Ecir:
Karşılık, ücret anlamına gelen bu kelime daha çok hayırlı, iyi işler, ibadetler veya sabır ve tevvekkülle karşılanan bir belaya karşılık ahirette verilecek olan ödül, Allah'ın nimetleri manasına kullanılır. Kur'an-ı Kerim Allah'tan korkan ve azaptan sakınanlara, iman ve ibadet edenlere, doğru yolda gidenlere, Allah için savaşanlara, başa gelen felaketlere sabredenlere, iyilik ve hayır için yardimlaşanlara, Allah yolunda harcamalarda bulunanlara, Allah'ın nimetlerine şükredenlere, bol ecir verileceğini müjdelemektedir.
Eda:
Yapılması kararlaştırılan bir işin yerine getirilmesi, verilen bir sözün uygulaması, borç veya ödenmesi gereken birşeyin verilmesi, biremrin yerine getirilmesi gibi sözlük anlamlan bulunan edâ terimi, edebiyatta işve, tarz, üslûp manalarına gelir. Hadis ilminde ise hadis öğrenmek isteyen kimseye hadis rivayet etmek demektir. Öte yandan dinin farz olan ibadetlerini zamanında yapmak da edâ terimi ile karşılanır. Mesela farz namazın kandi vakti cinde kılınması farzdır. Bu konuda kamil edâ terimi, namazı vaktinde ve cemaatle kılmak; nafiz eda terimi ise namazı vaktinde fakat tek başına kılmak demektir. Peygamber Efendimiz ashaptan birisinin:
“Hak yanında en çok kabul gören iş nedir?" sorusuna;
"Namazı vaktinde kılmak, sonra ana babaya iyilik etmek, sonra da Hak yolunda cihad etmektir" şeklinde cevap buyurmuşlardır.
Edeb:
Sözlükte, "terbiye" demektir. Diğer bir ifade ile, "güzel ahlâk, kavlen ve fiilen insanlara iyi ve güzel muamele etmek" gibi anlamlara gelir. 202
Edille:
Arapça delil kelimesinin çoğulu (deliller) olan edille, bir şey hakmda olumlu-olumsuz bir karar, bir hüküm vermeye yarayan şeylerdir. Hüccet kelimesiyle eş anlamlıdır. Kelam ilminde, duyu organları tarafından algılanamayan konular hakkında hüküm vermeye götüren şeyler anlamında kullanılır ve bu konuda edille-i asliyye, edille-i erbaa, edille-i şer'iyye gibi tamlamalarla ifade edilen dört ana delil kaynağı vardır. Bunlar: Kitap (Kur'an), Sünnet (Peygamber Efendimiz'in sözleri, fiilleri, hareket tarzı, tutum ve tavırları, başkalarında görüp onayladığı davranışlar), İcma-ı ümmet (İslam alimlerinin bir konu üzerindeki görüş birliği, bkz. İcma maddesi), Kıyas-ı fukaha (İslam hukukçularının içtihatları, kıyasları)dır.
Ef’al-i Mükellefin:
Âkil ve baliğ olmuş, İslâm dininin hükümlerine uymakla görevli bulunan erkek ve kadın müslümanın bilmesi gereken hususlardır. Bunlar;
1- Farz: Cenab-ı Hak'kın yapılmasını istediği, yapılmamasını (terk edilmesini) yasakladığı işlerdir. Farzlar, her yönden kesin bir delile dayanır.
"namaz kılınız, oruç tutunuz, zekat veriniz" gibi emirler her yönden kesinlik ifade eder. Farzın yerine getirilmesinde sevap özürsüz olarak terkedilmesinde ise günah ve bunun bir sonucu olarak da ilahi azap vardır. İnkar eden kafir olur.
Farz; farz-ı ayn vefarz-ı kifaye olmak üzere ikiyeaynlır.
a- Farz-ı ayn: Her müslüman mükellefin kesin olarak yerine getirmesi gereken ibadetlerdir. Farz-ı ayn hükmüne giren ibadetleri müslümanlardan bazılarının yerine getirmemesi, diğerlerinin getirmesi halinde o ibadet, yerine getirmeyenlerin üzerinden sakıt olmaz ve yerine getirmeyenler sorumluluktan kurtulamazlar. Her müslümanın bizzat yerine getirmeleri gereken ibadetlerdir. Beş vakit namaz kılmak, cuma namazı kılmak, ramazan ayında oruç tutmak...gibi.
b- Farz-ı kifaye: Müslüman topluluğundan bir kısmının yerine getirmesiyle, diğerlerinin üzerinden sakıt olan ibadetlerdir. Cenaze namazı kılmak gibi. Cenaze namazını bir grup müslümanın kılması ile diğerleri sorumluluktan kurtulmuş olur. Hiçbirinin kılmaması halinde ise, o toplulukta bulunan bütün müslümanlar sorumlu olurlar.
2- Vacip: Farz kadar açık ve kesin delile dayanmayan, ancak farz gibi yerine getirilmesi gerekenilahi emirlerdir. Vacibin hükmü amel yönünden farz gibidir. Vacib, itikad bakımından farzın hükmü gibi değildir. Vacibin vücubunu inkar eden bir kimse dinden çıkmaz. Abdest alırken başa mesh etmek farzdır. Çünkü kesin delile dayanmaktadır. Vacip olan ibadetleri yerine getirenler sevap kazanır, terkedenler ise günah işlemiş olurlar. Vitir ve bayram namazları kılmak, kurban kesmek ve yakın akrabalardan muhtaç olanlara bakmak vaciptir.
3- Sünnet: Farz ve vacip olmayan ancak sevgili peygamberimiz (s.a.s) in ibadet maksadıyla her zaman yerine getirip pek az terk ettikleri şeylerdir. Bu şeklide olan sünnetlere, sünnet-i müekkede denir. Sabah namazının sünneti, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri, yatsı namazının son sünneti, cuma namazının farzından önce ve sonra kılman sünnetler, teravih namazı, ezan ve kamet, cemaatle namaz... gibi. Sünnet olan ibadetleri yerine getirmenin sevabı, farz ve vacip olan ibadetlerin sevabı kadar değildir. Farz ve vacip ibadetlerin sevabından azdır. Sünnet olan ibadetleri yerine getirenler, sevap kazandıkları gibi kıyamet gününde inşaallah Allah Resûlünün şefaatine nail olurlar. Terk edenler ise, itaba ve Resûlullah'ın tekdirine uğrarlar.
4- Müstehab: Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)in bazen yerine getirdikleri, bazen de terk ettikleri; yapılması istenen, yapılmaması yasak olmayan şeylerdir. Müstehab olan işlere; nafile, âdab, tatavvu ve mendup da denilebilir. Nafile niyetle kılınan namazlar, nafile olarak tutulan oruçlar, sadaka vermek... gibi. Müstehab, müekked olmayan sünnetlerdir. Müstehab olan ibadetleri yerine getirenler sevap kazanırlar. Yerine getirmeyenler ise itaba veya tekdire düçar olmazlar.
5- Mubah: Yapılması istenen, yapılmaması yasak edilmeyen şeylerdir. Yemek, içmek, uyumak, oturmak, kalkmak... gibi. Mubah olanişleri yapmakta sevap, terketmekte ise günah sözkonusu değildir. İnsan istediği zaman yer, istediği zaman içer, istediği zaman koşar... Evet bütün bunları dilediği gibi yapan insan, bu davranışlarda bulunurken sağlığını tehlikeye atmamahdır. İnancıına ve salih amellerine gölge düşürmemelidir.
6- Haram: Cenab-ı Hak'kın yapılmasını kesin emirle yasak ettiği işlerdir. Bir diğer ifade ile haram; kesin bir delil ile yapılmaması istenen, yapılması yasak olan işlerdir. Mesela adam öldürmek, hırsızlık yapmak, fesat çıkarmak, ana ve babaya karşı gelmek, yalan söylemek, yalan şahitlik yapmak, zina etmek, içki içmek, kumar oynamak... gibi. Bunların yapılması kesin bir delille yasaklanmış, yapılmaması istenmiştir.
7- Mekruh: Yapılmaması zanni delile dayanan işlerdir. Bir diğer ifade ile, yapılması hoş olmayan ve yapılmaması daha iyi olan işlerdir. Mekruh; tenzihen mekruh ve tahrimen mekruh olmak üzere iki kısma ayrılır.
a- Tenzihen (helâle yakın olan) mekruh: Yapılması yasak edilmemiştir. Sünnet ve müstehabları yapmamak gibi. Tenzihen mekruh olan işleri yapmamak, sünnet ve müstehabdir. Sağ elle sümkürmek veya burnu temizlemek tenzihen mekruhtur.
b- Tahrimen (harama yakın olan) mekruh: Yapılması yasak olan işlerdir. Her ne kadar yapılması yasak ise de yasaklanması kesin bir delile dayanmamaktadır. Vacip olan bir işi yapmamak tahrimen mekruhtur.
8- Müfsid: Başlanmış olan biribadeti bozan şeye verilen isimdir. Müfsid, genellikle namaz ve oruç ibadetleri için kullanılır. Namaz esnasında lakırdı etmek; oruçlu olduğunu bildiği halde yemek ve içmek, abdestli olduğu halde bir yerinden kan akmak... gibi. Bu haller namazı ve orucu bozar. Müfsidi bilerek yapanlar, azaba duçar olurlar. Bilmeden veya yanılarak yapanlar için ceza yoktur. Namaz ve oruç gibi ibadetlerin de müfsid olan bir işi yapanların, o ibadeti yeniden yerine getirmeleri gerekir. Müfsid, yapılan bir ibadeti bozduğu için o ibadet yeniden yapılır. Namazı ve orucu bozan şeylerin hepsi müfsid hükmündedir.
Âkil ve baliğ olan her müslümanın bütün bunları bilmesi ve ibadetlerini bu bilgiler çerçevesinde yerine getirmesi gerekir.
Dostları ilə paylaş: |