Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə38/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   90
rede bir araklama olsa, gel ulan diye bir yol
karakolu boylatıyorlar...

Çalındı namusa o yağlı kara Cümle akranıma oldum maskara Altın adım bakır oldu gene yaşda Zindan oldu duramadım Ayaşda Beni paklar ancak tstanbul şehri Diyerek yoluna düştüm serserî

(Ayaşlı Aşık Veli, Sergüzeştnâme)

Bal çalmak, ağzına bir parmak bal çalmak: «Ümide düşürmek; ufacık bir lütufla karşı tarafın büyük isteğini önlemek».

Micmeti hüsnüne oku bir maval Ne sevdaya düşür ne aklını al Çalıver ağzına bir parmak bal Var ömrü oldukça yalansın güzel

(Beşiktaşlı Gedâî)

Bu «çalmak» kökünden «çala» lâfzı ile bir kaç deyim vardır ki, söze mübalâğa, şiddet, sürat, sürat neticesi ihmal mânâları verir; misaller:

. «Çala kürek akıntıyı geçdik», bütün gücümüzle kürek çekerek akıntıyı geçdik;

«Çala kamçı at sürdük», durmadan kamçılayarak at sürdük;

«Çala taban yürüdük», durmadan (ve süratle) yürüdük;

«Her romanı çala kalem yazılmışdır», sür'atle, ihmalkâr yazılmışdır.

Çalgı, çalı, çalkamak (çala çala, vura vura koşdurmak), çalık, çalım kelimeleri de bu çalmak köküne bağlıdır (B.: Çalınmak Çalmak, Çalgı, Çalı, Çalkanmak, Çalık, Çalım).

ÇALPARA — Halk ağzında pavurya ya-hud yengeç adı altında toplanan deniz mahlûkunun bir cismi; şeklinin çağanozdan farkı yok ise de (B.: Çağanoz) vücudu ile ayakları yassıca, rengi kırmızıya çalar esmer, bâzan da maviye çalar esmer üzerine beyaz ve mor

Çalpara (Resim : Hüsnü)

çizgilerle nakışlıdır. Bir de, mafsal mafsal olan ayaklarının son ikisi şâir ayaklarına ben-zemeyüb uçlarında desîereye benzeyen ve çok keskin birer tırnağı vardır; bu ayak tırnakları ile ağları keser ve balıkçılara büyük zararlar verir. Yapısı çağanoza nisbetle pek ufak, eti de adî olup îstanbulda katiyen yenmez, balıkçılar tarafından balıklara yem olarak da kullanılmaz. Balıklara atılmış ağlardan yığınla çıkar ve tekrar denize dökülür.

Bibi. : K. Deveciyan, Baîık ve Balıkçılık.

ÇALPARA, ÇALPÂRE — Dilimize fran-sızcadan alınmışdır, asıl şekli «çârpâre» (dört parça) dir; oyuncu kız ve oğlanların (çengi ve köçeklerin) parmaklarına zil yerine tak-dıkları iki parça tahtadan yapılmış şak şak şekli bir çift tahta kaşığa benzediği için a-vam ağzında «kaşık» da denilir; oyuncunun iki elinde birer çiftden dört parça şak şak bulunduğu içindir bir takıma «Çârpâre», ve ondan bozma olarak Çalpâre veya Çalpara adını almışdır; ispanyol rakkaselerinin dünyâ şöhreti olmuş kastanyat'larının aynıdır; rakkas

veya rakkase iki elindeki çalpârayı, hem sazın ahengine uyarak, hem de kendi meslek kudretinden gelen hususiyetlerle şakırdatır, öyle ki, oynayan görülmese dahi erbabı: «Natır kızı Güllü'nün çarparası!..» Yühud: «Bu îs-mailin çarparasıdır!..» diyerek muhabbet meydanında kimin oynadığını bilirdi.

Kimin olduğunu bilemediğimiz bir şarkı:

Onaltı yaşında o körpe civan Naz ile işveyi satışı yaman Cevrü cefâsından meded el aman Destinde çalpâre kasıp kavuran Bir gümüş topuklu âfeti devran

Kâkülü alnına taramış berber Sol yanak üstünde beni var anber Aşıkları olmuş kol kol seferber Destinde .çalpâre kasıp kavuran Bir gümüş topuklu âfeti devran

Altunlu şahin baş kavak yellidir Gümrâh perçemleri sırma tellidir Rakkas civan ayağından bellidir Destinde çalpâre kasıp kavuran Bir gümüş topuklu âfeti devran

Doldur gel ey saki aslana şuhun
Ol mîri cemâlin enîsi ruhun
Kârın tamâm etsin dili mecruhun
Destinde çalpâre kasıp kavuran . ,

Bir gümüş topuklu âfeti devran

Yeni çıkma kesim şalvar cebkeni îbrişim işleme paçası yeni Deryayı aşk üzre açmış yelkeni Destinde çalpâre kasıp kavuran Bir gümüş topuklu âfeti devran

Mun'atif vahşetle :çeşmi cellâdı Kâfir unutturur evi evlâdı Hergün bir işkence kân îcâdı Destinde çaîpâre kasıp kavuran Bir gümüş topuklu âfeti devran

Enderunlu Vâsıfın bir şarkısı:

Bir dilberi pür âbü tâb İttim cihanda intıhâb Lâ'Iine reşk eyler sarâb Pek dilrübâdır Mâhitâb

Dil viren ol ince bele Yansım misâli meş'ale Mecburun oldum ben hele Pek dilrübâdır Mâhitâb

Çıkçık ider çarpâresi Her dilde vardır yâresl Can sevdi var mı çâresi Pek dilrübâdır Mâhitâb



ÇALTI (Cemal)

— 3694


İSTANBUL

ANSİKfcOPEDtSl

— 3695 —

ÇAMA$IR



Olmazsa ol rum dilberi Olmaz dUgünün hiç feri Halk ana gelür ekseri Pek dilrübâdır Mâhitâb

Tanbûrî'nin sarkışıdır:

Böyle rakkaase ne dlmeli Sim tendir gül memeli Beste şarkı okundukça Çarpâreden gitmez eli Sakınıp eyleme ar Olasın bendene yâr

Tanbûrî'nin diğer şarkısı:

Gül yanaklı bir rakkası Sevdim ama pek yosması Fesin açmış perçem saçmış O dekli baş kavgası Mest eylemiş âşıkları Dilber lâtif oynaması

Dâire miskal velvelesi Usul tutar çarpâresi Tanbfirmin mıdrafaında Lâtif olur her nağmesi Mest eylemiş âşıkları Dilber lâtif oynaması

Çalparasız oynamak — Halk ağzı deyim, <

Eteği çalpara çalar -— Halk ağzı deyim, • «asm derecede sevinmek»; tıbkı .yukarıdaki deyim gibi, başkasının büyük ızdırabından, hattâ mahvine varan felâketinden duyulan sevinç, kötülük yolunda duyulan sevinç için hakaret kasdı ile kullanılır; misal: «... Üçüncü Sultan Selimin haFine fetva verdikten sonra Topal Müftü Bâbıâliye gittiğinde Kaymakam Köse Musa Paşa Şeyhülislâmı kapu-dan etekleri çalpara çalarak karşıladı.»

ÇALTI (Cemal) — Kereste tüccarı, bu İstanbul Ansiklopedisinin büyük kıt'ada yarım kalmış ilk baskısında R. E. Koçu'nun iş arkadaşı, asıl ve necib bir dost; büyük eserin neşri için koyduğu sermâyeyi geri çekdikden sonra, güçlükle idâmei mevcudiyet eden İstanbul Ansiklopedisinde müellifin göz nuru ve beyin cevheri ile intifa zilletini göstermemiş, 16. fasikülde İstanbul Ansiklopedisini, idarî işlerini de geliri masrafını ancak korur bir durumda R. E, Koçu'ya bırakarak temiz

bir hâtıra ile ayrılmışdır, ve R. E. Koçu, Cemal Çaltı'dan ayrıldıktan sonra o büyük kıt'adaki baskıyı 34. fasiküle kadar getirmiş-dir (B.: İstanbul Ansiklopedisi).

Cemal Çaltı 1909 da İstanbul'da Haydarda doğmuşdur, babası Göreleli sandıkçı Mustafa Efendidir, annesi Seher Hanım da 1875 Rumeli bozgununda Trabzonda tavattın etmiş Bulgaristanlı bir ailenin kızıdır; Cemal Çaltı bu ailenin iki erkek, iki kız dört evlâdının en büyüğüdür. İlk tahsilini Bayazıd Numune Mektebinde yapdı, Vefa ve Pertevniyal liselerinde okudu ve 1932 de Pertevniyal Lisesinden diploma aldı; Hukuk tahsili için Fransa'ya gitti fakat pek az kaldı, memleketine dönerek İstanbul Darülfünunun Hukuk Fakültesine girdi, oradan da Ankara Hukuk Fakültesine nakletti ve ikinci sınıfda fakülteyi terkederek babasının Tahtakaledeki sandıkçı dükkânında iş hayatına atıldı, kısa bir zaman sonra da sandıkçılığın yanında keresteciliğe başladı.

İstanbul Ansiklopedisi bu aziz ve temiz dostun hâtırasını tebcil eder.

ÇAM — Meşhur ağaç; Adaları, Çamlıca-yı göz önüne getirdiğimiz vakit, İstanbulun günlük hayatından deniz kadar çamın da yeri olduğunu görürüz. Hele sahil çamı, fıstık-camı İstanbul semtlerinin minareler kadar karakteristik ağaçlardır. Ne var ki, halk, bahçıvan, hattâ bilgili kişiler ve sözlükler, bâzan çam adını bir çok iğneli yapraklı ağaç cinslerine de vererek yanılırlar.

Orman, park, bahçe süs ağacı olan çamlar, çiçekli bitkilerin açık .tohumlular sınıf m-dandır. Bu sınıfa iğne yapraklılar veya kozalaklılar da denir. Bu sınıfta ladin, göknar, sedir cinsleri yanında, bir de çara cinsi vardır. Ama bir çoklarımız bu cinslerin hepsine çam diyoruz, «Göknar çamı, sedir çamı» şeklinde soyuyoruz; bu yanlıştır. O ağaçlar da çam gibi iğne yapraklı bir ağaç cinsidir. Fakat kozalaklıların bir cinsi olan çamın; fıstıkça-•mı, sahilçamı, veymutçamı, kızılcam, karaçam, sarıçam gibi nevileri vardır. Bu türlüler İstanbul topraklarım süsler. Adalardaki ağaç kızılçam'dır. Açıkta bulunan sahilçamlarınm tepesi bilhassa yaşlandıkları vakit şemsiye gibi yaygın bir hal alır, çok uzaklardan kendini tanıtır. Böyle çamlardan biri Boğazİçinde Ar-navutköyündeki bir sırtta görünmektedir.

Fıstık çamlarının kozalakları büyük olup, kozalağı teşkil eden pullar altında «çamfıstığı» dediğimiz tohum bulunur. Kabuğu çok sert olan bu tohum kırılınca yumuşak, yağlı ve lezzetli içi çıkar; irmik helvası, kuzu dolması gibi Türk mutfağının şöhretli tatlı ve yemek-.lerinin içine de tad çeşnisi olarak konur.

Çam havasının, Çamsakızının göğüs hastalıklarına iyi gelmesi dolayısı ile hastahâne, prevantoryom, sanatoryom gibi tedavi yerlerinin çamlıklarda yapılması âdet olmuştur. Bu bakımlardan çamı korumak, yetiştirmek için hekimler de ormancılar ve ziraatçılar ka dar ilgi gösterir. Fakat «noel ağacı» bid'ati dolayısiyle çamlara kıyıldığı gibi, Ada çamlarına da çamkesen böcekleri büyük zarar vermektedir.

Çamın kerestesi, sakızı (reçinesi), kabuğu, çırası çok işe yaradığı gibi estetik güzelliği, havayı saflaştırması da ayrı bir değeridir. Eski edebiyatımızda çama sanavber, fıstık gibi adlar da verilirdi. Bu günkü, dünkü neslin edebiyatında, şiirinde, müziğinde çanı, çamlıca, ada çamları geniş yer tutar.

Burada çamla ilgili bir kaç folklor malzemesini İstanbul'un ve Türk halkının fikir ve duygu ürünü olarak sunuyoruz:

Atasüzlerimizde Çam:

Çam sakızı çoban armağanı. Zayıf çaıımı kozalağı çok olur. Bir dalda bir budak, bir çamda bîr kozak, r.aın budağı ile güzeldir. Çam ağacından ağıl, el oğlundan oğul olmaz. Çam deviren.

* Çamın közü olmaz, yalancının sözü olmaz. Göz değil ya çanı budağı. Ardıç kadı, çam müftü:

. Mânilerimizde Çam:

Karşıda sıra çamlar Akar sakızı damlar Evli gider evine Bekâr nerde akşamlar.

Çamlarda meşelerde Koiaııya şişelerde Herkes almış yârini Ben kaldım köşelerde.

t

Bala çıkma çama çık Buğdaylar kara kılçık Kız bana geleceksen Terliğinde yola çık.



"V - ı

Evleri çam altında

Yatağı dam altında Varıp koynuna girsem Gecenin gam altında.

Kerim YUND

ÇAM (Harun) — Fabrikatör, iş adamı; Edirnekapu dışında Şehidîik arkasında Topçular - Rami caddesinde «Harun Çam Kollek-tif Şirketi Ziraî ve Sınaî Makinalar İmal ve İhraç Fabrikası» nm kurucusu; 1910 da İs-tanbulda doğdu, babası Hüseyin Hüsnü efendi, annesi Ayşe hanımdır. İlk tahsilini Valide S'aliha Sultan Numune mektebinde yapdı; Beşiktaş Şark İdadisinde talebe iken, herhalde ailevi durum icâbı olacak, 1924 de ondört yaşında iken tahsili terk ederek Kalafat Yerinde bir atölyeye çırak olarak girdi, dört yıl o atölyede çalışdı, henüz 18 yaşında iken birinci sınıf usta olarak bir Fransız şirketi tarafından tamir edilen Yavuz zııiısının büyük tamir işinde çalışan işçiler arasında bulundu. Üç yıl Rıhtım Şirketinde atölye ustalığı yapdı; değerli bir sanatkâr olarak işini büyüttü, yirmi yıl içinde yapdığı makina ve tesisler şunlardır: Trakya ve Anadolunun muhtelif yerlerinde 180 aded yağhane, 135 aded muhtelif kapasitede bakır levha fabrikası, İktisadî ve Sınaî T.A.Ş. adına Demir Çekme, Tel çekme ve Çivi Fabrikası ve bunun emsali daha üç müessese, Viııileks Tesisleri (takriben 3000 den fazla çeşitli makina). 19404960 a-: asında Ticaret Odası ve Sanayi Odası meslek komitesi başkanlığı yaptı. Galata Gençler Spor Kulübü üyesidir; boks, güı>eş ve yüzme spporlanm sever. Evli (zevcesi Müeyyed Ha-liım) ve beş evlâd babasıdır. (Rıza, doğumu 1937; İsmail, doğumu 1938; Metin; doğumu 1939; Nevin, doğumu 1941; Nesin, doğumu 1945).

Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi.

ÇAMAŞIR — Farsça «câmeşur» dan türkçeleşdirilmiş isim: kirlen dikçe yıkanan giyim eşyası; don, gömlek, mintan, zıbın, entari, çorab, mendil, çevre.

Çarşı hamamlarında müşteriye çıkarılan havlu, çevre, peşkir, peştemallara da çamaşır denilir ;ev hayatında ise bu eşyaya «hamam takımı» adı verilir.

Çamaşır yıkamak için içinde su ve çamaşır kazana «Çamaşır kazanı»; içinde çamaşır yıkanan tekne ve leğenlere «Çamaşır Teknesi», «Çamaşır Leğeni», yıkanmış temiz çamaşırların kurutulmak için asılıp serildiği iple-

ÇAMAŞIRCI

— 3696


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 369? —

ÇAMAŞIRCI




re «Çamaşır ipi», ipe serilmiş çamaşırın yere düşüp kirlenmemesi için kullanılan mandallara «Çamaşır mandalı», çamaşırı yıkayana «Çamaşırcı», çamaşır yıkanan yere «Çamaşırhane», «Çamaşırlık» denilir.

Hamamlarda yıkanmış ıslak çamaşırlar (peştemâl ve havlular) kısmen hamam damında gerilen iplere asılarak kurutulur ise de, asıl kurutma tertibatı içerde bulunur, gaayet büyük mangallara külhandan ateş alınıp doldurulur ve üstüne tahta çubuklardan yapılmış «kafes» denilen bir çatkı konulur, peştemâl ve havlular bu kafes üstüne serilerek kurutulur ki, hamamlardan çıkan yangınlar, hemen dâima gece hamam kapandıktan sonra çamaşır kurutulur iken bu işe memur hamam uşağının dikkatsizliği yüzünden çamaşırların ve dolayısı ile kafesin tutuşması ile çıkar (B.: Hamam).

İçinde çamaşır suyu ısıtılan ve lüzumunda çamaşır da kaynatılan çamaşır kazanlarında asla yemek pişirilmez (Eski büyük konak hayatında, kışlalarda, yatılı mekleblerde, has-tahânelerde).

Eski konak hayatında, kibar hayatında halayık ve cariyelerden biri veya bir kaçı sureti mahsûsada çamaşır yıkamakla vazifelendirilmiş bulunurdu (B.: Çamaşırcı). Büyük şehir İstanbul'da kesif bir bekâr tabakası yaşadığı için tescil edilmiş, gediğe bağlanmış çamaşırcılar, ve onların işletdiği çamaşırhaneler var idi ki «Bekâr Çamaşırcıları» diye anılırlardı (B.: Çamaşırcı).

Eski kibar, konak hayatında «dış halkı» denilen arabacı, seyis, bağçıvan, yanaşma, aşçı, yamak, külhancı, ayvaz, uşak takımına yılda iki bayram birer boğça içinde don, gömlek, çorab ve çevreden mürekkeb çamaşır verilirdi; ve.bu çamaşırlar hazırlanır iken meselâ arabacıya verilecek çamaşırın seyise verilecek çamaşırdan azıcık üstün olmasına dikkat edilirdi. Müverrih Peçevili İbrahim Efendi Kanunî Sultan Süleymanın defterdarı İskender Çelebi'nin zengin kibar hayatını naklederken: «Kulları için her sene Trabzon'dan bir gemi yükü bez gelirmiş de yine don ve gömleklerine kifayet etmez, tamamlanmak için İstanbul'da çarşıdan da ayrıca bez almırmış» diyor.

Horanda takımından gayrı bir devletlinin mahremi, nedimi olmuş kimselere, bun-

ların arasında da edîb, zarif, mahbub gençlere bayramlarda pek mükellef çamaşır boğ-çaları donatılıp yollanırdı. Son yeniçerilerden kalender meşreh bir halk şâiri olan Çardak Kolluğu çorbacısı Galatah Hüseyin Ağa (B.: Çardak Kolluğu) Vasfi Bey isminde, çok zengin bir mirasyedinin hayatını bir destan, ile anlatırken Osman adındaki mahbub nedimine gönderdiği bir çamaşır boğçasım şöyle tarif ediyor:

Donandı bayramda hamam boğcası Donunun som sırma uçkur paçası Sadef nâlininln altun nalçası Bir atlas kisede çıkma akçası

Bürüncük çamaşır ipek peştemâl Sırmalı havlular, çevre destimal İnce narin bele bir Lahûrî şal Çorab gömlek unutmadı bir hilâl

Meşhur Tayyarzâde Hikâyesinde de bir bayram çamaşırı boğçası hikâyenin en önemli trüklerinden birini teşkil eder. Dördüncü Sultan Murad zamanında İstanbul zenginlerinden Gümrükçü Hüseyin Efendi malûmatı, zarafeti ve aşırı güzelliği ile meşhur Tayyarzâde Mehmed Ağa adında bir genci rica ve minnet ile nedim olarak himeztine alır, fakat bir bayram arifesinde Tayyarzâde için hazırlanmış olan çamaşır boğçasım kâhyanın odasından kendi boğçası zannı ile uşaklardan biri alıp gider, o uşağın boğçası da gaflet e-seri Tayyarzâdenin evine gönderilir; içinden çıkan uşak çamaşırı şunlardır: «Alaca mintan, kıl potur, ince yelken bezinden iki don, iki gömlek, iki çift kaba yün çorab.. bir de keçe külah..»

İstanbul halkı ağzında çamaşır üzerine mecazî deyimler vardır; açığa vurulması yüz kızartıcı haller, işler, maceralar için «Kirli çamaşır» denilir; meselâ birbirinin gizli'"kalmış rezalet ve ayıplan açıklayanlar hakkında: «Bütün kirli çamaşırlarını ortaya dökdü-ler» denilir.

Kirli çamaşırı olmaz civanın Bacın vermek ayıb mı hüsnü anın?

Hiç bir kötü işin, hâlin, maceranın gizli
kalamıyacağını ifâde yolunda darbı mesel
dir: ;.;

«Kırmızı çamaşır, yeni görünmez ise yakası görünür..».

ÇAMAŞIRCI — Eskiden İstanbul'da büyük konak hayatında çamaşırı bu iş ile vazifelendirilmiş câriye ve halayıklar, bunların

arasında da bilhassa zenci halayıklar yıkardı; hattâ orta halli bir ailenin bile çamaşır yıkayacak bir halayığı bulunurdu. Bâzan da bir gündelik karşılığı evlerde çamaşır yıkamayı iş edinmiş ayak takımından çamaşırcı kadınr lar istihdam dilirdi.

Şirin fıkradır: Efendinin temiz çamaşırları dâima ağır ağır kir kokarmış ve karısına:

— Yeni arab halayık iyi çamaşır yıka-


yamıyor.. Temiz diye sırtıma giydiğim şey
ler kir kokuyor!., diye şikâyet edermiş.

Hanım ise kendi giydiklerini koklar:

— Efendi., yanlışın var.. Misk gibi!., der
miş.

Bir gün zenci halayık çamaşır yıkarken hanım habersizce gelmiş, arkadan seyretmiş.

Halayık Efendinin donunu gömleğini tekneye koyup: «Ağaîn can!.. Ağam can!..» diye kirli çamaşırları bir kaç defa okşamış, sonra sudan çıkarıp, sıkmış ve temizlendi diye temiz sepedine atmış. Sonra hanımın çamaşırlarını almış, ve: «Hanım afacan.. Hanım afacan!..» diyerek var kuvveti ile çitilemey'e başlamış!..

Birinci Cihan. Harbinden sonra orta halli ailelerin kadınları ve yetişkin kızları evin çamaşırını kendileri yıkar oldular.

Zamanımızda çamaşır makinaları gün günden yayılmaktadır ve toplum hayatından maişetini çamaşırcılıkla temin eden «çamaşırcı kadın» tipini kaldırmaktadır.

Büyük şehir İstanbul'da kadimden beri çok kalabalık bekâr taifesi yasaya gelmektedir. Bekâr çamaşırcılığı da İstanbul'da kadimden beri mühim iş konusu olmuş; çoğu kadın olmak üzere bekâr çamaşırcıları İstanbul esnafı arasında bir nizama bağlanmışdır. Bekâr çamaşırhaneleri, çamaşır bırakma, çamaşır alma bahanesi ile bekâr taifesinin rahatça girip çıkabildiği yerler olduğundan, çamaşırcı kadınlar da jehrin en aşağı tabakasına mensub oldukları için, o çamaşırhaneler fuhuş icrasına çok müsâid yerler oîmuşdur; bundan ötürü İstanbul zabıtası bekâr çamaşırcıları ve bekâr çamaşırhaneleri üzerinde dikkatli olmaya çalışmışdır. Hicrî 21 zilhicce 978 (milâdî 16 Mayıs 1571) tarihli bir fermanda 'bekâr çamaşırcısı kadınlar hakkında şu dikkate değer satırlar okunmaktadır:

«İstanbul Kadısına hüküm ki;

«Hâlen İstanbul'da bâzı dükkânlarda ça-

maşırcı avretler peyda oîmuşdur. Levendle-rin o çamaşırcı avretlerin ağdıkları dükkânlara gidip fisk ü fesad ile meşgul oldukları haber alındı. Bundan sonra asıl çamaşırcı avretler bekâr çamaşırlarını (evlerinde yıkayarak) çamaşırcı dükkânı açmıyacaklardır.»

Bu fermandaki «asıl çamaşırcı kadınlar» tâbirinden de anlaşılıyor ki, on altıncı asırda bazı uygunsuz kadınlar bekâr çamaşırcılığını perde gibi kullanıp sözde çamaşırcı dükkânı gibi görünen randevu evleri açmışlar ve oralarda nazenin yosmalarla bekâr u-şaklarım, levend taifesini buluşturmuşlardı.

Gaayet şiddetli emirlere rağmen bekâr çamaşırhaneleri yine açılmış, ve bu çamaşırhaneler yine birer gizli fuhuş yeri oîmuşdur. Hattâ bekârlara, levendlere yalnız yosma, kahbe avret değil çamaşırcı uşak kisvesi altında uygunsuz delikanlılar da temin edilmiş-dir. Bilhassa onsekizinci asır sonları ile on dokuzuncu asır başında, son yeniçerilerin azgınlık devrinde 'bekâr çamaşırhaneleri birer haşarat yatağı hâlini almış bulunuyordu; öyle ki Bursalı Mazlıımzâde Said Ağa adında mirasyedi dilber bir .gencin hayatı üzerine yazılmış bir meddah hikâyesinde «ayni ile vâki oîmuşdur» denilerek Karaağaç civarında Taşocaklan denilen yerde deniz kenarında bir çamaşırhanede geçmiş büyük bir rezalet nakledilmişdir. Hikâyede: «Sansar Hasan ki veledizinâ şehir oğlanı nâbekâr haramzade bir kise tütüne sayd eylediği mühmel dil-berânı eclâf ve erâzil tâifei bekâran ile cem idüb iyşü işret ve cengi ile Ali Paşa narhı üzere meclisi fisk ü fesad kurduğu dârülned-vei haşarat» diye tarif edilen bu çamaşırhanenin bir kese tütüne avlanmış mühmel dilberlerinden Pîrûze Ali adında Mr mahbub kız kıyafetine girerek Bursalı zengin mirasyediye bu batakhane - çamaşırhaneye düşürmüş, orada haytalar tarafından soyulan ve belindeki altın ve mücevher kemeri gasbedi-len bîçâre gene kendisini gece denize atarak intihar etmişdir (B.: Said Çelebi, Bursalı Mazlumzâde).

Zamanımızda bekâr çamaşırhaneleri kalmamış gibidir; yerlerini «çamaşır fabrikası» denilen müesseseler almışdır ki bunların en eskisi de 1918 ile 1919 arasında kurulmuş o-lan İntibah Çamaşır Fabrikasıdır.

Hâlen İstanbul'da sayısı yüz bine yak-


L

ÇAMAŞIRCIBAŞÎ

İSTANBUL


ANSİKLÜPEDİSl

3606 —


ÇAMAŞIRCIYÂN



Ağası Bozcalı)

Çamaşır (Resim : S.
laşaıı bekâr taifesinden çoğu kirli çamaşırlarını barındıkları yerlerde kendileri yıkarlar, bir kısmı da kirlilerini Tahtakale, Küçükpa-zar, Ayvansaray, Fener, Balat, Kumkapı, Sa-matya gibi semtlerde bekâr çamaşırcısı kadınlara verirler ki onlar da bekâr çamaşırlarını evlerinde yıkamaktadırlar.

Bekâr çamaşırcıları edebiyatımızda da yer almışdır. Aşağıdaki beyit Sürûrî'nin hez-liyyatındandır:

Müşterinin çamasuru alaca anterisin Urmasun killi suya belki boyasın çıkanı".

Asrımız başlarının ünlü aktris - şantöz -dansözlerinden Peruzun rast makaamında bestelenmiş bir «Çamaşırcı Kantosu» vardır:

Pek yorulduk işlemekle Gelin bari el ele verip Yek dil arkadaşlar Raksedellm biz her bar Yasasını dâim çamaşurcular

Bu kantoda kasdedilen, çamaşırcıların, o devirde yeni yeni kurulmakda olan hazır çamaşır satan mağazalara kadın çamaşırı diken, ve süsleri yapan terzi ve işlemeci kızlar olduğu' da söylenebilir. -

Zarasnırnr/da kadın ve erkek çamaşırları, dikim ve satış bakımlarından zengin bir is konusudur. Fakat «çamaşırcı» denilince hatıra gelen, çamaşır yıkayıcılardır; ve göz önüne gelen de ayak takımından yırtık, pervasız, yan erkekleşmiş bir kadındır; «Çamaşırcının oğlu», «Çamaşırcının kızı» gibi şöhretler de gene ve güzel bir delikanlının, genç ve güzel bir kızın kısmet yolu üzerinde sevimsiz ve ciddî bir engeldir.

İkinci^ Abdülhamid zamanında Beşiktaşda Vişnezâdede o-turan bekâr çamaşırcısı Elibay-raklı Zehra'nın kızı Benli Hürmüz şirin bir aşk macerasının kahramanı olmuşdur (B.: Hürmüz, Benli).

ÇAMAŞIRCI BAŞI — Osmanlı İmparatorlarının sarayında Enderun adı altında toplanmış Zülüflü Ağalar (Saray İç Oğlanları) teşkilâtında Seferli Koğuşu zülüflerinin birinci zâbi-

tinin unvanı (B.: Enderun; Zülüflü Ağalar; Seferli Koğuşu; Topkapusu Sarayı).

Seferli Koğuşunun iç oğlanlarının vazifesi Pâdişâhın çamaşırlarının bakım hizmeti idi. Çamaşırcı Başı Ağa da bu koğuş efradının en kıdemlisi idi. Pâdişâhın çamaşırları büyük bir itinâ ile ve miskli sabunlarla Seferli Koğuşunun zülüflü ağalar (oğlanları) tarafından yıkanır, saray usûlüne göre durulup katlanır, ayrı ayrı boğçalarda (Don boğçası, gömlek boğçası, zıbın boğçası, çorab boğçası, entari boğçası gibi) sandıklara, dolaplara yerleştirilirdi. Pâdişâh hamama girdiğinde Çamaşırcıbaşı bir hamam boğçasma bir takım çamaşır alarak Câmekân sofada, pâdişâhın hizmetine amade olurdu.

Pâdişâhlar bahar, yaz ve sonbahar mevsimlerinde sâhiisaray ve sayfiyelerdeki köşklerden birine giderken Çamaşırcıbaşı Ağa koğuşun zabiti olarak Topkapusu sarayında kalır, seferli koğuşu oğlanlarından padişah ile beraber yazlığa çıkacak oğlanları o seçer ve onlara nezâret etmek üzere sayfiyeye, kendisinden bir rütbe aşağı mevkide bulunan bir ağayı gönderirdi.

Pâdişahm bir kısım çama
şırları da haremde bulunurdu.
Haremdeki çamaşırların bakımı
na memur olan saraylı kalfalar
dan (cariyelerden) kıdemli bir


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin