Ziraat Fakültesini bitirdi (1946); meslek hayatına
atıldıkdan sonra hâlen müdürlüğünü yapmakda
olduğu Fümigatuvarın aynı zamanda kurucusu_ ol
du. ;i "..' .
Ziraat Mühendisleri .Odası ve Türk Yüksek Ziraat Mühendisleri Birliğinin üyesidir. Evli (zevcesi Güzin Hanım) ve kız evlâd babasıdır (Lâle, doğumu 1956, Hülya, doğumu 1960).
1953 ile 1960 arasında Amerika, İngiltere, İsviçre, Almanya, İran ve Lübnan'a gitmişdir; Cen-to talî komitelerinde çalışmışdır; «Marmara Bölgesinde zeytin güvesi» tezi ile 1959 da Ankara Ü-niversitesinde doktora diploması almışdır; 1956 -1957 de İstanbul Radyosunda Ziraat Saati konuşmalarını yapmışdır. İngilizce bilir, el işlerine meraklıdır, deniz sporlarını sever.
Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi.
CAKILYAN (Dikran) — 1880 ile 1890 arasında güzelliği ile meşhur kuyumcu çırağı bir ermeni civanı; Üsküdarlı kalender halk şâiri Âşık Râzi tarafından bir manzume ile övülmüş olub bu manzumeden öğrenilen tek şey bu dilber gencin Langa semtinden çıkmış olmasıdır; Râzinin manzumesi sudur:
Bir mahbûbi zîbâ eyliyem beyan
Çakırpençe sahi hfiban Çakılyan
Güzeller içinde Hürmüz incisi
Ermen civanların o birincisi
Çeşmânı kabûdu pîrûze anın
Teni pâki fildişi o civanın
Ke'si zümrüd içre taze gönce gül
Zerdeste püsküldür âşifte kâkül
Gaayetle bıçkın levendâne kesim
Sînei üryanı âyînel şîm
Fistanı o şuhun dâne mercandır
Tîri müjgânımn kasdi hep candır
Altun top mu disem yâhud ki billftr
Şûhln topuğuna münâsib olur
Hâke düşmüş dirsin sttnbül kocam
Kaçan pâ bürehne görsen ol cam
Dayı reviş ile ol şûhi şehbâz
Dîdei uşsâka şebçırağl nâz
Ol sahi hfiban ol nevcivan dalfes Gülgûn ruhlerine resk ider canfes Lebleri yakuttur incidir dişi Sîm U zer iledir ol yârin işi Hürriyetim imiş âfeti devran Semti sânı ile Langah Dikran
Manzumenin son beytinde «Dürriyetim» tâbirini, Dikran Çakılyanın ermeni yetimhanesinden yetişmiş olduğu yolunda tefsir edebiliriz.
Vâsıf HİÇ
ÇAKIR — Batı türkçesinde sıfat, ala ile mavi çizgili renk; bir çeşid göz rengi (Türk lügati); bilhassa göz rengi olarak kullanılır. Çakır renginde garib bir vahşet vardır ki güzel bir yüze, sahibi cilveyle bakmasını bilirse, esrarengiz bir albeni Verir, fakat karşısındakini korkutur; çakır gözlü dilberlerde âşıklarına karşı sadâkat ve vefa yokdur denilir; avam pesendi renkdir; çakır gözler şiir dilimizde kara, ela ve kestane renkli gözler gibi medhedilmemişdir,
Gördüm çakır gözlü bîr dağlı âfet Eşkiyâ zeyninde kılık kıyafet
. Galatah Hüseyin
Ela, kara ve kestane gibi göz renkleri sahihlerine lakab olarak kullanılmaz iken «çakır» avam tabakası arasında hemen istisnasız sühiblerine lakab olur; meselâ «Kestane Süleyman», «Ela Süleyman» denmez, «Kara Süleyman» denilince de bu karalık gözden gelmez, cild, deri esmerliğinden gelir; tekrar edelim, avam arasında ne kadar çakır gözlü Süleyman varsa hepsi «Çakır Süleyman»- olur:
Üç çiftede hamlaciyken bir zaman
Şu bizim Lazoğlu Çakır Süleyman
Geçermis yahnin altından bir gün
Levendâne çalım ol kaşı keman
Yalın ayak sine açık dal fesle
Ak bezden bir pîrehenle bir tuman
Görür görmez hanım kafes ardından
Dir ki: — Yandım sol civana ben aman
Dadı kalfa durma koş git ara bul
Zira hâlim oldu benim pek yaman
Kaçırır mı kopuk devlet kuşunu
Çöp çatan peşine takılır heman
Nigân nazenin ol daltabanı
Ol gece yalıda eylemiş mihınan
Oğlan demiş: — Ben harama el sürmem
Tövbekar ol eyle ahd ile peyman
Seni helâlinden çekeni aguuşe
Rencide olmasın din ile îman
İşte böyle ağa oldu sivrildi
Şu bizim Lazoğlu Çakır Süleyman
ÇAKIR, ÇAKIRCI, ÇAKIRCIBAŞI, ÇAKIR SALAN •— Batı türkçesinde doğan denilen ve eski avculukda kullanılan kuşun bir nev'î; çakırcı, avda doğan elinde, kolunda götüren adam;
ÇAKÎR
ISÎANSUL
ANSİKLOPEDİSİ
3611 —
ÇAKIRAĞA 'MAHALLESİ
çakırcıbaşı, Osmanlı sarayındaki av maiyeti arasında çakırcıların zabitlerinin unvanı (Türk Lügati).
Osmanlı sarayında çakırcılar pâdişâhların av maiyetinin diğer kısmını teşkilden şahinciler ile beraber sarayın «Bîrun» denilen dış halkından idi (B.: .Topkapusu Sarayı). Her iki takım, çakırcılar ve şahinciler sarayın en büyük zabiti Silâhdar Ağanın emrinde idi (B.: Silâhdar Ağa), ve zabitleri o-lan Çakırcıbaşı ile Şâhincibaşıya «Şikâr Ağalan» denilirdi. Devir devir bu av maiyetinin efradı 600 -1000 kişi arasında olmuşdur. Bunlar dış koğuşlarda barmdırılırdı.
Sarayda Silâhdar Ağa ile yine büyük zabitlerden Çuhadar Ağanın ve Rikâbdar Ağanın (B.: Çuhadar Ağa, Rikâbdar Ağa) yedişer kişilik birer av maiyeti vardı, onlara da «Çakır salanlar» denilirdi. Çakırcılar ve Çakırcıbaşı dış halkından iken Çakırsalanlar Enderun Ağalarının avculukda hevesi ve istidadı olanlarından seçilirler ve bu üç büyük zabitin dâirelerinde, Enderunda bulunurlar idi. (B.: Enderun ve Bîrun); Baş Çakırsalan, İkinci Çakırsalan, 3-7 inci Çakırsalan diye kendi a-ralarında bir kidem sırası vardı.
M. Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» adındaki büyük eserinde «Çakırcı» maddesinde bu av maiyetini Yeniçeri Asker Oca-.ğı teşkilâtı arasında gösteriyor; hatâdır. Yeniçeri Ocağı teşkilâtında bâzı kıt'alar pâdişâhın av maiyeti içindedir, fakat Çakırcılar Ocağa bağlı değildir; garib nokta M. Z. Pakalın ayni eserde «çakırcıbaşı» maddesinde şikâr ağalarını saray halkı arasında gösterirken, kumandanı saray halkından olan çakırcıların Yeniçeri Ocağı teşkilâtı içinde bulunamıyacağını da maalesef fark edememişlerdir. Nitekim Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı «Kapukulu Ocakları» adındaki eserinin Yeniçerilere tahsis ettiği azametli ve gereği gibi mufassal eserinde çakırcıları ocak teşkilâtı içine almaz, öylesine ki «çakırcı» ismi kitabın alfabetik indeksinde de bulunmadığına göre bu saray avcu teşkilâtını Yeniçeri Ocağı tarihçesinde her hangi bir nevî ile dahi zikretmemişdir (B.: Yeniçeri).
ÇAKIR, ÇAKIRKEYF— Batı türkcesinde
şarab; şarab içerek sarhoş olmuş anlamına da «çakır keyfi» denilir; fakat şarab karşılığı bu çok güzel ve ahenkli «çakır» adı halk ve bilgin ağzında maalesef kullanılmamış, ancak lügat kitablarında kalıp yaşamışdır; «çakır keyfi» tâbiri de «çakır keyf» şeklinde bozulmuş, ve «az sarhoş» anla-
mında kullanılmış, bugün de kullanıla gelmektedir. Tâbir şiir dilimize de girmişdir: Süzüldükçe çakır kcy? çeşml şehbâzın Hammâtne beççe gibi dil sakır sakır ditrer
Nedim *
Zannım ol zâlim nigâh hışm ile bakmış yine Sînei uşşâka yer yer dağlar yakmış yine Çeşmi çakır keyf nahveti gamzesi serhoşi nâz Gaalibâ Vâsıf o şflhi mehlikaa çakmış yine
Enderunlu Vâsıf *
Zahın açmak içtin sînei uşşâkına şad heyf Çekmiş yine çeşmâm siyeh mestin lld seyf Şehbâz nigâhın gibi sen dâhi çakır keyf Göksûya gel ey çeşmi kebfid âlemi âb et
Enderunlu Vâsıf *
Baldın çıplağın o gül goncesi
Gömleği içinde fulya bağçesi -••
Kanarya ispinoz bülbüldür sesi
Hele şehbaz çakır keyf olsun da gör
Galataü Hüseyin *
Top ipek püskülü savrulmuş fesde Saç değil sümbüller olmuş bir deste Dîvânesi oldum emre aleste Çakır keyf olsa da ayağın öpsem
Galatah Hüseyin &
Çakır keyf bir gelir topuk vurarak Kamerçin kundura gümüş nalçalı
Galatah Hüseyin
ÇAKIR (Ayşe) — İstanbulun halk edebiyatına geçmiş kavgacı mahalle karısı tipini bütün kudreti ile yaşatmış Küçük Mustafa Paşalı bir kadın; 1946 yılı martında komşu kadınlarla yapdığı büyük bir çeşmebaşı kavgasında kalbi durarak öl-müşdür.
Bibi. : Gazeteler.
ÇAKIR (Hasan Hüsnü) — İdareci, siyaset adamı; 1893 de Hopada doğdu; memleketinin eşrafında Cakırzâde Hacı Mustafa Efendinin oğludur. Trabzon idadisinde okudu, 1913 de mektebi mülkiyeden mezun oldu; 1919 ile 1935 arasında Tirebolu, Giresun, Yusufeli, Bay-burd Kaymakamlıklarında, Ardahan mutasarrıflığında, Gazianteb, Ordu ve Tokad Valiliklerinde, Şeker - Petrol inhisarları teftiş heyeti reisliğinde ve İnhisarlar Umum Müdürlüğünde bulundu; Cumhuriyet Halk Partisinin adayı olarak İz-mirden mebus seçildi ve Türkiye Büyük Millet Meclisine girdi; 1935 - 1938 arasında C. H. P. Umumî İdare Heyeti azâlığı yapdı, 1939 - 1941 arasında İktisad Vekili oldu, 1946 seçiminde Samsun Milletvekili olarak yine B. M. M, inde
kaldı, bu devre içinde bir ara Millî Savunma Ba
kanlığı yapdı. ,
Çok dürüst, çok temiz bir sîma olarak tanınmış olan Hüsnü Çakır, 1950 den sonra mün-zeviyâne yaşadı ve 10 Ağustos 1963 de İstan-bulda vefat etti; Rumelihisarı kabristanına defnedildi.
ÇAKIR AĞA — Fâtih Sultan Mehmed'in devrinde Türk 'İstanbulun ilk imarında büyük emeği geçmiş hayır sahibi sîmâlardan; Hadikatül Cevâmi bu zâtin Çakırcıbaşılık yapmış olduğunu kaydediyor, «Çakır Ağa Çakırcıbaş olmuşdur» diyor; biz asıl adının unutulduğunu, Çakır Ağa isminin, halk ağzında Çakırcıbaşı unvanının kısaltılmış şekli olduğunu zan ediyoruz (B.: Çakır, Çakırcı).
İstanbulda biri Aksarayda adına inisbetle anılan Çakır Ağa Mescidi, ikincisi Yenikapu civarında Üsküblü Mescidi, üçüncüsü Lâleli civarında Mercimek Mescidi, dördüncüsü de Yağlıkçılarda Merdivenli Mescid olmak üzere dört mes-cid yaptırmış, hayır eserlerinden Bursada da büyük bir çifte hamamı vardır ki, Bursanın en güzel çarşı hamamlarından biridir; kabri Trakya-da Babaeskide yapdırtdığı tekkededir.
Hayatı hakkında başka bir kayde rastlanamadı.
Hadikatül Cevâmide bu Çakır Ağanın hayır eserleri arasında gösterilmeyen, banisi için, bir isim zikredilmeden Tekfur Sarayında bir Ça-kırağa mescidi daha kaydedilmişdir; bu isim ve unvan dikkate değer; şöyle ki Aksaraydaki Çakır Ağa Mescidinin pek yakınında meşhur Oğlan Tekkesi var idi ki o tekkenin kurucusu da, yine bir «Çakır Ağa» bir şahıs ismi olmayub, 'taşınılan unvandan kısaltılarak takılmış bir lakab-dır; Tekkenin banisi Yakub Ağanın daha önce Çakırcıbaşılık yapmış olması muhtemeldir; bu takdirde önce lakabına nisbetle anılan Aksaraydaki mescidi yaptırmış, sonra tekkeyi kurmuş, daha sonra da Tekfur Sarayındaki bu mescidi inşâ ettirmiş olabilir; yani Çakır Ağa, bilâhare Sekbanbaşı olan Yakub Ağa olabilir. Yalnız mühim kayıd, Çakır Ağanın Babaeskideki Tekkesinde medfun oluşudur. Bunun için de, Tekfur Sarayındaki mescidin mihrabı önünde medfun zâtin mescidin banisi (olmadığı söylemek kalır, ve pek tabiî gaayetle indî bir hüküm olur,
ÇAKIRAĞA CAMİİ SOKAĞI — Samatya bucağına bağlı Çakırağa Mahallesinin sokaklarından (Bu mahallenin yeri Aksaray sem-
tinin bir parçası); 1934 Belediye Şehir Rehberinin 11 numaralı paftasında (mahalle numarası 36) Cerrahpaşa Caddesinin Aksaray tarafı başında biı çıkmaz sokak olarak gösterilmişdir; yerinde ise Cerrahpaşa Caddesi ile Namık Kemal Caddesi arasında uzanır bir sokakdır; bir araba geçecek genişlikde, kabataş döşeli, üzerinde ikişer üçer katlı ahşab ve kagir evlerle iki apartı-man (4 katlı Azim, 5 katlı Uğur apartımanları) bulunan bir dirsekli bir sokakdır; l bakkal, l terzi, l mermerci ve l kapalı dükkân görüldü; kapu numaralan 8-23 ve 8-22 olup, sokağın üst başı Millet Caddesi genişletilir iken istimlâk edilmişdir; 22 kapu numaralı evin bağçe duvarında ayna taşında «Kemal Üstünel» yazılı musluğu çıkarılmış küçük bir çeşme vardır (mayıs 1963).
Hakkı GÖKTÜRK
ÇAKIRAĞA MAHALLESİ — Fatih kazasının Samatya nahiyesi mahallelerinden; Samatya nahiyesinin Eynebey, Yalı, . Kürkcübaşı, Keçi Hâtûn, ve Fâtih Merkez nahiyesinin Murad Paşa mahalleleri ile çevrilmişdir ki Aksaray semtinin bir parçasını teşkil eder; sınır sokakları şunlardır: Millet Caddesi (Mürad Paşa Mahallesi ile), Namık Kemal Caddesi (Eynebey ve kısmen Yalı Mahallesi ile), Kâtib Kasım Bostanı Sokağı (Yalı Mahallesi ile), Sancakdar Baba Sokağı, Müezzin Sokağı (Kürkcübaşı Mahallesi ile), Cerrah Paşa Caddesinin küçük bir parçası ve Tütüncü Hasan Sokağı (Keçi Hâtûn Mahallesi ile). İç solakları da şunlardır: Lânga Bostanları Sokağının bir kısmı, Küçük Lânga Caddesinin bir kısmı, Kürkcübaşı Külhanı Sokağının bir kısmı, Manastırlı Rifat Sokağı, Abdüllâtif Paşa Sokağı, Si nekli Bağçe Sokağı, Çakır Ağa Camii Sokağı, Sorguçcu Sokağı, Abdullah Çavuş Sokağı, Âsim Bey jSokağı, Kâtib Muslâhaddin Sokağı (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 11 de 36).
Son sayıma göre Çakırağa Mahallesinin nüfûsu 1315 kadın ve 1219 erkek olmak üzere 2534 kişidir, hu nüfus 637 aileye taksim edilmişdir ki ortalama aile başına 4 kişiden az düşer; mesken olarak 160 ev ve 88 apartıman bulunmaktadır; mahalle sınırı için de l gazoz imalâthanesi, l ecza lâboratuvarı, l plâstik imalâthanesi, l sandıkçı atölyesi, l âvîze imalâthanesi, l çocuk bisikletleri imalâthanesi, l radyo (tamir atölyesi, l oto tamirhanesi, 3 inşaat malzemesi deposu, l yazlık sinema, l emlâk komisyoncusu, 3 keresteci, 3 bakkal, 3 berber, 4 terzi, 2 ka-
ÇAKIRAĞA MESCİDİ
— 3672
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 3673
ÇAKIR PENÇE
Çakırağa Mescidi (Resim : Nezih; Plân : Turing Kulüb Belleteninden)
sab, 3 kahvehane, 2 kunduracı, 2 manifaturacı, l taşçı, l tuhafiyeci, l pastahâne, l leblebici, l kalaycı, l kolacı - lekeci ve l tekel bayii vardır (1963).
ÇAKlRAĞA MESCİDİ — Aksa-
rayda, Aksaray Karakolu önünden Lân-gaya doğru sapan cadde üzerinde, Aksa-raydan gelindiğine göre karakola pek yakın bir yerde, Ebûbekir Paşa Mektebi karşısında sağ kolda idi; 1957 ile 1960 arasında, Atatürkün tarifi ile «Türk Târihinin Hazînesi» olan İstanbulun îmar adı altında uğradığı müdhiş Vandal tecâvüzünde büyüklü küçüklü yüzlerce sanat ve tarih eseri arasında yıkdırılmışdır, ve arsasında bir bağçeli kahvehane yaptırılmış-dır.
Banisi Fatih devrinde Çakırcıbaşılık yapmış Çakır Ağadır. (B.: Çakır Ağa). Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Banisi Çakır Ağadır. Minberini Sadırâzam Mehmed Râgıb Paşa (Koca Râgıb Paşa) koymuşdur, (hademei hayratının aylıklarını ve masraflarını da) Fatih Sultan Mehmed Camii vakfından verdirtmişdir. Bu mescidin dâiresinde Fâtih devri (erenlerinden) Telli Dede narn kimse medfundur; karşısında Ebûbekir Paşanın mektebi vardır».
1952 senesi baharında Turing Kulübün İstanbulu sevenler topluluğu adına o civarda yapılan bir gezinin raporumsu , yazısında Neşet
Çakırağa Mahallesi (1934 Belediye Şehir Rehberinden)
Köseoğlu bu mescid üzerine şu notları tesbit etmiş dir:
«Ebûbekir Paşa Mektebinin karşısında civarın ikinci bir Fâtih devri eseri vardır; bir cami, bir türbe ve bir çeşme. Çeşme sonradan! yapılmış ise de o da bir târihî devri hatırlatır; sadlrâzam İbrahim Hakkı Paşa yaptırmış-dır. Camiin aslını eski
Bursa sübaşılarından olub, İstanbul fethine katılanlardan Çakır Ağa yapdırmış-dır. Bina ufak bir avlu içindedir. Murabba plânlı, klâsik duvarlı, üstü çatılı olan bu bina Fatih devrinde yapılmış olan binanın aynı değildir, bir çok tamir görmüş, şübhe yok ki eski karakterini kâybet-mişdir, yalnız tarih bakımından değeri şübhesiz ki pek büyükdür».
Kıymetli ve fedakâr muhabirimiz Hakta Göktürk bize tevdi ettiği gezi notunda şunları yazıyor: «Çakırağa Mahallesi muhtarı emekli subay Bay Abbas Oğuz'un verdiği malûmata göre
Çakırağa Mescidi Namık Kemal Caddesinin Aksaray tarafı başındaki bağçeli kahvehanenin yerinde idi, 4 kapu numarasını taşıyordu. Dört duvar üzerine kiremit örtülü bir çatıdan [ibaretti; içi ahşab, dışı kagir, bir son cemaat yeri ve kadınlar mahfili, avlusunda bir gasilhâne, musluklu abdest teknesi, imam ve müezzin meşrutaları vardı; kapusu adını taşıyan sokağa açılırdı. 1959 da yıkıldığı zaman sağlam ve ibâdete açık bulunuyordu».
ÇAKlRAĞA MESCİDİ — Tekfur Sarayı civarında idi, Hadikatül Cevâmi: «Mescidi mez-bur kale duvarına karşıdır, banisi Sekbanbaşıdır, mescidin mihrabı önünde medfundur, mektebi ve mahallesi vardır» diyor.
Bu mescid zamanımızda mevcud değildir. Edirne kapusunda sur dışında Hoca Çakır Caddesinde sura bitişik Sultan Mahmud'un berber-başısı Ali Ağanın metruk çeşmesine mukaabil idi. Semtin yaşlı sâkinlerinin söylediğine < göre kagir minareli ahşab bir mescid olup 1918 - 1920 arasında, işgal yılları içinde yıkılmışdır. Mimarı kaaidesi, hazîresi ve banisinin merkadi durmaktadır; kabrin üzerinde adak mumları yakmak için bir teneke bulunuyordu, semt halkınca Çakır Baba diye anılıyordu (1963).
Hakkı GÖKTÜRK
ÇAKÎRAĞA YOKUŞU — Fener Nahiye-.sinln ;Avcubey Mahallesi sokaklarından (1934 Belediye Şehir Rehberinde Pafta No. 8 de 110); Şadan, Kantarcı Ali ve Karagözcü sokaklarının kavuşdukları nokta ile Hoca Çakır Caddesi arasında uzanır; Kaariye İmareti Sokağı ve Ulu-badlı Hasan Sokağı ile kavuşakları .vardır.
1963 de Şadan Sokağı, adı kaldırılarak bu Çakır Ağa Yokuşu Hoca Çakır Caddesinden Paşa Hamamı sokağına uzatılmış bulunuyordu.
Bir araba geçecek genişlikde, paket taşı döşeli, çok bozuk bir yol idi; üzerinde birer katlı, bir kısmı bağçeli ahşab ve kagir evler vardır, kapu numaraları 1-27 ve 2-24'dür (eylül 1963).
Hakkı GÖKTÜRK
ÇAKIR BEY (Külhanbeyi) — İkinci Sultan Mahmud'un ilk saltanat yıllarında Tophane hamamlarından birinin külhanbeylerinden olup, semtinde güzelliği dillere .destan olmuş bir gene (B.: Külhanbeyi); hakkında Derviş Vahdet adında bir kalenderin şu manzumesinden gayri en küçük bir kayde-rastlanamadı: 1. Doyum olmaz levendâne seyrine Gülle topuk vuruşun âhengine Sünbül parmakların istif dengine Nâmı anın Tophaneli Çakırdır
-
Layhar kulu külhanbeyi fetâdır
Kem göz ile bakmak ana hatâdır
Cevheri iffet ile de yektadır
Pırpınysa sanmanız tamtakırdır
-
Sırmadır kâkülü püskül misâli
Necmi esved misal ruhinde hâli
İffetinden nişan vahşet celâli
Rengi rûyi dövme kızıl bakırdır
-
Kaçan girse germâbeye ol âfet
Nurdan selvi olur ol bülend kaamet
Kopsa dahi anın içün kıyamet
Sayd edilmez şahin doğan çakırdır
-
Ey Çakır Bey işte geldi bir kişi
Pâ bürehne râhi aşkın dervişi
Bir mestâne nigâhındır bahşişi
Dü çeşmi selsebîl şakır şakırdır
-
İzin ver gel öpsün yalım ayağı
Tükenmeden yürek kandili yağı
Sensin Derviş Vahdetin şebçerâğı
Lâli lebin ana zülâl çakırdır
-
Dahi yalun ayağındır mihrabı
Nakşi hüsnün olmuş aşkın kitabı
Kerem kıl açılsın muhabbet babı
Sensiz ana Cennet dahi bozkırdır
Pmarhisar ayanı Uzun Ali Ağanın oğlu Binbaşı Mustafa Ağanın torunu Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râziye naklettiği hâtıralar arasında rastlanan bu manzumenin Derviş Vahdettin ağzından Âşık Râzi tarafından yazılmış olması da kuvvetli ihtimal dahilindedir; yüz yaşını aşkın olarak ölen Mustafa Ağanın hafızası .ne kadar kuvvetli olsa, bir külhanbeyi için söylenmiş manzumeyi de nakledebileceği şübheye değer; kaldı ki manzumenin dili de geçen asır başlarının yazı çeşnisinde değildir (B.: Râzi, Âşık Mustafa Ağa, Binbaşı; Mustafa Çavuş, Kabakçı; Layhar).
•ÇAKIR PENÇE — Halk { ağzı deyim: «Tuttuğunu bırakmaz, yolar adam; gaasıb; para canlısı»; iğrenç kötü sıfatlardandır; misaller: * Çıkdı bir çakır pençe
Sattı babam evini
Ayırd etme anm sen
Karıncası devini
Açam görün ağlayın
Yüreğin alevini
Aparamadı yalnız
Asalet pertevini
Ali Çamiç .* Düne sakın yaban gülü göncedir
Kayıkçı şehbazı çakır pençedir
Hicab ah sanma anda humreti
Harbi konuş o haylaz pişkincedir.
Galatah Hüseyin
ÇAKIR REİS
3674 —
İSTANBUL
ANSÎKLOPEDÎSl
— 3675 —
ÇAKMAK
* Olsa dahi cennet gülü goncesi Sevilmez mahbubun çakır pençesi
Dili bülbül gözler âhû olsa da Çekilmez akçe taleb işkencesi
Gönül evi çarşu pazar değildir Girmez ana hesabın çingencesi
Çingen ayağına ne reva sermek
Gönül tezgâhından aşk kaallçesi
Galatalı Hüseyin
ÇAKIR REİS — Yenikapulu meşhur bir Ermeni balıkçıdır. Kendisini Kazaz Artinin (B. Artin, Kazaz), İstepan Papazyan tarafından' kaleme alınan biyografisinden tanıyoruz (İstanbul, 1864, s. 81-83). Mezkûr eserde bu şahıs hakkında aşağıdaki fıkra anlatılmaktadır:
Kazaz Artin (namı diğer Bezciyan Arutyun Amir a), bir Pazar günü Ortaköy Kilisesinden çıkıp eve dönerken, yolda pejmürde kıyafetli bir ihtiyara rastlar ve kendisine selâm verdikten sonra evine davet eder. Hizmetkârlarına da onu evine götürmelerini tenbih edip; kendisi de öne geçerek evinin yolunu tutar. İhtiyar da peşinden gelip odasına girerken Kazaz Artin ayağa kalkıp elini öper ve yanına oturtarak şunları söyler:
— Baba, hiç esirgemeden yüzüme vurdu
ğun o iki tokadı hatırlıyor musun?
İhtiyar hayretler içinde ve titreyerek,
— Ne diyorsun Amira? Hakkımda ne kor
kunç bir iftirada bulunuyorsun?
Bezciyan Amira ise şöyle cevap verir:
— Hayır Çakır Reis söylediğim iftira değil
dir.. Çocukluğumda balıkçılık peşinde idim ve
her Pazar sandalına binip balık tutardım. Bir de
fa da bir Pazartesi günü çarşıya gitmek isteme
dim ve yine balık avlamak için kayığına yaklaş
tım.. Beni görünce kulağımdan tutup iki sille sa-
vurdun ve: «Bugün Pazar mı ki buraya geldin?
Çabuk çarşıya git, seni bir daha burada görme
yeyim» dedin.. Tokadları yedikten sonra boy
num bükük çarşıya gittim. İşte o verdiğin ders
bana okadar tesir etti ki o günden itibaren işim
le meşgul olmağa ve vazifemde dikkatli davran
mağa başladım. Sana minnetdar olduğumu söy
lemek borcumdur..
thtiyar Kazaz Artin'in sözlerini , hayretle dinliyordu. Sonunda çok müteessir oldu ve Alla-hın büyük işlerine hayran kalarak, Bezci Bo-sos'un oğlunu böyle bir ihtişam ve aynı zamanda kadirşinaslık duygusu ve »tevazu içkide görebildiğinden dolayı Cenabı Hakkı hamd etti.
Bezciyan yeğenlerini de çağırtıp ihtiyarın ellerini öptürdü. Beraber yemek yedikten sonra ayrılırken Çakır Reise beş altın ihsanda bulunup, vefatına, kadar aynı miktarda maaş bağladı.
Kevork PAMUKClYAN
ÇAKIRYAN (Arakel) — Kimya profesörü; Dr. Kirkor Bey Çakıryan'ın oğludur. 13 Ağustos 1885'de Şam'da doğup, 22 Şubat 1954 de Pa-ris'de vefat etmiştir.
Çocukken babası ile birlikte İstanbul'a gelerek ilk tahsilini Eyüp ve Balatta yapmıştır. Müteakiben Galatadaki Getronakan Lisesinde ve Fransız Kolejinde okumuştur. 1908 de İstanbul Eczacı Mektebinden mezun olmuştur. Hükümet tarafından Avrupa'ya tahsile gönderilip Parisdeki Sorbonne Üniversitesinde kimya tahsilinde bulunmuştur. 1913 de mezkûr Üniversiteden ve aynı zamanda Pastor Enstitüsünden de mezun olmuştur. Bir müddet orada Prof. Urbin nezdinde çalıştıktan sonra, Nancy'ye geçmiş ve orada da Kimya Mühendislik Mektebinde okumuştur.
Birinci Cihan Harbinin arifesinde İstanbul'a avdet ederek Galatasarayı, Nişantaşı ve Getronakan Liselerinde kimya ' müderrisi olmuştur. Mütarekeden sonra, Getronakan Lisesi hariç, diğer mekteplerdeki vazifesinden istifa ederek, Ermeni ve Rum yetimlerini yerleştirmekle meşgul olmuştur.
1922 de Fransaya yerleştikten sonra, Sorbonne Üniversitesinde önce asistan, sonra «charge de recherches» ve bilâhare «maître de recherches» olmuştur. Burada uzun yıllar Jera-nium madeni üzerinde tetkiklerde bulunmuştur. Kanserin tedavisi gayesiyle yaptığı işbu araştırmalarından ötürü, Fransız Hükümeti tarafından <>Chevalier de la Legion d'honneur (1947) ve ^«Officier d'Academie» (1949 da) ünvanlariyle taltif edilmiştir. 1920 de ise Yunan Hükümeti kendisine «St. Georges» nişanını tevdi etmiştir.
Dostları ilə paylaş: |