Cinler, insanlar gibi (dini konularda) mükelleftirler. Peygamberleri de, insanlardandır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden160 size âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi! (Onlar da:) “‘Kendi aleyhimize şahitlik ederiz” derler. Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.”161
“Ey insan ve cin toplulukları! Sizin de hesabınızı ele alacağız. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Ey İnsanlar ve cinler! Üzerinize dumansız bir alev ve ateşsiz bir duman gönderilir de kurtulamazsınız. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?”162
Yani ey insanlar ve cinler! Sizi hiçbir şeyin meşgul edemeyeceği hassas ve önemli bir hesapla hesaba çekmek için size yöneleceğiz.
Ey insan ve Cin topluluğu! Hesaptan kurtulmak için yerin veya göklerin herhangi bir bucağından kaçıp kurtulabiliyorsanız, kaçın ve kurtulun. Fakat Allah’ın gücünü aşan bir kuvvete sahip olmadıkça buna gücünüz yetmez. Zaten bu da olmayacaktır. Çünkü bunun olması imkansızdır.
Cinlerden bir cemaat hazır olup Resûlullah’tan Kuran dinlediler. Hazır olduklarını Resulullah o zaman ne bildi ne de kendilerini gördü. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Hani cinlerden bir grubu, “Kur’an’ı dinlemeleri” için sana yöneltmiştik. Kur’an’ı dinlemeye hazır olunca, (birbirlerine:) “Susun” demişler. Kur’an’ın okunması bitince, uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. (Kavimlerine) dediler ki: Ey kavmimiz! Doğrusu biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.. Allah’ın dâvetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah’ı âciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.”163
Abdullah İbn Abbâs’ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
“Resulullah (s.a.v.), cinlere (Kur an) okumadığı gibi onları da görmedi...
Bir grup ashabıyla birlikte Ukaz panayırına gitmek niyetiyle yola çıktı. Bu esnada şeytanlar ile semadan gelen haber arasına engel konulmuştu. (Bundan dolayı alışılagelen semadan haber getiren) şeytanların üzerlerine alevler gönderilmişti. Böylece şeytanlar, kavimlerine (eli boş ve habersiz) döndüler. Kavmi:
“Ne var, niye (eli boş) döndünüz?’” diye sordular. Onlarda:
“Bizim ile semavi haber arasına engel konuldu. Üzerimize alevler gönderildi. (Biz de kaçıp geri geldik)” dediler. Kavmi:
“Muhakkak buna, yeni meydana gelen bir şey sebep olmuştur. Yeryüzünün doğusunu ve batısını dolaşın. (Bu engel hakkında bir bilgi getirin )” dediler.
(Bunlardan) Tihâme tarafına giden grup, (Ukâz panayırına giderken yolda ashabıyla) sabah namazı kılmakta olan Resulullah (s.a.v.)’e (“Nahle” denilen yerde) rastladılar. Kur’an’ı Kerim’in tilavetini duyunca durup onu dinlediler. (Birbirlerine:)
“Bizim ile semavi haber arasına engel olan şey işte bu!” deyip kavimlerine geri döndüler. Onlara:
“Doğruluğa götüren ve hayranlık veren bir Kur’an dinledik ve ona iman ettik. Artık Rabbimize hiç bir kimseyi ortak koşmayacağız” dediler.
Bunun üzerine Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e;
“De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur’an’ı) “dinledikleri” bana vahyolunmuştur”164 ayetini indirdi.”165
Hafız Beyhaki der ki: “Abdullah İbn Abbâs’ın anlattığı bu olay, cinlerin Resulullah (s.a.v.)’ı ilk defa dinlediği ve durumunu öğrendiği olaydır. Bu olay sırasında, onlara Kur’an okumadığı gibi onları görmedi de. Daha sonra cinlerin davetçileri, Resulullah (s.a.v.)’e geldiler. İşte Resulullah (s.a.v.), onlara Kur’an okudu ve Allah’a davet etti.”
Bu ifadeler; Ahmed, Müslim, Ebu Dâvud ve Tirmizi’nin Alkame’den rivayet ettikleri şu söze işaret etmektedir:
“Alkame derki: Abdullah İbn Mes’ud’a:
“Cin gecesinde Resulullah (s.a.v.)’le birlikte sizden kimse var mıydı?” diye sordum. O da:
“Hayır, hiç kimse yoktu. Fakat Mekke’deyken bir gece onu kaybettik. Bunun üzerine (birbirimize):
“Vuruldu mu, kaçırıldı mı yoksa ona ne oldu?” dedik. O geceyi çok kötü geçirdik, Sabah veya sabaha yakın bir vakitte bir de ne görelim; Resulullah (s.a.v.) Harre’den geliyor. Ona, içinde bulundukları durum anlatıldı. Bunun üzerine o:
“Cinlerin davetçileri bana geldi. Bende onlara gittim ve Kur’an okudum” buyurdu.
Daha sonra gidip bize cinlerin ve yaktıkları ateşlerin yerlerini gösterdi. Yanındakiler, kendisinden bir yiyecek istemeleri üzerine şöyle buyurdu:
“Üzerinde Allah adı zikredilen ve eti bulunan kemikleri alabilirsiniz. Her hayvan tersi veya gübresi de hayvanlarınıza yem olsun.”166
Cinler, Gaybı Bilemezler
Yüce Allah, gaybı bilme işini kendisine tahsis etmiştir. Kullarına ulaştırmalarını istediği şeyleri peygamberlerinden dilediği kimseye bildirmesi dışında gaybı hiç kimse bilemez.
“O, bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz. Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü Rablerinin bildirilerini tebliğ etmelerini ortaya koymak için her peygamberin önünden ve ardından gözcüler salar. Onların yaptıklarını ilmiyle kuşatır ve her şeyi bir bir sayar.”167
Yani peygamberliği ile ilgili gayba muttali kıldığı peygamberlerin etrafında gözetleyiciler dizer. Bu gözetleyiciler, gaybı, şeytanların oynamasından korumak için seçilmiş melekler ve alevlerden oluşmaktadır. Kur’an-ı Kerim, bu konuyu Hz. Süleyman (a.s.)’ın kıssasında şöyle anlatmaktadır:
“Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azab içinde kalmazlardı.”168
Dostları ilə paylaş: |