Ebû Yusuf: 189
Ebû-Zer:
Büyük sahabilerden birisi olan Ebu Zerr, Benî Gıfar kabilesindendir. Doğum tarihi bilinmeyen bu büyük insanın, daha Resûlullah İslam'ı tebliğe başlamadan üç yıl önce, kendi kendine Allah yolunu bularak haniflerden olduğu anlatılmaktadır. Özellikle cesareti ve atılganlığı ile tanınmış olan Ebu Zerr, daha İslam ortaya çıkmadan önce, kabilesine putlara tapmamalarını, her şeyi bir tek olan Allah'ın yaratmış olduğunu söylüyordu. Kendi ifadesine göre bu dönem içinde kendisine has bir takım hareketlerle Allah'a ibadet etmiştir.
Nitekim Mekke'den dönen kendi kabilesine mensup bir kişi, Mekke'de ortaya çıkan bir kişinin peygamberliğini ilan ettiğini, insanlara bir olan Allah'a tapmayı emrettiğini söyleyince Ebu Zerr hemen Mekke'ye gitmiştir. Mekke'de bir süre bekletildikten sonra Hz. Ali tarafından Peygamber Efendimiz'e götürüldü. Orada müslümanlığı kabul etti ve o günden sonra büyük bir aşkla ve bütün kuvvetiyle bu yeni dini yaymaya çalıştı. Bedir, Uhud, Hendek ve Tebük gazvelerinde bulunmuş, Mekke'nin fethine katılmıştır. Ebu Zerr'e, inzivayı seven, mütevazı yapısından dolayı, Hz. Peygamber, Mesihü'l-İslam lakabını takmıştı. Hz. Ebu Bekir'in vefatından sonra Şam'a gidip yerleşti. Fakat Hz. Osman'ın hilafeti sırasında, Şam valisi olan Muaviye'yi debdebeli bir şekilde yaşadığı için eleştirince, halifeye şikâyet edilerek Şam'da fitne çıkardığı söylendi. Bunun üzerine Hz. Osman onu Medine'ye çağırdı. Halifeye, "benim dünya malına ihtiyacım yoktur" diye haber gönderen Ebu Zerr, Hicaz'a geldi ve Mekke yakınlarındaki Rebeze denilen bir yere yerleşti. Bilindiği gibi bu dönem İslam ülkesinin merkezinde fitnenin iyice arttığı bir dönemdi. Hz. Osman'ın aleyhine harekete geçen fitneciler, bütün çabalarına rağmen Ebu Zerr'i bu işe bulaştıra-madılar. Hz. Osman ve Hz. Muaviye'ye muhalif olarak tanınmasına rağmen, onlara karşı herhangi bir isyan hareketinde bulunmadı. Rebeze'de ömrünün son günlerini maddi sıkıntılar içinde geçirdi. Nihâyet hicri 31 (miladi 651 veya 652)'de burada vefat etti ve buraya defnedildi.
Ebvâ:
Peygamberimiz (s.a.s) Efendimizin annesinin kabrinin bulunduğu yerin adıdır Mekke-i Mükerreme yolu üzerinde, Medine'ye 23 mil mesafede bulunan bir köydür. Köyün üzerinde bulunan dik ve kuru dağa da bu isim verilmiştir.
Ebvâ Gazası:
Peygamberimiz, 2. hicret yılı Safer ayında muhacirlerden 60 kişi ile birilkte, sevgili annesinin medfun bulunduğu Ebvâ'ya doğru yol aldı.
Peygamberimiz bu ilk gazasında Kureyş müşrikleri ile karşılaşmak ve Damre b. Berk oğullan kabilesiyle de bir anlaşma yapmak istiyordu.
Medine'den ayrılırken yerine Ensardan Sa'd b. Ubâde'yi bırakmıştı. Bu gazvede sancağı Hz. Hamza taşıyordu. Kureyş müşrikleri ile karşılaşmadıkları içinbirçatışmaolmadı.
Peygamberimiz Ebvâ'da onbeş gün kadar kaldıktan sonra Damre oğulları kabilesi ile yazılı bir anlaşma yaparak geri döndü.
Anlaşma metni;
Bismillahirrahmanirrahim;
Bu, Muhamed Resûlullah tarafından Damre oğullarına verilen yazıdır:
Onların malları ve canları emniyettedir. Allah'ın dinine karşı, çarpışmadıkça onlar, peygamberden yardım görecekler, deniz, bir kıl parçasını ıslatabilecek suya malik olduğu müddetçe buna riâyet olunacaktır. Peygamber de onları yardıma davet ettiği zaman, onlar, icabet edeceklerdir.
Bu, onlara Allah'ın ve Resûlü'nün bir ahit ve emânıdır."
Ecel:
Her canlının Allah tarafından takdir edilmiş olan ölüm vakti" demektir. Ecel; ecel-i kaza (veya ecel-i mübrem), ecel-i mev'ud, ecel-i muallak ve ecel-i müsemmâ olmak üzere dört kısma ay rılır.
a) Ecel-i kaza (veya ecel-i mübrem): Elinden kurtulmak mümkün olmayan, kaçınılmaz olan eceldir.
b) Ecel-i Mev'ud: Mukadder olan, şüphesiz gelecek olan ölümdür.
c) Ecel-i Muallak: Levh-i mahfuzda mukadder olarak yazılı, bazı şartlarla mukayyed olan ecel. Buna ecel-i müsemmâ da denilir.
d) Ecel-i Müsemmâ: Belirli bir zamana Allah'ın takdir etmiş olduğu ölüm demektir.
Kur'an-ı Kerim'de geçen ecel ile ilgili âyet-i kerimeler mealen şöyledir:
"(Şu da var ki) Allah'ın izni olmadıkça hiç kimsenin ölmesi mümkün değildir. Ölüm belli bir süreye bağlanmıştır. Her kim dünya sevabı isterse, ona istediğinden veririz. Her kim de ahiret sevabı isterse, ona da onu veririz. Şükredenleri mükafatlandırırız.”190
"Sizi çamurdan yaratan, sonra da bir ecel takdir eden O'dur. O'nun yanında bir de belirli bir ecel vardır ve siz, yine de şüphe ediyorsunuz.”191
“Geceleyin size ölüm (gibi uyku) veren O'dur; belli bir sürenin geçirilmesi için sizi yeniden dirilttiği gündüzün ne (işler) yaptığınızı bilir; yine dönüşünüz O'na olacak ve O size (dünyada) ne yapmış olduğunuzu haber verecektir. Kulları üstünde mutlak galib O'dur. Size Hafaza (melekleri) gönderir; nitekim birinin ölüm (vakti) geldiği zaman, elçilerimiz hiçbir kusur işlemeden onu öldürür. Sonra bunlar, hak ve adaletle hüküm veren yegâne sahipleri Allah'a dondürülürler. O, hesap görenlerin en süratlisidir." 192
“Her milletin bir eceli vardır; buna göre, ecelleri geldiği zaman, ne bir saat geri kalırlar, ne de öne geçerler.193
(Ey Muhammedi Onlara) de ki:
"Allah dilemedikçe ben kendime ne bir zarar verebilirim ve ne de herhangi bir fayda. Her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat gecikirler; ne de öne geçerler.”194
“Biz bu günü, ancak (kendi ilimi-mizde) malum olan bir süreye kadar erteleriz.”195
“Hiçbir ümmet, ne ecelin önüne geçer, ne değeri kalır.”196
“Eğer Alİah, insanları haksızlıkları yüzünden cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat O, onları belli bîr süreye kadar tehir eder. Ecelleri geldiği zaman da, ne bir saat geride kalırlar, ne de bir saat öne geçerler.”197
Eğer Rabbin tarafından verilmiş bir söz ve belirli bir süre olmasaydı, (onlar üzerinde azâb) hemen lazım gelirdi.”198
“Eğer Allah, insanları işledikleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmaz di. Fakat onları belirli bir süreye kadar tehir eder. Süreleri gelince de, mükellefleri, işledikle riyle cezalandırır. Şüphesiz Allah, kullarını hakkıyla görendir." 199
“Allah, eceli gelenlerin ruhlarını ölümleri ânında, eceli henüz gelmeyenlerin de uykularında alır. Haklarında ölüme hükmettiklerini tutar, diğerlerini ise, belli bir süreye kadar salıverir. Bunda, düşünebilen kimseler için, muhakkak ibretler vardır.”200
“Milletler, kendilerine ancak ilim geldikten sonra aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düşmüşledir. Eğer belirli bir süreye kadar Rabbin tarafından verilmiş bir söz olmasaydı, şüphesiz aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba varis kılınanlar da, ondan mutlak bir şüphe ve tereddüt içindedirler. Zira Allah, eceli gelince hiçbir canı asla ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”201
Dostları ilə paylaş: |