Yaşlılar nedense gençlerin her işine burunlarını sokmaktan geri kalmazlar. Bağışlayacağınızı umarım.
Almanya sergisi için düşündüklerim:
Mersin, Türkiye’mizde ulusal hatta evrensel bir sanat merkezidir. Sanata soyunmuş ve başarılı olmuş kişilerin varlığı potansiyel gücümüzdür. Almanya’daki sanatsever dostlarıız ancak işten artırdıkları zamanlarda sanatla uğraşabilirler. Bu böyle olunca biz oraya ulusal çağdaş sanatımızın Almanya’da tanıtımı amaçlı programlar yapmalıyız.
Sergiyle birlikte Gazanfer bey’in çağdaş Türk sanatı,
Prof. Hüseyin Gezer’in Türk heykeli,
Nuri Abaç’ın sergi katalogları,
Suudi Abaç’ın evrensel olmuş çizgileri,
Mersin Üniversitesi dekanlarından Berika İpek Bayrak’ın Tarsus’ta bulunan Şahmeran anıtı fotoğrafları,
Ertan Aykın’ın hazırladığı, kültür bakanlığı tarafından bastırılan, Mersin, Tarsus, Anamur, Silifke, Mut yöresinden derlediği, Ören yerlerinin aslına uyularak restore ettiği, arkeoloji zenginliğimize katkıda bulunduğu kataloğu,
Ethem Çalışkan’ın el yazma örnekleri ve orijinal Atatürk resimleri.
Anımsayamadığım daha birçıok kitap ve katalogları da sergiye katmalıyız diye düşünüyorum.
Büyük Türk ulusu adına verdiğiniz çabalar unutulmayacaktır. Sizlerle övünüyor, öpüyor, kutluyorum.
E. Aydın 17Ocak2002
Uygar, özgür, çağdaş dostlar:
Aslı, Hatice.
Yirminci yüzyılın batı sahnesinde Sokrates, kendisinin şiddete karşı bir etkinlik, bir diyalog olduğunu iddia ederek çıkmıştır.
O kendisini söz, şiddetin ise sözün olmadığı yerde var olan bir davranış biçimi olduğunu ve bunun felsefye konu olamayacağını söyler.
Politik alanı insan doğasının gerçekleştiği alan olarak tanımlayan ve çağdaş politika felsefesindeki birkaç temsilciden birisi olan Hannah Arendi, temel insansal eylem, politik eylemdir ve politik eylem de konuşma ve diyalogtur der.
Yaşadığımız çağda demokrasinin vazgeçilmezliği de bundandır. İdeodaki insan konuştuğu sürece savaşlara gerek kalmayacağına, artık bütün insanlık inanmıştır.
Başlatabildiğimiz her türlü insansal ilişkileri koruyarak, kolluyarak, sonsuz sevgiyle bezeyerek devam ettirmek gerekir. Bilirsiniz sevgi sosyal yapıda çekim gücüdür. Hava su kadar birincildir. Çağdaş insanın mutsuzluğu sevgisiz yaşamayı seçişindendir.
Bu mektubu yazış nedenim, sizi seviyorum, genç oluşunuza karşın çağdaş, uygar, özgür, düşünceye açık bir beyniniz var.
Antenleriniz geleceğin sinyallerine duyarlı. Çevrenizde bu denli kapalı devre yaşanırken, elbette sizler, hele hele hamım olarak sizler birer değersiniz. Her davranışı sorgulamaya yatkın oluşunuz ayrıca övülesi.
Kültür ve tabuların tortulaşmış, köktenci inançları, genç dimağlarda ışık ve ısı çoğaldıkça eriyecek yok olacaktır. Çağın sanal gerçekleri, evrime uygun olarak birey merkezli dürüstçe paylaşımı gündeme getirecektir. Getirmiştir bile.!
Sizleri özledim. Öperim.
E. Aydın
Gizilgüç’e deyintiler
(Yarın, doğduğum kentte kaysı bayramı var)
Otuz sene kalemtıraşın ağzında kaldım. Bir hayli yontuldum sanıyordum. Heyyy.. heyyyy.. meğer yanılmışım. Asıl yontulma yeni başlıyormuş.!
Yılmak yok Ethem’ciğim. Sen de çoğu zaman yoklukda katık oldun.
Sana yazarken taslak hazırladım bir süre. Çok zaman alıyordu, caydım, doğaçlama yazmaya başladım. Bu sefer de yaptığım gaflardan dolayı ödün vermek zorunda kaldım.. ki hiç sevmem. Ama işte gerçek ortada. Nene lazım sana elalemin üç oğlakla beş keçisi? (*) Ayıkla pirincin taşını.
Uzun yıllar laftan ekmek yemiş birisi olarak hep konuşuruz, karşımızdakini esnetinceye kadar.
Ne yaparsın.... bu bir gerçek. Ama pes ettiğimi sanmayasın. Yazdıklarımdaki gerçeklik payı tutkusundan ödün vermem. (*)
Bir papatyayı görürüz, hayran oluruz, koparırız. Bizim olmuştur artık. İlgimiz ve şaşırmamız sürer. Bu kadar güzellik acaba nasıl yanyana gelmiş merakıyla beyaz çenetleri bir bir koparır, yine deneyi sürdürür, yeşilleri yoklarken elimizde bir avuç çöp birikir. Görkemi o şaşırtan güzelliği yitirmiş olarak.! (*)
Fotokopideki yapıtınız çok çok güzeldi.
E. Aydın, 5Haziran1997
Sevgili Nejat.
Ben zaman Mut’a gelir giderim. Çok da isteyerek gelirim. Ama şu Sıdıka ablamın kafasızlığı, belki de mecbur olduğu durum beni köstekliyor.
Ben Adana’da bir akrabamı bir yakınımı barındırmadan mahrumken, veremediğim bir şeyi almağa da kendimi haklı görmüyorum.
İçinde bulunduğumuz zaman yani yaşadığımız zaman hiç dünlere benzemiyor. Hesapsız yürüyenleri altına alıveriyor.
Mut’a gelip gidişlerimde bana sizin yaptığınız gibi misafir olmak teklifi yapılır öteden beri, ben de bazen icabet ederim ama sizin son buluşmanızdaki teklifinizde çok büyük bir mana, anlam ve nezaket vardı. İşte diğer tekliflerden farkı da bu olsa gerek.
Aslında ileri toplumlara layık olan galiba sensin, ama ne olmuş olmuş okumamışsın. Hakkını başkalarına vermişsin böylece de fırtınalara zorluklarla direnen bir çınar ağacı gibi yalın ve görkemli kalmışsın. Bence özde insanlık dantele örgüsüne benzer ilmek ilmek ince duygular düşüncelerden yapılan bir sanattır, herkes bu işi beceremez.
Sen doğmadan çok önce Fevzi Çakmak Mut’a gelecek denildiğinde köylü kentli günler öncesinden Karaman yoluna birikmiş geceli gündüzlü beklemişlerdi. Bizlerdeki heyecan başka türlü idi. Nedeni ise onların insan üstü emeklerle Cumhuriyet’i kurmuş olmalarıdır.
Onlar sıradan insanlardan farksızdılar ama insan üstü idiler. Sevgi saygı milletin yüreğine işlemişti. Bir Hüseyin Gezer ünü ve sanatı Türkiye genelini çoktan aşmış yurdun içinde yüzün üzerinde heykel dikmiş meclisin önündeki bronz heykel grubu da onundur, bir benzeri yakın zamanda gelmez. İşte millet olarak mutlu olarak ona her türlü saygıyı göstermek insanlıktır. İşte insanlık budur. Ölümünü beklemeğe ne gerek var anılmaya şimdiden başlanmalı. Ben geçen yaz bir pınarbaşında zamanlar ötesine ulaşacak reliyefler yaptım, bundan sebep Mut’lu beni sever, akrabalarımda haklı olarak benimle övünmeli ve beni daha fazla saymalı. İnsanlık bunu böyle emreder. Eğer kendimizi insan kabul ediyorsak saygı borcumuzdur. Tersini düşünelim, bu olaylar bizim istediğimiz gibi gelişmedi diye kimseye gücenme hakkımız da yok. Mut’a geliriz, rastlaşırsak mutlu oluruz, rastlaşmasak bir iki gün otelde yatar döneriz. Herkes yerinde sağ olsun. İnce teklifine binlerce binlerce teşekkür eder sağlıklı ve mutlu günler dilerim. Öperim.
E. Aydın, 24mayıs1994
Sayın Nevit Kodallı
Yukarıdaki yazıyı, İçel Sanat Kulübü Başkanlığına yazmıştım.
Uygun ve gerekli görülmüş; yanıt geldi. Sizin onayınıza da sunmayı düşündüm.
Yılı veya daha öncesini de kapsayan, geleceğe de ışık tutacak bir raporu, birlikte hazırlayarak veya sonradan birleştirerek başkanlığa sunalım diye düşünüyorum. Eğer düşünceme katılırsanız, haberleşelim.
Yönetime bir katkımız olursa sevindiricidir. Olmazsa da üzülmeyiz.
Sevgilerimi ve saygılarımı sunarım.
E. Aydın, 12Haziran2002
Sevgili gençler
(Editörün Notu: Bu mektup torunlarına yazılmıştır)
Uzam içinde zaman seller gibi akıyor aslında.!
Bizler sel önünde ve içinde çakıl taşları veya kayalar.!
Birbirimize sürtüne sürtüne, yıpranarak gidiyoruz.
Bu bir sünnet düğününe benzer, insanlığın şamatası. Bir yaş daha kocadıklarını duymamak veya karambola getirmektir. Kazanır gibi kaybetmek.!
Yaşamın bir de ağırlığı vardır ve de olmalıdır. Üzüntüler, sıkıntılar, zorluklar, sorumluluklar, sınıf kalmaklar, iş bozup iş yapmalar, hastalanmalar, iyileşmeler, doymak, acıkmak, sayabildiğin kadar...
Bu ağırlıkları kaldırırsan geride hafiflik kalır.! Üzüntüsüz eylemsiz, sevgisiz, hiç ağırlığı olmayan hava gibi bir şey.! Biz bunun hangisini seçelim?
Tabi seçtiğimizi! Öyleyse yaşam ivmedir, kıpırtıdır.
Kıpırdayalım arkadaşlar.!
Yeni yıl çuvalını aldım. Çok anlamlı buldum. Bundan güzelini kimseler yapamaz. İlk insanın ayağa kalktığı bir yerlere bir şeyler taşımak için seçtiği ot elyafından yapılmış seyrek örgü.
İnsanlık dokusu kadar basit ve seyrek, kavi, yani dayanıklı, sıradan ama otantik, yani ilk yaratılışa dayalı.
Üzerinde düşünce var. Ağız büzgüsü kırmızı. Batık çıkan bizlere benzer. Ağzında geleceğe açılan bir fiyonk, umut rengi.
Noel baba kırmızı geymiş. Oldukça şişmanlamış. Zamanları zamanlara taşıyan evrensel yolda trafik polisi. Kolunda, önünde benekli yeşil. Gözler ileri, bakışlar yukarı, dikkatli ve sinirli. Soğukla bezenmiş, ama esir olmamış, devingen bir yüz.
Torbanın içinde ağzının tadını artıran, hastalıkları otayan ruhları kamaştıran öteberi.! Çağdaşlığı simgeleyen ve zorlayan kravat.
Kahve çikolata cabası...
Eh artık hepimiz birer yaş daha büyüdük.Akıllı olalım.!
Hepinizi kucaklarım. İyi yolculuklar Selamiiiii derim
E. Aydın, Otuzbir aradan bir ocağa sıvışırken
Sevgili Koyutürk
17 Nisan için kıymetli Abidin Atlay bana bir görev verdi. Seve seve üstlendim. Döner dönmez kaynak kitaplara el attım. Kaynakları araştırdıkça işler karıştı. Cumhuriyetin kuruluşuyla bütün bu tamamı tamamına kuruluş için gerekli olan plan program bir tarafa düşman bir tarafa. Saray, kapütülasyonlar, anlaşmalar, latin abc’si, Türkçe ezan, demir yolları, karayolları, tarım, her şey sınır noktasındaydı start verildiğinde. Bütün bu güzel, yerindelikli hazırlık nasıl uygulama alanına ulaştı..! Bu uygulayıcılar nerelerde nasıl bu ideallerle bezenmişlerdi?
Yoksa hazırlık Osmanlıdan beri yapılıyordu da kayıtlara mı geçmemişti?
Yeryüzünde kayıtlı olan hiçbir ülke, böyle bir durumla yani vatan kurtarma, iç ve dış düşmanlar, asırların birikmiş borçları, gözler alabildiğine ekilmemiş bakılmamış topraklar... Zaten zavallı millet hiç savaşsız kalmadıki... Güçlülük günlerinde para bitince savaş, üretim olmadığı için her zaman savaş ve ganimetler hesaplanırdı.
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eskiyeni. Kuzular bize söyler yılların geçtiğini dediği gibi. Böylesi herhalde bizden başka olmamıştır. Aslında biz pek plan yapmağı, programı sevmeyiz. Ama öyle bir hazırlığa girilmiş. Jon Dewey ki zamanının en ulaşılmaz eğitimcileri Dexrolie ve diğerleri gelip bize bilgi vermişler ve biz de anlamışısz, kendimize göreceleştirmişiz ve uygulamış ve de başarmışız. Ama nasıl ??? Bugün dünya bizimle olsa herkes okey dese o düzeni yeniden kurmak olanaksız. Öyleyse temelde yatan felsefe ne idi?
Nasıl mevsimler döner,yağmurlar yağar, ağaçlar uyur veya uyanır, işte sanıyorum, bizim ekim zamanımızın bütün şartları peşpeşe yan yana gelmişti.. O zaman siz köyde oturacağınıza imza verdiniz. Köylü toprağının düşük bir kısmını size terk etti. Daha neler neler.
Hazırlık için nasıl bocaladığımı anlatmıştım. İşte sizin dosyaya bakışım ve size hayran oluşum ondandı. Öperim.
Not: Siz salonda bana iltifat ettiniz. Yüksek köy enstitüsü mezunu olduğumu söylediniz. Gurur duydum. Ama ben o kadar genç değildim. Aynı amaçlara uygun Gazi terbiye, aynı zamanda eğitilmiş kuşağın hocalarıyla olduk.
E. Aydın, 18Nisan1996
SAYIN NACİ YATMAZ
İlk defadır, devlet organı bir kuruluştan, saydam ve birey haklarını da koruyan, kollayan bir mektup alıyorum. 1945'den başlayarak, 1977'ye kadar kuruluşun içinde bulundum, hep dairelerin devlet çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini yaşadım. İlki Kars'ta oldu. Hem okul müdürlüğü, hem de valilik bana takdirname veriyor, bir ders yılı öğretmenlik yapmadığım gerekçesiyle stajerliğim tastik edilmiyor, askerliğim bitiyor, köy enstitüsüne bakanlık görevlisi olarak gidiyorum, yedi ay sonra İvriz'e atanıyorum, göreve stajer olarak başlıyorum. Durumumu yazılı ve sözlü, kimselere de anlatamadım, üç yılı yitirdim, daha neler neler de beraberinde...
Bir süre donra Mersin lisesine geldim. Yine bir süre sonra Milli Eğitim Müdürlüğünce, Özel İçel Koleji içindeki karışıklık nedeniyle orada görevlendirildim, kendimi önce baş muavin, sonra da müdür atamadığım için, bir küsür yılımı emekliliğe saydıramadım.
Benim kanaatıma göre bunlar hep kıraldan çok kıralcı yetkili dostların devlet korumacılığının hazin örnekleridir. Emekli olduktan sonra yapabildiğim kadar, sorunlardan uzak durmak istedim, artık hiç hak aramıyorum, verilenlerle yetiniyorum, maaşımı da Ziraat bankası bankamatiğine bağladım, ne verirlerse alıyor, uyumlu vatandaş rolüne devam ediyorum. İyi de oldu, kafam rahat.
Bütün bunlardan neden, hangi çizgide olursa olsun, bu yazınız bana mutluluk verdi. Çünkü devleti ben böyle düşlüyorum. Hele yazınızın son tümcesinde, yetke çizgisini de aşarak, “bilgilerinize sunar, sağlıklı ve mutlu bir yaşam dilerim” diyorsunuz. Bu incelikte beklentilerimin sınır çizgisinde bir incelik oldu.
İlginizden neden size teşekkürler eder, öperim.
Ethem Aydın, Emekli Resim Öğretmeni,14Temmuz1995
SEVGİLİ MUZAFFER
Mut'tan o kadar dolu ayrıldımki, küçücük, bölükpörçük, görünürgörünmez, iyikötü, gerçekçi, gerçek üstücü, karmaşık mı karmaşık, sarmal mı sarmal..... Hani deve ve koyun yününden, döve döve bir keçe top yaparsın, lif lif olduğunu bilirsin ama çözemezsin. İşte öyle birşey.....!
İşte mutlulukta öyle birşeydir. Çünkü, o top benim elimde milyonlarca lif, sonsuz duyum ve doyumlardan büyümüştür. Acı, ekşi, kekre tıpatıp mutluluğun tadı...
Bu yazıyı seni karşıma alarak, masamın öteyüzündeki sandalyeye oturarak, göz göze, diz dize, söz söze yazıyorum. Açıkçası kendi benime yazıyorum, ben bana karşı. Orada, sen bir billur pınarsın, anlayana tadana ki, anlayan tadan da vardır. İnsan bir sırkıntıdan olmuştur, akar akar durulur. Kıvamını, kalitesini bularak, üzerinde yürüdüğü toprağa güç katarak, yılanlar kadar sessiz, uyumlu akar akar. Yol ölüme doğru değil, ölümsüzlüğe doğrudur, ezeli ve ebedidir!. Kısa mesafelerde insanı değerlendirmek yanlış ve anlamsızdır, her birey deryadadır, yüzüyor. Kimileri kulaç kulaç üzerine atarak öylesine göze batar ki, yarışın ası sanırsın, çok su çırpıyor, enerji yitiriyor, büyük şov ve görüntü içindedir. Toplumda genel çizgi ve davranış bu yoldadır. Kültür, etik, ekin, memleket, millet unutulmuş veya öyle sanılmış, kısa zamanda daha çok mal, mülk, konfor edinmek sevdası gözleri büyümüş, amaca ulaşmak için bütün özelliklerimiz, güzelliklerimiz, kültür birikimimiz tarih bilincimiz, hatta dinimiz araç haline getirilmiştir. Bu karanlık tablo, bu ürkütücü görüntü süregen ve ömürlü olamaz. Sağ duyuya sessiz ve emin adımlarla ilerliyor.
Biliyorsun yerinde sayanlar, yürüyenlerden daha çok ayak patırtısı yaparlar. Biliyoruz ki, medeniyet bugünkü çizgiye gelinceye kadar, ateşten çakmağa sayısız asırlar geçirdi. Sabırlı olmak gerekiyor. Zira acun bir günde oluşmadı. Siz ve sizler gibi tabandan, fakat bilinçli yürüyenlerin sayısı hiç bir devirde az olmamıştır. Eğitim öyle sanıldığı gibi ve bizim uygulamaya çaba verdiğimiz gibi kolay, sabirsızca istif etmeye gayret ettiğimiz kadar basit değildir. Ben, siz ve ötekiler şu anlatmaya çalıştığım çizgide konuşuyor, belki anlaşıyor, yazışabiliyorsak, bu kendi bayrak yarışı etabımızda büyük bir başarıdır. Yaşamı duyumsadığımız günden şimdiye değin, kalemtıraşın ağzında kalarak bu güzel çizgiye ulaştık. Gerçek de budur. İyi yoldasınız ve yoldayız.
Muzaffer, bir başka konuya deyineceğim. Bir insan bir diğer insandan bir şey almaz, kendinin bildiği ve doğru saydığı bilgiyi, onaylayan yoluyla özümser. Sizden dinlerken, her iyi şeyi bir başkasının size verdiği alçak gönüllülüğünde bulunuyor, bunu yeniliyorsun, ama ben derim ki, bu yanlış. Zira yine bazı kişiler sizi yönlendirdiği kanısına varılabilir. Halbuki siz kendinizi yarattınız.
Bir Hilmi Dulkadir, Sıtkı Soylu olmasa, bu çizgiye varabilir miydi? Ama Hilmi bitek toprak olmasa, Sıtkı onu yönlendirebilir miydi? İşte incelik bu çizgide. Hepimiz özde benzeşmeseydik, özdeş olabilr miydik? Beni şu saatler boyu size belki de değerli birşeyler yazmaya iten güç sizin asil ve özdek duyumlara sahip olmanız nedeniyledir. Mektubu kesiyorum, benim zamanım senin adına çokça kaydı. Öperim.
E. Aydın, 7Haziran1995
MEHMET ACEVİT, ALTINKOZA A.Ş.
GENEL MÜDÜRÜ
Dinamik, genç, bilgili, karekter birikimli, yaratma ve uygulamada farklı karekter, tam anlamıyla Atatürk çocuğu, sevimli dostum Mehmet'ciğim. Bu yazdıklarımı iyice oku,ama sakınola hemen uygulamayı düşünme, zaten olayın kapsamı biraz da seni aşar.
Şöyle düşünelim, bugünlere değin ne yapılmışsa, hepsi üzrinden kalın bir çizgi geçilecek. Adana'da kültür ve sanat etkinlikleri sıloganından, tekrar konuyu masaya getiriyoruz. Elbette zor!
Akılcı yaklaşım gereği, önce kültür sözcüğünü inceleyelim. Türk dil kurumu sözcüğünden alıntı: Tarihi, toplumsal gelişim sürecinde veya içinde yaratılan, bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kulanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçlar bütünü, hars, ekin. Bir toplum veya halk topluluğuna özgü düşünce sanat eserlerinin bütünü...
İşte şimdi Çukurovalı'ya sunacağımız şölenin değişmez dış çizgileri oluştu. Makro belli oldu, şimdi mikroya dönmemiz gerek.
İnsanlık topluluğuna giden yol, birey ve millet çizgisinden geçer. Eğer hakikaten incelikli ve özverili, özgörü çizgisinde Çukurova'yı seviyorsak, daha çok sevdirmek istiyorsak, (bunun böyle olduğuna inanmak isterim), önce bu bakir değerler harmanında bocaladığımızı, düşünmek, seçmek, düzenesıraya koymak gerilimine düşmemiz gerekir. Baştan beri anımsatmaya çalıştığım gibi, örnek bir Çukurova festivali için İstanbul, Ankara, diğer şehirlerimizin katkısına gerek ve gereksinim yoktur. Asırlar boyu kendi kendini tamamlamış, onurlu bir şekilde, etiğini, kültürünü, sanatını yapmış, korumuş ve korumakta olan bulunmaz bir beldedir Çukurova.. Hırsları, acımasızlıkları, kişisel çıkar düşünceleri ile devletler gelmiş devletler geçmiş! Seller geçmiş, dolular erimiş, geride daha sağlam, daha yoğun kültür birikimiyle Çukurova sağlamlığını ve yoğunluğunu koruyor ve koruyacaktır. Biz ölümlüler, belki de haklı olarak, geçici, moda olan kolay edimlerin ağına takılıyor, yüzeysel, öznenin özdek, özge, özdeşliklerini aramak sanki sıradanlıkmış sanısına kapılıyoruz. Sizin kişiliğinizde, Çukurova’nın geleceğine etki edecek nuanslar görüyorum. Bu inançla iki gündür daktilo başında, karınca kararınca geleceğe bakıyorum, bir çoklarına hayal yansıması gibi gelecek ama, çok çok inandığım çıkışlar yazıyorum. Bürokrasinin her isteğini, olayların akışı içinde istenilenden fazla olarak çevreye yansıyacaktır. Öyleyse Çukurova Altınkoza A.Ş. olarak büyük, çok büyük düşününüz. Olayları sıradan yasak savma çizgisinden kurtarınız. Yaptıklarınızı sağlam arşivlere alınız.
Gün gelecek sizinle yarışmak isteyenler olacak, işte şimdiden onları sollayınız. Dünya reklam üzerine duruyor. Ama reklam vazgeçilmez bir soylu sanattır. Her dem taze önde olmak durumundadır. Dikkat ederseniz hükümetler ve devletler hep halklardan geride kalıyorlar, bu yüzden formaliteler özel teşebbüsünüz elinize bu görkemli hizmet fırsatı verilmişken değerlendirmeniz, gerçeği yakalamanız gerekir.
Bundan sonra dış çizgileriyle ana başlıklarla neler yapabileceğimizi yazmaya çalışacağım. Doğaldir ki, Ethem Aydın düşünmeye çalışan sıradan bir Adana'lıdır. Kepenek altında er yatar örneği kimbilir daha uygulanabilir düşün ürünleri size ulaşacaktır. Yeterki Çukurovalı'ya güvenmeye devam ediniz. Dünkü toplantıları, maratonun başına alıp uygulanabilirliğini arttırınız. İşiniz zor ama sizde büyüksünüz, başaracaksınız.
Dünkü toplantı, sanatçılardan gelecek eleştirel görüşü bir nebze olsun önlemek içinmiş gibi geldi bana. Aslında bu seranomi çalışmaları başlatılırken, aşağıda hatırlayabildiğin ve yazabildiğin birimlerle ayrı ayrı ve olabilidğince sık müşavere toplantıları değişme koşuldur. Demokratik, katılımcı bir şölene oluşturmak ve Çukuova’lıya hizmet götürmek istiyorsak tabi. Önce festival, Seyhan'ın deltasından, yine Seyhan'ın nebağına kadar genişletilmelidir. Daha sonra derinliğine Çukurova’yı kapsamak projesi düşünülmeli. Öyle olmalı ki, festival boyunca Çukurova hep ayakta, işte, iştirakta, alış verişte, gezide, iletişimde, dolayısıyla eylencede, kendini kendisi izlemek istesin. Doğal yapısı ve çevresi içinde katıksız katışıksız Adana kültürü sergilenmeli.
Düşünceme göre ilk yerleşim alanı ırmak boyudur. Adana kebabı yarışması, şalgam, meyam tanıtımı birimleri, çiğ köfte yarışması, lokanta ve reyonları. Köy yaşantısına sosyal yapının çadırlarda güncel uğraşları başında temsili. Yerel giysi defileleri, at yarışları, kayık evler, kayık gezintileri, yerel zenat erbabı reyonları hepside günlük işleri ve satışları içinde. Değişik etablı yürüyüş ve koşullar, güreşler, yazarlar, çizerler, kitaplar, kitapçılar.
Yukardan beri anlatmaya çalıştığım dağınık işler bir otomatiğe bağlanabilir, bağlanmalıdır da. Yetke sahiplerinin bildirisi üzere, kurum ve kuruluşlar bu katılımı seve seve yapacaklardır. Festivalin bilimsel yönü sempozyum panellerle ciddi kalıcı tutanaklarıyla organlı bir örgüye ulaştırılmalıdır. Bir kaç ay önceden okullara, bir bildiriyle, Altınkoza üzerine şiir, öykü, resim, müzik konularını kapsayan onur ödüllü yarışmalar duyrulmalıdır. Festival süresince, Çukurova’nın her biriminde bir canlılık bir katılım kıvancı yaşanmaktadır. Elimdeki verelere göre, bundan önceki festivallerde Çukurova hep evine kapanmayı yeğlemiştir, katılım çok düşük olmuştur.
Bu çizgide, sanayicilerimiz belli alanlarda ürünlerini sergilemeli. Sicilli ticaret birimleri katılımı özendirilmeli. Her yıl için sicilli zanaat, sanayi birimleri ve adreslerini, telefon numaralarını kapsayan reklamlı rehber hazırlanıp satışa sunulmalı. Ayrıca bütün festival alanlarının özellikleri ve yerleri bir bülten halinde sunulmalı. Sergi birimlerinin hemen hemen hepsi kaynak yaratılacak şekilde organize edilmeli. Diğer komşu il ve ülkelerden temsil edilmek isteyenlere yardımcı olunmalı. Böylece devirgen, dinamik, hararetli, neşeli katılımcı bir festival gerçek olabilir. Değişmez kanaatim, Çukurovalı eğer bilgilendirilirse en güzel festivali hazırlayacak güçtedir, kültür bazında. Ve Çukurovalı buna zaten layıktır. Size ulaştırdığım fikirler, ilk bakışta külfet getiren uygulanamaz olaylar gibi gözükebilir, ancak birim bölümler önceden organlaşmaya çağırılır, çalışmaları bir ücretle değerlendirilirse Çukurova festival A.Ş. hem rahatlar hem de bunca sarflar azaldığı gibi insanımız için kazandırıcı bir yatırım olur, ekonomik olur.
Sizi, Çukurova’yı, ülkesini seven bir ağabeyiniz olarak bunları yazmaya cüret buldum. Okuduğunuz için teşekkür eder, başarılar dilerim.
Saygılarımla.
Ethem Aydın, Emekli Resim Öğretmeni
15Eylül1995
Dostları ilə paylaş: |