kildi ve bu inziva hayâtı 1963 j'ilına kadar altı sene sürdü.
Bu satırların yazıldığı sırada Ayten Çankaya 24 - 25 yaşlarında bulunuyordu; anî bir kararla tekrar beyaz perdeye döndü; üç yerli film ile, film çevirmek üzere kontrat yâpdı; İtalyadaki film şirketinin sahibi de zevcesini İstanbula göndererek Ayten Çankayaya yeni bir teklifde bulundu, altı sene evvel çevrilemeyen filmin renkli sinemaskop olarak çevrilmesi için bir anlaşma yapıldı ve ünlü aktris bu filmin Türkiyede gösterilme hakkını da aldı. Sanatkâr gene kadın bu vesile ile: «Ailemin temin ettiği kredi ile bir film şirketi kuruyorum; ilkbaharda İstanbula gelecek İtalyan artist ve teknisyenlerinin bütün masraflarını karşılayacaklar, yerli firmalardan da ayrıca iş almasını meslekî bir antreman sayıyorum» demişdir. Mahremiyeti için de yeniden evlenmeyi düşündüğünü îmâ etmisdir.
İtalyanca ve çok güzel ingilizce bilir (1963). Bibi. ; Ses Mecmuası.
Çankınh Leblebici tipi, 1947. (Resim : Ayhan)
ÇANKİRİLİ LEBLEBİCİLER —
Gurbetçi Çankırılılardan İstanbula gelenlerin bir kısmı leblebicilik yaparlar; İstanbulda bu iş Çankmlılara has gibidir; leblebicilerin de bir kısmı dükkân sahibidir, bir kısmı da büyük şehri sokak sokak dolaşan, hattâ civarında, etrafında en uzak köşelere kadar giden seyyar satıcılardır. Kayıkçı, sandalcı Çankmlılar Apsarı köyünden ola geldikleri gibi, İstanbulun leblebici Çankın-hları da Kalfat'lılar, Ortaköy'lüler, Bazzak'lılar, Ahurköy'lüler ve Aliözü'lülerdir. Merhum Vâsjf Hoca (Vâsıf Hiç) bu İstanbul Ansiklopedisine verdiği notlar arasında leblebiciler için şunları yazıyor: «Hepsi Çankırı ve havalisi halkmdandır. İstanbula ilk gurbet seferlerinde 14-15 yaşlarında tüysüz oğlan olarak gelirler, bir hemşeri ya-hud akraba dükkânına boğazı tokluğuna çırak olurlar, ustasının kanadı altında dükkânda yatar kalkar, gözü açılır, toyluk devresini atlatır, sonra İstanbul sokaklarını dolaşmaya başlar; gezip tozduğu yerlerin, semtlerin adım bile bilmez, ve ekseriya da bir geçdiği yerden de bir daha geçmez; başda yağlı fes, kirlice dülbend çevre, sonraları yağlı bez kasketi; sırtında mintan, yelek, pamuklu zıbın, yırtık, sökük, yamalı ceket; belde kuşak, ayakda yemenimsi pabuç, kaba kundura, şimdilerde lâstik, üs-tu bez, altı lâstik pabuç, yalın ayak giymemiş ise, kaba yiiri çorablarımn arkası incik kemikleri hizasına kadar yırtıkdır ve topuklar muhakkak görünür, koltuk altında terini silmek için bir çaput - çevre, elinde, beline dayanmış bir kalbur, içinde bir mikdar kı-nklı leblebi, üstünde bir avuç kadar serpilmiş kuru üzüm:
— Ey leplebû!.. tazze gettüm ıs-
cak ısçak, diye bağırır.
«Acemilik devrelerinde, İstanbul külhanbeylerinden biri o genç irisi oğlanın geniş yalın ensesine tokadı yapış-dırrr ve o:
— Işşşş... etme ülen!.. derken,
aradan hafta geçmez, gezdiği yerlerde,
şeytanlara pabucunu ters giydirmeye
başlar.
«Müşterileri umumiyetle çocuklardır, leblebiyi de para ile satmakdan ziyâde hurda madenî eşya ile değişdi-dirler ve kârları üç beş misli artar; istekli istekli bakan çocuklara:
— Haydi., evden bir şişe getir de leblebi vereyim!., derler ve dâima'kandırırlar...» (Vâsıf Hiç).
ÇANKİRİLİ SANDALCILAR — Hâlen Kadıköyü ile Haydarpaşa iskeleleri arasında işleyen sandalcıların hepsi Çankırmın Apsarı köyündendir. İstanbul iskelelerinde kayıkçılık, sonra sandalcılık eskiden gedik usûlüne bağlı idi (B.: Gedik); hem kayıkların sayısı dondurularak tesbit edilmiş, bir fazla; bir eksik olmaz, hem de her iskelede işleyen kayıkçılar, ya şehir uşağı olur, yâhud ki taşradan gelmiş bekâr uşakları ise aynı kasaba, hattâ köy halkından olurdu (B.: Kayık, Kayıkçı; Sandal, Sandalcı).
Şirketi Hayriye ile İdârei Aziziye adı ile Devlet Deniz Yollan limanda vapur işletmeye başladığı zamana kadar (B.: İdârei Aziziye; Sey-risefâin; Devlet Deniz Yolları, Şirketi Hayriye) Kadıköy iskelesi kayıkçıları rum idi; limanda vapurlar işletip Boğaziçi hattı Şirketi Hayriyeye; Adalar, Kadıköy, Ayastefanos (Yeşilköy) ve Pendik hatları da İdârei Aziziyeye verilince, Kadıköy
ile İstanbul arasındaki kayıkçılık büyük bir buhran geçirdi, vapuru kaçıran müşteriler bile kayık ile İstanbula gitmeye, diğer vapuru beklemeyi tercih ettiler, hepsi Kadıköyünün a.-yak takımından şehrî oldukları i-çin, rum kayıkçılar da başka sahalarda iş tuttular. Bağdat Demiryolu yapılıp Haydarpaşaya demiryolunun başlangıç noktası o-lunca, Kadıköyü le Haydarpaşa a-rasında kayıkçılık için yeni bir .X, gedik tesis edildi, ve gediği de İstanbula iş için ge-
Çankınu kayıkçı tipi, iMi, len Çankmlılar (Resim: s. Bozeait) elde ettiler.
O zamana kadar İstanbula gelen Çankırılılar bilhassa leblebicilik yapardı, Kadıköy - Haydarpaşa iskeleleri arasındaki kayık gediğini elde eden Çankırılılar, Korgun ve Apsarı köyleri u-şakları oldu; bu gedik 48 kayık olarak tesis edildi, ve yalnız bu iki iskele arasında değil, Kadıköy ile İstanbul ve Üsküdar arasında da gider gelir oldular; kayıkların yerini sandallar alınca, gedik de sandal gediği oldu.
Hicrî 1319 (M. 1901-1902) de bir zabıta vak'ası, Kadıköy ile Haydarpaşa arasında işleyen Çankınh sandalcılar üzerine, bizim rastladığımız en eski kayıddır.
Kadıköy - Haydarpaşa arasındaki sandalcılık bir müddet sonra yalnız Apsarılılara kalmış-dır; gedikleri kalkdıkdan sonra da an'anesini devam ettirmişlerdir; bu satırların yazıldığı 1963 yılında da iki iskele arasında 48 sandal işlemektedir; ekseriya dolmuş usûlü tatbik ederler, adam başı 50 kuruş alırlar ve sandallarına da azamî 4 müşteri alırlar, yani seferi 2 liradır.
Kendi rivayetlerine göre, Apsarı köyü 120 ev imiş; erkeklerinin hepsi 15-16 yaşlarında iken gurbetçi olurlarmış; İstanbula gelenler de Kadıköy - Haydarpaşa arasında sandalcı olurmuş; yeni gelen acemi delikanlı da işe babasının yahud büyük kardeşinin sandalında işe başlar imiş. Kendi aralarında nizam olarak altı aylık bir tâlim devreleri varmışı; bu al^\ ay içinde hem $:ürek çekme, hem sandalı kızağa çekme, hem de yüzme öğrenirlermiş. Yüzme öğrenme son zamanlarda konmuş, 1963 de yaşı .kırk ve kırkı aşkın olan bu Çankırmın Apsarı köylü sandalcılarının hiçbiri yüzme bilmezmiş. Altı aylık tâlim devresi içinde genç sandalcılar Kadıköy - Haydarpaşa arasından gayri (hiç bir yere, hattâ Salacağa bile müşteri alıp götüremezlermiş,
Bu Çankmlı sandalcılar 15-16 yaşlarında Apsarıdan çıkarlarken, hemen istisnasız evlenip, taze, körpe güvey iken çıkarlar, ve yaza doğru çıkarlar; kış sandalcılığın boğazı tokluğuna çalışıldığı mevsimdir. Sandalların yarısından fazlası Kurbağalı dereye götürülüp emanetçiye bırakılır, •ve bilhassa genç sandalcılar köye, kendilerini iştiyak ile bekleyen karılarının yanına dönerler. Apsarıdan bekâr çıkıp da İstanbuldan kız alıp evlenen Çankırı sandalcıları 30 yıl içinde aneak iki kişi olmusdur.
Bekâr odalarında barınırlar, bir kısmı, yazın iskeleye bağladığı sandalının içinde yatar, öğle yemeklerini sandallarının içinde yerler. Bir olta edinip nöbetde olmadıkları sıralar kendi ne-
ÇANTA
373Û
İSTANBUL
ÂNSlKLOPEDÎSİ
— 3731 —
ÇANTA
fişleri için balık tutanları pek enderdir. Gaayetle para canlısıdırlar; kazançları da çekdikleri mihnetle denk değildir, 1963 de, günde en çok 15 lira, ayda 500 lira kadar alabilmekde idiler. Artık gedik usûlü olmadığı halde aralarına bir ya-
•.ı fJHUlJ*\RW« HM8W»
Çankınnın Apsan köyünden sandalcı ismail Arslan, 1963. (Resim : S. Bozcan)
bancı karışıp bu iki iskele arasında sandalcılık yapamaz, barındırmazlar. Aralarından şerir çıkmaz; para canlısı oldukları halde hırsızlık veya herhangi bir edepsizlik yapanları görülmemişdir;
sarhoşları yokdur. Çoğu ehli dil, dilbaz, kalender meşrebdir; dinî ibâdetlerinde de kusursuzdurlar; 1950 de, içlerinden bir Mehmed Pehlivan: «Sandalcılık öyle bir işdir ki, insan nelerle karşılaşmaz, adamın başına neler gelir, ama biz her şeyi hoş görürüz, kimseye kötü gözle bakmayız ve ser verir sır vermeyiz..» diye başlıyarak büyük şehir hayatının ruh hekimleri tarafından tahlile değer taraflarını anlatmışdır.
Kadıköyü - Haydarpaşa arasının, Çankırılı sandalcıları hemen istisnasız pür sihhat adamlardır; güçlü, kuvvetli, fakat hareketli, çalâk, uçarlı, koşarlı değildirler. Bütün köylüler gibi şehirliye karşı dâima garib şüphelerle bakarlar, Çankınnın Apsan köyünden Kadıköy - Haydarpaşa arasında işler sandalcılarının 1963 de inizam ustası adını verdikleri kâhyaları İsmail Arslan adındaki sandalcı idi.
: Kadıköydeki iskeleleri, denizden bakıldığı na göre, vapur iskelesinin sol tarafında kalan rıhtımdadır; rıhtımın öbür tarafında, 1963 de Ka-Jdıköyü Nikâh dâiresi olan eski İnci Gazinosunun yanında da bir sandal çekek yerleri, kızakları vardır, İstanbuldan Kadıköyüne gelen vapur-'lardan yolcular çıkarken: «Haydi Haydarpaşa-ya!.. Haydarpaşaya!..» diye bağrışmaları da iskele başının, rıhtım boyunun alışılmış sesi, nağ-mesidir..
Hüsnü KIJVAYLI
ÇANTA — Batı türkcesinde isim, meşin, dağarcık, ufak hurç (H. Kâzım, Türk Lügati).
Eşya çantası, evrak, çantası, para çantası av ve avcu çantası olarak dört çeşidi vardir. İçine bilhassa madenî para konulan para çantası, artık pek ender olarak kullanılan örme veya en iyi ince derilerden, atlas gibi ağır kumaşlardan yapılan para keselerinin yerini almışdır; kâ-ğıd paralar çıkarılmadan kibar ve zenginler, biri altın, diğeri gümüş ve bakır paralar için iki tane para kesesi veya çantası taşırlardı, altın keseleri - çantaları kendi koyunlarında, ceblerin-de durur, öbür keseyi bâzan yanlarına aldıkları mûtemed bir uşağa taşıtırlardı. Meselâ meşhur Çiçekçi Sabuncâki'nin gençliğinde Şeyhülislâm Sâhib Mollanın çantacısı olduğu söylenir. ı Frenkperestler. ağzında evrak çantasına «port föy», para çantasına da «port mone» denilir.
Zamanımızda kadın çantaları ve çantacılığı İstanbulun küçük el sanayii arasında çok gelişmiş, bir iş konusudur. Aşırı moda takibcisi ve en müşkülpesend hanımları tatmin edecek hakikaten pek zarif, pek güzel kadın çantaları yapan atölyeler vardır.
Kadın çantaları ile âlâ bir evrak çantası 1963 de 400-500 Türk lirasına satılıyordu.
* Zengin Efendi, kâhyası ile konuşur:
Bu sabah poturlu, mavi mintanlı güzelce
bir oğlan elimi öptü, kimdir o?
Arabacı Şumnulu Ahmed bendenizin
oğlu Mustafa kulunuz.. İzniniz olursa öteye be
riye koşdurmak için hizmete alalım...
Çantacı lâzımdı, o oğlanı çantacı yapa
lım...
Efendim., bir hafta kadar müsâade buyu
run., elini tecrübe edeyim., bilirsiniz, babasının
eli biraz uzuncadır...
* Velinimetinin peykidir civan Takı muhabbettir anda ebruvaıı
Bakub zerâfetle güzelliğine Nakdi canı vermişlerdir eline
Zer-ü zîver içre bir gönce güldür Sahibinin sinesinde bülbüldür
Ol civan ki nâmı anın Çantacı Efendi Ağanın bil ki baş tacı
Kîse-i dil içre zeri mahbubdur Zarfın bulmuş muhabbetü mektubdur
* Darbımesel: muhakkak elde edilecek du
ruma gelmiş bir mal, menfaat; kesin olarak kan-
'dınlmış kimse; jnuhabbet yollarında alâka çe
ken ve ele geçirilmesi de çok kolay 01aû dilber,,
«yosma hakkında avcu çantası kasd edilerek: «Çantada keklik.»
ÇANTA — İkinci Sultan Abdülkhamit devrinde erkânı harb binbaşısı Manastırlı Rifat Bey adında bir zât tarafından çıkarımlış didaktik bir okul mecmuası; Cemiyeti Tedrisiyei İslâmiyenin en eski azalarından olan Rifat Bey (B.: Cemiyeti Tedrisiyei. İslâ(!niye) kendi başına yazıp doldurduğu, bâzan da seçme yazılar dere ettiği «Çanta» yi bilhassa Darüşşefaka talebeleri için hazırlar idi; arada toplu bir eser ihtiva eden nüshalar (cüzüler), özel sayılar yayınlardı. Rifat Bey 1908 meşrutiyetinden önce vefat etmişdir. «Çanta» nın Özel sayıları Darüşşefakaca benimsenmiş, bunların üçüncüsü olan «Ya gaazi, ya şehid!...» isminde üç perdelik bir piyesin ikinci baskısı yapılmış, mektebin resmî mührü ile 1328 (1910) da neşredilen eserin saf gelirinin yarısı da harb ianesi (Balkan Harbi) olarak verilmişdir.
Tahsilini Dârüşşefakada yapmış olan İstanbulun büyük evlâdı Ahmed Rasim (B.: Ahmed Rasim) «Muharrir, şâir, edib» adındaki eserinde çocukluk, mekteb hâtıraları arasında «Çanta» için şunları yazıyor:
«Benim küçüklüğümde evde gazete ve mecmua nedir bilinmezdi; mekteb de bunların ne demek olduğunu bildirmemek gayretiyle mektebe girmelerini men eder idi. Evde ana baba korkusu varsa mektebde müdür, mubassır, hoca, çavuş, onbaşı, memleketde de pâdişâh, hükümet ve teferruatından müteşekkil azîm ve cesîm bir kitlenin vücuda getirdiği gittikçe artan istibdad korkusu vardı. Tazyik ile uslu oturuş terbiye mânâsını ifâde ediyordu. Fakat Cenneti Âlâya kadar girip çıkmış olan şeyâtîn muhitde çoğalıyordu. Bu şeytanlar bizim eve ben geldikçe geliyorlar, mektebde kitab suretinde dershanelerde ap a-çık geziniyorlardı. Çanta nâmında olan mecmuai mevkuute bunların sergerdesiydi. İçinde Vatandan, Hürrriyetden, türlü türlü ahvâli ciddiyei içti-mâiyeden bahisler vardı. Biz bunları hem okur, hem yazar, hem de ezberlerdik. Sönmek üzere o-lan hatırat ne kadar müstehzi oluyor!... Adetâ insana maziden bakıp:
— Aldattık ya!... diye dil çıkarıyorlar gibi geliyor.
«Halbuki o zamanlarda biz çantada keklik imişiz de farkında değilmişiz.
«Çanta, o zamanın gençliği için mühim bir eserdi. Yeni Fikir, Yeni Hayat unvanları altında bugün bile kemâli itinâ ile telâffuz ettiğimiz sahte bir takım müddeâlardan bu mecmuada eser görül-
ÇANTACI
îSfÂNBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 3733 —
ÇAPA MARKA
mezdi, fakat Çanta, Namık Kemal mektebinin organıydı. Ben Çanta'yı okuduğum zaman edîbi merhumun nâmı bülendini şöyle böyle işidiyordum, fakat Çantanın sahibini tanıyordum, erkânıharbi-ye binbaşısı Manastırlı Rifat Bey diye mâruf idi; melihül vecih, şişmanca, orta boylu bir zât idi. Şâir âsürı makbûlesiriden de feyz aldığım Rifat Beyin Ahrar Fırkasına mensub olduğunu, yazılarında da Cenab Şehâbeddini taklid ettiğini pek sonra öğrendim.
«Çocukluk bu ya!... mecmuada Gönüllü nâmında münderic olan bir piyesi oynamak için ittihat ettik. Fakat nasıl oynadık bilemiyorum. Zâten bilinemez de...
«Sahne, teneffüshânede, sıraların bir tarafa çekilmesiyle teşekkül etmişdi. Mubassır için arkadaşlardan birini kapuya nöbetçi bırakmış, işe başlamış idik. Bir de kapu açılıp içeriye müdür, iki mubassır, mektebin imamı girmesinler mi? Cümlemiz dona kaldık. Bittabi seyircilere bir şey demediler. Biz aktörlere birer güzel dayak attıkdan sonra iki gün de kuru ekmek yemeğe mahkûm ettiler. Edebiyat yüzünden uğradığım; ilk darbe budur !
«Meğer mektebde de hafiyelik varmış. Biz kapuya nöbetçi koyduk ama içimizden biri ihbar etmiş, imam, kâfir olurlar'ı basdırmış, mubassır köpürmüş, müdür makaaicrâya kuud ederek âlâyı vâlâ ile gelmiş, nöbetçiyi basdırmış!
«Sahnede görünür görünmez yediğim bu dayak beni ağlattı, iki gün de aç bırakdı ise de gönlüm yine Gönüllünün allı pullu bayraklarında idi.
«Müdür mektebde ne kadar Çanta varsa toplanmasını emretti. Bizi de karşısına dizdi:
— Ben sizi efendi olacak zan ediyordum... meğer sizin gözünüz oyunculukda imiş... bir da-hasında gözünüzü patlatır, sizi de hapislerde çürütürüm !.. - diyerek azarladı idi......
ÇANTACI —- Osmanlı İmparatorlarının sarayında Enderun adı altında toplanmış Zülüflü Ağalar (saray iç oğlanları) teşkilâtında Hazîne koğuşu zülüflülerinden birinin unvanı (B.: Enderun; Zülüflü Ağalar; Hazîne Koğuşu; Topkapusu Sarayı); pâdişâhın günlük zâti masraflarının hesâ-bmı tutardı. Pâdişâhlar tebdili kiyâfetle şehir içinde doîaşdığı zamanlar Çantacı Ağa hemen dâima kendisine refakat ederdi.
ÇAPA — İstanbulda meşhur semt: Şehremini ile Topkapusu arasında tepe üstü, havadar bir mevkidir. Hangi münasebetle bu ismi taşıdığı bilinmiyor; biz Çapa adının çok eski, Romalılardan kalma olduğunu zan ediyoruz. Türk diline ça-
pa ismi İtalyancadan geçmişdir, «Zappa» dan bozma, alınmalıdır; «toprağı yumuşatıp havalandırma, bu maksadla kullanılan malum demir âlet» anlamındadır. Muhtemeldir ki burası fetih sırasında Zappa adını taşıyordu, türk ağzında Çapa
Oldu. :
ÇAPA — Malum şekilleri ile gemi çapası; çapayı, denizcilik tarifimize âid metinlerde adı geçen «lenger» ile karışdırmamalıdır. (B.: Lenger). Gemi çapası çok güzel bir İstanbul türküsüne :de geçmişdir, bu türkünün notasını maalesef elde edemedik. (B.: Adalı Türküsü; cild l, sayfa .210):
Yakası çifte de çapak adalım aman
Sen kime yandın? Fîzana gideni, gideni Şâziyem aman
Gelmez mi sandın!
ÇAPA (Mehmed Nuri) — İş adamı, Çapa Marka gıda sanayii fabrikasının kurucusu; 1894 de İstanbulda doğdu, Salih Efendi isminde bir
Nuri Çapa (Resim : S. B.)
kahvecinin oğludur. Beşiktaş Rüşdiyesin-de okudu; Birinci Cihan Harbinde askerliğini Bahriyede, Bahriye Nâzın Cemal Paşanın karargâhında kâtib olarak yapdı; bu kuvvetli adamın itimâdını kazanarak delâleti ile liman idaresine girdi ve askerlik ödevini orada tamamladı. 1915 senesinde halkın ekmek .tedâriki için fırınlar ö-nünde çekdiği eza ve
cefâyı görerek bu sahada bir şeyler yapmak
gerekdiğini sezen Nuri Çapa amcası İzzet
Kaptanın teşviki ile piyasaları dolaşarak küçük
bir el değirmeni aldı, bununla mısır ve şâir hubu
batı çekerek imâl ettiği unlarla evvelâ ailesinin ek
mek sıkıntısını önledi. 1918 de harb sona ererek
mütâreke imzalanınca şahsî gayret ve teşebbüsü
ile serbest iş hayatına atıldı, tedârik ettiği cüzî bir
sermâye ile hububat unları îmâli konusunda Çapa
Marka fabrikasını kurdu; kırk üç sene geceli gün
düzlü çalışarak memlekete önemli bir müessese
kazandırdı. 1958 de vefat etti. '
Hakkı GÖKTÜRK
ÇAPA AKSAM KIZ SANAT OKULU — Adını aldığı semtte, Millet Caddesindedir, Okul
ilk defa 1928 yılında Çapa'da şimdiki Selçuk Kız Sanat Enstitüsünün içinde ve ona bağlı olarak açılmıştır; önceleri Biçki-dikiş ve moda şubelerinden ibaretti, Enstitünün öğrencileri dağıldıktan sonra fsaat 16-19 arasında, daha ziyade ev hanmılanna faydalı olmak maksadıyla kurulmuştur. Burada okul iki yıl öğretime devam ettikten sonra öğrenci azlığı sebebiyle Sultanah-mette o zamanki Sağlık Müzesi yanındaki terzilik olculuna nakledilmiştir. Okulun adı burada Sultanahmet Akşam Sanat Mektebi olarak - değiştirilmiştir. Fakat bir müddet sonra buradan da alınarak 1931 yılında ,Şehzadebaşında Çinili Fırın yanındaki konağa taşınarak İstanbul Akşam Sanat Mektebi adını almıştır.
1933 yılında da Sultanahmetde şimdiki Esnaf Hastanesinin yerinde, Selçuk Kız Sanat okuluna bağlı olarak öğretime devam etmiştir, 1941-1942 yılında da yeniden şimdiki Selçuk Kız Sanat Enstitüsüne bağlı olan Çapa Akşam Sanat Okulu hâline getirilmiştir.
Okul, iki sınıflı olup Biçki-dikiş, kadın ve erkek çamaşırı, moda, çiçek ve yemek şubeleri mevcuttur.
Tahsilini tamamlayamamış ev kadınlarına faydalı olmağa çalışan okula en az ilkokulu bitirenler veya okuma yazma belgesi alanlar alınır. Okul Selçuk Kız Enstitüsü Müdürlüğüne bağlı olup, öğretmen ihtiyacı da Selçuk Kız Enstitüsü öğretmenlerinin ek görevleriyle temin edilmiştir. Okulda 1962 yılında 890 öğrenci olup 1928 ile 1962 arasında 5000 ev kadını diploma almışdır.
Hakkı GÖKTÜRK
ÇAPA İLKOKULU — Denizabdal Mahallesinde Gökalp Ziya sokağında zemin katı ile beraber üç katlı beton bir binadır. 1925 yılında Çapa'da Millet Caddesinde Kız Öğretmen okulu yanında Nazifpaşa konağının arsasına inşa edilmiştir. Şehremini Ördekkasap Mahallesinde ve Millet Caddesi üzerinde .bulunan eski okul, üç katlı idi. Bahçesi 7800 metre kare, etrafı duvarla çevrili idi. Selçuk,Kız Sanat Okulunun ilk kısmı da bu okulda kurulmuştur. 1957 de istimlâk edildi. 1958 - 1959 ders yılında Topkapu Kara Ahmet Paşa İlkokuluna misafir olarak üç yıl bu okulda kendi kadrosu ile tedrisata devam etti.
1960 ta inşa edilen şimdiki binasında tedrisata başladı. Okulda hâlihazırda çift öğretim yapılmakta, okul Aile Birliği olup okul yardım ce-oniyeti müstakil olarak kurulmuş 200 çocuğa
kuşluk kahvaltısı verilmekte, giyim, ders malzemesi yardımı yapılmaktadır.
Okulda ders saatleri dışında öğrenciler boş vakitlerini değerlendirmek için özel istidat gösteren çocuklara, bale, müzik, akordeon, mandolin dersleri öğretilir. Ayrıca okul korosu, 45 kişilik bir Mehter kolu ve 20 kişilik Yavrukurt oymağı vardır. İngilizce kursu da olup ayrıca bir resim atölyesinde özel istidat gösteren çocuklar haftad-a iki gün resim ve (güzel yazıya çalıştırılmaktadır. Bunlardan başka 1962 de Millî Eğitim Müdürlüğünün teşebbüsü ve kararıyla Türki-yede ilk defa İlkokullara dayalı bir ana sının kurulmuş ve 5-6 yaşında çocuklar devam etmektedir. Muhitte ilkokul bulunmadığından 1350 talebesi vardır. Okulda 20 sınıf ve 4 şube olup öğretmen ve sınıf kitapları vardır. Okulun kuruluşunda 1961-1962 ders yılına kadar 6318 öğrenci mezun olmuştur.
Hakkı GÖKTÜRK
ÇAPA MARKA GIDA SANAYİİ ANONİM ŞİRKETİ — Beşiktaşta Kılıçalipaşa semtinde Aşariye Caddesindedir, 1918 de Nuri Çapa tarafından kuruldu, Türkiyenin en büyük .hububat unu fabrikasıdır. 1935 senesine kadar geceli gündüzlü çahsdığı halde ancak Nuri Çapa ailesini geçindirebilecek kadar bir kazanç temin edebiliyordu. 1936 senesinden sonra hububat unları rağbet bulup aranmaya başlanmış ve bu fabrika süratle gelişmeğe başlamışdır; 1950 de iiâveler yapılmış, en yeni makinalar getirilmiş-dir. 1958 de Nuri Çapa vefat edince, Amerikada tahsilde bulunan oğullan Vecdi ve Cezmi Çapa kardeşler memlekete dönerek müesseseyi yukarda tesbit edilen isim ile bir anonim şirket olarak tescil ettirmişlerdir. İş verimini arttırmışlardır. En hâlis maddelerden imal ve ihzar edilen gıda cesidleri piyasaya en ucuz fiaîla arzedilmiş ve Çapa Marka imalâtı halk tarafından gereği gibi tutulmuşdur. 1958 de fabrikaya yeni ilâveler ya-pılmışdır; 1961 de makinalar yenilenmiş, ve fabrika otomatik bir şekle konulmuşdur; baharat ve hububat unları el değmeden hazırlanmaktadır, öyle ki senede 1500 ton baharat ve hububat unu îmaJ eden bu fabrikanın ancak 30 işçisi vardır. (Haziran 1961).
Hakkı GÖKTÜRK
CAPAÇUL — Batı türkcesinde İstanbul ağzında bir sıfat; «giyim kumaşına, kılık kıyafetine, üstüne başına bakmıyan, dikkat etmeyen kimse; dağınık, derbeder, mal, eşya kıymeti bilmeyen»; misaller:
ÇAPAK BALIĞI
3734 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 3735 —
ÇAPANOĞLU (Münir Süleyman)
Baba oğluna çıkışır:
— Bu ne çapaçulluk oğlum!.. Ayaklarında yine terlik yok... çorabının bir teki balkonda, bir teki kapu ardında!..
ÇAPAK BALIĞI — Tatlı su balıklarından. Sazan balığı soyundan bir balıkdır; vücudu çok basık ve gaayet geniş olup bıyıksızdır, Kızılkanad balığını çok andırır, fakat bunun elli santim boyunda ve 4-5 kilo ağırlığında büyükleri olur. Yüzgeçleri kısmen esmer, kısmen beyaz, kıç yüzgeci ise kuyruğuna kadar ulaşır; kıç yüzgecinde 29, sırt yüzgecinde 12, karın yüzgecinde 9, ve ,iki yan yüzgeçlerinde de 17 şer huzme vardır. Ağzı kızılkanadın ağzından küçük, vücûdunu kaplayan pullar büyük, sırtı kanbur, yan çizgisi karnı tarafına iğri, kuyruk çatalı da derindir. Sırtı esmer, yanları maviye bazan sarıya çalar sincabi, karnı da gümüşîdir. Eti sazan balığının etinden çok yavandır. Bizim sularımı/-da tutulan Çapak balıklan çok kılçıklı olur. Sakin ve zemini otlu suları sever; büyük 'göllerde ve derin sulu ırmaklarda bulunur; deniz nebatları, kurt yer; ekseriya da sürü ile dolaşır ve sürünün önünden ekseriya kılavuz olarak büyük bir balık gider, İstanbul Balıkhanesinde satılan balıklardandır.