Ehl-i Tarîk:
Bir tarîkate mensup (bağlı) olan" demektir. Bu terim, dervişler için de kullanılır. 211
Ehl-i Tertîb:
Üzerinde kaza namazı bulunmayan veya en fazla beş vakit namazı kazaya kalmış olan kimse" demektir. Böyle bir kimsenin, kaza namazları arasında ve kaza namazları ile vakit namazları arasındaki tertibe uyması lazımdır. Sahibi tertib de böyle bir kişinin, bir farz namazını veya İmam-ı A'zam'a göre vacip olan vitir namazım) özürsüz yere veya (kadınlar için) hayız ve nifas gibi namazı düşürecek bir mâhiyette olmayan bir özre dayanarak vaktinde kılmamış olsa, bu namazı ilk vakit namazından önce kaza etmesi gerekir. Çünkü, gerek kazaya kalan namazların arasında gerek bunlar ile vakit namazlarının arasındaki tertibe uymak şarttır. Meselâ, tertîb sahibi olan bir kimse, herhangi bir sebepten dolayı, bugünün bir vakit namazını kaçırsa, bu namazı, bir sonraki vakit namazından önce kazaya kalan namazını kılıp, sonra bir sonraki vakit namazını iade etmesi gerekir. Yalnız bir sonraki vakit namazı, öncekinin kazaya kaldığı unutularak kılınırsa sahîh olur. Üzerinde altı vakitten az namaz borcu olan kimse bunların kazasında da sırayı takip etmelidir. Vitir namazından başka üzerinde altı vakit namaz borcu kalan kimse tertîb sâhibf olmaktan çıkar. Böyle bir kimse artık kazaya kalan namazını kılmadan, diğer namazlarını kılabilir.
Ehven-i Şer:
Şer, hayrın zıddıdır, kötü, zararlı demektir. Ehven ise daha hafif daha az manasına gelir. Ehven-i şer ise, iki veya daha çok kötü arasında daha az zararlı olan, daha az kötü olan demektir. Bu kavram daha çok hukukta kurallara bir parça esneklik kazandırılarak adil bir sistemin kurulması amacıyla kullanılmıştır. Terim, genel bir kural olarak Mecelle'de şöyle geçer:
"İki serden (kötüden), daha hafif olanı (ehven-i şerreyn) seçilir." Burada kastedilen şey, kötü olan, caiz olmayan bir şeyin seçilmesi değil; yapılacak başka birşeyin kalmadığı bir durumda daha az zararı olan, daha hafif olan kötünün seçilmesidir.
Eimme:
Arapça bir kelimedir, "imam" kelimesinin çoğuludur. İmam; "Namazda kendisine uyulan kimse, Halife, Bir mezhep kuran kişi" gibi anlamlara gelir.
Eimme-i Erbaa:
Dört imam" demektir. Dört büyük mezhebin kurucusu ye fıkıh âlimi olan İmam-ı Ebû Hanîfe, İmam-ı Şâfıi, îmam-i Mâlik ve İmam-ı Ahmet b. Henbel için kullanılan bir terimdir.
Eimme-i Selâse:
Fıkıh dilinde kullanılan bir terimdir. Bu terim ile üç İmam kastedilir. Ebu Hanîfe ile onun talebeleri ve fıkıh âlimi olan Ebu Yusuf ve İmam-î Muhammed'dir.
Elfaz-ı Küfür:
Küfür lafızları, küfür sözcükleri, insanı küfre düşüren sözler, kelimeler. Küfre düşüren sözler üç kısımda ele alınmıştır. Buna göre
1) Dînin dayanaklarından birini veya birkaçını alaya almak, dalga geçmek küfre götürebilir. Mesela, Yüce Allah'ın zatı, sıfatları, fiilleri, isimleri, emirleri gibi konularda, peygamberlik kurumu ve peygamberler hakkında şaka yollu bile olsa alay etmek kişiyi küfre götürür.
2) İnanılması zorunlu olan din ilkelerini küçümsemek de insanı dinden çıkarır. Mesela Cebrailin Hz. Ali'ye vahiy getirmekle görevli olduğu halde, yanılarak Hz. Muham-med'e getirdiğini söylemek, Cebrail'i, dolayısıyla da melekleri küçümsemek anlamına gelir ki, söyleyen kişiyi küfre götürür.
3) Bir İslami kuralı açıkça inkar etmek veya dinin kutsal kabul ettiği şeylere küfretmek de dinden çıkmaya sebep olur. Ehl-i sünnet imamlarının ve alimlerin ittifakla belirttiklerine göre, diğer peygamberlere ve Hz. Muhammed'e küfretmek kişiyi dinden çıkarır ve öldürülmesi için gerekli bir suç işlemiş olur. Bunlardan başka, başta Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer olmak üzere ashab-t kiramı tekfir etmek, onlarla alay etmek de küfre götürür. Ancak bütün bunlar kişinin bilerek ve isteyerek söylemesine bağlıdır. Zorla, ölüm tehdidi altında söylenen bu tür sözlerin dinden çıkarmayacağı da belirtilmiştir. Bunun dışında gevezelik olsun diye söylenen bu tür sözler yukarıda belirttiğimiz büyük tehlikeyi beraberinde getirir.
El-ıyazü Billah:
Allah korusun, Allah'a sığınının (veya sığınırız) anlamında kullanılan arapça bir kavramdır. Çeşitli âyetlerde ve hadis-i şeriflerde insanın herhangi bir fitne anında, sıkıntı zamanında, sinirlenip nefsine hakim olamadığı durumlarda ve bunlara benzer hallerde Allah'a sığınması gerektiği açıklanmıştır.
Elyesa:
Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçen İsrailoğullarına gönderilmiş peygamberlerden biri. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İsmail'i, Elyasa'yı, Zülkifl'i de an. Hepsi de seçkin kimselerdendir." 212 "İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut'u da hidâyete erdirdik. Hepsini de alemlerden üstün kıldık." 213
El-Yevmü'l-Âhir:
Dünya hayatı son bulduktan sonra canlıların yeniden dirilmesi ile başlayan zamanın adıdır. 214
Eman:
Güvenlik, korkusuzluk, yardım İsteme ve aman dileme" gibi anlamlara gelir. Terim olarak, "İslâm'da emniyet altında olduklarına dâir düşmana verilen söz demektir. Eman; İslâm devleti tarafından verilebildiği gibi herhangi bir müslüman tarafından da verilebilir. Süreli deolabilir, süresizde.
Emanât-ı Mukaddese:
Arapça bir terimdir. Sözlük anlamı, "Mukaddes emanetler" demektir. Terim olarak, "Müslümanların çok sevdiği ve saygı duyduğu kişilerden kalan eşyalar" demektir. Bunların toplanıp saklanması Peygamberimiz zamanında başlamıştır. En yaygını, Peygamberimiz sakalını kestikçe ashab tarafından mukaddes kabul edilip toplanan kıllarından meydana gelen sakal-ı şeriftir. Onun vefatından sonra ona ait hatıralar gerek dört halife, gerek ashab-ı kiram tarafından saklanmıştır. Mühr-i şerifleri ile hırkaları da bunlardandır.
Emeviler ve onlardan sonra gelen Abbasiler de, başta peygamberimiz olmak üzere, dört halife ve ashabdan kalan hatıraların toplatılmasına itina göstermişlerdir. Daha sonra diğer peygamberlerin hatıraları da bunların arasına katılmıştır. Osmanlı padişahları kutsal emanetleri bir araya getirip saklamak konusunda büyük hassasiyet göstermişlerdir.
Mukaddes Emanetler, 1517 yılında Osmanlıların eline geçmiştir. Yavuz Sultan Selim, Kahire'ye girdiği zaman el-Mu'tasım billah tarafından Bağdat'tan Hülagu'nun elinden kaçırılan eşyalara el koyduğu gibi, Mekke'deki kutsal emanetleri de İstanbul'a getirmişti. Suriye, Filistin ve İran'dan derlenip İstanbul'a getirilen emanetlerle beraber hepsini önce iç hazineye koymuş, daha sonra da özel odaya almışlardır. Nihâyet burada Hırka-i saadet dairesi kurulmuştur.
Mukaddes Emanetlerin başında Hırka-i Şerif (Hırka-i Saadet) gelir. Peygamberin Uhud savaşında kırılan dişinden bir parça (Dendân-ı Saadet), kutsal ayaklarının iz (Nakş-ı Kadem-i Saadet), Bayrağı (Sancak-ı Şerif), Mührü, kılıcının kabzası, ok ve yayı, gusül suyunun muhafaza edildiği şişenin bir parçası ve Mısır kralı Mukavkis'ın gönderdiği mektup (Name-i Saadet) gelir.
Hz.Musa'nın asası, Hz. Nuh'un tenceresi. Hz. İbrahim'in kazanı, Hz. Yusuf-un gömleği ve Hz. Davud'un kılıcı da mukaddes emanetler arasındadır.
Kabe'nin altın olduğu (Mizab-ı Saadet), Hacer-i Esved'in muhafazası. Bab-ı Tevbenin bir kanadı, Kabe'nin anahtar ve kilitleri ile Makam-ı İbrahim'in gümüş kapağı Osmanlı Padişahları tarafından zaman zaman yapılan onarımlarının bir sonucu olarak İstanbul'a getirilmişlerdir.
Ayrıca kutsal emanetler arasında Hz. Osman, Hz. Ali ve diğer İslâm büyüklerinin Mushaflar, oklar, kılıçlar, hırkalar, sarıklar ve bayrakları vardır.
1924 yılına kadar mukaddes Emanetler, Osmanlıların elinde idi. Halifelik kaldırılınca Suudi Arabistan krallığı, mukaddes şemanetlerin kendilerine iade edilmesini istemişler. Ancak bu istekleri kesinlikle reddedilmiş ve 3 Nisan 1924 tarihinde müze olan topkapı sarayında muhafaza edilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |