Alimlerin Cinler Hakkındaki Görüşleri
Cin haberleri, onların hikayeleri, onlarla ilgili sözler ve cinlerin bazı insanlarla konuşma girişimleri gibi konular, pek çok kitabın konularını oluşturmuştur. Yeni Ahit ve Eski Ahit'de, eski ve yeni tıb kitaplarında, alim ve araştırmacıların kitaplarında, genel olarak da din alimlerinde bu konu ile ilgili bir çok görüş bulunmaktadır. Kitab ve sünnet de, bize bu konularla ilgili kesin haberi getirmiştir.
Abbas Mahmud Akkad bir kitap yazmış ve adını da 'İblis' koymuştur. Akkad, genel olarak bazı kitaplarında-ki bu kitapta onlardan biridir-karşılaştırmalı araştırmalardan etkilenmiştir. Halbuki o araştırmaların yönü belli değildir; bakış açıları çok kerre açının iki kolu arasında bir o tarafa, bir bu tarafa gider gelir. Akkad'ın bu kitabının en önemli yanı, şeytan hakkında, ümmetlerin bize kadar ulaşan düşüncelerinden bize bir fikir vermesidir. O kitap bize Mısır, Hint, Mezopotamya ve Yunan medeniyetlerindeki şeytan fikrinden ve yahudilik ve hıristiyanlık dinlerindeki şeytan anlayışından söz etmektedir.
Akkad'ın Mısır Medeniyeti'nde şeytan düşüncesi ile ilgili sözleri şöyledir:
"Devletin yenilgiye uğrayıp servetin azaldığı, yönetim düzeninin bozulduğu ve geçim sıkıntısına düşüldüğü kriz dönemlerinde "Sit", zorunlu görevle ilgilenir. Tek başına bütün bunların günahını omuzunda taşır. Engellenemiyecek her afetin sorumluluğu "Sit"in üzerindedir. Sam yeli, kuraklık, kıtlık, kolera gibi salgın hastalıklar ve eski zamanlardan beri cinler ile ifritlere nisbet edilen diğer hastalıklar, bu afetlerdendir. Pis büyünün devamındaki sorumluluk da yine ona aittir. Çünkü o, sihrin teknikleri konusunda geniş bilgiye sahiptir. Kahinlerin ve büyücülerin onun kötülüklerine çare bulmaları, hastaları onun afetlerinden korumaları, ancak onun yöntemleri ve sırlarıyla mümkündür. Bundan dolayı Mısırlılarda muska ve nazar boncukları çoktur. Günümüze kadar devam eden haşerat ve böcek suretleri, ziynet için yapılmamış gerdanlıklar ve bilezikler bunlardandır. Fakat bunlar şifa amacıyla kullanılmaktadır.
Büyü ve tıp ile ilgilenen doktorlar diyorlar ki:
"İlaç, şifa veren ve hastalıktan koruyan şeydir. Fakat muska ve nazar boncukları, karanlık tayfalarının ve şer ruhların hareketlerinin yansımasını önleyen şeylerdir."
Firavunlar gizli ruhları yenmek için büyüye başvurmuşlardı. İkinci Ramses aile halkının tedavisi için muskacılardan ve efsunculardan yardım istemişti. O bunu ne tıbbı bilmediğinden, ne de büyünün gücüne saygı duyduğundan dolayı yapmıştı. O bu ilacı, hastalığın cinsinden ötürü seçme zorunluluğuna inandığından yapmıştı. Daha önce denildiği ve her zaman da söylendiği gibi herşey için kendi cinsinden bir afet bulunmaktadır."
Akkad'ın Hint medeniyetinde şeytan düşüncesi ile ilgili sözleri de şöyledir:
"Hintlilerin, kötü ve pis ifritler hakkındaki inançları da bunlara benzemektedir. Onlar ifritlere "Raksa" adını verirler ve diğer dinlerdeki şeytanın amelleri gibi amelleri "Rakşa"ya nisbet ederler."Raksa" suretindeki şeytanlar, Ariler'in kızdığı ve çocuklarına nefret ettikleri ve tuzağından sakındırdıkları şekilde tarif ettikleri "şerr"in kendisidir.
Hint dininde ve ondan ayrılma dinlerde, 'Almara' diye isimlendirdikleri tanrının dışında, şeytan şahsiyetine benzeyen tek bir şahsiyet yoktur.
Bu "Almara" Buda kıssasında anlatılan varlıktır ki o, Buda'ya vesvese vermiş, onu ibadetten alıkoymak ve itidal ve zuht mesleği olan hikmet mesleğinden vazgeçirmek için ona ısrar etmiştir."
Akkad'ın Mezopotamya medeniyetinde ve o çevredeki şeytan düşüncesi ile ilgili sözleri de vardır. Akkad, kötü ruh olan "Ehrimen"den çıkan putatapıcılıktan bahseder. Yine o, nefsini kibirle doldurmuş olan"Yama" iman eden Zerdüştlük'ten söz eder...
Şeytan meselesine, insanlık kültüründe ortak bölen olarak itibar edilir. O da, peygamberlerin bahsettiği hak kalıntılarından uzaktır. Peygamberlerin getirdiği dinler, cehalet, hevaü heves ve aşırılık nedeniyle tahrif edilince, şeytan meselesi de tahrife giren konular arasında yer almıştır. Karşılaştırılmalı araştırmalar, her meselenin kendine özgü bir usûlü bulunduğunu göstermiştir. Kuran'ın, usûl ve füruda kesin gerçeği getirdiğinin ve her konudaki doğru ve gerçeği mufassal bir şekilde bize verdiğinin isbatının dışında bütün bunlar bizi ilgilendirmiyor.
Abdurrezzak Nevfel de cin ve şeytan konusunda kitap yazmıştır. Aşağıdaki alıntılar, onun sözlerinden bazılarıdır:
"Elden ele dolaşan İncil nüshaları. Efendimiz İsa (a.s)'ın, delilik ve marazı hallere yakalanmış olan bir çok hastadan şeytanı çıkarmış olduğunu rivayet ediyorlar. Matta incil'inde şu metni görüyoruz:
"Ve onlar çıkınca, işte cine tutulmuş dilsiz bir adamı İsa (a.s)'ya getirdiler. Şeytan dışarı çıkarılınca, dilsiz adam söz söyledi; ve halk: "İsrail'de hiç böylesi görülmemiştir," diyerek şaştı. Fakat Ferrisiler: "Cinlerin reisi ile cinleri çıkarıyor," dediler."
Markos incilinde de şu metni görmek mümkündür:
"Onların havrasında kötü ruhlu bir adam bağırarak şöyle dedi: "Bizden sana ne ey Nasıralı İsa? Bizi helak etmeğe mi geldin? Kimsin seni biliyorum; Allah'ın mukaddesi. "İsa (a.s) onu azarlayıp: "Sus ve ondan çık," dedi. Kötü ruh da onu sarsıp yüksek sesle bağırarak ondan çıktı..."
Luka İncili'nde birden çok şeytanın insanı çarptığına işaret eden şöyle bir metin bulunmaktadır;
"Bunun peşine İsa (a.s) şehirleri ve köyleri dolaşıp vaaz ediyor, Allah'ın melekutunu müjdeliyordu; on ikiler ve kötü ruhlardan ve hastalıklardan kurtulmuş olan bazı kadınlar, kendisinden yedi cin çıkmış olan bazı kadınlar ve kendisinden yedi cin çıkmış olan Mecdelli denilen Meryem de vardı."
Şeytanın insanı çarpmasının uzun yıllar devam etmesi mümkündür. Luka İncili'nde şu olay yer almaktadır:
"Onsekiz yıldan beri kendisinde hastalık ruhu olan bir kadın; iki kat olmuştu ve hiçbir şekilde doğrulamıyordu. İsa (a.s) elini kadının üzerine koyunca, kadın doğruldu. İsa (a.s) söyle dedi: "İşte şeytanın on sekiz yıldır bağlamış olduğu İbrahim kızı olan bu kadın, sebt günü bu bağdan çözülmesi gerekmez miydi?"
Tıbbın babası olarak bilinen Hipokrat; kahinlik, büyücülük ve şeytanlarla savaşa önem verir. O, diğer hekimlerin mukaddes hastalık diye tanımladıkları sar'a hastalığından, kutsallıktan uzak bir hastalık diye bahseden kişidir...
Sonra Galien (Calinus), şeytanı uzaklaştırmada yeni yöntemler edinmeye önem vermesi bakımından tabiblerin emiridir. Yüzlerce yıldan beri uzun bir süre devam eden öncü fikir her türlü tedavi yöntemlerine hakim olmuştur. Bu fikirdir ki, hastanın vücudundan şeytanı çıkarmak için şeytana vurmayı öğütlüyordu.
Hatta yakın zamanda anatomi uzmanlarının en büyüklerinden olan Tomas, akıl hastalarına en iyi ilacın tekmelemek ve bağlamak olduğunu açıklıyordu. Bunun için Prof. Kalin, Organik sebebi olmayan ızdırap hallerinin, ancak bağlamak ve dövmekle şifa bulacağını haykırıyordu.
Akıl hastalıklarında uzman olan Almanyalı Dr. Rill, zarar vermeyen işkenceyi, tedavi olarak nitelendiriyordu.
Amerika Psikolojik Araştırmalar Derneği üyesi Karrington "Yeni Ruhçuluk Olguları" adlı kitabında çarpılma hali ile ilgili olarak şunları söylüyor:
"Şeytan çarpması hali en azından gerçek bir haldir. Onu destekleyen birçok şaşırtıcı gerçekler var olduğu sürece, ilim onu göz ardı edemez. Mademki olay böyledir, o halde, sadece onu akademik yönden değil, çeşitli yönlerden araştırmak artık gerekli hale gelmiştir. Çünkü yüzlerce, hatta binlerce insan bu durumla karşılaşmaktadır. Yine o insanların hu durumdan kurtulması için süratli bir şekilde muayene edilmeleri ve tedavileri gerekmektedir. Biz şeytan çarpmasının teorik bakımdan gücünü açıkladığımıza göre, önümüzde enine boyuna araştırmak ve incelemek için geniş bir alan açılmıştır. Çağdaş ilmin ve psikolojik düşüncenin gereği olan yardım, tecrübe ve diğer şeyler de tedavi için gereklidir."
Dr. Bell 'Akıl Hastalarının Tedavisinde Alışılmışın dışındaki Hallerin Tahlili' adlı eserinde şunları söylüyor:
"Bizce en doğru olan şey, onun üzerindeki örtüyü kaldırmaktır. Daha özel olanı, ruhsal yönden çarpılma hali ile ilgili olanı açıklamaktır. Çünkü sinirsel ve psikolojik hastalıkların en önemli nedeni, şeytan çarpması olarak değerlendirilmektedir. Bize göre ruhi çarpılma hali, sanıldığından daha çok karmaşıktır. Çarpan şahıs cesetsiz ve yaratılmış bir nefisten ibaret olmadığı gibi, aklı da, iradesi de yoktur. Aksine ikisi de gerçekte bir çok şeyden meydana gelmiş bir şahsiyettir. Dokunan, şahsiyet merkezidir ve o öyle bir şahsiyettir ki, önce dokunulan şahsın tüm duyguları ile çakışmıştır. Onun da genellikle başkalarının telkinlerine karşı dayanma gücü yetersizdir. Bu nedenle bu şahsiyet, bu yolla herhangi bir insana yaklaşmak isteyenler için kolay yönlendirilen biri olur. Bu öyle bir yoldur ki, dokunan ruhların tümünü veya bir kısmını razı etmenin dışında, başka birşey görülemez. Zamanın geçmesiyle bu işlemdeki zorlama artar. Hatta sonunda dokunulan şahsın gücü yok olur...
Çarpan ruhlara ait üç ana çarpılma noktası vardır; Beyin tabanı, saçların mıntıkası, üreme uzuvlarına hakim olan merkez. Bu çarpma ile meydana gelen sıkıntıya ve çarpılan şahsın reaksiyonlarına gelince, onları akıl hastalıkları hastahanelerinde incelemek mümkündür. Bununla beraber şeytanları veya çarpan ruhları kovmada ve hastalarla mahzunların tedavilerinde akıl almaz acaiplikler yapanları, bazı doktorlar, küçümserler ve zırvalıkla suçlarlar." Dr. James de, kendi kitabında cin çarpmasından söz ederken şöyle der:
"O durum olağanüstü bir etkidir. Kişinin aklını ve cismini harici bir bilinç olarak etkiler. Çarpma olayının gücünü inkar etmek mümkün değildir. Dr. Kari gibi bazı hekimler, deliliğin kötü ruhun hasta şahsı kaplamasından meydana geldiği ve hastanın titremelerinde ızdırap ve sıkıntılar ortaya çıktığı görüşündedirler. Onlara göre durgun elektrikle titremeler düzelir, kaplayan şahsiyet uzaklaştırılır, çarpan şahsiyetin etkisi olmadan, akıl tabii haline döner.
Bundan dolayı çağdaş ilim, bu gibi hallerin tedavi yöntemlerine önem vermiştir. Her ne kadar çarpmanın tedavi yollarında kullanılan dil ve kelimeler farklı olsa da, özde ve kökte birleşmektedirler. Amerika'da Minapolis Üniversitesi'nde sinir hastalıkları profesörü Pavırz bu tedavinin açıklamasında şunları söylüyor:
"Gençlik döneminde cesetsiz eziyet verici zararlı kötü ruhların, özel şartlarda bazı insanlarda akli veya cismi tehlikeli ızdıraplara neden olduklarını benimseyen görüşle alay ederek gülerdim. Bir elimde Buhner'in "Kuvvet ve Madde" adlı kitabını taşıyordum. Yine ben, İsa Mesih'ten Marya Hala’ya kadar herhangibir ruhun, hala giymekte olduğumuz eskimiş toprak elbisenin artıklarını gidermeye yardım edebileceğine yahut akli reaksiyonları deli saçmalarına veya öldürücü deliliğe ya da melankolik umutsuzluğa dönüştüren bu ruhsal zehiri akıldan giderebileceğine inanan görüşle alay ediyordum. Ama insana isabet eden hastalıkların çoğunluğunun bir nedeni olduğunu hiçbir zeki şahıs inkar edemez. Ah! Keşke bu, bu sebep bir bilinebilse!..."
Müteahhirinin kitablarından Hanefi mezhebinde en büyük kaynaklardan biri olan "Reddu'l-Muhtar Ala'd-Dürri'l-Muhtar" adlı kitabın sahibi meşhur Hanefi fakihi İbn-i Abidin'in "Resail'i- İbn-i Abidin" adı altında basılmış olan risalelerinin arasında bir risalesi vardır, İbn-i Abidin o risalesinde bazı cinlerin, Şeyh Halid-i Bağdadi'ye (Allah rahmet eylesin) talebelik ettiğinden bahseder. Bu risalenin adı: "Sellü'l-Husamu'l-Hindi Li-nusret-i Mevlana Halidi'n-Nakşibendi"dir. Şu aşağıdaki sözler, bu risaleden alınmıştır:
"Tabakatü'l-Kübra"da Harmele'den rivayet edilmiştir; "O şöyle dedi: "İmam Şafiî'yi şöyle derken işittim:
"Adalet ehlinden kim, cinni gördüğünü iddia ederse, Cenab-ı Hakkın şu kavli gereğince şahitliğini kabul etmeyiz. Bu kişinin nebi olması durumu hariç, Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Ey İnsanoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız".133
Bu görüş "Şerhu'l-Makasıd"da geçen erbab-ı mükaşefatın müşahedelerine aykırı düşmektedir. Çünkü akla ilk gelen şudur; Burada herhangi bir şekle girmeden mühâhade edilmesi kasdedilmiştir. Ancak bu da keramet babından olur. Zira bunun bir nebi için mucize alması sahih ise, yukarıda geçen sözlere binaen onun bir veli için keramet olması da caizdir."
İmam Şafii Hazretleri'nin yukarıda geçen sözü, keramet sahibi olmayan kişiler hakkındadır ve cinin herhangi bir şekle girmemiş olması sebebiyledir. Yoksa cinnin herhangi bir şekle girmesi halinde, herkes tarafından görülmesini engelleyen bir neden yoktur."
A'meş'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Akşamleyin yanımıza bir cinni geliyordu. Ben ona: "Hoşunuza en çok giden yiyecek nedir?" diye sordum. O da: "Pirinçtir," dedi. Biz onlara pirinç yemeği getirdik. Lokmaların kalktığını gördüm, ama hiç kimseyi görmüyordum..."
Eserlerde ve diğer haberlerde, cinlerin mü'minlerinin namaz kıldıkları, oruç tuttukları, tavaf ettikleri, Kur'an okudukları, ilim öğrendikleri ve bu ilimleri de insanlardan aldıkları fakat insanların bunun farkına varmadıkları belirtilmektedir.
Yukarıda geçenlerden, bazı şekillere girdikten sonra cinlerin herkes tarafından görülebilmesinin caiz olduğu sonucu çıkmaktadır. Yine cinlerin herhangi bir şekle girmeden Allah'ın dilediği kişilerce görülmesinin caiz olduğu da anlaşılmaktadır. Hatta cinlerin zikir meclislerinde bulunmaları ve mü'minlerin seslerini dinlemeleri de caizdir.
Şeyh Hasan Eyyub da şunları söylemektedir:
"Akamu'l-Mercan" kitabının yazarı, İmam Ahmed bin Hanbelden şunun rivayet edildiğini zikretmiştir:
"Halife Mütevvekkil bir dostunu şu mesajı iletmek üzere İmam Ahmed'e gönderdi: Mesaj şuydu:
"Halife'nin, saraya yakalanmış bir cariyesi vardı ve onun sağlığı için İmam'ın dua etmesini istiyordu. İmam Ahmed abdest için giydiği bağcıklı tahta nalınlarını çıkardı ve halifenin dostuna verdi ve ona şunu söyledi:
"Bunu Emirülmü'mininin evine götür, o cariyenin başında otur ve ona (cinniyi kasdediyor) de ki:
"Ahmed senin için şunu söyledi:
"Sana hangisi daha sevimli geliyor: Bu cariyeyi terk etmek mi, yoksa bu nalın ile yetmiş kere dayak yemek mi?"
Adam çıkıp gitti ve İmam Ahmed'in dediğinin aynısını söyledi. Cinni cariyenin dili ile: "Baş üstüne olur. Eğer İmam Ahmed bize Irak'ta oturmamamızı emretseydi, biz orada oturmazdık. Çünkü o, Allah'a itaat etmiştir. Kim Allah'a itaat ederse, her şey ona itaat eder" dedi. Ve cariyeyi terk etti. Bunun üzerine cariye huzura kavuştu ve çoluk çocuğu oldu."
Şeyh Ebu Bekir Cabir Cezain 'Akidetü'l-Mü'min' adlı kitabında kendi aile halkından birinin başından geçmiş bir olayı şöyle anlatıyor:
"Adı Sa'diye olan benden büyük bir kızkardeşim vardı. Biz, bir gün, daha çocuk iken, evin alt tarafından üstüne doğru iple bağlı hurma dalları çıkarıyorduk. Biz evin yukarısında iken onları yükseğe sürüklüyorduk. Ablam Sa'diye ipi çeker çekmez, birden gücünü kaybetti ve kontrolü elden kaçırdı ve yerde cinlerden birinin üzerine düştü. Onun üzerine düşmesiyle ona şiddetli bir şekilde eziyet etmiş gibi oldu. Ama cinni de ondan intikamını aldı. Ablam uyurken her hafta iki üç veya daha çok onun yanına geliyor ve onu boğuyordu. Zavallı ablam ayaklarını uzatıp çekiyor, boğazlanmış bir koyun gibi ızdırap çekiyordu. Ablam ölü gibi oluncaya kadar cinni onu terketmiyordu. Bir defasında onun dili ile açıkça şunu söyledi. Böyle yapmasının sebebi, filanca gün filan yerde ablamın onu incitmiş olmasıydı.
Cinninin ablama gelip ona sar'a nöbetleri şeklinde eziyet etmesi ve yalnızca uyku sırasında gelmesi tam on küsur yıl boyunca devam etti, sonunda ablamı öldürdü. Adeti üzere bir gece ablamı sar'a nöbeti tuttu, ayaklarını uzatıp çekiyordu ve titriyordu; nihayet öldü. Allah ona rahmet eylesin ve bağışlasın! Amin.
Bu olayı ben bizzat yaşadım ve gözlerimle gördüm. Gören, duyan gibi değildir..."
Dostları ilə paylaş: |