Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə35/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   90

Kevork PAMUKCİYAN

Ermeni asıllı lise (sultanî, îdâdî) muallimlerimiz arasında Türk camiasına çok temiz duygularla bağlanmış meselâ Kirkor Kömürciyan gibi simalar pek çok iken yüksek tahsilini Türk hükümetinin verdiği para ile yapmış bu Arakel Çakıryan hakkında, mütarekenin kara günlerinde M. M. grubunda çalışmış M. Râzi merhumun hâtıraları çok acıdır; en hafifinden «şefkati, kirli poletikacıya kaftan yapmışdır» diyebiliriz; 1920 de müstevli Yunan ordusu Anadoluyu istilâya yellenirken Arakel Cakıryamn Yunan Hükûme-

tinden nişan kabul etmesi dahi çirkin bedbahthk-dır; 1922 de Türkiyeyi terkedip Fransada tavattun zaruretini duyması da St. Georges nişanın ifâde ettiği mânâyı pek iyi bilmiş olmasındandır (İst. Ansiklopedisi).

ÇAKIRYAN (Dr. Kirkor Bey) — Ermeni asıllı asker tabiblerden. 1851 de Diyarbakırda doğmuş ve 1947 Mart ayında Paris'de vefat et-,miştir.. Pederinin adı Arakeldir. Bibi. : K. Pamukciyan, Not.

ÇAKIRYAN (Serviçen) — Matbaacı, 1862 de Yenikapu'da doğup 6 Nisan 1923 de yine İstanbul'da vefat etmiştir.

Önce hakkâklık yapmıştır. Matbaasını 1886 de Râsim Paşa Hanında tesis etmiştir. Müteakiben 1890 sıralarında Sultanhamamında Fındıklı-yan Hanına nakletmiştir. Bilâhare Hoca Han 1; Caddesinde, kendi hususî binasında faaliyette bulunmuştur. En fazla resmî Hükümet işleri de-ruhde etmiştir. Sermürettibi önce Aram Sıvacı-yan, sonra da Karabet Demirciyan olmuştur. Matbaasında ermenice eserler de takedilmiştir. Mihran Apikyan'ın lügati da 1893 de burada basılmıştır. Üçüncü sınıf Mecidî nişaniyle taltif edilmiştir.

Kevork PAMUKClYAN

ÇAKMAK — Mecazî mânâda şarab, rakı içmek; İstanbulun içki, meyhane âlemi edebiyatında çok kullanılmış bir kelimedir; misaller:

GAZEL

Gönlüme sakiyi mîmar eyledim meyhanede Allah Allah Kabe îmar eyledim meyhanede



Ol kadar çakdım ki tersâzâdegânım aşkına Berka döndüm neşri envâr eyledim meyhanede

Muallim Naci *

SÜR

Hürmet etmez misin şu mihmâne Geliyor bîkesâne mestâne Gerçi yaranım bırakmışdır Sanma b! neşve, hayli çakmısdır



Muallim Naci &

Acem buselik sarfa

(Etmekci Bagdasar) Sâkiyâ şevki rûyinle çakalım Mey ü mahbub ile zevke bakalım Cûy veş sûyi sefaya akalım Mey ü mahbub ile zevke bakalım * -

Segah Sarfa (Hacı ismail Efendi) Şem'ai maksûdu yak Yan gel otur zevke bak Lütfeyle bir iki çak Yan gel otur zevke bak

Karcigar Şarkı

(Rifat Bey)

Âşıka bir özge sevda saçların Bir kurulmuş yay gibi ay kaşların Yakdı canım mest iken bakışların Hiç unutmam subhedek çakışların Zülfüne gül yâsemen tâkışlann

Bir gice sermestü bîtâb ey peri Serpilüp yattın dizimde serseri Ben yanup tütsem efendim var yeri Hiç unutmam subhedek çakışların Zülfüne gül yâsemen tâkışlann

*

ŞARKI


Hele ol dilberi rânâ arada bir çakıyor Ol zaman mest nigâhı ne de baygın bakıyor

* HUVARDA KANTOSU

(Peruz)

Kabadayıyım kabadayı Kabadayıyım tosun dayı Severim huvardayı Meyhanede çakarım Peykesinde yatanm



*

ÇÎNGENE KANTOSU

(Rozika)

Kara tazım ben raks ederim Süzülür büzülür naz ederim Haydi mori Şaso oynayalım Atalım, çakalım matiz olalım

* GÜLÜM KANTOSU

(Peruz)


Gülüm çakmış çakıştırmış Küçücükden yakıştırmış Çok belâlar savuşturmuş Tirilây tirflây tiri H U U lây Acem mahbubudur gözler sürmeli

ÇAKMAK — 1) Halk ağzı mecazi deyim: «sezmek, anlamak», aynı anlamda hâneberduş apaşlar ağzında da kullanılır; misaller:

— Ben adamın ne mal olduğunu adım atı
şından çakarım.

* — Bana bir külah giydireceğini çokdan çakmışdım ama bu derecede mel'un bir rezil olduğunu aslaa tahmin edemezdim.

2) Öğrenci argosunda, daha doğru tâbir
ile apaşlığa özenen öğrenciler ağzında: «sımfda
kalmak»; misal:

— Ulan yine mi kırdın?

—Bo§ ver., nasıl olsa çakacağım!

3) Halk ve apaş ağzı argo, «anî bir tecâ


vüzle bir tek tokat atmak, hattâ bir yumruk in
dirmek», misal:

— Şu tüysüz, tığ gibi esmer oğlanı gördün


ya.

—- Evet..



ÇAKMAK (Mareşal Fevzi)

__ 3676 —

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 3677 —

ÇAKMAKÇILAR YOKUŞU





Mareşal Fevzi Çakmak (Resim : Sablha Bozcalı)
— Öyle bir acı kuvveti var ki itin, dün ge
ce Doktorun orada Kürd Bekir sululaşınca alnı
sur asıdır diye bir çakdı, dev gibi herifi yere seri-
verdi..

4) Halk ve apaş ağzı argo, sakat, kalb, sahte, özürlü bir şeyi veya malı karşısında kimin .gafletinden, safiyetinden istifâde ile vermek, sürmek»; misal:

Elinde ortadan yırtık iki parçası yapıştırılmış, fakat numaraları tutmayan bir beş liralık kâğıd para bulunan ayakdaşına:

— Sen ver onu bana... ben onu şipşak ça


karım...

Bibi. : F. Devellioğlu, Türk Argosu.

ÇAKMAK — Türk lugatında isim: «Ağı-zın etrafında çıkan uçuğa benzer sivilce kabarcıkları»; misal:

İki külhanbeyi konuşur; biri âşıkı şûrîde, öbürü derd ortağıdır:

— Ne haber seninkinden?

• — Dün sabah geldi., her haliyle, her kılığı ile âfet be., üstbaş dökülmüş, ipek saçlar yosuna dönmüş, gözler uykusuz, ağız çakmak çakmak, yine güzel, hattâ kat kat güzelleşmiş..

ÇAKMAK (Mareşal Fevzi) — İstiklâl Harbi mücâhidi ve millî zaferde büyük hissesi olan kumandan, Atatürkün silâh arkadaşı, onun ve bütün Türk milletinin sonsuz hürmetini kazanmış bir merdlik, iffet ve ismet timsâli, Türkiye Cumhuriyetinin Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürkden) sonra tek mareşali; 1876 da îs-tanbulda Boğaziçinde A-nadolukavağı kuyünde doğ du, topçu miralaylarından (albaylarından) Çakmak-oğlu Ali Beyin oğludur; doğduğu .yerin evlâdı fâti-hânındandır, yâni, îstan-bulun fethinden bir asır evvel İstanbul Boğazının Anadolu yakasını fethetmiş ve oralarda yerleşmiş olan Türklerin torunların-dandır; ulu ceddinin mer-kadi «Çakmak Dede» adı ile Beykozda olup hâlâ ziyaret makaamıdır (B: Bey-

koz mezarlıkları); soy adı kanunundan önce; o zamanların asker okulları geleneğince orduda «Fevzi Kavak» künyesi ile tanınmışdı.

İlk tahsilini köyünün ibtidâî mektebinde yapmış (O köyün karakteri için B.: Anadolukavağı), sonra Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesinde Çengelkö-yündeki Kuleli Askerî idadisinde okuyarak, gerek maarif, gerekse ordu târihimizde hâtırası çok zengin ve büyük olan bu idadiden diploma aldıkdan sonra yine çok büyük bir târihi olan, Mektebi Har-biyeye girerek 1895 de parlak bir diploma almış (mülâzim rütbesi" ile), ve Erkânıharbiye (kurmaylık) sınıfına alınarak 1898 de, yine parlak bir diploma ile erkânı harb yüzbaşı rütbesi ile*, uzun yıllar pek şerefli ve çok çetin işleri yüz akı ile başaracağı ordu hizmetine girmişdir; ilk vazifesi İstan-bulda Erkânı Harbiyei Umumiye dâiresinin 4. Şubesinde olmuşdur; sonra Kümelinde Makedonya-ya gönderilmiş, sirplar ve arnavudlarla meskûn bölgelerde başarılı hizmetleri ile dokuz yıl gibi kısa bir zaman içinde yüzbaşılıkdan kademe kademe miralaylığa (albaylığa) kadar yükselmişdir; bu arada kumandanlık görevlerine ek olarak sivil idare amirliklerine de tâyin edilmişdir; meselâ 35. fırka kumandanı iken Taşlıca Mutasarrıflığı ve Kumandanlığını da yapmışdır; Taşlıca Mutasarrıflığı üzerinde kalarak Mürettcb Kosova Kolordusu Erkânı Harbiye Reisi olmuşdur. İtalyanların Trablus Garba saldırması ile başlayan Türk - İtalyan Harbinde Adriyatik sahillerinin korunması için teşkil edilen Garb Kolordusu erkânı harbiye reisliğine tâyin e-dilmişdir; 1912 de Balkan Harbi başlayınca Vardar Ordusu Erkânıharbiyesi Harekât Şubesi Müdürü olmuşdur. O harbden sonra Anadoluya gönderilerek Ankara Fırkası Kumandanlığına tâyin edilmiş, pek kısa bir zaman sonra da merkezi yine An-karada bulunan 5. Kolordu kumandam olmuşdur; bu kolordu kumandanla ğında ve 1914 yılı martın-

da mirlivalığa terfi etmiş, «Pasa» olmuşdur.

Birinci Cihan Harbinde kolordusu ile Çanakkale Müdafaasına iştirak etmiş, Anafartalar muharebelerinden sonra bir ay kadar Anafartalar Grup Kumandanlığı vekâleti yapmış; 1916 eylülünde Kafkas cebhesinde bulunan 2. Kafkas Kolordusu Kumandanlığına tâyin edilmişdir; bir sene sonra da yine ayni cebhede harbeden 11. Ordu Kumandanı olmuşdur.

Suriyede durumun ehemmiyet kesbetmesi üzerine Galiçya cebhesinden dönen askerî kuvvetlerle Suriyede 7. Ordu kurulunca Fevzi Paşa Kafkas cebhesinden alınarak bu ordunun başına getirilmiş, ve Suriyede kısa zaman içinde karışık duruma hâkim olarak 1918 temmuzunda rütbesi ferikliğe (korgeneralliğe) yükseltilmişdir. Mütârekeden sonra bir müddet (1918 sonları ile 1919 başları) İstanbulda Erkânı Harbiyei Umûmiye Reisliği yapmış, 1920 başlarında kısa bir zaman siyasî hayata girerek Harbiye Nâzın olmuşdur. Erkânı Harbiyei Umumiye Reisliği ve ^Harbîye Nazırlığı zamanında, Anadoluda başlamış olan mücâdele hareketine fîlen katılmış, İstanbuldan Anadoluya askerî eşya; malzeme, cebhâne ve silâh kaçıran gizli millî teşkilâtı himaye; Ve hattâ idare etmişdir; nihayet bu kutsal mücâdeleye bedenen de katılmak için 1920.de Anadoluya geçmiş ve Ankarada kurulmuş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından fevkalâde tezahürat ile karşılanmışdır, ve derhal millî hükümetin-Millî Müdafaa Vekilliğine (Bakanlığına) getirilmişidir'. İkinci İnönü zaferinden sonra birinci ferik (orgeneral), Sakarya zaferinden sonra da Gazi Mustafa Kemal Paşa ile beraber müşür (mareşal) olmuşdur. Millî Mücâdele yıllarında bir süre de Heyeti Vekîle Reisliği (Başbakanlık) yapmışdır. Cumhuriyetin ilânından 1944 yılına kadar 22 sene Türkiye Cumhuriyetinin Genel Kurmay Başkanlığını yapmış ve çağdaş Türk ordusunun kurucularından biri olmuşdur.

1944 de 68 yaşında emekliye ayrıldı, ve o zaman iktidarda bulunan Cumhuriyet Halk Partisine karşı teşekkül etmiş muhalefet partileri saflarında siyasî hayata atılmışdın Bu büyük askerin, pırlanta gibi namus timsâli büyük adamın hayatının son yıllarındaki siyâset hayatının mü-taleasını istikbâle bırakıyoruz. 1949 da hastalandı ve 10 nisan 1950 yılında sabah saat 7,35 de İstanbulda vefat etti. Hemen bütün İstanbul halkının iştiraki ile misli görülmemiş bir cenaze tö-

reni ile kaldırılarak Eyyubda Karyağdı Bayırı yolunun sol tarafındaki sırtda defnedildi.

Niyazi Ahmed BANOĞLU
ÇAKMAKÇILAR FIRINI — Birinci Ci
han Harbi başlarına kadar İstanbulda en güzel
yağlı çörekleri yapan .bir fırın idi;; çörekleri o
kadar meşhur idi ki bu fırından yağlı çörek al
mak için Usküdardan, hattâ Beykozdan sureti
mahsusada gelenler olurdu. Büyük şehrin kay
bolmuş şöhretler indendir.
p>T~'': ,.;.,.. Vâsıf HİÇ

ÇAKMAKÇILAR YOKUŞU — îstanbulun Babıâli Caddesi, Dîvanyolu, Direklerarası gibi Şöhretli yollarından biridir; Uzunçarşı 'Caddesi ve Mercan Caddesinin kavuşak noktası ile Mah-mud Paşa Yokuşunun altbaşı arasında uzanır, Mercan Ağa Mahallesi ile Taya Hatun Mahallesi arasında sınır yoldur (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 4 de 10 ve 11). Alt başından gelindiğine göre Alacahamam Caddesi, Fincancılar Sokağı, sol tarafdan da Çarkçılar Sokağı, Sandalyacılar Sokağı, Tarakçılar Caddesi ve Tığcılar Sokağı ile kavuşakları vardır. Bir araba geçecek genişlikde, paket taşı döşeli; ve oldukça dik bir yokuşdur.

Türk han yapısı sanatının pek kıymetli örneklerinden Büyük Valide Hanı ile Büyük Yeni Han bu yokuş üstündedir. (Büyük Valide Ham; , Büyük Yeni Han). Çakmakçılar Yokuşunda bulunan diğer hanlar şunlardır: Yeni Han, Sünbüllü Han, Muradyan Hanı, Çakmakçılar Hanı, Sabri Safa Hanı, Nasır Hanı, Birlik Hanı.

Büyük Yeni Hanın yanında Sultan Musta-fanm fevkaanî bir camii vardır. İş Bankasının Fincancılar şubesi de bu Jyokuşdadır; yokuşun kapu numaraları 1-107 ve 2-92 olup bu çarşı boyu yokuşda iş üzerine tesbit ettiğimiz dükkânlar şunlardır: 3 havlucu - çarşafçı, 10 hazır es-vabcı, 12 kasketci, 4 gömlekti, 6 yazmacı, 2 basmacı, 7 manifaturacı, 4 tuhafiyeci, l çantacı, l çuvalcı, l kunduracı, l yazma manifaturacı, l büfe, l aşçı, l kahvehane,, ve 15 göz kapalı dükkân (Temmuz 1963).

Bu meşhur yokuş eski simasını tamamen değişdirmişdir, hüviyetsiz, şahsiyetsiz bir çarşı olmuşdur; Büyük Valide Hanı İstanbulda İranlı küçük esnafın toplandığı bir site olmuş iken o bile karışmışdır, ki yakın geçmişde daha muazzam kapusunda ve bu kapunun içinde başka bir âlemin içine girileceği his edilir, görülürdü.

Günün iş saatlerinde kalabalık yoldur, uğul-



ÇAKMAKÇILAR YOKUŞU

— 3678 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 3679 —

ÇAKOZLAMAK





önünde elinde yalın kılıç tutan arslan resmi, (İran arması resmidir. Bu dükkân ne zaman kapanmışdır bilemiyorum. Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzi vaktiyle bu dükkânda Mirza Mu-hammed Rıza Kazvini adında âlim ve şak bir zâtin resimcilik yapdığım, hattâ basdınp sattığı resimleri de bizzat kendisinin çizdiğini söylerdi. Ri-za Kazvinî'nin evlâd yerine büyüttüğü Keşmir


Şehzade Kameramın resmi (Bir ta» baskısından S. Bozcah eli ile)
tuşu eksik olmaz, bilhassa sırt hammalları daimî faaliyet halindedir. Atlı yük arabaları her iki is-tikaametde gider gelir, motorlu nakil vâsıtaları ancak yukardan aşağı inebilirler. Trafiğin tıkandığı sık sık görülür.

1 Sanayii Nefise Mektebi muallimlerinden Fransız ressamı Bellö'nun 1904 yapdığı «Çakmakçılar Yokuşu» adındaki bir yağlı boya tablo, bu meşhur sokatın yarım asır Önceki manzarasını gösteren çok kıymetli .bir vesikadır, bir röprodüksiyonu aynı yıl içinde Malûmat Mecmuasında neşredil-mişdir; aslının nerede, kimde olduğu meçhûlü-müzdür.

ÇAKMAKÇILAR YOKUŞUNDAKİ RE-SİMCİ DÜKKÂNI —

Çakmakçılar Yokuşunda, yokuş yukarı Baya-zıda dotru çıkıldığına göre sağ kolda Büyük Valide Hanı kapusu geçilince hemen ikinci veya üçüncü dükkân idi; Vâlîde Kanındaki îranî matbaalarında yapılan taş basması resimler satılırdı ki benim görüb de hatırladıklarım, bizim halkın da rağbet gösterdiği «Şirinine kavuşmak için dağ deviren Ferhad», «Aslının hasreti ile âh ederek .ağzından çıkan alevle cayır cayır yanmaya başlamış Kerem», «Yanında bir arslan ile çölde yalın ayak dolaşan Mecnun», «Battal Gaa-zi» resimleridir; bir de bilhassa İranlı han kah-kahvecilerinin istisnasız alıp kahve ocaklarına asdıkları «Şîr ve Hurşîd» (Doğan güneşin

Ali adında mahbub bir çırağı varmış, nargile içen bir nevcivanı gösterir meşhur bir İran minyatürünü kopye ederek, ve gencin yalnız yüzünü değiştirip o meçhul sîmâ yerine kendi Keşmir Alisinin yüzünü resmedip bastırmış, ve o zamana göre büyük paradır, tanesi bir lira çeyreğine «Isfahan Pâdişâhının Şehzadesi Kamercan nârn püser-dir» diye satarmış, O devirde İstanbulda Şehzade Kamercanın resmini alıp duvarına asmadık tulumbacı kahvehanesi kalmamışdır. Bu fakir dahi her sene ramazanlarda çalgılı kahve yapardım. Riza Kazvininin Çakmakcılardaki dükkânını devrettiği Aka Ali adındaki resimciden, bin minnet ve recâ ile dükkân köşesinde kalmış bir Kamercan resmi bulmuşdum; onu yaldıılı bir çerçiveye geçirip çalgıcılara ayırdığım yerin duvarına her seferinde muhakkak asardım, pek beğenilirdi. Keşmir Ali için Âşık Râzinin bir manzumesi vardır ki sudur:

San'atı ol şahin olmuş basmacı Cümle çarşılının odur baş tacı

Çakmakçılar içre tasvir dükkânı Hâcegânı Iran hep bendegânı

Hüsnüne fermanı yazmış kâkülü Şöhreti ol şûhin Kamercan gülü

Fârisî tekellüm eyler ol dilbaz Serinde papağı keşmirî şehbaz

Ol civanın nâmı hem Keşmir Ali Acem mahbûbudur, gözler sürmeli

Ustası ahond ol civana tutsak

Kav misâli yanmış mahbûbu çakmak

Yüz sürer günde bin gez ayağına Fitili aşkı kor yürek yağına

Âşık kadrin bilir mahbûbi reşîd Olmuşlar tasviri «Şir ile Hurşîd»

Çlakmakcılardaki resimci dükkânının son sahibi Aka Ali zan ederim ki İstanbulda ilk posta pulu koleksiyoncularından biridir; Vâlîde Hanında bir odada otururdu; onun da mahbub yine îrâni bir hizmetkâr çırağı vardı. Adamın kıyafeti gözümün önünden gitmez. Başında siyah İran papağı, sırtında yakaları yağlı nefti bir redingot, yalın ayak, ayağında takunya, han ile dükkân arasında uzun boyu ile öyle vakuurâne bir geçişi vardı ki görübde kim olduğunu bilmeyen muhakkak durub bakar, başından ayak bileğine kadar herif sanki vezir idi, esnaflığı yalın ayağı ile takunyasında idi. Dükkânda da, müşte-

ri gelmediği zaman çırağı ile karşılıklı oturur, yığın yığın posta pullan ile saatlerce meşgul olurdu. Çakmakçılar Yokuşundan ne zaman geç-sem bu hâtıralar gözümün önünde canlanır ve gözlerim yaşarır.

Vâsıf HİÇ

ÇAKMAK DEDE — (B.: Beykoz Mezarlıkları). .

ÇAKMAK DEDE MEZARLIĞI — (B.:

Beykoz Mezarlıkları).

ÇAKMAK TAKIMI, ÇAKMAK KESESİ — Kibritin çıkıp kullanılmasından önce ateş yakmak için ve bilhassa tütün tiryakilerinin çubuk lülesinde tütün tutuşdurmak için kullandıkları, koyunda, kuşak kıvrımında veya cebde taşman takım; ki bir kav parçası, bir çakmaktaşı (sileks) parçası ve bir el ile rahat tutulacak husûsî bir şekilde yapılmış demir - çelik parçasından mürekkebdi.

Bunlar meşinden yine sureti mahsûsada yapılmış, ağzı gaytanla büzmeli para kesesinden büyükçe bir keseye konulurdu; kullanılacağı zaman, kavdan küçücük bir kıymık koparılır, kesilir., ve o kav kırıntısı çakmak taşının bir kenarında usûli ile tutulur, çelik parçası da aynı noktada çakmak taşma sür'atli ve sert bir darbe ile vurulurdu, çıkan kıvılcım kavı tütuşdurur, yanmaya başlamış olan kav kırıntısı da, meselâ çubuk lülesindeki tütünün üstüne konulurdu; sahibinin kudretine göre kavın en âlâsı kullanılır, çakmak çeliğininpek süslüsü yapılır, çakmak keseleri de ayrıca süslü olarak, hattâ küçük bir sanat eseri hâlinde yapılırdı.

Evlerde kullanılan >çakmak takımları ise kese yerine çakmak kutularına konulurdu.

ÇAKMAKTAŞI SOKAĞI — Eminönü İlçesinin Kumkapu Nahiyesinin Bayramçavuş( Mahallesi Sokaklarındandır; her iki başı Çapariz Sokağında iki dirsekli bir sokakdır; Behram Çavuş Sokağı ve Kürkcübaşı Mektep Sokağı ile kavuşakları vardır. Bir araba geçecek genişlikde kabataş döşeli bir yoldur; l terzi, l su deposu, 2 kahvehane, l 'tütüncü dükkânı bulunup kapu numaralan 1-41 ve 2-56 dır. Surp Harutyan Ermeni Kilisesi bu sokak üzerindedir (Eylül 1963).

Hakkı GÖKTÜRK

ÇAKOZLAMAK, ÇAKOZ ETMEK — Değerli dilci F. Devellioğlunun tesbitine göre hâ-neberduş apaşlar argosunda: «anlamak, idrâk etmek, bilmek», «gözetlemek» anlamlarında kullanılır; verilen misaller şunlardır:

ÇAKŞIR

— 3680 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

36*1

ÇÂLAPÂLÂ (Mehmet Rakım)





Onun dalgasını çokdan çakozladım (B.: Çakmak).

Vaziyeti çokdan çakoz etmiştim.

Bir iki çakoz et bakayım etrafı, aynasızlar gözüküyor mu? (B.: Aynasız).

ÇAKŞIR Zamanımız, çeşidinin adı ne olursa olsun erkek esvabının iç donu üstüne belden aşağı giyilen parçası pantalon adını taşır; cemiyetimize pantaîon Tanzimat adını verdiğimiz uyanık mutlakıyet devrinde, geçen asrın ilk yarısında İkinci -Sultan Mahmud zamanında gir-mişdir; bize batıdan gelen pantalondan evvel erkeklerin belden aşağı iç donu üstüne giydikleri


şeyler Çakşır, Şalvar ve Potur olmuşdur; bunlara bâzı bölgeler de Karadon ve Zıbka (Zıvga) gibi şeyler de eklenmisdir (B.:.Şalvar, Potur, Zıbka, Karadon).

Çakşır iki çeşiddir, ve her iki çeşidi de rflü-râhiklik çağından başlayarak yaşlan kırkbeşin altında genç erkekler, ve bilhassa koşarlı hizmet erleri, asker ocağında neferler*, çavuşlar, resmî cievâirde muhtelif isimler taşıyan hademeler, kavaslar, rical ve kibar dâirelerinde de yine hizmet çeşidlerine göre türlü isimleri olan uşaklar tarafından giyilmişdir.

Çakşır belden, uçkurluğuna geçirilmiş bir uçkurla bağlanırdı, diz kapağından aşağısı, baldırı örten kısmı birden daralır, ve baldırı, ayak bileğine

Çakşır


Soldan: Paçalı - tozlukta çakşır (Nizamı Cedid Neferi), mestti çakşır (Şatır), diz

çakşm(Yenlçerî Neferi) (Retim; Sabiha Bozcab)

kadar bir tozluk gibi sarardı; bazan paçası serbest biter, yani ayak, çoraplı veya yalm açıkda kalırdı; bâzan da çakşırın paçasına ince sahtiyandan bir mest dikilerek eklenir, yânî çakşır giyilirken mecburen ayağa bir mest geçirilmiş olurdu. Mestli, mestsiz, bu tarifimiz çakşırın birinci çeşididir; ikinci çeşidine «Diz çakşırı» denilirdi, bilhassa, seferli olmadıkları zaman yeniçeriler tarafından giyilirdi; alt kısmı tamamen hazfedilmiş, diz kapalından ayağa kadar baldırı bacağı örtmeyen bir çakşırdır, tereddüdsüz eski türklerin, ecdadımızın kısa pantalonu diyebiliriz. Diz çakşırı giyenler baldırı çıplak dolaşırlar, bâzan da baldırlarına, diz kapağı altından ayak bileği üstüne kadar bir tozluk geçirirlerdi.

Târihî edebiyatımızda çakşırdan bahsederek en renkli sahneyi, çok zengin bir İstanbul kibarı olan onyedinci asır ortasının büyük şöhretlerinden müverrih ve şâir şeyhüllislâm Karaçelebizâdö Abdülâziz Efendinin husûsî hayatını anlatırken Nâimâ Efendi çiziyor:

«... taze rû mehpâre beş altı dâne nazenin hizmetkârı eksik olmazdı. Pak dâmen ve sâlih idiler. Lâkin müşâhedei cemâli hûban ile mütelezziz olup ol makuule sureti ve siyreti mahbub çelebileri evlâd yerine terbiye idüb, okudub yazdırub çırağ etmeğe mail idiler. Hattâ mahdumlara eyyamı şitâda Hind Alacası ve Mîrirâ Boğası kapama ve şal kuşak ve eyyamı sayfda ince Kırım kesimi beyaz sâde ve som sırma kolan kuşatub, eyyamı mûtedilede süd mâîsi ince bez centiyanlar giydirib çakşır giydirmez imiş. Vesâdelerinin yırtmaç sikâfı şatrengi şal ile iki karış mikdarı olub bir iki yerden rabt için altun kopça dikerler imiş ki misafir huzurunda açılmamak içün yırtmaçlar iliklenir idi. Şâir vakitde küşâde olup esnayı hiz-metde süratle gidip geldikçe (çakşır olmadığından) tûlânî yırtmaçlardan sîmîn topukların şaşaası meclise pertev salardı. Efendi Hazretleri bu veçhile topuk seyri ve Kırım Kesimi esvabın şi-kâfından âyînei sîne temaşasın idüb bu kadarca kanaat iderlermiş» (B.: Abdülâziz Efendi, Kara-çelebizâde; Kapama).

İstanbulda çakşır giyen genç uşaklar umumiyetle diyar garibleri olmuşdur.

Naîmânın yukardaki tasvirine velıer zaman her yerde bir kibar ve temiz Karaçelebizâde de bulunmayacağına göre o diyar garîbi uşaklar arasında bilhassa «taze rû mehpâre» olanlarım çakşır, uygunsuz nazarlardan korumuşdur; hele paçalarına mest dikili çakşırlar topuk temaşasına tamamen mani olmuşdur.

Aşağıdaki satırlar da Ebûbekir Kânî'nin bir mektubundan alınmışdır:

«... O kadar güldüm ki az kaldı kasıklarım çatlayacak, ve belki zabtı idrara bile tâbâver ola-mayarak bî ihtiyar çakşırım ıslanacak idi,..»

Bacakları tüylü güvercinlere güzel bir benzetiş ile «çakşırlı» denilirdi; son yeniçeri zorbalarından Çardak Kolluğu çorbacısı ve halk şâiri Galatalı Hüseyin Ağa (B.: Çardak; Hüseyin Ağa, Galatalı) gaayetle uzun «İşmar Destanı» adını verdiği gaayetle uzun bir manzumesinde çakşırlı genç bir cebeciyi şöyle tasvir ediyor:

Tırabuzon bezi âlâ camaşur Hele güllü mintan gaayet yaraşur Pek açmış Londrin çuhadan çakşur Paçalı güvercin misin be âfet

Çakşır, hemen istisnasız çuhadan kesilir, dikilirdi; rengi de askerse sınıfına göre, değilse zevke göre ya devetüyü yahudıtnâvi olurdu.

Çakşır bazı metinlerde imlâsı bozularak «k» yerine «ğ» ile çağşır şeklinde görülür, telâffuzda ise dil çakşırdan ziyâde çağşıra kaçar, hatâ sayılmamalıdır.

ÇAK.ŞIRCI CİVAN — Kalender meşreb şâirler tarafından «şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında çakşırcı civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış ve «Hûbannâmei Nevedâ» adını taşıyan manzum mecmuada çakşırcı civanı şu üç beyit ile övülmüşdür:

Çakşırcı civanı güvercin misâl

Paçalı şehbaz ol kaddi nevnlhâl


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin