BİR GELEN GELİR ÇANKAYA’YA.
GİTMEMEK İSTEĞİYLE VE DİLEĞİYLE… (DEMİREL)”881
Cumhurbaşkanlığına Giden Yol
Demirel, Özal’ın Çankaya hevesi için “Doğrusu ben de Turgut Özal’ın durumunda ve yerinde olsam, hemen kendimi seçtiririm”, demişti.882 Demirel, ta 1987'den, Çankaya bir soruna dönüştüğü günden beri, Özal'ın cumhurbaşkanlığı fırsatını “asla kaçırmayacağına” inanıyor-du.883 Aslında siyasilerin gönlünde Cumhurbaşkanlığı makamının yatmasının doğal bir olay olduğunu yine Demirel şu ilginç cümlesiyle ortaya koymuştur. Demi-rel’e göre “Cumhurbaşkanlığı, öyle bir makam ki, redde-dilemez”884 Nitekim Türk Siyasi Tarihi bu fırsatı Demirel’e sunmuş O’da bunu kullanarak Türkiye Cum-huriyeti’nin 9.Cumhurbaşkanı olmuştur.885 Arcayürek, ANAP’la arasında sorun olduğu dönemde uzlaşma amacı ile Demirel’in Cumhurbaşkanı olacağından söz edildiğini söyler. Demirel ‘Cumhurbaşkanlığı verilirse almam deni-lemez’ dedi. (Arcayürek) Demirel’in, ‘Cumhurbaşkanlığı verilirse almam denilemez’ sözüne kafasının takıldığını ve Demirel’in bu anlamlı sözüne mim koydu-ğunu söyleyecekti.886
12 Eylül’ün gerekçelerinden birisi Meclis’in cumhur-başkanını seçememesidir. Bunu tasvip eder tarzda Demirel, Arzık’a açıklama yapmıştır: “82’de değişti. Salt çoğunluğu bulamazsanız, seçime gidersiniz. Mesele kalmaz.”887
ANAP başkanı ve Başbakan Turgut Özal, 1989’da Cumhurbaşkanı olunca, Demirel gecikmeden eleştiri fır-satını değerlendirdi: “Özal kaçıp Çankaya’ya sığındı” demeye başladı. Ama gelin ve görünki, daha sonra “kaçtı” dediği Özal’ın yolunda, onun yöntemiyle yürüyüp Çankaya’ya gidecekti. 1993 Nisan’ında Cumhurbaşkanı Özal ölünce, geride daha kanlı bir tablo, sefalet sahneleri ve TC tipi “demokrasi”nin, uluslararası kurullarda “sanık” sandalyesine oturduğu bir ülke bırakıp, Cumhurbaşkanlığına sıçrayacaktı. Fakat basını ve siyasal partileriyle artık karşısında doğru dürüst bir muhalefet bulunmadığı için ortalık “kaçtı” haykırışlarıyla dolmaya-caktı.888
Demirel, Özal’ın ve ANAP’ın 1987 yılı seçimle-rinden sonra Meclis’te cumhurbaşkanı seçecek çoğunlu-ğu elde etmelerine öfkelenecekti. Her fırsatta da Özal’ın Meclis’teki ANAP oylarına güvenerek cumhurbaşkanı seçilmeye kalkmamasını, aksi takdirde “gök kubbeyi üzerlerine yıkacağını” söyleyecekti.
Kendi cumhurbaşkanlığı söz konusu olduğu günlerde ise adaylar ortaya çıkmadan, bir ret cephesi oluşturul-duğunu söyleyecekti. Demirel, “Reddedilecek olan nedir, daha o belli değil… Türkiye’nin bir cumhurbaşkanı seçe-bileceğini mi reddediyorlar?” diye tepki gösterecektir. Kendisinin cumhurbaşkanı adaylığına karşı çıkanları kastederek, “Filancayı istemiyorum gibi bir tavır içerisine girerseniz, bir ehil kişiyi, bir büyük göreve gönderme yolunu tıkarsınız” demektedir.889
Demirel, 1989 yılında Özal 263 oyla Cumhurbaşkanı seçildiği zaman yeri göğü titreten bir bağırış tutturmuş ve onu TC’nin değil ANAP’ın Cumhurbaşkanı olarak ilan etmişti. Çünkü kendisi karşıydı. Oy vermemişti. Onunla muhalefette koalisyon kuranlar da. Ama şimdi, topar-layabildiği koalisyon oyları Özal’ın aldığı oyların çok altında kalmasına rağmen ters dönüş yaptı. “Cumhurbaş-kanlığı için, meclis üye tam sayısının yarısından bir fazlası olan 226 oyla Cumhurbaşkanı olunur” dedi. Özal için 263 oyu az bulan Demirel, şimdi 226 rakamını yeter-li bulup savunuyordu.
“…dördüncü turdaki 226 ne kadar değerliyse, bir Cumhurbaşkanı seçiminden evvel Cumhurbaşkanının fonksiyonunu yapmasına ne kadar yetiyorsa veya şöyle diyelim; birinci turda diyelim ki hep bizim 1966’da, 1973’te 450 oylarla falan çıkardık Cumhurbaşkanı, o ne kadar değerliyse; 226 oyla seçilme de o kadar değerlidir.
Binaenaleyh, ben kendime göre kaide koymuyorum, ben burada devletimin kurallarını, kamuoyuma izah ediyorum.”890
“Şartı ben koymuyorum ki, şartı Anayasa koymuş. 226’yı bulduğunuz yerde oluyor. ‘226’yı alırsınız 2. sınıf, 3. sınıf olursunuz’ demiyor Anayasa. ‘Yine Cumhurbaş-kanı olursunuz,’ diyor.”891
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da “şu kadar oy aldı, bu kadar oy aldı hesabının önemi yoktur. Anayasa-nın aradığı şartlar yerine gelmiştir. İlla aradığı ilk şartın yerine gelmesi zorunlu değildir” diyecekti.892
Bu Demirel için garip değildi. Çünkü daha 1973 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “Türkiye Cumhuriyetinin başı yani Cumhurbaşkanı hangi yolla seçilirse seçilsin yani hangi parti oy verirse versin TC Cumhurbaşkanı ola-caktı”, diyecekti.893 Tek istisnası Özal’dı, Demirel için…
Melih Aşık, bunun üzerine şunları yazıyordu:
“Başbakan Demirel, partisinin meclis grubunda, seçilmek için 226 oyun yeterli olduğunu bildirdi.
Turgut Özal, 1989 yılının Kasım ayında Cumhurbaş-kanlığına 263 oyla seçilmişti. Özal’ın ardında, genel seçimlerde alınmış, yüzde 36, yerel seçimde alınmış yüz-de 21,5 oy desteği vardı. Demirel’in son genel seçimde oyu yüzde 27 idi. 500 günlük icraatından sonra bugün bir seçim yapılsa kaç oy alacağı bilinmiyor. TBMM’deki sandalye sayısı 182. Bu tabloda kendi Cumhurbaşkanlı-ğını meşru gören Demirel, 1989’da Turgut Özal için neler dememiş.”
Melih Aşık, Demirel’in Özal için dediklerini aktardıktan sonra, yazısını, “ne dersiniz? Demirel, o gün biraz da bugünkü Demirel’i mi eleştiriyor ne?” diyerek noktalıyordu.894
Demirel, sürekli Özal’a %80 kişinin karşı olduğunu söylemiştir. Kendi adaylığı sırasında yapılan bir ankette Demirel’in Cumhurbaşkanı olmasını istemeyenler, %88,5; cumhurbaşkanı olsun diyenler yalnızca %10’dur.895
Süleyman Demirel’in eşi Nazmiye Demirel, görüşle-riyle sevgili halkını aydınlatmış ve “Süleyman çok yorul-du. Dinlenmeyi hak etti” demişti.
Eşinin Çankaya’yı “emeklinin dinlenme yeri” gibi görmesi bir yana, Demirel’in 1989’da Özal için söyledik-lerini okumaya devam edelim: “Herkes kendi kazdığı kuyuya düşecektir. Türkiye’yi içinden çıkılmaz duruma düşürüp, içinden çıkılmaz manzarayı görünce, kendisi de korkup kaçtı” diyecekti. Kendisi ne yaptı ki… Demirel, o gün biraz da bugünkü Demirel’i anlatmak istemiş, aslın-da. AP’nde birlikte çalıştığı ve bir dönem Meclis Başkan-lığı da yapan Ferruh Bozbeyli, benzer şekilde “Cumhur-başkanlığı Demirel’in kurtuluşu olur” diyecektir.896
Metin Toker, Milliyet gazetesinde, 25 Nisan 1993’de şunları yazıyordu:
“Süleyman Bey, Turgut Beyin oraya 283 oyla çıkmasını öldüresiye eleştirdi. Şimdi, Anayasanın yeterli bulduğu 226 oyun faziletini övüyor.
Eee, dün dündür, bugün bugündür ve o aday olursa öyledir, ben aday olursam böyle!
Ama Demirel’in elinde 226 oy da yok. 181’in üstünü kıytırık oylarla tamamlayacak.”897
SHP Grup Başkan vekili Aydın Güven Gürkan “Demirel, destek aramadan erken seçim tehdidiyle siya-sal zorlamayı tercih etti” derken CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal da Demirel’i, milletvekillerini erken seçim-le tehdit ederek Cumhurbaşkanlığı makamına çıkmak istemekle suçlayacaktı.898
“Ben bu kuraldan başka ne söyleyebilirim ki veya benim dışımdakiler, Anayasa’nın koyduğu kuralın dışın-da ne söyleyebilirler ki? Ama sanki Türkiye’de bir Ana-yasa yokmuş, sanki ben bunları söylersem, yani ben 4’üncü tura girecek olan iki adaydan hiçbirisi 226’yı alamazsa Türkiye seçime gider’ dersem, ben Türkiye’yi tehdit etmiş oluyorum; olur mu öyle şey?899 Demirel hep anayasayı referans aldığını söylemektedir: “Cumhurbaş-kanının nasıl seçileceği, Anayasada yazılı mı? Yazılı… Anayasamız nasıl seçileceğini göstermiş mi? Göstermiş. Nasıl seçilecektir diye neyin münakaşası yapılmakta-dır?”900
Demirel’in 23 Nisan Bayramı nedeniyle kendisini ziyaret eden ve “Cumhurbaşkanı olmak istiyor musu-nuz?” sorusunu yönelten çocuklara “hiç düşünmedim ama galiba üstüme kalacak gibi görünüyor”901 şeklindeki sözleri Sayın (Rauf) Tamer’i çıldırtmıştır: “Şu laf nedir Allah aşkına:
—Galiba bu iş benim üzerime kalacak.
Hangi iş? Yani Cumhurbaşkanlığı. -
Gördünüz mü ne büyük fedakârlık. Parti grubu emri vaki yapıyor. Cumhurbaşkanı olması için Demirel’i köşeye sıkıştırıyor. O da ısrarlara dayanamayıp lütfen kabul ediyor. —Üzerimde müthiş baskı var... Hayret ki hayret...
İnsanlar, en çok ahmak yerine konuldukları zaman kızarlar. Bu da bardağı taşıran son damla oldu galiba. (…)
Atı alan Üsküdar’ı geçiyor, dikkat. (....) Hem efendim, ben zaten ona, “Cumhurbaşkanı olamazsın” demedim ki... Benim dediklerim arşivlerde yazıyor. Hakkıdır hakka tapan... Demirel’in istikbal...” 902
Demirel 12 Eylül 1989’da şöyle diyordu:
“Hükümeti gasp etmişlerdir. Şimdi de Çankaya’yı gasp etmeye hazırlanıyorlar. Yol yakınken çağrımı tek-rarlıyorum. Cumhurbaşkanını halk seçsin. 226 oyu bulur istediğimiz kişiyi Çankaya’ya oturturuz demek yanlıştır. Böyle gülünç bir olayı ihdas edemeyiz.”
Mecliste salt çoğunluk olan 226 oy için gülünç diyen Demirel, 1993’de aday olunca, tersini savunuyordu. Süley-man Bey, 27 Nisan 1993 günü partisinin grup toplantısında şöyle diyordu:
“226’yı bulan Cumhurbaşkanı olur. Cumhurbaşkanının rahat çalışması için 226 oy yeter. Rakamlar beni hiç ırgalamıyor. Anayasa koymuş o koşulu. Anayasa 226’yı koyduğuna göre benim için de muteberdir.”
Aynı Demirel 14 Ocak 1989 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan demecinde de 226 oy için şöyle diyordu:
“TBMM’nin yarısından bir fazlası ile Cumhurbaş-kanı seçilir. 226-oydur bu. Yüzde 28’e tekabül eder. Bu ne demektir? 100 kişiden 28-30 kişi oraya oturan adamı istiyor. Demokratik rejim zaafa uğrar. Eğer 100 kişiden 70 kişi istemiyorsa, 30 kişinin gönlü istiyor diye, o çeşit makamlara oturmak zorbalıktır.” 903
Mehmet Barlas, bir yazısında, “enflasyonu indirme vaadiyle gelip enflasyonu azdıran, devlet maliyesini iyice perişan eden ve iç borçları 200 trilyonun üstüne çıkartan bir başbakan ödüllendirilip, Cumhurbaşkanlığına çıkartı-lıyor” diye yazıyordu.904
CHP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Cem, Demirel’in öncelikle, “Kişiliğine düşürülmüş yolsuzluk gölgesini” kaldırması gerektiğini belirtmiştir.905
Demirel Çankaya yollarındayken, bir yandan da “hırsızlık ve yolsuzluklara ilişkin teneke-trampet” çalını-yordu.
Hürriyet Gazetesi, 16 Mayıs 1993 günü “Kuştan korkan darı ekmez” başlığıyla şu haberi yayınladı:
“Başbakan Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı olmadan önce Hürriyet’e verdiği son demeçte, ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın kendisiyle ilgili hazırladığı yol-suzluk dosyalarını önemsemediğini belirterek, “9 dosya yahut 30 dosya olduysa mesele yok. Kuştan korkan darı ekmez” dedi.
Demirel çok tartışılan bir adam olduğunu belirterek şöyle konuştu:
“Benim, geçen 40 senelik hayatımda, Allah’a binler-ce şükür olsun ki, en ufak endişe edecek bir şeyim yoktur. Ben çok tartışılmış bir adamım. Tartışılmaya da devam ediyorum. Bu normaldir. Çünkü, halk mücadelesi yaptım. Halkın devlete hâkimiyeti mücadelesi yaptım. Çankaya’da görev bana verilecek olursa, oraya çıkacak olan ben değilim. Oraya çıkacak olan demokrasidir, halk-tır, milli egemenliktir. Ve ben onların bayrağıyım.”906
Demirel kendini “demokrasi ve halkın bayrağı” yerine koyadursun, Rauf Tamer, Hürriyette şunları yazı-yordu:
“Görüyorsunuz, bir taraf Demirel’den kurtulmak için ona Çankaya’yı ikram etmeye hazır. (.....) Büyük lokma yut, büyük laf etme ağam... Özal’da neyi eleştirdiyse hepsi başına geldi Demirel’in. Özal’da neyi beğenme-diyse hepsini yaptı. Ve yapmakta...”907
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 17 Nisan 1993’te ölmesi üzerine Başbakan Demirel’in “cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturma” “düşü”nün gerçekleşmesi için yol açılmıştır. Süleyman Demirel 4 Ocak 1988’de “Doğrusu ben de Turgut Özal’ın durumunda ve yerinde olsam hemen kendimi seçtirirdim” diyerek aslında gönlünde yatan aslanı yıllar öncesinden ortaya koymuştu.908 Turgut Özal öldüğü güne dek onu aşağılayan, “onu onursuz bir şekilde Çankaya’dan indirme” demeçleri veren, “benim memurum” diyerek küçümseyen, hiçbir zaman adını söylemeyen, sıkıştığında “Çankaya’daki zat” diyen, onu görev ve yetkilerinden soyutlamak için “By-Pass” yasala-rı çıkaran Demirel, birden bire değişti. Onun için, “kırk yıllık dostum” dedi. Ağlamaklı oldu. İki gün sonra da Özal’dan boşalan koltuk için kişi tarifine başladı. Yaptığı tarif tıpkısının aynısı kendisiydi. Çok geçmeden de “o benim” dedi.
O arada, “devletin oğlu devlet” havalarında ortada dolaşan İsmet İnönü’nün oğlu ve Başbakan yardımcısı Erdal İnönü, “Demirel’in şapkasının altından ben çıkaca-ğım” diye umutlanmıştı. Demirel’in Çankaya gibi bir makamı kendisine kaptırma niyetinde olmadığını görünce önce küs havalarına büründü. Sonra gönlü alınınca parti-sinin desteğini Demirel’in yoluna serdi.
Fakat yediği darbe çok ağır gelmişti. Demirel Cumhurbaşkanlığını kaptırmayınca parti başkanlığı ve Başbakan yardımcılığından çekileceğini açıkladı. Sonraki aşamada sözünde durdu.
Demirel 16 Mayıs 1993’de Mecliste yapılan oyla-mayla SHP, MHP ve DYP’nin toplam 244 oyu ile Cumhurbaşkanı oldu.909 Aldığı oyla Özal’ın gerisinde kalmıştı. Özal 1989’da 263 oyla seçilmişti.910
Demirel, İnci Baba’nın ve devletin düzenlediği ayrı törenlerle Çankaya köşküne çıktı.911 O gün, arkadaşının topunu alıp kaçmış ve hedeflediği menzil olan evine varan küçük bir çocuk gibiydi. Birçok duyguyu bir arada yaşıyordu.
Süleyman Bey Cumhurbaşkanı olunca bir zamanlar çok eleştirdiği Özal’ı taklide başladı.912 Bunun ipuçlarını kendisini darbe ile iktidardan uzaklaştıran 12 Eylül’ün hemen sonrasında vermeye başlamıştır. 1980 öncesi ideo-lojik yaklaşımını terk etmiştir. Demirel’in doktirinleri olmadığı ve halkın ihtiyaçlarını çözmek için pragmatik davranılması gerektiğini ifade ettiği düşünüldüğünde de bir anlamda Özal’ın yolunu takip etmek istediğini söyle-yebiliriz.913 Süleyman Bey, Özal sendromundan kurtul-mak istercesine taklit etmeye ve araçlarını hemen kullan-maya başlayarak, adeta ondan öç alıyordu. Uçağı nede-niyle Özal’ı yerden yere vurup “saltanat sürüyor” demişken, tez elden söylediklerini unuttu. Cumhurbaşkanlığı uçağına atlayıp Antalya’ya dinlenmeye gitti.
Hayatı boyunca yatmadan yatmaya kravatını çıkaran Demirel, Özal’ı taklit adına, hayatında ilk kez spor giy-siyle ortalıkta dolaştı. Üstünde lacivert bir pantolon, bedeninin üst kısmına geçirdiği tişört ve kendisinin en büyük olduğunu vurgulama ihtiyacı ile giydiği, üzerinde “1 numara” yazan şapkasıyla... Spor giyiniyor diye Özal’ı eleştiren Süleyman Bey, kılık ve kıyafette de “bugünü” yaşıyordu artık...914
Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonra, kurucusu oldu-ğu ANAP’la ince bağlarını koparmamıştı. Demirel bu konuda da onun yolunda ilerliyordu. Kendisinden sonra DYP Genel Başkanlığı ve Başbakanlığa gelecek kişiyi kendisi saptayıp kulislere başladı. Aradığı, arkadan kumanda edebileceği güvenilir adayı İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’di. DYP Kongresini, perde ardından yönlen-dirip Sezgin’i seçtirmek için, uğrunda onca söz işittiği, eleştiriye göğüs gerdiği Çankaya Köşküne bile yerleşemedi. Evinde oturmaya, ardı ardına DYP heyetlerini kabule başladı.
“Ben Çankaya’dan Güniz Sokak’a gelirken bir açıklama yaptım. Bundan sonra partiler üstü kalacağımı söyledim. Şimdi de orada duruyorum. Tabii Deniz Bey’in düşünceleri çok nazik. Ama ben üzerime düşeni yapıyo-rum. İstikrar istiyorum. Demokrasi istiyorum. Ve ehil bir idare istiyorum. Ama Türkiye’yi yönetebilecek ehil bir idare…”
Yukarıdaki alıntı, Fatih Çekirge’nin Sayın Demirel’le yaptığını söylediği konuşmadır.
Fakat desteğine rağmen İsmet Sezgin kaybedecek, Tansu Çiller kazanacaktı. Demirel’in Cumhurbaşkanlığı forsuyla dört elle DYP içine dalması tepkileri de isyana dönüştürdü. Basında “dört bir yanda olmaz” sesleri yükseldi. Destekçilerinden bile.915
Örneğin Hürriyet gazetesinin başyazarı Oktay Ekşi, 13 Haziran 1993 tarihinde “artık yeter” başlığıyla şunları yazıyordu:
“Mesele, bizim için artık ne İsmet Sezgin seçilsin, ne de Tansu Çiller genel başkan olsun meselesi değil. Bu isimlere Köksal Toptan’ı da ilave edin. O da değil... Mesele, kendi beyanına göre “tertemiz bir defter açarak” Cumhurbaşkanlığına çıkan Süleyman Demirel’in verdiği söze ve ettiği yemine sadık kalmamasıdır. Kendisine “güvenilmez” diyenlerin bir kere daha haklı çıkmalarıdır. Mesele, demokratik rejimin sade vatandaş tarafından değil, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından yozlaştırılmasıdır.
Süleyman Demirel’in 4 Haziran tarihli Hürriyet’te yayımlanan sözleri, “Delegeler görüşmek isterlerse kabul etmem” değil miydi?
Oysa dün Güniz Sokak’taki evinde onları, “bayram-larını tebrik etme” görüntüsü altında 100’erlik partiler halinde kabul ettiği bildiriliyor. Kendisine, “Tarafsızlı-ğınızı korumadığınız yolundaki eleştiri ve haberleri nasıl karşılıyorsunuz?” diye soran Sedat Ergin’e “Ben ne yapayım? Günahımı alıyorlar. Sizi temin ederim ki, tek bir delegeyle, tek bir il başkanıyla konuşmadım. Benden duymadığınız laflar bana ait değildir” dediğini bildiren ve 12 Haziran tarihli Hürriyet’te yayımlanan haberin daha mürekkebi bile kurumadı.
Demirel sözlerinde samimi olsaydı yani delegeleri bir şekilde etkilemeyi istemeseydi engel mi söz konusuydu? Çıkar, Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde otu-rur yahut uçağına atlar Antalya’nın bilmem ne tatil köyünde dinlenmeye çekilirdi.
“Onlar benim otuz, kırk senelik arkadaşlarım. Be-nimle görüşmek istedikleri zaman nasıl geri çeviririm” lafının, bahaneden başka bir değeri olmadığını hepimiz bilmiyor muyuz?
Tuhaf bir şey...
Bunlar -yani bir politikada özellikle bir aşamaya gelmiş olanlar- bizlerin ahmak olduğumuz varsayımına dayanarak hareket ediyorlar. Bizlerin yalanı, dolanı, palavrayı yutacağımızı; hırsızlıkları, namussuzlukları, kaçakçıları ve kaçakçılıkları unutacağımızı ya da bu nedenle kimseye hesap sormayacağımızı esas alıyorlar.
Ve işin kötüsü... Hesap sormayarak veya unutmuş görünerek onları haklı çıkartıyoruz.
“Siyasette bir hafta bile çok uzun bir zamandır” diyerek Demirel de bize, “Bir hafta içinde her şeyin deği-şebileceğini o nedenle -kendisi dahil- hiçbir şeye güven-mememiz gerektiğini” söylüyor. Belki de Makyavelizm’i çağımızda en iyi özetleyen “dün dündür, bugün bugün-dür” sözünün sahibi Demirel çok haklı....”916
Demirel, Çiller’i düşürmek istemektedir: “Benimle kim uğraştı ise mutlaka yenildi. Çiller’i bugün düşürecek bir imkân bulsam, hemen bugün düşürürüm…”917 Demirel “… partideki arkadaşlarıma yol açıyorum. Yol gösteriyorum. Bu kadından kurtulmanın yollarını gösteri-yorum” diyerek tarafsızlığını yitirme noktasına geldiğinin ispatını vermiştir.918
Oktay Ekşi, Çiller’i başbakanlıktan uzaklaştırmak için çaba gösteren Demirel’i eleştirecekti. Cumhurbaşka-nı’nın tarafsızlığını yitirme aşamasına geldiğini şu cümlelerle anlatacaktı: “Görüldüğü gibi Tansu Çiller kabinesinin asıl muhalifi Çankaya Köşkü’ndedir… Bir Cumhurbaşkanı’nın ortalığa düşüp, iş başındaki hüküme-ti devirecek tertiplere zemin hazırlamasını izaha yetme-yecektir… Tansu Çiller, hiçbirimizin değil, Sayın Demirel’in engin siyasi tecrübesine dayanarak yaptığı isabetli tercihlerin Başbakanlığa oturttuğu bir kişidir. Sayın Demirel’in o hatasının faturasını zaten ödüyoruz. Şimdi de bize, iç politika kulisine karışan bir Cumhurbaş-kanının faturasını ödettirmesin.”919
Arcayürek’in gözleminde de “Demirel, Çiller’in DYP’nin başından gitmesine yönelen hareketin içinde olduğunu elbette göstermiyordu. Ama içindeydi”920 Tansu Çiller DYP’yi ele geçirdikten sonra Keçeli’nin anlattığı gibi Demirel, muhaliflere destek vermiştir. Keçeli, muhalifler olarak Cumhurbaşkanı Demirel’le dertleştik-lerini söyler. Demirel’in tarafsızlığı ile bağdaşmayan ‘DYP’nin bir misyon partisi olduğunu söylediğini ve haksızlık durumunda bile yerlerini muhafaza etmeleri’ni Keçeli, kendilerinden istediğini açıkladı.921
“… Kendim İçin bir şey istiyorsam namerdim” diyen Demirel’in DYP Genel Başkanı olmasına hiçbirimiz ses çıkarmadık. “Hani kendin için bir şey istemiyordun. Öyleyse başkasına bıraksana...” demedik. Sonra o, “ken-disi için bir şey istemeye istemeye” iktidara talip oldu. Özal ölüp de Çankaya’daki koltuk boşalınca da, o “kendisi için bir şey istemediğine” bizi inandıran insan, yıllardır hasretiyle yanıp tutuştuğu bir fırsatı yakalamış olmanın telaşı içinde Cumhurbaşkanı koltuğunun üstüne atladı.”922
Basında Süleyman Demirel’in demokratlığını ve Cumhurbaşkanı olmasının gerektiğini savunanlardan biri de İlhan Selçuk’tu. İlhan Selçuk, Cumhuriyet Gazete-sinde “Olayların Ardındaki Gerçek” adındaki sütunda ‘başyazı’ yazıyor, ikinci sayfada da ‘Pencere’ sütununu dolduruyordu. İlhan Selçuk 25 Nisan 1993 günü, “Olay-ların Ardındaki Gerçek”te şöyle diyordu:
“1989’da yalnız ANAP’ın oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilen Özal, bu olayda parlamentodaki öteki partilerle uzlaşma yollarını aramamış, eleştirilere gerekçe hazır-lamıştı.”
Oysa aynı yolu Demirel de izleyecek, yalnız koalisyona bel veren Türkeş ve İnönü ile yoluna devam edecekti. Demirel’in yolunu, yöntemini savunmaya devam eden “Olayların Ardındaki Gerçek”, daha sonra, “bugünden rahmetli Özal ile Sayın Demirel arasında benzetme yapmanın mantığı yoktur” diyordu.
İlhan Selçuk 10 Mayıs 1993’de, bu görüşleri bu kez “Pencere”sinde savunuyordu:
“Kimisi, Süleyman Beyin köşke tırmanışıyla Özal’ınki arasında bir koşutluk görüyor. Gerçekten benzerlik var mı?
—Özal bir tek partinin oylarıyla Cumhurbaşkanı seçil-mişti. Süleyman Bey, öyle görünüyor ki, en- az üç partinin oylarıyla Köşk yolunu tutacak.”
İlhan Selçuk, kendine “sosyal demokrat” adını takan Deniz Baykal başkanlığındaki CHP’yi de eleştiriyordu. Erdal İnönü gibi Demirel’in Cumhurbaşkanlığını alkışlamadığı için...
“Sosyal demokratların bölünüp de Cumhurbaşkanlığı seçiminde ters görüşleri sahiplenmelerinin yararı ne? Süley-man Bey değil de bir başkası seçilse solun başı göğe mi değecek?”
Melih Aşık, Demirel’in sandık çelişkisini “Özal’ı, yüzde 21’e düşen oyla Çankaya’ya çıkamaz diyen Demirel’in yüzde 16’ya düşen oyla Çankaya’ya çıkmasıydı” diye yazacaktı.923
Demirel’de sadece sandık çelişkisi yoktur… 1975 yılında Fransa’nın “Nouvelle Observatoire dergisi”ne Süleyman Demirel’in bir konuşmasını yayınlaması için 70.000 TL ödenecekti. Cumhurbaşkanı Sayın Özal’ın Wall Street Journal gazetesine verilen ilana ödenen para konusunda 20 Nisan 1990 tarihinde parti meclisi toplantısında aynı Demirel şöyle konuşacaktı: “Benim acıdığım fakir-fukaranın parasının çar-çur edilmesidir. Bunu meclis konusu yapacağım.” Peki … Adama demezler mi bu alışkanlığı YERLEŞTİREN KİM?924
Sessiz Darbe
Adamın biri bir gün omzunda ceketi elinde tespihi ve şapkasını yana devirmiş bir şekilde kahveye girer, girer girmezde bir nara patlatır:
— Var mı ulan bana yan bakan?
Uzak masalardan birisinden izbandut gibi bir adam ayağa kalkar:
—Var ulan!
Adam bir kendisine bakar bir de adama bakar hemen:
—Var mı ulan ikimize yan bakan der.
“Herkes zamanı geldiğinde gidecek. Bir yıl uzatma kararı önüme gelirse, imzalamam. Gidecekler ve yerlerine yenileri gelecek” dedi.925 Kuvvet Komutanlarının görev süresini uzatma girişimlerini ‘olanaksız’ diye yorumlayıp, Genelkurmay Başkanı’na bu ‘eğilimini hatta kararlılığını açık biçimde’ duyuruyor.
Demirel ile, ordunun desteğini alan Çiller arasındaki komutanların görev süresinin uzatılması krizi ‘dorukta’.
Çiller, Askeri Şura kararlarını imzalatmak için Çankaya’ya çıkmıyor. Çiller’in yanı sıra Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı dışındaki Şura üyeleri de Köşk’e gitmiyor. Belki de Cumhuriyet tarihinde ilk kez, bir Cumhurbaşkanı’na hükümet tarafından böyle bir muamele reva görülüyor.926
O kadar güveniyor ki kendine; ‘bir emrivaki ile karşı-laşıyor ki; daha önce, üstelik ağustos ayına değin yinele-diği ilkelerin tam tersi bir girişime imza atıp onaylamak durumunda kalıyor. Bir oldubittiye şapka çıkarmak zo-runda kalıyor veya bırakılıyor.927
Eşim Esin’e, hatta Fikret Bila’ya “Korkarım, sıkışırsa imzalar” demiştim.
İmzalamıştı. Sanki onca sözden sonra kararnameye imzayı atan benmişim gibi kendimi yenilgiye uğramış hissediyordum’ diye yazacaktı Arcayürek.
Hürriyet, 5 Ağustos 1994’te “Baba’ya tuzak” başlı-ğıyla çıkar. Tuzak, şuydu: Çiller ile askerler anlaşmışlar, Askeri Şura, Oramiral ve Orgeneralliğe terfi edecek korgeneral bulamamıştı. Komutanlıklar boş kalamayaca-ğına göre, Deniz ve Hava’nın sürelerini bir yıl daha uzatmak zorunda kalıyordu Cumhurbaşkanı.928
Şapkayı alıp giden generaller olmamıştı. Şimdi, iktidar çevrelerinde, siyasal kulislerde askerlerin titizlikle düzenledikleri sahnede şapkayı alıp gidenin Demirel olduğu söylenecekti.929
Altan Öymen’in başyazısının son cümleleri hayli ilginçti: “Düşününüz ki, ‘Uzatma gerekli değildir’ diyen Demirel, bu fikrini değiştirmeye ‘ikna’ olmak için, konu-ta, Başbakan Çiller’i çağırmadı. Genelkurmay Başkanı Güreş’i çağırdı. Onu dinledi. Kararını onun anlattıklarına göre verdi. Ve bu, tabii, şöyle yorumlandı:
Demirel, bu jestiyle, Başbakan’ın görüşlerine değil, ordunun görüşlerine itibar ettiğini vurguladı. Ne diyelim? Aferin ‘sivil yöntemi’nin Cumhurbaşkanı’na da, Başba-kanı’na da!”
Bir-iki ay sonra Oltan Sungurlu, muzip bir sesle;
“Cumhurbaşkanı, siyasal yaşamında 3. darbeyi de ‘sessizce’ atlattı” dedi. Eski adalet Bakanı; 12 Mart ve 12 Eylül’den sonra, komutanlar olayında yaşananları –haklı olarak- 3.darbe diye niteliyordu… Haksız da sayılmazdı.
Ve bu olaydan ders çıkardı: 28 Şubat 1997’de MGK’da koşullar sıralayan askerlerin yanında yer aldı. Onlar gibi düşündüğünü gösterdi…930
—Var mı ulan ikimize yan bakan, diye bağıracaktı.
“... Ordunun yönetime müdahale etmemesi gerekliliği, Türkiye’deki anarşik sorunlardan da önemli, öteki sorunlarından da, her şeyden önemli. ... ‘Ahval ve şerait’ ne olursa olsun, ordunun yönetime müdahalesini kapamanın yollarını aramak gerekir.
Dostları ilə paylaş: |