Sevgili Doktor, Türkyılmaz Sakınç
Yalnız başına Türkyılmaz, Tarsus hastahanesi için büyük şanstır. O, gören, düşünen, seven, sevilen, aktivitesi olan bir kişidir.
Şöyle veya böyle, devlet, bu nükleer gücü yakalamış durumda. Sıra sizin birincil çalışmalarınızda. Kuruluşunuzun binlerce ve binlerce eksiği olabilir. Yatak, bakım, hastalar için iç donanım, fenni araçgereçler, çağdaş olan herşey... Tarsus halkına bunları ileten etkin bir dernek geliştir ve yüksek sesle bağırttır. Ama bağıran hiçbir zaman sen olma, geri planda kal. Bağışlar toplansın, eksiklerin birinciliğini bir heyetle seç, satın almağa geç. O şekilde büyü... büyü...ve düşlediğim yüceltini bul. Hiçbir zaman kişisel gücünü devreye sokma. Hemen herkes “benben” sözcüğünden doğrudan veya dolaylı tiksinir.
Tutturdun bir resim toplama işini. Kanımca bu yanlış ve kolay bir yol ama Türkyılmaz’ın itibarı, sevgisi, varlığıyla kaimdir. Seni sevenler, sayanlar başka şey, Tarsus hastahanesi başka şey. Öyleyse prestijini bu yolda bitirme. Dostluk süregenliği olan bir şeydir. Dostu korur kollarsan dost vardır. Onlardan ençok verdiğin kadarını almağı sakın unutma. Hele hele olay sevgi bağlamındaysa, hep vermek kutsal pirensiptir. Veren dostda verdiğini size Türkyılmaz’a verir, bunu da unutma.
Seni canım gibi severim. Başarınla övünmek isterim. Yine kanıma göre hastahanenizin resim müzesinden önce yapılacak çok şeyi ve gereksinimleri vardır. Gücünü oraya odakla. Kişilerden kişiye özgü bağış isteme. Öperim
E: Aydın, 13Nisan1995
Sevgili Türker
Anılar anılar, anılarda gezinmek var ya..!
Herşeyi dün gibi anımsarım, ama anılar geçmiştir. Tekrar yaşanmazki. Öyle olunca pi sayısı yerine yeni ve daha dirençli bir destek bulmamız gerek. İşte ben onu yapmağı deneyeceğim.
Türker benim çocukluk arkadaşım, şimdileri meslektaşım savıyla yola çıkıyorum.
Gerekçem de bu aydınlık geçmişte, bugün, gelecekte öğrenci öğretmen ilişkileri daima iyi olamaz. Zaten iki sözcük de zaten biribirinin zıddı hem de kontrasıdır. Bundan neden sağlam bir denklemi kurarken paydaları önce eşitledim. Böylece ayrıntılardan objeyi arındırmış oldum. Bilineki sizleri başlangıçta olduğu gibi çok seviyorum.
Çocukluğum, öğrenciliğim ve sizler gibi kadirşinas öğrencilerde ulaştığım orun, onun veresidir.
Bende insana açık bir yürek hep vardır. Sizinle geçen öğrencilik ve öğretmenlik yıllarımı çok iyi anımsıyorum.
Dağarcığıma ne koyabilmişsem hepsini sizinle paylaştım. Bunu bilinçaltı bir güçle yaptım. Kendimi hep kalemtıraşın ağzında tutmağı becerdim. Böylece 100, 200 sene sonrasının bilincine varacağı formal, eğitimsel, pedagojik, kanımca eğitim öğretimin özde ve sözde değişmez (uygulamanın herşey) olduğunu, onsuz kitabi bilgilerle biryere varılamayacağını yani bilgi ve herhangi bir şey üretiminin uygulamadan geçtiğini, karınca kararınca getirdim. Derslerimin program sınırlarının elverdiği oranda alçı, çamur, mukavva, cilt, albüm, kutu işlerini size tattırdım. Bir basit radyoyu, bir kendi sardığınız motoru çalıştırdınız, bazılarınızdan işe uygulamalarını da istedim. Model uçak kursları da sanırım Türkiye genelinde tek olaydı. Bütün bunlar bugün programlarda ya sulandırılmış ya da kaldırılmıştır.Sizin gibi kadirbilir öğrencilerim bu güzel şeyleri hep anımsarlar. Hele hele sizin gibi eğitim ve öğretime soyunanlar ne demek istediğimi iyi anlarlar.
Cumhuriyetin kuruluşunda çok güçlü bir beyin takımı işin başında olmuş. Hala ortaöğretim programları onların ortaya koyduğu pirensiplerle yaşıyor. Ama uygulayıcılar işi hafife alıyorlar. Eğitim fakülteleri resim bölümleri resimiş öğretmeni yetiştirmek yerine ressam, heykeltıraş, grafiker yaratma kavgasındalar. Böylece artık resim öğretmeni ideolojilerini yitirdiler. Sıradanlaştı. Artık düzen için sizlere güveniyoruz.
Söz uzadıkça uzdı, insanlar bir kere “ben” demeye başladılarmı arkasını getirmek zor oluyor. Sizleri seviyorum, öpüyorum.
E. Aydın, 8Kasım1994
Sevgili Ahmet Yeşil
Dün çağırı üzere saat 2 de Mersin’de idim. Galeriye uğradım birleşik bir sergi vardı. İçlerinde bir tek de yeni soluk vardı. O beni düşündürdü.! Demekki bizden sanatçılar kendilerini yenilemekten korkuyorlar. Belli bir üne ulaşanlar, artık oturup kendilerini tekrar etmekle yetiniyorlar. Sanat tarihine bakarsanız bu iş hiçde böyle değil. Sanatçılar hep kendilerini aşmağa çaba vermişler. Böylece büyümüşler. Bazıları başlangıçtan itibaren özgün ve sağlam yapıtlar vermişler, evrelerinde hep ayrıcalıklı olmuşlar. Bazıları ise bozma cesaretinin en ileri çizgisini denemekten korkmamışlar. Engebelere vurmuşlar ve zirveyi öyle yakalamışlar. Sanatlarında özgür ve özgün olmuşlar, böylece yerlerini almışlar.
Belki rastlamışsındır gazete sayın Zeki Faik İzer sergisi nedeniyle bunları yazmıştım. Devlet tarafından Avrupa’ya giden sanatçıların yurda dönüşlerinde portföylerinde neler getirebildiklerinden dem vurmuştumda olumlu birkaç kişiyi görebilmiştim. Üst tarafı iyi zaman geçirmişler, avantür olarak renkli bir özgeçmişle yurda dönmüşler demiştim.Şimdi kendi kendime soruyorum ben neyim?,
bu konuşma cesaretim nereden geliyor? Ahmet, ben gören göz gerçekleri duyumsayan biriyim. Sanata sevgim ve saygım, kadına saygımla özdeştir. Cennetin anahtarı kadınların ayağının altında ise milyonlarca yıl sonrasının geleceğin, mutlu geleceğin anahtarı da sanatçıların ellerindedir. Bu inanış, sağlam bir inanıştır.
Onikiye doğru orada bir mavnada balık yedim. Park içinde çok güzel ılık bir güneş ve peyzaj vardı. Dolaştım, oturdum, saat ikiyi, yani sizlerle buluşma zamanını bekledim. Siz toplantıyı yarılamıştınız üzüldüm. Bitişte lokale düştüm, birkaç dolu dolu dostla sekize kadar bardak tokuşturdum. Konuştuk, konuştuk, doyumsuz sohbet bitmemişti. Dostların ılıklığını, sevecenliğini gönlüme koydum istasyona geldim. Tirenin önümden kalktığını farkedemedim, bir sonrakine kaldım, bozuldum ama renk vermedim. Masam ve dostlarım, boş bardaklar, sohbet koyu.... Adana’dayım.
İndim buz gibi bir havayı soludum. Hızlı adımlarla Aydın sanatevine geldim. Ama iyi üşümüşüm, dostlar da dağılmıştı. Ama doyumsuz ben, hemen Ahmet Yeşil’i yakaladım. İşte zaman böylece balon yaptı.
Annesi Zeyneb’e “melek yavrum”diyordu. Zeynep sordu: “anne, melek kanatlı olur, nerde benim kanadım?”. Anne çok düşünmüştür herhalde... “uçup gitmenden korktum, kırdım kanadını..!” demiş. Dokundurmalı bir benzetinin yorumunu sana bırakıyorum.
Ahmet iyi yoldayız. Olan, sanırım olacakların en iyisi...
Öperim
E. Aydın, 5Şubat1994
Dostları ilə paylaş: |