Bu ihtar üzerinedir ki Çamlıca'yı Güzelleştirme ve Ağaçlandırma Cemiyeti kurulur. Kurucuları şu zatlardır: Avukat Salâhad-din Bey, İstanbul mebusu Hacı Arif Bey, Belediye Meclisi âzasından Kâmil Nayman, Bestekâr Ali Rifat Çağatay, Yusuf Kemal Ten-girşenk, Dr. Lütfi Aksoy, Deniz emeklisi A-H Denizer ve Eczacı Hayreddin Bey.
Büyük Çamlıcanın tepesindeki bütün çamlar ve civardaki ağaçlar bu cemiyetin himmeti eseridir.
Cemiyetin elli kadar üyesi olup bunların verdiği aidat ve diğer teberrûlarla Çamlıca ve civarının ağaçlandırılması devam etmektedir. 1963 yılındaki idare heyetini şu zatlar teşkil ediyordu: Eski Konservatuvar müdürü Yusuf Ziya Demircioğlu (Başkan), Otelci Abdullah Sakarya (ikinci başkan), Öğretmen İsmail Baka, eski maliyeci Fikret Müderrisoğlu, öğretmen Cemil Erkan, eski maliyeci Necib Emre, Otelci Remzi Akdağ.
Hakkı GÖKTÜRK
ÇAMLI KÖŞK PREVANTORYUMU — 1956 yılında Göztepe ile Feneryolu, ve Gazi Muhtar Paşa sokağı kavuşağı ile Mustafa Mazhar sokağı kavuşağı arasında ve Kayışdağı Caddesi üzerinde büyük ve -güzel bir âhşab köşkde Dr. Şâhende Köymen ile Asuman Mengü tarafından kurulmuş bir sihhat müessesesidir. Bu güzel köşkün aslında bânî sahibinin kim olduğunu tes-bit edemedik. Elliden fazla ulu çam ağacının arasına gömülmüş köşk «Çamlı» adını taşımaya hakikaten lâyık idi, Prevantoryom olarak kiraya verildiğinde de İş Bankasının mülkiyetinde bulunuyordu. İçi dışı yağlı boyalı bu köşk, pre-vantoryom iken 1959 yılında içinden çıkan bir yangında temeline kadar yanarak yok oldu. Çam korusu 1962 yılma kadar-hâli üzere kalıp o ta-rihde o güzelim çamların hepsi kesilip kaldırıldı ve yalın arsaya üç sıra üzerine 12 adet büyük blok banka ikramiye apartmanları inşâ edildi, bu satırların yazıldığı sırada, Kasım 1963, apar-tımanlarm yapısı tamamlanmış durumda idi.
Yangından sonra hususî sıhhat müessesesi Kadıköyünde Acıbademde Eminbey sokağında
Karakol durağının yanındaki Tekin Sokağında yine çamlı bir bağçe içinde iki katlı beton bir binaya nakletti; ve eski adını muhafaza etti.
48 yataklı, konforlu, kaloriferle teshin edilir bir hastahânedir; basil çıkarmayan mütever-rimleri kabul eder; gündelik ücreti 30 liradır; 3 doktoıu, 2 hemşiresi ve l yardımcı hemşiresi vardır (1963).
Hakkı GÖKTÜRK
ÇAM LİMANI — Heybeli Adanın güneyinde manzarasının letafeti ile meşhur koyun adı; etrafındaki sırtlar çam ağaçlan ile kaplı olduğu için bu isimle şöhret almışdır; iki geminin 8 kolaca demirlemesine müsâid genişlikde ise de güneye kargı tamamen açıkdır.
Heybeli Adadaki Bahriye Mekteblerinin futalarla, kiklerle, yelkenlilerle deniz gösterileri, yarışmaları bu Çam Limanında yapılır; ada halkının da hemen yegâne tenezzüh yeridir.
Çam Limanı Türk ressamlarından pek çoğuna da ilham kaynağı olagelmiş, ve buradan çok güzel tablolar tersim edilmiştir.
Heybeliada Sanatoryomu bu limanın doğu tarafındaki yarımada-burun üzerindedir (B.: Heybeli Ada).
ÇAMÖZÜ SOKAĞI — Yeşilköy sokaklarından; 1934 Belediye Şehir Rehberinin 13 numaralı paftasında, köyün batı eteğinde, deniz kenarı ile Cünbüş Sokağı arasında uzanır; yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilmedi (1963):
ÇAMUKA BALIĞI —Kefal balığı soyunun Gümüş balığı lolundandır; Gümüş balığına çok benzer, fakat lezzeti gümüşden kat kat aşağı, yavandır. İstanbulun balık matrabazlan çamukayı dâima gümüş diye satarlar, gümüş balığı alırken çok dikkat etmelidir. Çamukanın vücudu daha beyaz ve şeffaf, kıt'ası da çok daha ufakdır; iki gözünün arasında bir karalık vardır. Bibi. : K. Deveciyan, Balık ve Balıkçılık.
ÇAMUR — İstanbul sokaklarında ca mur, zamanımızda da büyük bir şikâyet konusu; büyük şehrin, hatta çok kesif bir şekilde iskân edilmiş bâzı semtlerinin bakımsız sokakları devamlı yağışlarla ve kışın birer çamur kanalı hâlini alır. İstanbul sokaklarının korkunç çamurun tarihçesi, fetihden zamanımıza kadar tam beş-yüz senelik hâtıra taşır. Hâlen İstanbul Belediyesinin türlü güçlük içinde çalışan temizlik İşleri teşkilâtının hizmeti inkâr edilemez; ananevî ça-muruıiun yanında İstanbul sokaklarının türlü pisliği, maalesef dünyaca bilinir, fakat asla unutma-
malıdır ki, yalnız çamur hariç, şehrin sokaklarını; büyük şehir hayatı nizâmına uymamakta inadla israr eden İstanbul halkı, telvis etmektedir. İstanbul halkında sokağı benimseme idrâki doğuncaya kadar bu belde pis kalmaya mahkûmdur. Hiç bir büdçe ve teşkilât sokaklarımızı temizle-yeaıez. *
İstanbul sokaklarının çamuruna gelince, bu günkü manzarasını göz önüne getirenler, Belediye temizlik teşkilâtının, asfalt ve betonun, hattâ paket taşının bulunmadığı devirlerde İstanbul •sokaklarının nasıl bir âfet olması gerekdiğini kolayca tahayyül edebilirler. Yakın geçmişden geriye doğru gidelim.
Gazete koleksiyonları karışdırıldığı zaman, aydın olarak görülür ki, 1875-1900 arasında, büyük şehrin kenar ve çukur semtleri değil, en faal iş merkezleri Sirkeci, Babıâli, Türbe, Bayazıd cadde ve sokakları kışın çamurdan geçilmez bir hal almaktadır. ""
İ Ahmed Rasim o devrin çamurunu Malûmat Mecmuasına yazdığı «Şehir Mektubları» nın birinde söyle anlatıyor:
«Zıplama ve sıçrama müsabakaları nazarı dikkatimi çeker; 'Fransızlardan biri uzunluğuna olarak 6 metre 32 santim, bir diğeri de 6 metre 50 santim atlamışlar. Bizde böyle sıçrayanlar yok mu sanki? Yağmurlu havalarda Yenikapı, Topkapusu, Edirnekapusu, Silivrikapusu, Eğri-kâpı taraflarında dolaşanlar 4,5 metre, Sarıgüzel, Aksaray, Langa, Samatya, Balat, Ayvansaray; Keresteciler, Kadıköyün, Haydarpaşa Rıhtımı, Feneryolu taraflarında 4, şâir yerlerde çamurun kıvam derecesine ve cıvıklığına göre 4 metreden 2 metreye kadar zıplayanlar olduğu görülmektedir..»
A. Safvet «İstanbul Musahabeleri» adlı eserinde (1908) şöyle yazıyor: «İstanbulıa birkaç gündenberi yağan yağmuru müteâkib düşen kar, havanın ılınmasıyla her tarafda erimeğe başladı. Sokakları görmeyin! Bir deryayı mülevves! Bana öyle geliyor ki, çamurla çirkefin eksik olmadığı bu yerde bizden başka bir kavim yaşayamaz. Öyle alışmışız ki, hani çamurların kaldırılmasına itiraz edecekmisiz gibi...».
Zamanımızda «Külhanbeyi» tâbiri, çapkın, her türlü edebsizliği yapabilecek tıynetde olan kimse anlamına gelir. Külhanbeyliği İstanbulda Onyedinci asır sonlarında başlamışdır; hâneber-duş oğlan çocukları ve mürâhik gençler korkunç serseriler ve kalenderler pençesine düşerek deste-bası denilen o adamların elleri altında takım ta-
kım toplanıp hamamların külhanlarında yatırılmış, merasimi, nizâmı, âyinleri, gülbankleri ile «Külhâniye» adını verebileceğimiz adetâ bir tarikat kurulmuş, tekkeleri de hamam ' külhanları olmuşdu (B.: Külhan Beyleri). İstanbulda bu süfli teşkilâtın kuruluşu 1683 yılındaki Viyana bazğununu tâkib eden yıllara rastlar. Büyük şehirde temizlik amelesinin bulunmadığı o devirden, külhanbeyliği tarikatının devlet eliyle kaldırıldığı Abdülmecid zamanına kadar İstanbul sokaklarının çamurunu temizlemek için işte bu se-. fil gençler üzerlerine almışlardı. Şöyle ki, yaşlan 16 ile 23 ararında olanlar «Meydan Süpürgesi» denilen kocaman çalı süpürgeleri ile her sabah üçer beşer kişilik kaafileler hülinde şehrin içine dağılırlardı. İstanbulda geniş caddeler çok azdı, sokaklar gaayet dardı ve ortası çukurumsu yapılırdı, bir dere yatağını andırırdı; kışın çamur ayak bileğinin üstüne çıkardı. Hepsi yalın ayaklı o külhanbeyleri, vıcık vıcık sokak çamuruna pervasızca dalar, ellerinde çalı süpürgeleri ile çamuru kenarlardan yolun ortasına, o çukurumsu kanala sürerler ve semtin zemin meyline göre akıtılırdı; bu suretle yolun iki kenarında yayalara ayak basacak daracık bir geçid açılırdı; tümünün akıtılmasına imkân olmayan yol ortasındaki çamur da atlanarak geçilirdi; büyükçe, caddenin yollarda ise yolun ortasına gaayet kocaman «atlama taşları» konulurdu. Külhan beyleri bu çamuru süpürme hizmetlerine karşılık temizledikleri sokak üstündeki evlerden para toplarlardı. Karlı kışlarda da büyük tahta küreklerle kar kü-remeye çıkarlardı. Hattâ bazan çamur süpürmeye ve kar küremeye İstanbul Kadılığı tarafından hamamcı ağalar vâsıtası ile bilhassa işe çağırılırlardı.
Büyük şehir için hâlâ kötüleri şöhret alan sokak çamurunun bir gün yok edilmesi, İstanbul için hakikaten mucizevî bir başkrı olacak-dır CB.: Zifos).
Toprak kabların ve eski tütün lülelerinin yapıldığı çamurlara «Çömlekçi çamuru», «Lüleci çamuru» denilir; dere diplerinden (Göksu, Kü-çüksu, Kâğıthane, Alibey köyü derelerinden) bu işi meslek edinmiş kimseler tarafından tekne biçiminde, dalyan kayıklarına benzeyen çamur kayıkları ile çıkarılır.
İstanbul manavları taze sebzeleri: «Çamuru karnında, çiçeği burnunda bunların!..» diye satarlar; bu tâbirler halk ağzı argo olarak toyluk anlamına da kullanılır; meselâ: Bir uşak simsarı getirdiği uşağı bir efendiye takdim eder:
ÇAMUR.
_ 2724 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 3725 —
ÇAN
ÇAN — «Tunçdan dökülen içi bos şey ki, ortasındaki tokmak sallanarak ses çıkarır» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati).
Kulalnıldığı yerlere göre büyüklü küçüklü çeşidleri vardır ve «Deve çanı», «Saat çanr>, «Kilise çanı», «Gemi çanı» gibi isimlerle anılır.
Bu isim üzerine halk ağzında «Çanına ot tıkamak» diye bir deyim vardır ki, sözü geçer, çe-
— Çamuru karnında, çiçeği burnunda bir delikanlı buldum efendimize. (Yüzü gözü açılmamış bir delikanlı buldum).
Hâlen yapılarda harç karan amelelere «Ça-murcu» denilir; içine harç konulan tahta tezkere - teknelerin adı da «çamur teknesi» dir.
Hüsnü KINAYLI
ÇAMUR — Halk ağzında mecazen bir kötü sıfat olarak kullanılır: «ar ve edeb damarı fçatlamış, müstehcen küfürler ve türlü şenîâne hareketle en rezîline şekilde mütecaviz adam» anlamındadır; Ferid Devellioğlu «Türk Argosu» adlı değerli eserinde «Çamur» karşılığı olarak: «terbiyesiz, sulu, yapişkan ve sırnaşık kimse» diyor ki, bütün bu sıfatlar çamuru tarif için kâfi değildir; toplum hayatında «Çamur» yukarıda bizim çizdiğimiz tipdir. Eclâf ve erâzilden pek çok adama lâkab olarak da takılır.
Aşağıdaki kanto, geçen asrın sonlarında yaşamış Galata yosmalarından Rozali Hanımındır:
Rakı şarab veresiye atarım
Kosti vermez ise
Kadeh şişe kırarım '
Bıçkınım aman
Çamurum aman...
Kosti kızın Marika
Getirsin bir mastika
Terelelli lelli lelli
Laterina çifte telli
Marikamın ince beli
Sırmadır saçının teli
Selâm verir nâzik eli
Çapkını sevdiği belli
Bıçkınım aman
Çamurum aman...
ÇAMURA YATMAK — Hâneberduş pırpırı apaşlar argosunda: «borcunu ödemeyeceğini alacaklısına kesin olarak söylemek, yahud taleb karşısındaki hareketleri ile bunu anlatmak; veya borcunu inkâr etmek». Değerli dil bilgini Ferid Devellioğlu «Türk Argosu» adlı eserinde bn argo deyim karşılığında sadece: «Borcunu ö-dememek» diyor ki, bizim izahımızla arada hayli mânâ farkı vardır,
Misaller:
Yalın ayaklı, pırpırı ve zehir gibi kuvvetli gene adam, benzeri bir mürâhik oğlanın yolunu kesip yakasından tutar:
-
Şu borcunu ver bakalım!
-
Ne borcu ağabey?
-
Ulan elden aldığın beş kâğıd be..
-
Ne zaman ağabey?
-
Çamura yatma., çakarım ha!..
•fc Alacak meselesinden eski patronu bir bağçıvan vurmuş yanaşma oğlan karakolda ilk İfâdesini verir iken: «... bu gün git, yarın gel, falan falan tam bir hafta süründü... Dokuz günlük alacağım var, altmış üç lira... bu sabah senin bende hesabın yok oğlum, diye çamura yatınca, kafam döndü, ne yaptığımı bilmiyorum...» ÇAMURCU ÇEŞMESİ SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberinin 11 numaralı paftasında Fatih kazasının Samatya nahiyesinde Kecihâtun Mahallesi sokaklarından; Cerrahpaşa Caddesi ile Haseki Caddesi arasında uzanan.Haseki kadın Sokağı üzerinde «C» şeklinde bir sof kakdır; yerine gidilip şu satırların yazıldığı sırar daki durumu tesbit edilemedi (1963)..
ÇAMUR IĞRIBI — İstanbul balıkçıların kullandığı ağ çeşidlerinden; Karakin Bey Deveciyan «Balık ve Balıkçılık» isimli muhallefl eserinde (B.: Balık ve Balıkçılık) şu malûmatı veriyor:
«25-30 kolaç boyunda, uçlarının genişliği ellişer gözden başlayıp ortası- 180 göze kadar yükselmekde, yanlan 13-15 milimetre» torba verine geçmiş olan ve kalın iplikden yapılmış bulunan orta ağı 7-10 milimetre gözünde sâde, bir ağ olup her iki uçlarında 15-20 kolaç uzunluğunda birer ince halat bulunmasından ve denizin pek sığ ve çamurlu yerlerinde ve dere ağızla^ nnda çevirme suretiyle kullanılmasından dolayı, çamur ığrıb nâmı verilmişdir. Yakalarında sar-donu olmayıp zemin yakasında bulunan hurma ipine otuzar santim fasıla ile yirmişer dirhemlik kurşunlar, üst yakasında bulunan ince ipe birer kolaç fasıla ile 7-8 santim kutrunda mantarlar takılmışdır. Çamur ığrıbı ile Yenikapu, Kumka-pu vesâir sığ denizlerde kaya balığı, karides, ça-ğanos ve tekir balığı avlanır. Gözleri pek dar olmakla beraber çamurlu yerlerde sürtme suretiyle kullanılması sebebi ile en ufak balıklar bile kurtualmayıp tutulur. Bir çifte kayık, içinde iki kişi tarafından kullanılır. Bu ağ 5-6 lira masraf-,1a (1915 de) meydana gelir» (K. Deveciyan).
ÇAMUR {İSKELESİ SOKAĞI i-1934 Beledive Şehir Rehberinin 9 numaralı paftasında Eyyüp nahiyesinin (zamanımızda Eyyıtb kaza - ilçe olmusdur) Abdülvedud Mahallesi sokaklarından; Yâvedud Caddesi ile deniz, Haliç arasında uzanır; bitiminde bir kayık iskelesi vardır; Yâvedud Caddesi tarafından gelindiğine göre sol kolda Arkalık sokağı ile bir kavuşağı vardır; yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1963).
kinmeden konuşur bir kimsenin prestijini kırmak anlamında kullanılır.
Gemi çanları limanda sisde kullanılır; hareket hâlinde bulunan kısa fasılalarla düdük öttürürler; düdükleri olmayan ve hareket hâlinde bulunan gemilerde de boru öttürülür; demir atmış duran gemiler de kısa fasılalarla çan çalarlar. Istanbulda Kilise Çanları — İstanbulun fethinden (29 mayıs 1453) Gülhâne Hattı Hümâyununa kadar (3 Ekim 1839) 386 sene İstanbuldaki kiliselerde çan çalmamışdır, kiliselerde ibâdet vakitlerinde çan çalınmasına Tanzimatı Hayriye denilen 1839 ıslahat fermanından sonra izin verilmişdir. Eski kiliselere hemen demirden birer çatma çan kulesi inşa edilmişdir; kagir çan kuleleri 1839 dan sonra inşâ edilen kiliselerde yapıl-• mışdır.
1839 da ve daha sonraları İstanbuldâ büyük kilise çanları dökücüsü bulunmadığı için, İstanbuldaki rum Ortodoks kiliselerine çanlar Rusyadan Türkiyedeki Ortodoksların hâmisi geçinen Çar I. Ni-kola (Çarlığı 1825-1855) ve II. Aleksandr (Çarlığı 1855 - 1861) taraflarından gönderilmişdir, gönderdikleri çanlarla «hediye» kaydı ile isimleri yazılıdır.
İstanbul'da Rum Ortodoks Kiliselerinde Çan Kuleleri.
Yukarda kagir kule (Kasımpaşa'da Evangeİistra Kilisesi), altta demir kule (Edirnekapu-
sunda Ayios Dimitrios Kilisesi).
ÇANAK
— 3726 —
istanbul
ANSİKLOPEDlSt
— 3727 —
ÇANKAYA (Ayten)
ÇANAK — «Toprakdan yapılan ve fırında pişirilen her türlü kablar; her türlü toprak kablar için de Çanak çömlek terkibi kullanılır» (Hüseyin Kâzım, Türk Lügati).
Çukur tabağın ağzı keskin ve daha derini, çömleğin daha küçüğü ve ağzı açığı; su, süt, yoğurt, hoşaf, pekmez, bal, çorba, ayran gibi bilhassa sıvı, yahud ağdalı sıvı şeyler konulur; yukarda sıraladığımız gibi, yalnız gıda maddelerine mahsus değildir; boya da konulur, ve eskiden ele ayağa, saça sakala çalınıp vurulacak kına da çanakda karılırdı, her evde bir «kına çanağı» mutlaka bulunurdu; çanak içinde mayalanmış 3oğurtlara da sureti mahsûsada «çanak yoğurdu» denilir.
N- Mahalle aralarında kapu dilencileri de ellerinde bir büyükçe çanak ile dolaşırlar, sıvı yahud katı verilen yiyecekleri aynı çanak içkide toplarlardı, bir kapudan verilen çorbanın içine öbür kabudan verilen köfte atılır, bir üçüncü ka-punun sadakası pilâv, bir diğer kapunun vergisi zeytinyağlı fasulya da, onların üstüne ilâve olunurdu; ki, dilencilerin ellerindeki çanaklara ayrıca «Keşkül» adı da verilirdi.
İstanbulun halk ağzı deyimlerinde: «Çanak tutmak», yerine göre ya «dilenmek», yahud «hakarete lâyık olmak», veya «kendi kendine zorla hakarete uğratmak» anlamlarındadır; misaller:
Ağır darlık içinde biri arkadaşı ile derdle-şirken:
— Sana şu Hacı Efendiye git demişdim, gi
dip gördün mü?
-
iki sefer gittim, ikisinde de şimdi çok
işim var, başka zaman gel, dedi,
-
tyi ya., tekrar git..
— Yok., dardayım ama, çanak tutamam!
İt Bir misafir yanında âmir, yaşlı bir kâtibi
ağır şekilde azarlar; kâtib çekilip gidince misafir:
— Kırmasaydm şu adamcağızın gönlünü..
— Gözünle gördün, kulağınla işittin, he
rif çanak tuttu canım!
«Çanak yalayıcı» (kâselîs) dalkavuk, aşın .dalkavuk anlamında; misaller:
T*r Çanak yalayıcılar etrafım aldılar, adamcağıza durumu acı çıplaklığı ile göstermelidir» ve nihayet başım yediler...
«Kan çanağı» benzetme yolunda akına kan inmiş göz için kullanılır; misaller:
Ağlamakdan gözlerim kan çanağına döndü..
İt Bir ayyaşın tasviri yolunda:
— Burun patlıcan, gözler kan çanağı, otuz yaşında bile yok, eller tiril tiril..
Darbı meseller: Fakirlerin, gariblerin hakkı gözetilmez anlamında: «Çanak çömleğin lâkırdısı olmaz...»
ÇANAKÇI CİVAN — Kalender meşrep şâirler tarafından «Sehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri a-rasında çanakçı civanlarına da rastlanır; sehrengiz yollu yazılmış ve «Hûbannâmei Nevedâ» adını taşıyan manzum mecmuada çanakçı civanı şu üç beyitle övülmügdür:
Çanakçı çömlekçi zeberdest fetâ
Güzeller içinde anlar da yekta
Kâkülleri olur reşk ider reyhan
Teşnei meydânı muhabbet civan
Cümle pâ bürehne cümle dal külah
Çeker bir selâma bin bir eyvallah
ÇANAKÇILAR SOKAĞI — Eminönü Merkez nahiyesinin Ahicelebi Mahallesi ile Kü-çükpazar nahiyesinin Sarıtimur Mahallesi sokaklarından; Kutucular Caddesi ile İpciler Caddesi arasında olup Sobacılar sokağı ile dörtyol ağzı yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberi pafta l de 8, ve pafta 5 de 43). İpciler Caddesi tarafı istimlâk edilerek Unkapani Bulvarına katılmışdır. Sokağın halen mevcud kısmı kaba taş döşeli dar bir yoldur; l tenekeci, l tornacı ve 10 nalbur dükkânı vardır (Eylül 1963).
Hakkı GÖKTÜRK
ÇANAKÇI LİMANI — Beşiktaş sahilinde bir yerin adı idi, zamanımızda bu isim çokdan kalkmış ve neresi olduğu da tamamen u-nutulmuş bulunuyordu.
ÇANAKÇI - LİMANI MESCİDİ — Beşiktaşda deniz kenarında bir mescid idi; Hadi-katül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Fevkaanî bir mesciddir; banisi Nazır Hüseyin Ağadır, kabri malûm değildir; mescid Kaptanı derya Kara Mehmed Paşanın sâhilhânesi yanında idi, paşa bu mescidi hâlen bulunduğu yere kaldırıp, fevkaa-nî olarak yeniden yapdırdı, eski yerini yalısına ilâve etti. Çanakçı limanı Mescidinin mahallesi vardır»,
Zamanımızda bu mescid mevcud değildir; hattâ Çanakçı limanı denilen yerin neresi olduğu dahi unutulmusdur (1963).
Hakkı GÖKTÜRK
ÇANA SİNAGONU, HAVRESİ — İstanbulun en eski Sinagonudur; Hahambaşı Ben Ezra tarafından 1606 da yaptırılmışdır; Fener ile Balat arasında Vodin Caddesinde 184 kapu numarası nı taşıyan binadır; sokak üzerinde yalnız ka-
pusu görünür, cebhesi bir sıra dükkânlar tarafından kapatılmışdır; bu satırların yazıldığı sırada son derecede harab halde idi, ibâdete kapatılmış, depo olarak kullanılmakdâ idi.
Bu ibadethanenin hususiyeti tek taş odadan ibaret bir zindancığın bulunması idi; buraya cumartesi günleri sigara içen yahud kayığa binen müsevîler üç gün hapsediîirdi. (Akaaide göre o gün denizden geçmek ve ateş tutmak günahdır). Asırlar boyunca gizli olarak kullanılmış bu zindan 1900 yılında İkinci Sultan Abdülhamide bir jurnal ile ihbar edildi ve bu yüzden Çana Sinago-nu kapatıldı; son zindan gardiyanı Barragan adında birisi idi (Mütevelli Dr. Şaul ve hademe Bohor
Habib rivayetleri; 1947).
Osman TOLGA
ÇANÇAN —Halk ağzı argo sıfat, «geveze», «boşboğaz» anlamında; «Büyük Türk Lu-ğatı» müellifi Hüseyin Kâzım Beye göre, ash italyanca aynı anlamda «Ciarciare» den bozmadır ki, bu takdirde İstanbula tersaneliler ağzı ile yayıldığı tahmin olunabilir; gevezeliğe de «çançan etmek» denilir, misal:
Gaayet ağır çalışan, ortaya bir iş çıkarıp koyamayan bir komisyon hakkında konuşulur:
-
Beylerin işleri hep çançan...
-
Huzur haklarını alıyorlar ya, sen ona
bak!
ÇANÇAN SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberinde Beyoğlu kazasının Hasköy nahiyesinin Pirîçavuş Mahallesi sokaklarından; «T» şeklinde bir sokakdır. Bu mahallenin Keçecipiri mahallesi ile sınırım teşkil eden Baçtar Sokağı ile Kalaycıbağçesi sokağı arasında uzanır, ikinci kolu ile de Yüksek Merdiven sokağına bağlanır; yerine gidilip şu şatoların yazıldığı sıradaki du-v rumu tesbit edilemedi. (1963).
ÇANDARLI SOKAĞI — 1934 Bele-,, diye Şehir Rehberinde Kınalıada sokaklarından; bu rehberin 34 numaralı paftasına göre, Balmumcu sokağı ile Korkut sokağı arasında uzanır; Kınalı Fırın ve Saki Bey sokakları ile kavuşakları vardır; yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki .durumu tesbit edilemedi (Aralık 1963).
ÇANKAYA (Ayten) — Ünlü aktris, film artisti; 1938 de İstanbulda Taksimde doğ-muşdur; babası müslüman olmuş Hâlid Abdullah adında bir İngiliz mühendisi, annesi Kayserili çok zengin bir tüccarın kızı olan Hamide hanımdır. Hamide Hanımın annesi Besime Hanım da bir İngiliz mühtediyesi olup pek genç yaşında Işık Lisesinde ingilizce muallimesi iken muhitin-
de sarı saçlı, anglosakson güzelliğinin timsâli bir «Peri kızı» gibi görülmüş ve Kayserili zengin Ne-cib Bey tarafından yapılan izdivaç teklifini kabul etmişdi.
Ayten Çankaya (Resim : S. B.)
Ayten Çankaya üç yaşında iken babasını kaybetti. İlk tahsilini önce Küçükyalı, sonra Yeşilköy Pansiyonlu ilkokullarında yatnı olarak yaptı. Yeşil-köydeki okulda be§ yaşından başlayarak ayrıca bale dersleri de gördü. Ablalarından biri aktör Muammer Karaca ile evlenmişdi, sahneye ilk defa, hasta bir sanatkârın yerini doldurmak için eniştesinin tiyatrosunda "küçük bir balerin o-,
larak çıkdı, henüz onbeş yaşında bir orta okul öğrencisi idi. Bir sene sonra da 16 yaşında Karaca Tiyatrosunda tanıdığı aktör Muzaffer Tema ile evlendi.
Karaca Tiyatrosuna emsalsiz bir başarı sağlamış olan «Cibâli Karakolu» komedisinin ilk temsillerinde Ayten Çankaya «Gelin» rolünü al-mışdı.
Pek küçük yaşında ailesinin üçüncü aşk izdivacını yaparak Muzaffer Tema ile evlendikden sonra sahneden çekilip beyaz perdeye geçdi; «Köroğlu», «Çeto», «Çeto Salak Milyoner», Balıkçı Güzeli», «1002 inci Gece», «Öldüren Sır», '«Son Baskın», «İstanbul Canavarı» gibi filmlerde baş kadın rollerini aldı ve Türkiytenin ilk tanınmış fidm artistlerinden biri oldu; 1953-1956 arasında 16 filmde oynadı. Tema Film hesabına «Dişi Yılan» ı çevirmek üzereyken İtalyan filmcilerinden câzib bir teklif alarak üç yıllık bir kontrat imzaladı ve İtalyaya, Romaya gitti, ve o-rada altı ay kaldı; fırsatdan istifade ederek tiyatro okuluna yazıldı ve altı aylık tiyatro eğitimi görerek birinci sınıf artist sertifikası aldığı sırada İstanbuldan çağırıldı. İtalyan şirketinden izin alarak İstanbula geldi ve «Dişi Yılan» da kendisine verilen rolü aldı; fakat bu filmin çekilişi uzayın -ca İtalyan film şirketi tarafından açılan bir dâva ile karşılaştı (1956). O sırada Muzaffer Temadan ayrıldı, film artistliğini de terketti ve henüz 18 yaşında iken Yeşilköyünde bir1 köşkde, kalabalık-dan mümkün olduğu kadar kaçarak inzivaya çe-
Dostları ilə paylaş: |