemezlikten gelerek yapamam bunu.
Ya da küçümseyerek, ya da yücelterek, ya da yatsıyarak, onu yaşamımın, kişiliğimin geçirdiği evrenin kaçınılmaz bir parçası olarak kabullenmekle, tam yapılabilir bu ancak: “Acısını çektiğim herşeyi onaylamakla” (Oskar Wideu).
Değerli dost. Yıllar önce verilmiş, defalarca ertelenmiş, yakınlığını koruyacak hala anlamlı şeyler var mı? Kestirilemeyen tartışmanın bir bitiş olacağı paniğin, fırtınalarıyla, küçücük bahanelerle uzaklara atılan, buluşma sonunda gerçekleşti, "BEN" benle buluştum.
Toplumsallığa ilişkin, bilime ilişkin, sanata ilişkin tüm üniformalarımı bir kenara bıraktım. Onlarla "kendime" gidemezdim.
Artık boş, bembeyaz, daha önce hiç yaşanmamış, hiç bir anı bırakılmamış, çırılçıplak bir mekanda onunla karşılaşabilir, belki birbirimize eski tanıdıklığın sıcaklığıyla merhaba diyebilirdik.
Benimle yaşayan, beni isteyen, gelişen her durumu devinimsiz bir sabırla kucaklayan, unutulmuş olayı çoktan kabullenmiş olan "BEN" bu kez hoşgörülü değildi. Sıcak bir karşılaşma gerçekleştiremedik. Bir süre birlikte olmaları zorunlu iki yabancının can sıkıcı huzursuzluğunu duyumsadık. Tanımadığım bir otel odasında, tanımadığım biriyle yapılmış zorunlu bir buluşmaydı sanki..
Yüreğim çarpıyordu aşılmazın üzerinde “ateşe düğüm yapıp gölgenle kavuş" dedi büyücü... İletişimimizin son olanağıydı, ya aşacaktık bu buluşmanın sıkıntısını, ya da bir daha karşılaşmayacağımı söyleyerek vedalaşıp dönecektim, gündelik dünyama. Ve "BEN" tamamen unutulmuşluğun içinde kaybolup gidecekti. Kucakladım onu, son sınırlarına varan bir güçle, sesim boş odada bir kaç kez yankılandı, büyüyerek geri döndü. "SENİ ÖZLEDİM".
Seninle özgürce özgürce buluşamadık. Bir eşit tamamlanmışlık düzeyinde, hep bir yana kayık oldu ilişkilerimiz, dolanıp durduk gerçeklerimizin çevresinde onlara hiç ulaşmadan, dokunmadan. Her şeyi geciktirdim, erteledim, hep etrafında döndüm diğer insanların yaşamının.
Hep çarpıcı biçimde anımsadım yüzlerle, şaşırtıcı biçimde anımsayamadığım adlar arasında gidip geldi dünyayla ilişkin. Rüzgarın çoktan ters taraftan esmeye başladığı anda kıyıya vuran gecikmiş bir dalganın masum fısıltısıyla özür diliyorum "BEN". Beni bırakma!.
Yeniden deneyelim bütünlenmiş, tamalanmış soluk alışı... Güneşi başka dünyalara uğurlamadan önce, yeniden ısıtalım usumuzu, yüreğimizi... Duydu beni "BEN" buluştuk yıllar sonra yeniden başlamak üzere birlikte soluk almaya...
Zaman karşı yarışırken, içinde kaybolmuşum anıların. Bazen o kadar hızlı koşmuşum ki, geçip gitmişim, zamanın üzerinden, dışında kalmışım kendi zaman diliminde.. Değerli dostum..
Benim "BEN" le buluşmanın ardından beraberliğimiz artık doyumsuz bir paylaşıma dönüştü.
E. Aydın
HOCAM
Ben de öğretmenim, methiyelerden hoşlanmam ama bazı gerçekler var ki, konuşmak zorunluluktur.
Bin özlerden, bin gözlerden, bin pınarlardan su içen gençlik elbet bir yerlere gelecektir. Hocam ne kadar iyiydiniz, ne kadar bizden, içimizden biriydiniz.!
Coşardınız, coştururdunuz, koşardınız, koştururdunuz, gençliğe birşeyler vermekten zevk alırdınız, denize atar gibi verirdiniz. Ama görülüyor ki! bilenler de oluyor ve olacak. Öperim.
E. Aydın, 2Haziran1994
Dostları ilə paylaş: |