Tasavvufta, "sâlîkin Hakk'a ermesine (vüsüi) engel olan bağlan koparıp atması, ilmi hale hâkim kılması, iradeyi ken-
dişinden bilme illetinden kurtulması" gibi anlamlarda kullanılan azim, müridin hak yola girmesinin başlangıcıyla ilgilidir. Herevfye göre Hakk'ın yolunu tutan bir sâlikin bu yolda ayak bağı olan her şeyi söküp atmasına, ne kadar zor ve acı olursa olsun bu yolda kendisine yardımcı olan ve rehberlik eden her şeyle uyum halinde olmasına azim denir. Azim bütün maddî-mânevT, bedenî-ruhî kuvvetleri toplayıp hedefe yöneltmektir.
BİBLİYOGRAFYA:
Lisânil'l-cArab, "cazm" md.; Tehânevî, Keşşaf, ııCazm" md.; Wensinck, Mu'cem, "cazm" md.; Kuşeyrî, er-Risâle, Kahire 1966, s. 726; Gazzâlî. İhya', III, 41-43; Fahreddin er-Râzî. Ke-lâm'a Giriş [el-Muhassalj (trc. Hüseyin Atay), Ankara 1978, s. 195; Baklî. Meşrebul-erüâh, s. 143, 208; İbn Kayyım el-Cevziyye, Medâri-cü's-sâlikîn, Kahire 1403/1983, I, 138; II, 374; Cürcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, !i, 89, 119-120; İb-nü'l-Hümâm, el-Müsâyere, Kahire 1317, s. 109-113, 133; Bsyâzîzâde. İşârâtü'l-merâm, s. 259.
AZİM
Mustafa Çağrıcı "1
Allah'ın isimlerinden
(esmâ-i hüsnâ*)
biri.
Azîm "büyük olmak" mânasındaki izam kökünden sıfat olup "azametli, büyük" .demektir. Kur'ân-ı Kerîm'de altı yerde (el-Bakara 2/255, eş-Şürâ 42/4, el-Vâkıa 56/74, 96, el-Hâkka 69/33, 52) Allah'ın sıfatı, birçok âyette de diğer varlıkların ve hadiselerin sıfatı olarak kullanılmış, ayrıca "azâbün azîm", "ecrun azîm" gibi ibareler içinde maddî olmayan kavramları nitelemiştir.
Allah'ın isimlerinden olan azîm, "emirlerine hiçbir şekilde karşı gelmek mümkün olmayan ve âciz bırakılamayan, zâtının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılama-yacak kadar ulu varlık" mânasını ifade eder. Mutlak anlamda sadece Allah'a ad olabilir. Toplumun işlerini idare eden insanlara yalnız mecazi anlamda azîm adı verilir. Çünkü hiçbir zaman âciz bırakı-lamayan kâdir-i mutlak ve gerçek mânada azîm sadece Allah'tır. Azîm, aslında kütle ve hacmi veya manevî özellikleri ifade etmek üzere cisimler için de kullanılır ve bu mânada Allah'a nisbet edilmesi mümkün değildir. Çünkü burada iki nesne arasında bazı kavramlarda ortaklık ve karşılaştırma esası vardır. Halbuki Allah Teâlâ ile diğer varlık-
lar arasında herhangi bir noktada iştirak ve dolayısıyla mukayese söz konusu değildir. Nitekim Allah'ın azîm sıfatıyla tavsif edildiği altı âyetin beşinde bu kelime, tenzih ifade eden "teşbih" veya "ulüv" kavramlarıyla birlikte kullanılmıştır. Bu da Allah'ın gerek zâtı gerekse sıfatları itibariyle insan idrakinin fevkinde olduğunu ifade eder.
Azîm çeşitli hadislerde de Allah'a nisbet edilmiştir. Hz. Peygamber'in emrine uyularak namazların rükû teşbihinde "Sübhâne rabbiye'l-azîm" denilir.
BİBLİYOGRAFYA:
Lisânü'l-'Arab, "cazm" md.; İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, "razm" md.; M. F. Abdülbâkî, Mu'cem, "cazîm" md.; Buhârî, "Da'avât", 27; Müslim, "Zikr", 83, "Şalât", 207; Ebû Dâvûd, "Şalât", 147, 148; Halîmî, el-Minhâc, I, 195; Beyhaki, el-Esmâ* ue'ş-şıfât, Kahire 1358, s. 33; Gazzâlî, et-Makşadü'i-esnâ, s. 73-74; Fahreddin er-Râzî, Leuâmi'u'i-beyyinât, s. 25] -253.
L%l Suat Yıldırım AZİMÂBADÎ
Ebü't-Tayyib
Muhammed Şemsü'1-Hak b. Emîr
Alî ed-Diyânüvî el-Azîmâbâdî
(1857-1911)
Hindistanlı hadis ve fıkıh âlimi.
L J
Zilkade 1273'te (Temmuz 1857) Azîmâ-bâd'da (Patna) doğdu. İlk tahsilini burada yaptı. 1875'te Leknev'e giderek bir yıl Fazlullah b. Ni'metullah el-Leknevî'-nin derslerine devam etti. Ardından Mu-radâbâd'a geçti. 1878'e kadar Beşîrüd-din el-Osmânî el-Kannûcrden ders okudu. Daha sonra Delhi'ye giderek devrinin en büyük hadis âlimlerinden Nezîr Hüseyin ed-Dİhlevî'nin derslerini takip ederek ondan hadis rivayet etti. Bir ara memleketine döndü ve 1302'ye (1884-85) kadar orada kaldı. Ardından tekrar Delhi'ye gidip yine Şeyh Nezîr Hüseyin'den Kur'an, tefsir ve hadis okudu. Bu arada Hüseyin b. Muhsin es-Sub'î el-Ensârî'-nin derslerine de devam ederek ondan da hadis rivayetinde bulundu. Delhi'deki tahsilini tamamladıktan sonra memleketine dönen Azîmâbâdî bir taraftan hadis öğretimiyle, diğer taraftan kitap telifi ve özellikle hadis kitaplarını toplayıp kendi imkânlarıyla neşretmekle meşgul oldu. 1894'te hacca gitti ve orada ileri gelen ilim adamlarıyla tanıştı. 19 Rebîülevvel 1329'da (20 Mart 1911) vebadan öldü.
Eserleri. Özellikle hadis sahasındaki çalışmaları ve şerhleriyle dikkati çeken Azî-mâbâdî'nin başlıca eserleri şunlardır: ı. Gâyetü'l-makşûd fî halli Süneni Ebî Dâvûd. Ebû Davud'un es-Sünen'inin şerhidir. Çok hacimli olarak tasarlanan bu eser tamamlanamamıştır. Nezîr Hüseyin eserin otuz iki cilt olduğunu söylemektedir {ÜDMİ, XI, 780). Yalnız 1. cildi yayımlanabilen eserin mukaddimesinde Ebû Dâvûd ve es-Sünen'i hakkında değerli bilgiler vardır (yazma nüshası için bk. Brockelmann, I, 948; Brockelmann eserin adını Ğâyetü'l-makâşıd olarak vermektedir). Z. cAvnü'I-macbûd*. Gayetü'l-makşûd'u çok geniş tutan müellif eseri bitiremeyeceği endişesiyle ihtisar ederek 'Avnü'i-ma'bûcTu kaleme almıştır. Mukaddimede müellif olarak Azîmâbâ-dî'nin kardeşi Muhammed Eşref el-Azîmâbâdî görünmekte ve bu sebeple bazı kaynaklarda sadece onun adı (Serkîs, 11, 1344) veya her ikisi birlikte (Brockelmann, I, 267; Sezgin, 1, 151) zikredilmekte ise de asıl yazar Muhammed Şemsülhak el-Azîmâbâdî'd İr. Nitekim kitabın sonundaki ifadeler ve yazılan takrizler bunu açıkça ortaya koymaktadır (IV, 220, 223, 226, 227, 229, 231). Ayrıca ilk cildi kitabın hazırlanmasında yardımlarını gördüğü kardeşi Muhammed Eşrefin adıyla neşretmeyi arzu ettiği için eseri ona nisbet ettiğini bizzat Şemsülhakk'ın beyanına dayanarak Abdülhay el-Hasenî zikretmektedir (Nüzh.etü'1-haoâtır, VIII, 408). EbÛ Davud'un en meşhur şerhi olan bu eser dört büyük cilt halinde yayımlanmıştır (Delhi 1918-1923). Daha sonra yine Delhi'de çeşitli baskıları yapılan cAvnul-mac-bûd, son olarak Abdurrahman Muhammed Osman'ın tahkikiyle on dört cilt olarak neşredilmiştir (Medine 1388/1968). 3. Taclîku'l-mu.ğnî calâ Süneni'd-Dâre-kutnî. Dârekutnî'nin es-Sünen'inin şerhi olup iki cilt (Delhi 1910) ve Dârekutnî'nin es-Sünen'i ile birlikte dört cilt (Kahire, ts.) halinde yayımlanmıştır.
Azîmâbâdî'nin diğer eserleri de şunlardır: Vlâmü. ehli'I-casr bi-ahkâmi rekca-teyi'1-fecr (Kahire, ts.); "Uküdül-cümân fî cevâzi ta'lîmil-kitabeti li'n-nisvân, el-Mektubu'!-latif; el-Metâlibü'r-refî'a fi'î-mesâ'ili'n-nefîse (bu üç kitap için bk. Kettânî, II, 592-594); el-Akvâlü'ş-şa-hîha fî ahkâmı'n-nüsükiyye; el-Kav-lü'i-muhakkik fî tahkiki ihşâJi'l-be-hâ 'im (bu iki eser için de bk. ÜDMİ, XI, 78i); Ğunyetü'l-elma'î. Bazı hadis ve
329
fıkıh meselelerini soru - cevap tarzında ele alan küçük bir risaledir. Taberânî'nin eI-Muccemü'ş-şağîr'i ile birlikte basılmıştır (Beyrut 1403/1983; II, 153-176). Bunların dışında tamamlanmamış eserleri arasında Tezkiretü'n-nübeJâ* fî te-râcimi'l-'ulemâ* adlı biyografi ile ilgili bir eseriyle Tenkıhu'1-mesâ* il adlı bir fetva kitabı da vardır.
BİBLİYOGRAFYA:
Azîmâbâdî, cAunü7-macöüd(nşr. Abdurrah-marı M. Osman), Medine 1388-89/1968-69, naşirin takdîmi, I, 7, 13, not 1, Hâtimetû't-tab*, XIV, 220-231; Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâ-ris, II, 592-594; Abdülhay el-Hasern, Nûzhetul-hauâhr, VI!1, 179-180, 408; Serkîs, Mu'cem, II, 1344İ Brockelmann. GAL Suppl, I, 267, 275, 948; Sezgin. GAS, I, 151; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'etlifîn, X, 72; Sehârenfûrî, Bezlü'l-mechûd, I, 8; Muhammad lshaq, india's-Contribution to the Study ofHadîth Literatüre, Dacca 1976, s. 185; İsmail L. Çakan, Hadîs Edebiyatı, İstanbul 1985, s. 150-151 ; Nezîr Hüseyin, "Şemsü'l-Hak Diyânüvî", UDMİ, XI, 779-781.
Iffl M. Akif Aydın
AZİMET
İnsanların karşılaştığı
güçlük ve zaruret hali gibi
arızî durumlara bağlı olmaksızın konmuş
şer'î hükümler için kullanılan
fıkıh terimi.
J
Azîmet, "ısrarla istemek, kastetmek, kesin karar vermek" mânalarına gelen azm kökünden türetilmiş bir isimdir. Ha-nefîler azm kökünü, ifade ettiği tekit ve kuvvetten dolayı yemin mânası taşıyan lafızlardan saymışlardır. Azimetin karşıtı ruhsat* tır.
Şer'î hükümlere değişik yönlerden bakmaktan kaynaklanan önemsiz bazı farklılıklar bir yana, fıkıh usulü âlimleri genel olarak azîmeti "arızî hallere bağlı olmaksızın başta konan aslî hükümlere verilen ad" şeklinde tarif ederler. Bu tarife göre azîmet farz, vacip, haram, mekruh, sünnet, nafile ve mubah gibi bütün teklifi hükümleri içine alır. Bu hükümler, kulların karşılaştığı sıkıntı ve zorluklar gibi arızî hallere bağlı olmadan başlangıçta konmuş bulunan ve normal şartlarda herkesin uymakla mükellef tutulduğu aslî hükümlerdir. Buna karşılık, birtakım zaruret ve güçlükler sebebiyle, kullara azîmeti terketme imkânı veren ve yalnız söz konusu arızî durumla sınırlı bulunan hafifletilmiş hükme de ruhsat denir. Meselâ Allah'a imanın farz oluşu bir azimettir; fakat kalben inanması ya-
330
nî gerçek inancını değiştirmemesi şartıyla, ölüm tehdidi karşısında bulunan bir müslümana diliyle Allah'ı inkâr etme kolaylığının tanınmış olması bir ruhsattır. Bunun gibi oruç tutmak normal şartlarda bütün mükelleflere farz olan aslî bir hüküm olması bakımından bir azîmettir. Hasta ve yolculara, karşılaştıkları güçlük sebebiyle oruç tutmama kolaylığının tanınmış olması ise bir ruhsattır. Bu bakımdan azîmet ve ruhsat, teklifî hükümler çerçevesinde mütalaa edilmektedir. Ruhsat bulunan hususlarda insan azîmet veya ruhsata göre amel etmekte serbesttir. Fakat aslî hüküm olması bakımından kişinin azîmetie amel etmesi, meselâ Allah'ı inkâr etmeye zorlanan kimsenin buna direnerek neticede şehid olması veya yolcu ve hastaların güçlüklere rağmen oruç tutmaları daha faziletli bir iştir. Ancak bu son durumda yolcu veya hastanın hayatı tehlikeye girecekse ruhsatla amel etmesi vacip, azîmetie amel etmesi ise haramdır. Açlıktan ölecek duruma gelen kimsenin domuz eti veya ölü hayvan eti yemesi de bunun gibidir. Bu durumda ruhsatın asıl hükmü olan muhayyerlik söz konusu değildir. Azîmeti terkederek ruhsatla amel etmek bir bakıma artık azîmet haline gelmiştir. Buna ruhsat denmesi de gerçek mânada olmayıp mecazîdir.
Bazı fıkıh âlimleri, normal şartların Allah tarafından aslî hükümlerin uygulanması için bir sebep olarak konulduğu noktasından hareketle azîmeti vaz'î hükümlere dahil ederler. Onlara göre ruhsat da Allah'ın bir hükmü hafifletmek için belli bir vasfı sebep olarak koymasından ibaret olup o da vaz'î bir hükümdür. Fıkıh âlimlerinden bir kısmının azîmet ve ruhsatı teklifi hükümlerden, diğerlerinin ise vaz'î hükümlerden saymaları esasla ilgili olmayıp tamamen şer'î hükümlere farklı yönlerden bakmalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim bazı fıkıh âlimleri, karşılığında ruhsat bulunsun veya bulunmasın bütün aslî hükümlere azîmet derken diğer bir bölümü yalnız karşılığında ruhsat bulunan hükümlere bu adı vermektedirler.
BİBLİYOGRAFYA:
Serahsî, el-Uşûl, I, 117; Fahreddin er-Râzî, el-Mahşûl, Riyad 1980, I, 154; Âmidî, et-İhkâm, Kahire 1387/1968, i, 122; Abdülazîz el-Buhâ-rî, Keşfü'l-esrâr, İstanbul 1308, II, 298; Sübkî, Cem*u'l-ceoBmi*, 1, 123; Şâtıbî, el-Muuâfakât, I, 300; Emîr Bâdişâh, Teysîrü't-Tahrtr, Kahire 1350-51/1932. II, 228-229; Halim Sabit Şibay, "Azîmet", İA, II, 151. rrI
İSO Mustafa Baktır
AZÎMÎ
EbÛ Abdillâh Muhammed
b. Alî b. Muhammed el-Azîmî et-Tenûhî
(ö. 556/1160-61 [?])
Selçuklu tarihçisi.
483 (1090-91) yılında Halep'te doğdu. Araplar'ın Tenûh kabilesine mensuptur. Biyografi kitaplarında Azîmrnin hayatı hakkında pek fazla bilgi yoktur. Babası Ebü'l-Hasan Ali'nin "reis" lakabını kullandığına bakılırsa, Suriye'nin herhangi bir şehrinde reislik yapmış olduğu düşünülebilir. Çağdaşı ve yakın arkadaşı İbn Asâkir'in (ö. 571/'-1176] kayıtlarına göre Azîmî, Dımaşk'ta İbn Asâkir'le birlikte Fakih Nasrullah'tan hadis okumuştur. Daha sonra devrin meşhur Şafiî fakihi Abdülkerîmes-Sem'ânîtö. 562/1166) ile de görüşüp tanışmıştır. İbn Asâkir'in Azîmî'den "muallim" olarak bahsetmesine bakılırsa onun bir medresede müderrislik yapmış olduğu söylenebilir. Halep tarihçisi İbnü'l-Adîm de meşhur bir âlim ve şair olduğu için ondan "üstat" diye söz etmektedir. Bütün aile fertleriyle birlikte genellikle Halep'te ikamet ettiği anlaşılan Azîmî, devrin ileri gelen ve bilhassa Haçlılar'a karşı başarılı mücadelelerde bulunan İlgazi, Aksungur el-Por-sukî, Seyfeddin Savar gibi Selçuklu emirleri için methiyeler kaleme almıştır.
Eserleri. 1. Târîhu'l- cAzîmî. Bugün elde mevcut olan yegâne eseridir. Musul Atabegleri Hükümdarı İmâdüddin Zengî adına telif edilmiştir. Eserde Hz. Âdem'den başlanarak ele alınan konular hicretten itibaren kronolojik bir sıra içinde anlatılmaktadır. Azîmî tarihini kaynak olarak kullanan müelliflerin yaptığı nakil ve iktibaslardan, eserin Abbasî Halifesi rvluktefî-Liemrillâh devrinin sonuna (555/ 1 !60) kadar cereyan eden olayları ihtiva ettiği anlaşılmaktadır. Ancak mevcut nüsha muhtasar olup S38 (1143-44) yılı olaylarıyla son bulmaktadır. Eserin geri kalan kısmı muhtemelen kaybolmuş veya müstensihin eline geçmemiştir. Müellif peygamberler tarihinden sonra Hz. Muhammed'in nesebi, hayatı, isim ve sıfatları, lakap ve künyeleri hakkında bilgi vermiş ve bunların ayrı ayrı listelerini kaydetmiştir. Ayrıca vahiy kâtipleri, amcaları, halaları, kızları ve zevcelerine dair bilgi vermiş, mucizelerinden ve ahlâkından bahsetmiştir. Daha sonra Hu-lefâ-yi Râşidîn, Emevîler, Abbasîler, Fâ-tımîler ve Büveyhîler'in tarihleriyle. İs-
panya (Endülüs), Kuzey Afrika, Sicilya ve Anadolu'da vuku bulan Müslüman-Frenk mücadelelerini anlatmıştır. Bunlardan başka eserde Kararı anlılar, Gaznelİler ve kuruluşundan başlayarak Büyük Selçuklu, Kirman, Irak, Anadolu ve Suriye Selçuklu devletleri, Dânişmendliler, Ahlat-şahlar, Artuklular, Bönler ve Zengîler hakkında da bilgiler mevcuttur. Eserde Türk - Haçlı ve Bizans, Bizans - Peçenek ve Bulgar münasebetlerine dair diğer kaynaklarda bulunmayan orijinal kayıt-iar da yer almaktadır. Azîmfnin faydalandığını belirttiği kaynaklar arasında Vâkıdî'nin Kitâbü'l-Meğâzî, İbn Kutey-be'nin el - Mac arif, Maarrî'nin Zâdü'l-müsâfir, Fergânî'nin Şıîatü't-târih, Hilâl es-Sâbrnin Kitâbü't-Tâcî, İbnü'1-Kalâ-nisî'nin Zeylü Târihi Dımaşk, Ebû Bekir Sûirnin Kitâbü'l-Evrak adlı eserleri bulunmaktadır. Azîmrnin eserini kaynak olarak kullanan tarihçiler arasında İbnü'l-Esîr, İbn Hallikân, İbnü'l-Adîm, İbnü'l-Furât, İbn Dokmak ve Bedreddin el-Aynî zikredilebilir. Yegâne yazma nüshası Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde (Merzifon-lu Kara Mustafa Paşa, nr. 398) bulunan bu eserin 45S-538 (1063-1144) yıllarına ait olayları ihtiva eden bölümü ilk defa Claude Cahen tarafından bazı notlarla birlikte neşredilmiştir ("La Chronique Abregee d'Al-Azimî", JA, Juillet-Sep-tembre 1938, s. 354-448). Daha sonra Ali Sevim, 430-538 (1039-1144) yıllarına ait kısımları Türkçe tercümesiyle birlikte yayımlamıştır {Azimt Tarihi, Selçuklularla İlgili Bölümler, Ankara 1988). İhsan Ab-bas ise Târihu'l-'Azîmî'den faydalanan müelliflerin eserlerinden tesbit ettiği bazı yıllara ait olayları ihtiva eden pasajları neşretmiştir (Şezerât miri kütübin mef-küde fi't-târîh, Beyrut 1408/1988, s. 53-76). Z. eî-Muvaşşal *alel-caşli'l-Mevşıl. İbnü'l-Adîm Buğyetü't-taleb adlı eserinde bugün elimizde mevcut olmayan bu eserden oldukça geniş nakillerde bulunmaktadır. Bu kayıtlardan anlaşıldığına göre eî-Muvaşşal Halep'e dair mufassal bir tarih ve biyografi kitabıdır. İbnü'l-Adîm, Azîmrnin bu eserde yanlış ve çelişkili bilgiler verdiğini söyleyerek onu tenkit eder {Buğyetü't-taleb, s. 68-69, 82). eî-Muvaşşal'm Târîhu Haleb ile aynı eser olması da muhtemeldir. 3. Târîhu Haleb. Kâtib Çelebi Azîmî'nin bu eserinin ismini zikretmekle beraber hakkında bilgi vermez. 4. Kitâbü'ş-Semere. Zamanımıza intikal etmeyen bu eser hakkında da bilgi bulunamamıştır. Fakat tarihe dair bir eser olduğunda şüphe yok-
tur. Azîmî'nin bunlar dışında Sîretü'1-Fe-renc ve Tezyif eaîâ Târihi'1-Kalânisî adlı eserleri olduğu da kaynaklarda belirtilmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Azimî Tarihi (Selçuklular Dönemiyle ilgili Bölümler: h.430-538) (trc, ve nşr. Ali Sevim), Ankara 1988, mütercimin girişi IX-XX1X; İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, TSMK, nr. 2887-A, XI, vr. 491"; İbnü'l-Adîm, Buğyetü't-taleb, s. 29-33, 49, 68-69, 82; Safedî. el-Vâft IV, 131; Keş-fü'z-zunûn, I, 298; Cl. Cahen, La Surie du riord a l'epoque des Croisades, Paris 1940, s. 42-43; a.mlf., "al-cAzîmî", El2 (İng.i, I, 823; Mük-rimin Halil [Yınanç], "On İkinci Asır Tarihçileri ve Muhammed b. Ali el-Azîmî", //. Türk Tarih Kongresi Zabıtları (1937), İstanbul 1943, s. 673-690; Brockelmann, GAL Suppi, I, 586; Ziriklî, el-A^lâm, VII, 165; Kehhâle. Mu'cemü'l-mü'eliifîn, XI, 42-43; Sami Danan, "The Ori-gin and Development of the Local Histories of Syria", Hîstorians of the Middle East (ed. B. Lewis - P. M. Holt), London 1962, s. 111 ; Ali Sevim, Selçuklular Tarihi, s. 145; a.mlf., "Azimî'nin el-Muvassal Adlı Kayıp Eserindeki Selçuklularla İlgili Kayıtlar", TTK Belleten, XLVII/187 (1983), s. 843-868; İhsan Ab-bas, Şezerât min kütübin mefküde fi't-târîh, Beyrut 1408/1988, s. 51-76; Abbas el-Azzâvî, "Mü'errih Halebî ev el-cAzîınî ve târîhuh", MMİADm., XVlll/5-6 (1943), s. 199-209.
İMİ Ali
|
Sevim
|
AZİRİYYE
|
~l
|
(bk. NECEDAT).
|
J
|
AZÎZ
|
"1
|
Allah'ın isimlerinden (esmâ-İ hüsnâ") biri.
|
|
L J
Azîz, "dengi ve benzeri bulunmayacak derecede değerli ve şerefli olmak, güçlü ve yenilmez olmak; güç, şiddet, üstünlük" mânalarına gelen izz veya izzet kökünden sıfat olup "değerli, şerefli, güçlü ve daima üstün gelen" demektir.
Azîz "dengi ve benzeri bulunmayan" manasıyla tenzîhî,"güçlü ve daima galip olan" manasıyla da zâtı sıfatlar grubuna girer. Nadiren "izzet ve kuvvet veren" (el-muiz) anlamında da kullanılır ki bu durumda fiilî sıfatlardan sayılır. "Zayıf ve güçsüz" mânasındaki zelilin karşıtı olan azîz, Allah'ın kudret ve kuvvetinin kadîm olduğunu ve yaratıklardaki gibi değişikliğe uğramadığını da ifade eder.
Azîz ile birlikte izzet de birçok âyet ve hadiste Allah Teâlâ'ya nisbet edilmiştir. Doksan kadar âyette geçen azîz daima esmâ-i hüsnâdan hakîm, kavî, muktedir, rahîm. gafur gibi başka bir isimle beraber kullanılmıştır. Azîz İle bu isimler arasında birbirini teyit etme ve dengeleme münasebeti vardır. Azîz ismi alfm, hamîd ve rahîm isimleriyle birlikte laf-za-i celâl yerine doğrudan zât-ı ilâhiy-yenin adı olarak da kullanılmıştır (bk. el-En'âm 6/96; İbrahim 14/1; eş-Şuarâ 26/ 217). Bu husus ulûhiyyetin başlıca özelliklerinden birinin izzet olduğunu gösterir.
BİBLİYOGRAFYA:
İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, "ciz" md.; Lİsânü'l-cArab, "'iz" md.; Tâcü't-*arûs, "ciz" md.; M. F. Abdülbâkl, el-Mu'cem, "cazîz" md.; Müsned, II, 72; Buhârî, "Eymân", 12; Müslim, "Zikr", 33; Halîmî. el-Minhâc, !, 195; Beyhakf, el-Esmâ* ue'ş-şıfât, Kahire 1358, s. 33-34; Gazzâlî. el-Makşadü'l-esnâ, Kahire 1328, s. 47-48; Fah-reddin er-Râzî, Leuâmi'u'l-beyyinât, s. 194-196; Suat Yıldırım, Kur'ân'da ülûhiyyet, İstanbul 1987, s. 149-151. r—ı
\m Suat Yıldırım
AZIZ
Senedinin râui sayısı, başından sonuna kadar
her tabakada en az İki olan hadisler için
kullanılan terim.
J
Azîzi. "her tabakada daha az veya daha çok olmamak üzere râvi sayısı iki olan hadis" yahut "bir hocadan iki ya da üç kişinin rivayet ettiği hadis" şeklinde tarif edenler de vardır. Bu tür hadislere azîz adının verilmesi, ya bu çeşidin nâdir olmasından veya kelimenin lügat mânalarının birinde "sonradan kuvvet ve değer kazanmak" mefhumunun da bulunması sebebiyle hadîsin bir senedinin diğeriyle kuvvet kazanmış olmasından dolayıdır. Hadisin sahih olması için azîz olması gerektiğini söyleyenler varsa da böyle bir şart âlimlerin çoğunluğu tarafından gerekli görülmemiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
İbnü's-Salâh. 'ülûmü'l-hadîş, s. 243; Süyû-tî, Tedi-îbü'r-râuT, II, 181; Sehâvî, Fethu'i-mu-ğîş, Kahire 1388/1968, III, 31; Ali el-Kârf. Muş-talahâtü ehli'l-eşer, İstanbul 1327, s. 32, 36, 47; Nûreddİn ltr, el-imâmü't-Tirmizî, Kahire 1390/1970, s. 129; Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 55,
\âİ Abdullah Aydınlı 331
AZÎZ
Dinî görevlerini yerine getiren,
nefsini terbiye edip dinî hayatta
her türlü fedakârlığa katlanan ve
çeşitli kerametler gösterdiğine inanılan
kimselere kilise tarafından
verilen unvan.
L J
"Güçlü, değerli ve şerefli" anlamındaki izz veya izzet kökünden sıfat olan azîz, Türkçe'de Batı dillerindeki saint kelimesinin karşılığı olarak "Allah nezdinde değerli, Allah dostu" mânasında kullanılmıştır. Arapça karşılığı kıddîstir. Batı dillerinde aslı Latince sanctus olan saint kelimesi, İbrânîce'de ise qâdoş kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelimenin "ayırmak, ayrı bir yere koymak" anlamına gelen qâd kökünden türediği veya Âsur dilinde "parlak, temiz" mânasına olan qud-duşudan geldiği ileri sürülmüştür. Ahd-i Atîk'in Yunanca tercümesinde bu kelimenin karşılığı olarak "ayrıimış, diğerleri arasından seçilmiş" anlamını taşıyan hagios kullanılmıştır.
Azîz kavramı Ahd-i Atîk'te Tanrı (I, Samuel, 6/20; Hoşea, 11/9; İşaya, 6/3) ve İsrâiloğulları (Çıkış, 19/5; Tesniye, 7/ 6) için kullanıldığı gibi Kudüs, Sînâ dağı gibi bazı yerler için de kullanılmıştır (işaya, 27/13, 52/1], İsrail kavmine lider olarak seçilmiş kimseler, Levililer ve hahamlar da bu sıfatla nitelendirilmiştir (Çıkış, 19/14; Yeşu, 7/13). Ahd-i Cedîd'de de Tanrı için kullanılan bu terim (Yuhan-na, 17/11), daha çok Hz. îsâ ve Rûhul-kudüs'e nisbet edilmiştir (Markos, 1/24; Luka, 1/35; Matta, 1/18). Melekler, peygamberler ve havariler de azîz kabul edilmiştir (Luka, 9/26; Resullerin İşleri, 3/21; Efesoslular'a Mektup, 3/5). Azfz Hıristiyanlığın ilk devirlerinde bütün hı-ristiyanlar için kullanılırken (Resullerin İşleri, 9/13) sonraları, özellikle kiliseye bağlı olarak yaşayan ve bu uğurda canlarını feda edenlere (martyr) verilen bir unvan olmuştur. 155'te öldürülen İzmir (Smyrne) piskoposu Polikarpos, bu şekilde azîz ilân edilen ilk kişidir. Daha sonra aziz kategorisine, imanları uğruna büyük işkencelere mâruz kalan, ancak ölüme mahkûm edilmeyen kişiler de (con-fessore) katılmış, Ortaçağ'da büyük kral ve prensler de azîz ilân edilmiştir. İlk azîzler defteri (martyrologe) 332'de Roma kilisesi tarafından tutulmuş, buraya yazılanlar faziletlerine göre sınıflandırılmıştır. Bunların başında bakire Mer-
332
yem, sonra havariler, İncil yazarları ve diğerleri gelmektedir.
Azîz unvanı verme yetkisi önceleri mahallî kilise yetkililerine ait iken 1234'ten itibaren bu yetki sadece papalara tanınmıştır. Azîz unvanının verilmesi ve azîz-lere gösterilecek tazimle ilgili kurallar 1588 yılında Papa V. Sixte ve 1634 yılında Papa VIII. Urbain tarafından konulmuş, Papa XIV. Benoit (ö. 1758) bunlara yeni hükümler ilâve etmiştir. Bu husustaki en son değişiklik ve düzenlemeler. Papa II. Joannes Paulus tarafından 25 Ocak 1983'te ilân edilmiştir.
Azîz unvanına hak kazanacak kişinin hayat ve eserleri etraflı bir şekilde araştırılmakta, hıristiyan inancına ve geleneklerine aykırı bir durum yoksa kerametleri incelenmekte ve o kişi papa tarafından azîz ilân edilmektedir. Azîzlere yapılan tazim, kiliselere resim ve heykellerinin konulması, âyinlerde isimlerinin zikredilmesi, kendilerinden şefaat ve yardım dilenmesi suretiyle gösterilir, Azîzler ölüm yıl dönümlerinde anılırlar; ayrıca 1 Kasım günü bütün azîzler için azîzler günü (toussaint) olarak kutlanmaktadır. Ortodokslar da Katolikler gibi azîzliği kabul ederler; Protestanlar ise azîzliği kabul etmekle beraber ibadet derecesine vardırılan aşın tazimi reddetmektedirler.
Dostları ilə paylaş: |