Ce ilk düzenli Rus donanması oluşturulmuştur



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə10/25
tarix17.11.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#83006
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   25

Kahire eskiden beri İslâm dünyasının önemli kültür merkezlerinden biri olma­sı sebebiyle buraya çeşitli İslâm ülkele­rinden ilim ve sanat öğrenmek üzere ge­len binlerce genç, bu hat medreselerin­den de istifade ederek memleketlerine

dönmüşler, kendi ülkelerinde klasik Türk hat üslûbunun yayılmasını sağlamışlar­dır. Bunda Aziz Efendi'nin Kahire'deki on bir yıllık hocalığının önemli bir rolü olduğu aşikârdır. Aziz Efendi sanat ça­lışmalarından arta kalan vaktini mevle-vîhânede irşad halkasına girenleri ma­nen yetiştirmekle geçirmiştir.

Aziz Efendi, Kahire'nin havası sağlığı­na pek İyi gelmediği için Nisan 1933'te Mısır hükümetinden emekliliğini isteye­rek İstanbul'a döndü. 16 Ağustos 1934'-te vefat etti ve Edirnekapı Mezarlığı'na defnedildi.

Hayatı boyunca büyük bir gayretle ça­lışmış olan Aziz Efendi Kahire ve İstan­bul'da pek çok talebe yetiştirmiştir. Ka­hire'de icazet verdiği talebeleri arasın­da Tâhir ei-Kürdî, Muhammed Ali Mek-kâvf, Muhammed Efendi eş-Şehhât, Mu­hammed Ahmed Abdü'1-âl, Rızk Mûsâ, Abdülkâdir Efendi, Abdürrâzık Salim ve Abdurrahman Hafız Arap âleminin ön­de gelen hattatlarıdır. İstanbul'da icazet verdiği talebeleri İçinde de Mahmut Bed­rettin Yazır ve Ömer Vasff Türk hat sa­natında önemli yeri olan kişilerdir.

Aziz Efendi hat sahasında çok güzel eserler bırakmıştır. Bunlar arasında on iki Mushaf-ı şerif onun en önemli eser­lerindendir. O tarihte bu mushaflardan biri Afganistan emîrinde, biri de Hidiv Abbas Hilmi Paşa'nın validesinde idi. Me­lik I. Fuad için yazdığı Kur'ân-ı Kerîm 1952'de Nasır ihtilâlinden sonra kaybol­muştur. İki Mushaf-ı şerif İstanbul'da damadı E. Hakkı Ayverdi'nin kurduğu Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonunda bulun­makta, diğerlerinin ise nerede olduğu bi­linmemektedir. "Hutût-ı mütenevvia" ile yazdığı yedi büyük hilye* de hat sana­tındaki kudretini gösteren önemli eser­leridir. Bu hilyelerden biri yine aynı vak­fın hat koleksiyonunda, biri İstanbul'da Ümmü Kenan Dergâhı'nda, biri de Emin Barın hat koleksiyonunda bulunmakta­dır. Hayatının en olgun dönemine rastla­yan Kahire'deki hocalığının, bugün Arap âleminde hat sanatının, klasik yazı form­larının bozulmadan günümüze ulaşma­sında ve ilerlemesinde önemli ölçüde rol oynadığı kabul edilmektedir. Yirmiyi aş­kın sülüs-nesih ve ta'lik meşk* albümü ile ta'lik hatla yazdığı Kaşîdetü'l~bür3e ve sülüs-nesih el-Kaşîdetü'n-nûniyye Kahire'de yayımlanmıştır (1343/1924). Ayrıca Bursa Ulucamii'nde iki, İstanbul'da Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'nde 116 parça levhası ile özellikle Ekrem Hakkı

Ayverdi koleksiyonunda çeşitli yazı ör­nekleri ve levhaları bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

Aziz Efendi Dosyası, Süleymanîye Ktp., Sü­heyl ünver, nr. 37; Aziz Efendi Evrakı, Kubbe­altı Kültür ve Sanat Vakfı, Ekrem Hakkı Ayverdi Koleksiyonu; Sicil Defteri, İstanbul Müftülüğü, Şer'iyye Sicilleri Arşivi, nr. 39, s. 50; Hattat Aziz Efendi Dosyası, Divan Edebiyatı Müzesi, Rev-nakoğlu Arşivi, nr. B 41; Yazma Eserler Defte­ri, İstanbul Türk-İslâm Eserleri Müzesi, nr. 10; Defteru Sicilli'!-fününi'l-cemîle, Kahire Dârü'l-Kütübİ'l-kavmİyye, nr. 807, 814; İlmiyye Sal­namesi, s. 147; Tâhir el-Kürdî. Tarihu'ihatti'i-cArabt, Riyad 1939, s. 431; Beyânî, Hoşnüuî-sân, IV, 1184; Habîbullah Fezâilî, Atlâs-ı Hat, İsfahan 1362, s. 341-342; Naci Zeynüddin. Mu­savver hattü'l-^Arabî, Bağdad 1963, s. 161, 165, 167; fbnülemin. Şort Hattatlar, s. 68-72; Sâmiha Ayverdi, ibrahim Efendi Konağı, İstan­bul 1973, s. 127-133; Hasan al-Masud. Callig-raphie Arabe Vivante, Paris 1981, s. 88; Yahya Sellûm el-Abbâsî, Hattü'l-'Arabt, Bağdad 1984, s. 143; A. Schimmel, Calligraphy and Istamic Cu.ltu.re, New York 1984, s. 48; Muhittin Serin, Hattat Aziz Efendi, İstanbul 1988; "İnâyetü ce-lâleti'l-melik bil-hatti'1-cemü", en-Nîlii'l-mu-şaüoer, sy. 227, Kahire 1342/1923, s. 16; Mu­hammed Bey Kemâl, "Me'âsirü'l-mülûk mü-lûkü'l-me'âşir", a.e., sy. 228 [1342/1923), s. 10-11; Mecelietü Medreseti tahsîni'i-hutûti'l-meiikiyye, i, Kahire 1362/1943, s. 22; "Aziz Efendi", İsLA, III, 1707. r—ı

Iffl Muhittin Serin

AZİZ İSTANBUL

Yahya Kemal Beyath'nın

1913-1954 yıllan arasında

İstanbul üzerine kaleme aldığı

araştırma, konferans, makale ve

sohbet türündeki yazılarını

bir araya getiren eser.

Eserde sırasıyla şu yazılar yer almak­tadır: Türk İstanbul, İstanbul Fethinin En Esaslı Eseri, Bir Bir Çalan Saatler, Hi-sar'dan Şehitliğe, Çamlar Altında Musa­habe, Gezinti, Topkapı Sarayı'nda, Ezan ve Kur'an, Ezansız Semtler. Bir Rüyada Gördüğümüz Eyüb, Gezinti Tahassüsle­ri, Yeni Bir Ufuk, Sayfiyede Payitaht, Kör Kazma, Tahassüsler, Hazin Musahabe, Saatler ve Manzaralar, İstanbul'un İmârı.

Bu yazıların hemen hepsinde Yahya Ke­mal, "Türklüğün ve İslam'ın hem en gü­zel, hem de en büyük merhalesi" şeklin­de yorumladığı fetih hadisesini çıkış nok­tası yaparak İstanbul'un o günden bu yana idrak ettiği gelişmeyi ve Türkler nazarındaki yerini anlatır. Aziz İstanbul, Ortaçağ'dan artakalan ve bir harabe şek­linde Türklüğün eline geçen bu şehrin, Yahya Kemal'e göre fetihten sonra, im­paratorluğun her köşesinde Türk'ün ze-

337


kasının yarattığı edebiyattan hat sana­tına, süslemeden doğramacılığa, el sa­natlarından mûsikiye, ev ve oda mima­risinden külliye mimarisine kadar her türlü sanat dalının mükemmeli aradığı ve bulduğu bir belde halini alışını dile getirmektedir. Yahya Kemal'e göre İs­tanbul, bütün Türk tarihinin, Türk coğ­rafyasının bir terkibi, hulâsası ve tecel­li yeri olmuştur. Yahya Kemal bu şehrin Türk İstanbul haline gelişini, bazan mi­mari eserleri tek tek ele alarak, bazan da Türk semtlerinin doğup gelişmesini ve taşıdıkları mânayı anlatarak dile ge­tirir. Ona göre Türk milletinin tarihî de­virler içinde meydana getirdiği üstün ve zengin medeniyetin bir cephesini teşkil eden millî mimari, millî zevkin tezahürü ve vatan topraklan üzerindeki millî var­lığın da açık bir delilidir. İstanbul'da ku­rulan mimari eserler arasında camiler önemü bir yer tutar. Yahya Kemal fe­tihten hemen sonra inşa edilen Eyüp Sultan Camii ile başlayan bu mimari ha­reketi, her devrin özellikleri hakkında bilgi vererek XVIII. yüzyılın sonlarına ka­dar getirir.

Yahya Kemal, İstanbul'da Türkler ta­rafından kurulan semtlere de özellikle dikkat eder. Bunların başında Boğaziçi, Eyüp, Üsküdar ve Koca muşta fa paşa ge­lir. İstanbul'un bu güzel semtlerini ku­ran Türklüğün Şark medeniyeti ölçüleri içinde hareket ettiğini, eserlerini bu me­deniyetin mânevf havası ile ahlâk ve mu­aşeret kaidelerine, hayat şartlarına gö­re meydana getirdiğini söyler.

338

Aziz İstanbul'da yer alan yazıların önemli bir kısmı Millî Mücadele sırasın­da kaleme alınmıştır. Yahya Kemal bu yazılarla bir yandan beş asırda İstanbul'­da meydana gelen medeniyet terkibini aydınlığa çıkarmak suretiyle bu şehrin her zerresi ile Türk olduğunu bütün dün­yaya göstermeye çalışmış, bir yandan da Anadolu'da çarpışan Millî Mücadele kah­ramanlarına hangi değerler uğruna mü­cadele ettiklerini anlatmak istemiştir.



Bir tanıtma yazısı ile birlikte Nihad Sa­mi Banarlı tarafından baskıya hazırlanan eserde Yahya Kemal'in İstanbul üzerine söylediği beş şiir, İstanbul'un tarihî ve millî karakterini gösteren yirmi üç gra­vür ve fotoğraf, eserde yer alan yazılar­dan bazılarının el yazısı örnekleri de bu­lunmaktadır. İlk olarak 1964'te Yahya Kemal Enstitüsü tarafından yayımlanan Aziz İstanbul, ayrıca Millî Eğitim Bakan­lığı 1000 Temel Eser serisinde de basıl­mıştır (İstanbul 1969).

BİBLİYOGRAFYA:

Nihad Sami Banarlı, Yahya Kemal'in Hâtıra­ları, İstanbul 1960; a.mlf., RTET, II, 1187; Ne­cat Birinci, "Yahya Kemal'de Millî Mimarî", Doğumunun İ00. Yılında Yahya Kemal Beyal-k, İstanbul 1984, s. 33-43; Ekrem Hakkı Ayver-di, "Yahya Kemal'de Şehir ve Mimarî", Yahya Kemal Enstitüsü. Mecmuası, sy. 2, İstanbul 1968, s. 1-7; Ömer Faruk Akün, "Osmanlı Tarihi Karşısında Yahya Kemal'in Şiiri", KAM, V/2 (1976), s. 13-34. rn

1*1 Necat Birinci

AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ

(ö. 1038/1628)

Celvetiyye tarikatının kurucusu, mutasavvıf, şair.

L J


948'de (1541) Şereflikoçhisar'da doğ­du. Çocukluğunu geçirdiği Sivrihisar'da ilk tahsiline başladı. Daha sonra İstan­bul'a giderek Küçükayasofya Medrese-si'ne girdi. Medrese tahsilini tamamla­dıktan sonra hocası Nâzırzâde Ramazan Efendi'nin muîcTi oldu. Talebelik ve mu-îdlik yıllarında bir yandan da Halvetiyye tarikatına mensup Küçükayasofya Camii Şeyhi Nûreddinzâde Muslihuddin Efen­di'nin sohbetlerine devam etti. Hocası Nâzırzâde Edirne Selimiye Medresesi'ne müderris, Mısır ve Şam'a kadı tayin edil­diği yıllarda Hüdâyryi yanından ayırma­dı. Hüdâyî Mısır'da hocasıyla beraber bu­lunduğu sıralarda Halvetiyye tarikatının Demirtaşiyye kolundan Kerîmüddin el-Halvetî'den "usûl-i esma" terbiyesi gör­dü. 1573'te Mısır'dan dönüşünde Bursa Ferhâdiye Medresesi'ne müderris ve Câ-

mi-i Atîk Mahkemesi'ne nâib tayin edil­di. Hocası Nâzırzâde ise Bursa meulevi-yet*ine getirildi. Bursa'ya gelişinin üçün­cü yılında hocası vefat etti. Talebelik ve muîdlik yıllarından beri tasavvuf çevre­siyle yakın teması bulunan Hüdâyî, ho­casının ölümünün üzerinde bıraktığı de­rin tesir sebebiyle resmî görevlerinden ayrılarak daha önce vaaz ve sohbetleri­ne katıldığı Muhyiddin Üftâde'ye intisap etti. Üç yıl gibi kısa bir zamanda seyr*ü sülûkünü tamamladı. Şeyh Üftâde ken­disini memleketi Sivrihisar'a halife ta­yin etti. Burada ancak altı ay kadar ka­labilen Hüdâyî, şeyhi Üftâde'yi ziyaret etmek için tekrar Bursa'ya döndü. Fa­kat bu arada şeyhi vefat edince Rume­li'ye gitti. Trakya,ve Balkanlar'da bir sü­re kaldıktan sonra İstanbul'a geldi. Şey­hülislâm Hoca Şâdeddin Efendi'nin de­laletiyle tayin edildiği Küçükayasofya Ca­mii Tekkesi'nde sekiz yıl şeyhlik maka­mında bulundu. Bir yandan da Fâtih Ca-mii'nde vaizlik yaptı, tefsir ve hadis okut­tu. Daha sonra Üsküdar'da Hüdâyî Der-gâhı'nın bulunduğu yeri 1589 yılında sa­tın aldı. Dergâhın inşaatıyla daha yakın­dan ilgilenmek için ikametgâhını Rum Mehmed Paşa Camii civarına nakletti. 1S95'te dergâhın inşaatı tamamlandı. 1599 yılında Fâtih Camii vaizliğini bıra­karak Üsküdar Mihrimah Sultan (İskele) Camii'nde perşembe günleri vaaz ver­meye başladı. Sultan Ahmed Camii'nin açılışında (1616) ilk hutbeyi Aziz Mahmud Hüdâyî okudu ve her ayın ilk pazartesi günü burada vaaz etmeyi kabul etti. Üs-

küdar'da bulunduğu yıllarda Bulgurlu'da da bir çilehâne ile bir hamam yaptırdı. Çilehânenin bulunduğu yerdeki Bulgur­lu köyü, Ilısuluk tarlaları ve Gaziler te­pesinin bir kısmı I. Ahmed tarafından fermân-ı hümâyunla Aziz Mahmud Hü-dâyî adına tescil edildi.

Kanûnî'nin, kızı Mihrimah Sultan'dan torunu Ayşe Sultan (Ö. 1598) ile de ev­lendiği rivayet edilen Aziz Mahmud Hü-dâyf Safer 1038'de (Ekim 1628) vefat et­ti. Altısı kız olmak üzere on bir çocuğu oldu ve nesli, kızları Ümmügülsüm (ö. 1641), Zeyneb (ö. 1642) ve Fatma Zehra (ö. 1675) vasıtasıyla devam etti.

HüdâyT, halktan sultanlara kadar uza­nan geniş bir tesir halkası meydana ge­tirdi. Devrin padişahlarıyla yakın ilgi kur­mayı başardı. !ll. Murad, I. Ahmed ve II. Osman gibi padişahlara mektuplar yaz­dı, öğütler verdi. IV. Murad'a saltanat kı­lıcını kuşattı. Ferhad Paşa ile Tebriz Se-feri'ne katıldı. Zaman zaman padişahla­rın davetlisi olarak saraya gitti ve on­larla sohbetlerde bulundu. Evliya Çele­bi, "yedi padişahın Hüdâyî'nin elini öp­tüğünü, 170.000 müride irâdet (el) ver­diğini" belirtir. Aziz Mahmud Hüdâyfnin dergâhı her zümreden insanlarla dolup taştı. Devlet ricalinden Sadrazam Kay­serili Halil Paşa, Dilâver Paşa, ilmiyeden Hoca Sâdeddin Efendi, Sun'ullah Efen­di, Şeyhülislâm Hocazâde Esad Efendi, Okçuzâde Mehmed Şâhî Efendi, Sarı Ab­dullah Efendi, Nev'îzâde Atâî, meşhur süfî Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi ve benzerleri onun dergâhının müntesip ve­ya müdavimleri arasındaydı. Vefat etti­ğinde altmışa yakın halifesi bulunduğu rivayet edilen Aziz Mahmud Hüdâyf, ha­lifeleri ve yazdığı otuz kadar eseriyle Anadolu ve Balkanlardaki dinî-tasavvu-ff hayat üzerinde derin tesirler icra et­miş ve bu şekilde şöhreti günümüze ka­dar ulaşmıştır. Tekkesi, İstanbul'un en önemli tasavvuf ve kültür merkezi ola­rak hizmet görmüş, bu dergâhtan pek

çok iüm ve fikir adamı, şeyh ve musiki­şinas yetişmiştir.

Hüdâyf Dergâhı'na bağlı müelliflerin en meşhuru, şüphesiz, Rûhu'l-beyân sahi­bi Bursalı İsmail Hakkı'dır. Eserlerinde sık sık HüdâyT'den nakiller yapan Bursa­lı İsmail Hakkı, onu Gazneli Sultan Mah­mud ile mukayese ederek sevgisini şöy­le dile getirir: "Ey gürûh-ı Muhammedi" biliniz / Geldi bu âleme iki Mahmud / Biri Mahmûd-i Gaznevî meşhur / Biri Mahmûd-ı ma'nevî ma'hûd".

Gerek devrinde gerekse daha sonra yazılan tarih ve bibliyografya kitapların­da "kutbü'l-aktâb, sâhib-i zaman, mür-şid-i kâmil" gibi unvanlarla anılması ölü­münden sonra da şöhretinin devam etti­ğini gösterir. Dilden dile nakledilen men­kıbe ve kerametleri halkın gönlünde taht kurmasını sağlamış, ziyaretçileri her de­virde artarak devam etmiştir. Daha sağ­lığında hayatını tehlikede gören pek çok devlet adamının onun tekkesine sığına­rak hayatını kurtardığı bilinmektedir. Vefatından sonra ise bıraktığı çok zen­gin vakfiyesi sayesinde tekkesi, imaret ve külliyesi halkın sığınak ve barınağı olmuştur. Özellikle mensupları, sevenle­ri ve türbesini ziyaret edenler hakkın­da, "Denizde boğulmasınlar, âhir ömür­lerinde fakirlik görmesinler ve imanları­nı kurtarmadikça gitmesinler" şeklinde­ki duası, türbesini İstanbul'da Eyüp Sul­tan, Sünbül Efendi ve Yahya Efendi'den sonra ziyaretçisi en çok olan türbeler arasına sokmuştur. 1266 (1850) yangı­nında yanan Hüdâyî Külliyesi'nin devrin padişahı Abdülmecid tarafından yeniden inşa ettirilmiş olması, bu sevgi bağının saray çevresinde devam etmekte oldu­ğunu gösterir.

Eserlerinin İstanbul kütüphanelerin­de birçok nüshasının bulunması onların halk tarafından ne kadar sevilip benim­sendiğini gösterir. Celvetiyye tarikatı ve diğer tarikat mensuplarınca eserlerinin büyük bir kısmına şerh ve haşiyeler ya­pılmış, bazıları da Türkçe'ye çevrilmiş-

nesi'ndedir (nr. 1853/3]. Eser H. Kâmil Yılmaz tarafından İlim Amel ve Seyr ü Sülük adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir (İs­tanbul 1988). 3. MiMhu'ş-şalât ve mir-kâtü'n-necât Namazın fazilet ve hikmet­lerini anlatan risalede Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve Şehâbeddin Sühreverdî gibi bü­yük mutasavvıfların fikirlerine de yer ve­rilmiştir. 1010 (1601) tarihli en eski yaz­ma nüshası Murad Molla Kütüphanesi'n-dedir (nr. j314/4). Bu risale de H. Kâ­mil Yılmaz tarafından tercüme edilerek İlim Amel ve Seyr ü Sülük adlı eserin sonunda yayımlanmıştır. 4. Hulâşatü'l-ahbâr îî ahvâli'n-nebiyyi'l-muhtar. Hü-dâyî'nin hilkat, varlık ve hakîkat-i Mu-hammediyye gibi tasavvuff konulan iş­lediği yaklaşık altmış varaklık bir eseri­dir. En eski yazma nüshası 1037 (1627) tarihli olup Hacı Selim Ağa Kütüphane-si'ndedir (Hüdâyî, nr. 258). S. Habbetü'l-mahabbe. Allah, Peygamber ve Ehl-İ beyt sevgisini anlatan küçük bir risaledir. Ah-med Remzi Akyürek tarafından Mahbû-bü'1-ahibbe adıyla tercüme edilen bu ri­saleyi Rasim Deniz yeni harflerle yayım­lamıştır [Habbetü'l-Mahabbe Tercümesi Mahbabü'l-ahibbe, Kayseri 1982). 6. Keş-fü'l-kmâc can vechi's-semâ*. Semain meşruiyetini müdafaa için yazılmış olan bu risalenin 1016 (1607) tarihli nüshası Köprülü Kütüphanesi'ndedir (nr. 1583/ 7). EserH. Kâmil Yılmaz tarafından ter­cüme edilerek neşredilmiştir ("Hüdâyî'• nin Semâ Risalesi", MÜİFD, IV |1986|, s. 273-284], Bunlardan başka Hayâtü'I-er-vâh ve necâtü'l-eşbâh, el-Fethu'l-ilâ­hî, Tecelliyât, et-Tarfkatü'I-Muham-mediyye, Fethu'1-bâb ve reî'u'l-hicâb, el-Mecâlisü'l'Vaczıyye adiı Arapça eser­leri vardır. Şeyhi Üftâde'nin sohbetle­rinde tuttuğu notlardan meydana ge­len Vâki cât adlı eser de genellikle Hü-dâyî'ye nisbet edilmiştir. Yazmaları ge­nellikle üç cilt halinde tertip edilmiş olan eserin, üzerinde HüdâyFnin hattı oldu­ğuna dair bir kayıt bulunan nüshası Ha­cı Selim Ağa Kütüphanesi'ndedir (Hüdâ­yî, nr. 250).

Hüdâyî'nin belli başlı Türkçe eserleri de şunlardır: 1. Divan. Dîvân-ı İlâhiy-yât olarak da bilinen eserde Hüdâyrnin 255 kadar ilahisinden başka rubâîve kı­talar da vardır. Divan Kemaleddin Şeno-cak ve Ziver Tezeren tarafından ayrı ayrı yayımlanmıştır (İstanbul 1970, 1986). 2. Necâtü'l-garîk fi'1-cem'i ve't-teirîk. Ta­savvuf terimlerinden olan cem' ve farkın manzum olarak anlatıldığı bir risaledir. 3. Tarîkatnâme. Ceivetiyye tarikatı âdâ-

340


bini anlatan bir risaledir. Bu üç eser Nuri adlı bir kişi tarafından Küllîyyât-ı Haz-ret-i Hüdâyî adıyla yayımlanmıştır (İstan­bul 1287). Bu neşrin sonunda Hüdâyî'nin kısa bir hal tercümesiyle tarikat silsilesi­ne de yer verilmiştir. Aynı eserleri, Hü­dâyî Âsitânesi'nin son postnişinlerinden Mehmed Gülsen Efendi (ö, 1925), başına daha geniş bir hal tercümesi ve Hüdâyr­nin Arapça et-Tarîkatü'1-Muhammediy-ye adlı eserini de ilâve ederek yeniden neşretmiştir (İstanbul 1338). 4. Mektu­ba t Hüdâyî'nin II). Murad'a ve diğer pa­dişahlarla bazı devlet erkânına gönder­diği mektuplardır. Çoğu III. Murad'a ya­zılan 152'si Türkçe, yirmi İki kadarı da Arapça mektuptan oluşan bir nüsha SÜ-leymaniye Kütüphanesi'ndedir (Fâtih, nr. 2572], s. Nesâih ve Mevâiz. Hüdâyî'nin vaaz ve nasihatlarını ihtiva eden eser 237 varak olup kırk üç bölümden olu­şur. Bilinen tek yazma nüshası Hacı Se­lim Ağa Kütüphanesi'ndedir (Hüdâyî, nr. 266). 6. Mi'râciyye. Mi'rac hadisesini âyet ve hadislerin ışığı altında anlatan bir ri­sale olup bir nüshası Hacı Selim Ağa Kü­tüphanesi'ndedir (Hüdâyî, nr. 262],

BİBLİYOGRAFYA:

Aziz Mahmud Hüdâyî. MektâbSt, Süleymani-ye Ktp., Fâtih, nr. 2572; a.mlf., Vâkı'ât, Üskü­dar Selimağa Ktp., Hüdâyî, nr. 250; a.mlf., Tecet-liy&t, Üsküdar Selimağa Ktp., Hüdâyî, nr. 593/ 3; Kü.ütytjât-1 Hazret-i Hüdâyî (nşr. Mehmed Gülsen), İstanbul 1338; AtSÎ, leyli Şekâik, II, 760-762; Cemâleddin Hulvî, Lemezâi-İ Huluiy-ye, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr, 4536, vr. 187a; Kâtib Celebi, Fezleke, II, 113; San Abdullah Efendi, Semerâlü'l-fu&d, İstanbul 1288, s. 145; Evliya Çelebi, Seyahatname, I, 479; Muhibbi, Hulâşatü'l-eşer, IV, 327-329; İs­mail Hakkı Bursevî, Silsiie-İ Tartk-i Celuetî, İs­tanbul 1291, tür.yer.; a.mlf., Ferahur-rûh, Bu­lak 1252, II, 65; Harîrîzâde, Tibyân, I, vr. 227a-245"; Hüseyin Vassâf. Sefîne, II, vr. 372a-382a; H. Kâmil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyî ue Cel-ueüyye Tarikatı, İstanbul 1982; Ziver Tezeren, Seyyid Aziz Mahmûd Hüdâyî, İstanbul 1984.

Iffl Hasan Kâmil Yılmaz

AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ KÜLLİYESİ

İstanbul Üsküdar'da

banisi Aziz Mahraud Hüdâyî'nin

adıyla anılan külliye.

Doğancılar'da Ahmet Çelebi Mahalle-si'nde, bugün Hüdâî Mahmud, Aziz Mah­mud ve Aziz Efendi Mektebi sokakları­nın kuşattığı bir arsa üzerinde 997-1003 (1589-1595) yılları arasında kurulmuş­tur. Aziz Mahmud Hüdâyî'nin tekke ve türbesi etrafında teşekkül eden bu kül-

liye, âsitâne* ve pîr evi sıfatları ile, Cei­vetiyye tarikatının merkezini teşkil et­miş olan büyük ve önemli bir tekkedir. Nitekim Osmanlı kaynaklarında Hazret-i Hüdâyf Asitânesi, Hüdâyî Mahmud Efen­di Âsitânesi, Pîşvây-ı Tarikat-1 Aliyye-i Ceivetiyye, Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi Hankahı, Hankâh-ı Cefvetî, Hazret-i Hü­dâyî Aziz Mahmud Efendi Dergâhı ve Hü­dâyî Aziz Mahmud Efendi Tekkesi gibi adlarla anılmaktadır.

Külliyenin çekirdeğini oluşturan tek­kenin banisi Aziz Mahmud Hüdâyî tek­kenin arsasını 1589'da satın almış ve aynı yıl inşaatı başlatmıştır. Muhteme­len mensupları ve muhiblerinin de kat­kıları ile 1003'te (1595) tamamlanan ilk tekke aynı zamanda tevhidhâne olarak kullanılmıştır. Burası 1007'de (1598-99) bizzat banisi tarafından minber ilâve­siyle camiye çevrilmiştir. Külliye bu tev­hidhâne ile bunun etrafında yer alan der­viş hücreleri, aşhane-imaret niteliğinde büyük bir mutfak, taamhâne, biri ken­disine, dördü de kızlarına tahsis edilmiş toplam beş meşrutahâne ve cümle ka­pısı ile yanındaki iki çeşmeden meyda­na gelmekteydi. Bu yapılara, baninin ha­yatının sonlarına doğru inşa edilen tür­besini de ilâve etmek gerekir.

Hüdâyî Külliyesi'nin kuruluşundan XIX. yüzyıl ortalarına kadar çeşitli tamirler geçirdiği, zaman zaman bazı eklerle bü­yütüldüğü ve kalabalık bir derviş züm­resini besleyebilecek güçte maddî kay­naklarla bunları barındırabilecek ölçüde mekânlara sahip olduğu anlaşılmakta­dır. Ancak 1850'de Üsküdar Çarşısı'nda çıkan ve külliyenin bulunduğu yamaca doğru yayılan bir yangın sonucunda Hü­dâyî Türbesi dışında kalan binalar orta­dan kalktığından türbe kısa bir müddet tevhidhâne olarak kullanılmıştır. 1272'-de (1855-56) Sultan Abdülmecid tarafın­dan türbe de dahil olmak üzere külliye yeni baştan inşa ettirilmiştir. Külliyenin bu ikinci inşasında geniş mimari prog­ramı ve yerleşim düzeni hemen hemen aynen korunmuş, ancak cami-tevhidhâ-neye hünkâr mahfili ile arsanın güney kesimine bir sibyan mektebi ilâve edil­miştir. Yine bu dönemde Sultan II. Ab-dülhamid'in yakın adamlarından Lutfi Bey 1317'de (1899-1900) cami-tevhidhâ-nenin karşısına, içinde bir kısmını kendi­sine ve aile fertlerine türbe olarak tah­sis ettiği müstakil bir kütüphane binası yaptırmıştır. Bundan bir yıl sonra külli­ye, masrafları hazîne-i hâssadan karşı­lanmak suretiyle tamir ettirilmiş ve ha-

len ayakta olan harem bölümü (şeyh dai­resi) inşa edilmiştir. 1910 yılında yıldırım isabetiyle yıkılan minare türbenin önü­ne, türbedarlara mahsus bölümün üze­rine devrilerek burayı tahrip ettiğinden minare yeniden inşa edilmiş, ayrıca Mısır Hidivİ İsmail Paşa'nın kızlarından Pren­ses Fatma Hanım tarafından 1912 yılın­da türbenin şimdiki camekânlı giriş bö­lümü yaptırılmıştır. Bu haliyle, kapatıl­dığı 1925 tarihine kadar gelen külliye­nin cami-tevhidhânesi bu tarihten son­ra sadece cami olarak hizmete devam etmiş, meşrutahâneler ise cami görevli­leri ve vakıfların kiracılarına mesken ol­muştur. Mutfak, hazîre. çeşmeler, tür­be ve cümle kapısı gibi unsurlar günü­müze aynen gelemedikleri gibi, derviş hücreleri ve selâmlık gibi kullanımlarını kaybeden bazı bölümler de tarihe ka­rışmıştır. Başta cami olmak üzere ayak­ta kalan binaları 197S'te Vakıflar Genel Müdürlüğü tamir ettirmiştir. Son yıllar­da kurulan Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfı tarafından külliyenin bakımı hususunda büyük gayret sarf edilmekte, ayrıca ta­lebelere ve muhtaçlara dağıtılmak üze­re her gün aşhanesinde yemek pişiril­mektedir.

Hüdâyî Külliyesi, Osmanlı devri İstan-bulu'nun en parlak tasavvuf kültürü mer­kezlerinden birisi idi. Özellikle banisinin müstesna şahsiyeti bu müesseseyi hü­kümdarlar, hanedan ve saray mensup­ları, devlet büyükleri, ulemâ, sanat ve mûsiki erbabı dahil olmak üzere her sı­nıftan insanın ve diğer tarikatlara men­sup pek çok kişinin feyiz aldıkları bir ir­fan ocağı haline getirmiş ve bu gelenek tekkenin postuna daha sonra oturmuş diğer şeyhlerce de sürdürülmüştür.

Aziz Mahmud Hüdâyî Küliiyesi'nin ilk yapıldığı devirdeki özellikleri hakkında kesin bilgiler vermek mümkün değildir. Yine de ikinci inşasında yerleşim düzeni pek fazla değiştirilmemiş olduğundan

cami - tevhidhânenin aynı yerde bulun­duğu, ancak daha küçük Ölçülerde ya­pıldığı anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, ar­sadaki dağılımı ve mimariyi aydınlatıcı açık bilgiler vermemekte, ancak 300 ka­dar dervişin müstakil hücrelerde barın­dığını söylemekle yetinmektedir. XVIII. yüzyıldaki durumunu kısmen gösterme­si bakımından Hafız Hüseyin Ayvansarâ-yFnin verdiği şu bilgi ise kayda değer: "... Câmi-i şerifin avlusunda şadırvanı ve etrafında fevkani ve tahtanı mahfilleri vardır. Ve zaviye kapısında müteaddid çeşmeler vardır. Ve zaviye hücerâtı ca­mi etrafındadır. Şeyh dairesi başka olup müstakil meşruta menzilleri dahi var­dır". Külliyenin ikinci inşası sırasında ya­pılar, ası! mimarileri hiç hesaba katıl­maksızın, Aziz Mahmud Hüclâyrnin ya­şadığı devre tamamen yabancı düşen ampir üslûbunda yenilenmiştir. Külliye­nin ilk halinden günümüze intikal ede­bilmiş olan unsurlar, cami-tevhidhâne­nin batısındaki açık türbe ile cümle ka­pısının solundaki iki çeşmeden ibarettir.

Batıdan doğuya doğru oldukça meyilli olan külliye arsası çeşitli istinat duvar­ları ile setlere ayrılmış, binalar bu setler üzerine yerleştirilmiştir. Külliyenin tam ortasından geçen ve arsayı doğu - batı doğrultusunda ikiye bölen basamaklı bir geçit, tekke sakinleri ile cami cemaati­nin yanı sıra çevre halkınca da kullanı-lagelmiş ve Hüdâî Avlusu sokağı adını almıştır. Sokak niteliğindeki bu avlunun doğu ucunda Aziz Mahmud Efendi soka­ğına birleştiği noktada külliyenin cümle kapısı yer almaktadır. Köfeki taşından pilastrlar ile iki yandan kuşatılmış olan dikdörtgen açıklıklı kapının üzerinde, mermerden iki silme arasında, külliye­nin Sultan Abdülmecid tarafından ikinci inşasına ait 1272 (1855-56) tarihli man­zum bir kitabe yer almaktadır. Metni Süleyman Senih Efendi'ye ait olan ve ta'lik hatla yazılmış bulunan kitabe iki


Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin