12 Mart Hükümetleri
Muhtıra’nın hemen ardından kurulan partiler üstü hükümet, Nihat Erim Hükümeti olarak adlandırıldı. Erim Hükümeti güvenoyu aldıktan hemen sonra Cumhurbaşka-nı ve Komuta kademesinden Erim’e ardı ardına gerçekle-şen ziyaretler, Demirel’den esirgenen desteğin yeni hükü-mete verildiği şeklinde yorumlanmakta ve bu da hükü-metin arkasındaki iradenin varlığını yeniden hatırlatma işlevi görmekteydi.780
Erim hükümetinin en zayıf noktası parlamentoydu. Muhtırada suçlu sandalyesine oturtulmuş parlamentodan, Muhtıranın öngördüğü reformları yapacak olan reform hükümetini desteklemesi bekleniyordu.781
14 Nisanı 1971 tarihinde Erim Hükümeti’nin Ekono-miden sorumlu Başbakan Yardımcısı Atilla Karaosman-oğlu, DPT’den Hikmet Çetin’in içeriğini hazırladığı basın toplantısını yaptı. Demirel’in, OECD üyesi zengin ülkeler düzeyinin asrın sonunda yakalanacağına dair beyanından yola çıkarak, Hikmet Çetin’den, son on senedeki büyüme hızını dikkate alarak ne kadar sürede OECD’nin seviyesine ulaşılacağını hesaplamasını iste-mişti. Çıkan sonuç 2359 yıl sonrasını gösteriyordu. 2359 yıl rakamı o derece yankı yarattı ki Karaosmanoğlu, 30 yıl sonra bile kendisine sorulduğunu yazmaktadır.782
Karaosmanoğlu basın toplantısında şu hususları dile getirmiştir; Ağustos 1970’te gerçekleştirilen devalüasyon, düzensiz ekonomik politikalar sonucu kaçınılmaz hale gelmesine rağmen geciktirilmiştir. Ayrıca devalüasyonun gerektirdiği tedbirler alınmamıştır. Bu hususta İktisadi Devlet Teşekkülleriyle (İDT) ilgili 30 Kasım 1970 tarihli zam kararnamesinin gizli tutulması, ertelenmesi örnektir. İDT için hazırlanan 1971 Faaliyet programında, persone-le ödenecek bir kısım ücretin kaynağı için bile zam öngörüldüğü ve söz konusu gizli kararnameyle planlan-dığı halde, sadece Sümerbank malları ve çimentoya zam yapılmış, böylece zamanında yapılması durumunda eko-nomiye etkisi daha düşük miktarda kalacakken, yük artmıştır.783
Ödemeler dengesi, Hazine-Merkez Bankası, Hazine-Bütçe ilişkileri sorunludur. Bütçe açığının giderilmesi için devalüasyonun yarattığı olanaklar kullanılmamıştır. Döviz rezervi yetersizdir. 3 Nisan 1971 tarihi itibariyle net 129,4 milyon dolar olan rezerv, iki aylık ithalat değe-rinden azdır ve arttırılması gerekir.
Yeni Personel Rejiminin maliyet hesabı yapılmadan, 1970 bütçesi Meclise getirilmiştir. Personel Rejimi ile kamu personeline GSYİH’nin % 6’sı kadar ek bir gelir dağıtılacağı halde hiç kimse memnun edilmemiştir. 1971 bütçesinin bırakın iddia edildiği gibi denk olmasını yalnızca cari harcamalar kaleminde 1,6–1,7 milyar TL’lik ödenek eksikliği mevcuttur.
İzlenen politikalarla mal üreten sektörlerin (tarım, sanayi, inşaat) yurt içi hasıladaki oranının yanı sıra milli gelire katkıları da azalmıştır. GSMH’daki artış hızının kaynağında ise hizmet sektöründeki büyüme ile yurt dışındaki işçilerin gönderdiği döviz yatmakta, ancak bu durum iç üretim yapısında doğurduğu zayıflama nede-niyle, uzun vadeli kalkınma hedefi bakımından sakıncalı sonuçlar yaratma ihtimalini büyütmektedir.
İç tasarrufun arttırılmaması ve yapılan israflar nedeniyle başvurulan dış borç yükü artmış olmasına rağmen ortada bu kadar borçlanmayı haklı gösterecek bir kalkınma elde edilememiştir.
İhracat için verilen teşvikler ne ihracatı arttırmış ne de ihracat yapısını sanayi lehine değiştirmişti.784 Yatırım-lar için verilen teşvikler, bütünü dikkate alındığında, 1967–1970 döneminde ekonomiye binen toplam yük 8,2 milyar TL olmuştu.
Yabancı sermaye teşvikine daha çok önem verildiği halde dört yıl içindeki sermaye girişi 112,9 milyon dolar, kar transferi ise 121,9 milyon dolara ulaşmıştı. Dolayı-sıyla yabancı sermaye ekonomiye bir katkı sağlama-mıştır. Keban barajı, Seydişehir Alüminyum tesisleri, Karadeniz Bakır İşletmeleri, İskenderun II. Demir Çelik Sanayi, Akdeniz Gübre Sanayi, Gökçekaya Barajı gibi yatırım örneklerinden görüldüğü üzere projeler için tespit edilen tamamlanma süreleri aşılmış ve bunun sonucu olarak ek maliyet doğmuştu.785
Erim hükümeti ilk olarak, toplum polisinin yetki-lerini genişleten bir kanun değişikliğine gitti. AP’nin aktif desteğini gördüğü değişiklik, karşı oy veren CHP’li Orhan Birgit’in deyimiyle, Demirel Hükümetinin bir an önce kanunlaştırılmasını beklediği bir içeriğe sahipti. AP’nin, siyaset argümanlarının başında Anayasada deği-şiklik talebi geliyordu. Meclisteki program müzakereleri sırasında AP Anayasada ıslahat yapılması(nı) zaruri bulmaktaydı.786
Koçaş, Başbakan Erim’e, “biz Demirel ve Feyzioğ-lu’nun arzularını yerine getirmek için mi görev aldık” tepkisini verecekti.787
Bülent Tanör’e göre de AP’nin 1969 Seçim Beyana-mesindeki anayasada yapılmasını deklare ettiği değişik-likler, Erim hükümeti döneminde gerçekleştirilen madde-lerle benzerdir.788
Anayasa değişiklikleri ile AP’nin yıllardır savunduk-larının önemli bir kısmını elde ettiği tartışmasızdır. Bu yönüyle kazançlı çıkan parti durumundadır. Muhtıra ile iktidardan uzaklaştırılmış bir partinin, en güçsüz olacağı zannedilen bir dönemde elde ettikleri küçümsenemez. Üstelik tüm olumsuzluklara rağmen hala iktidarın en güç-lü adayı olarak AP görülmekteydi. Düzenlemeler, müs-takbel iktidarın elini kolunu bağlayacak engellerden kur-tulma anlamına da geliyordu.789
İsmail Cem 24 Nisan tarihli Milliyet gazetesinde, dar anlamda asayişsizliği banka soygunu, öldürme, kaçırma vb olaylar olarak tanımlamakta ve bu tür asayişsizliğin ortadan kaldırılması için gerekli adımların atılmasına kar-şı olunamayacağını belirtirken; Türkiye’nin 1960’ların ortalarından itibaren içine girdiği ve hakim zümrelerde ciddi rahatsızlık yarattığını söylediği geniş halk hareketli-liğinin etkisiyle, asayişsizlik sorununun geniş anlamıyla da kullanılmaya başlandığını, dar ve geniş anlamıyla asayişsizliğin birbirine karıştırılması durumunda, toplum-daki dinamizmi bazı çevrelerin özlediği biçimde önle-meye yönelik bir tutumun gelişeceğini, Erim’in sert konuşmasıyla bu noktadaki kuşkuları gidermek bir tarafa, otoriter rejimlerde sıkça dile getirilen içimizdeki düşman kavramını gündeme getirecek ifadelerle, sınırları geniş tutulmuş bir suçluluk çerçevesi çizdiği değerlendirmesini yapmıştır. Mümtaz Soysal da, Güzel Huzursuzluk başlıklı yazısında, boykot, işgal, miting ve ideolojik kavga, artık olağan ve evrensel bir hale gelmiş birer eylem biçimidir değerlendirmesini yapmakta ve bu tarz hareketlerin bir suç unsuru şeklinde ele alınıp, huzursuzluğun kaynağı olarak nitelenmelerini egemen çevrelerin bozulan çıkar-larına bağlamaktadır.790
Mumcu, Erim ve İşkence başlıklı yazısında, Erim’in 1941 yılında yayınladığı Amme Hukuku adlı kitabında işkencenin olumsuzluğu hakkında yazdıklarını aktardıktan sonra; Tabii bu gibi sözler, ancak Erim gibi, yüreği medeni cesaretle dolu bilim adamlarına özgüdür. Siyaset adamları ise, kendi devirlerinde işkence yapıldığı yolun-daki iddiaları hep reddemişlerdir demektedir.791
Halman’ın ifadesine göre, bir sohbet sırasında, Soysal’ın anayasa konusundaki kitabını okuduğunu ve tutuklanmasına neden olacak bir içerik taşımadığını bu nedenle haksızlık yapıldığını belirtmesine Erim kızmış ve Soysal’ın SBF’de dekanken ben burada dekan oldukça, kızıl olmayan kimse buradan içeri adım atamaz dediğini ileri sürmüştür. Halman’ın Onu tanımıyorum ama sanı-rım söylememiştir sözlerine Erim’in karşılığı Yok ...Söylemiştir... Onun için de hapis yatması gerekir olmuştur. Halman’ın değerlendirmesi şöyle; “Hukukçu bir başbakan böyle söyler mi? Delil yok, ispat yok, saçma sapan bir duyumu destekliyor, hüküm veriyor, mahkum ediyor. Adam tutuklanmış, işkence edilmiş...”792
Ekim 1971’e gelindiğinde Demirel’in AP’li bakanları çekme kararıyla birlikte çökme noktasına gelen Erim Hükümeti yeni bir krizle karşı karşıya kalmış, Nihat Erim’in istifası Cumhurbaşkanı Sunay tarafından kabul edilmemiştir. Özellikle 29 Ekim’de Genel Kurmay Baş-kanı Memduh Tağmaç’ın bayram mesajında ‘tehlikeli durumun’ sürmesine izin verilmeyeceği ve reformlar konusunda yetkili Hükümet organlarını var güçleri ile destekleyecekleri konusundaki konuşması ortamı yumu-şatmış, Demirel kabinedeki bakanları ile ilgili parti kararını geri almıştır.793 Demirel yıllar sonra Sadun Tanju’nun yaptığı bir röportajda bu toplantıdaki diren-cini, hesaplaşmamı arşive geçirmek istedim... hükümet meselesi falan bir teferruattır. 12 Mart’ı yapanlarla bir tartışmadır, bir hesaplaşmadır... Bakanları çekme hadise-sini bu maksatla kullandım sözleriyle açıklayacaktı.794 Amaç zevahiri kurtarmak…
Nihat Erim’e bir süre sonra yeni bir Hükümet kurma görevi verildi ve yeni Hükümet 11 Aralıkta açıklandı. Kabinede CHP’den 4, AP’den 8 bakan yer alırken geri kalanları Güven Partisinden ve parlamento dışından gelenler oluşturuyordu.
Nihat Erim, Askerlerin getirdiği 1961 Anayasası’nın “bol elbise” ya da “lüks olduğu”nu ileri sürmüştür. Anayasa maddelerinden birçoğu yine askerlerin dışardan tazyiki, meclis’te ise AP ve CGP’nin desteği ile değiştirilmiş ve geçici hükümler getirilmiştir.795
Ancak sonraki dönemlerde Nihat Erim’in söylemiş olduğu lüks anayasa ve balyoz harekâtı deyimi gibi iki kelime dönemin karekteristik duruşunu vurgulamak için kullanılacaktı.796
Başbakan Nihat Erim, Anayasa değişikliklerini şu sözleriyle tanımlamaktadır: “Bu değişiklikler, Türkiye’de demokrasinin bundan sonra takıntısız olarak işlemesini ve Cumhuriyeti yıkmak, devirmek isteyenlere imkân vermeyecek bir ortam içinde ebediyete doğru sürüp gitmesini öngörmektedir.” 797
Naim Talu Hükümeti 12 Mart sonrası son Hükümet olmuş ve ülkeyi seçime götürmüştür. Hükümet progra-mını Meclis’e sunan Talu Hükümetinin 12 Mart’tan beri kurulan Hükümetlerden farklı bir karakter gösterdiğine dikkat çekmektedir. “Hükümetimiz iki partinin iştirakin-den dolayı kuruluş biçimiyle ve sorumluluğuyla demok-ratik rejimimiz için olumlu bir aşamadır” diyen Naim Talu’nun kurduğu Hükümet bir AP ve CGP koalisyonu-dur.798
Talu Hükümeti döneminde üç önemli tasarı yasalaştı-rılabildi. İlk olarak daha önce anayasa değişikliği ile tasarlanan biçimiyle DGM’lerin korunması yasası çıkarıl-dı. Aynı ay bir toprak reformu yasası, son olarak da üzerinde çok tartışılan Üniversiteler Kanunu çıkarıldı. Bu yasaya göre Başbakan’ın başkanlığında bir Üniversite Denetleme Konseyi kurulması öngörülüyordu. Konsey önderliğinde üniversiteler kendi mensuplarına karşı disiplin önlemleri almamaları halinde, bu organ kendi başına hareket etme yetkisine sahip olacaktı. Ancak üniversite özerkliğine ciddi bir müdahale olarak nitelen-dirilebilecek bu yasanın üniversitelerdeki şiddet ve karga-şanın yeniden doğmasını engelleyemediğini, birkaç sene içerisinde yaşanan hadiseler gözler önüne sermiştir.799
Anayasa’nın düzeltmeleri, temel hak ve hürriyetler, basın hürriyeti, üniversite özerkliği, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Kamulaştırma işleri, yargı organları, vergi yükümlülüğü, gensoru, Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu, askeri yargı gibi konularda yeni hükümler getirmiştir. Anayasa değişiklikleri mese-lesi ülke gündemini uzun süre meşgul etmiş siyasi partiler arasında olduğu kadar basında ve kamuoyunda da çok tartışılmıştır.800
Değişikliklerin eksenini 11. madde teşkil etmiştir. “Temel Hak ve Ödevler” alanındaki değişiklikler 1961 Anayasası’nın özgürlükler düzenine sınırlamalar getir-miştir. “Hakların kötüye kullanılmasını önleme” düşün-cesi 12 Mart sonrası anayasa değişikliklerinin temel gerekçesini oluşturmuştur. Kabul edilen değişiklikler ile Anayasaya başlangıcından farklı bir nitelik kazandırıl-mıştır. Yeni 11. maddenin 3. fıkrası bunu açıkça ortaya koymaktadır. İlkinde, “temel hakların özü” olan başlık, değişiklikle buna ek olarak “sınırlanması ve kötüye kullanılamaması” şekline dönüşmüştür. “İşçi niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlilerinin” yani memurların sendika kurma hakları da Anayasa’dan çıkarılmıştır.
Yürütme alanındaki en önemli değişiklikler ise özerk kuruluşlarla ilgili düzenlemelerde görülmüştür ve özel-likle Üniversiteler ve TRT hakkında sınırlamalar getiril-mektedir. Yapılan değişikliler, bu kuruluşları devletin daha doğrusu iktidarın gözetimi ve denetimi altına sokmaktadır. Üniversite öğretim üyelerinin ve yardımcı-larının partilere üye olabilmeleri imkânsız hâle getiril-miştir.
Silâhlı Kuvvetlerin devlet yapısı içindeki ağırlıklarını arttırıcı değişikliklere gidilmiştir. Askerlerle ilgili idari eylem ve işlemlerin yargı denetimi Danıştay’dan alına-rak, yani sivil ve tek idari yargı sisteminden kopartılarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi adıyla oluşturulan yeni bir kuruluşa verilmişti. Bu değişikliklerle Milli Güvenlik Kurulunun görüşlerine biraz daha ağırlık kazandırıl-mıştır. Anayasa’nın ilk şeklinde Milli Güvenlik Kuru-luna askeri kanattan “kuvvet temsilcileri” katılıyordu ve MGK’nın sadece bir danışma kurulu olduğunu belirtmek için “yardımcılık etmek üzere” şeklinde bir ifade metinde yer alıyordu. 1971 değişikliği ile ise kurula katılacak olanlar “Kuvvet Komutanları” olarak belirlenmiş, “yar-dımcılık etmek üzere” ibaresi de metinden çıkarılmış ve “tavsiye eder” ibaresi eklenmiştir.
Sıkıyönetimi gerektirecek durumların kapsamı geniş-letilmiş ve silahlı kuvvetlerde bulunan devlet mallarının denetlenmesi usullerine Sayıştay’ın bu konudaki yetkile-rini sınırlayan bir gizlilik unsuru getirilmiştir. (md.127/3) Yargı alanındaki değişiklikler, 1971 ve 1973’te Anaya-sa’nın temel niteliğini değiştirmek için yapılan girişim-lerin en önemlileri sayılabilir. 1971 değişiklikleri, suçla-rın işlenmesinden sonra suça ve sanığa göre mahkeme kurulmasını önleyen doğal yargıç ilkesini ortadan kaldırmış, askeri yargının yetki alanını genişletmiş, Askeri Yargıtay başkanlarının seçiminde daha önceki serbestliği kaldırmış, asker kişilerle ilgili yönetim işlemlerinin denetimini Danıştay’ın elinden alarak bir Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne vermiş, savcıların özlük işlerinde Adalet Bakanlığının rolünü daha da belirginleştirmiş, Adalet Bakanının Yüksek Hâkimler Kuruluna oy sahibi olarak katılmasını sağlamış, idarenin eylem ve işlemlerinin Danıştay tarafından denetlenme-sinde yürütme görevinin yerine getirilmesini sınırlayıcı nitelikte karar alınmasını yasaklamıştır.801
Yapılan bu değişiklikler, Anayasa Mahkemesine meclislerce seçilecek üyeler bakımından üniversitelerin aday gösterme imkânlarını ortadan kaldırmakta, anayasa değişikliklerinin ancak biçim yönünden denetlenebile-ceğini belirtmekte, Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açma hakkını parlamentoda grup kurmayan partilerin elinden almaktaydı. Yargı ilkeleri en çok 1973 değişiklikleri ile zedelendi. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin üyeleri ve savcıları görünürde Yüksek Hâkimler Kurulunca atanacaktı ama aslında bu atamalar için adayları Bakanlar Kurulu göstermekteydi. Böylece, Anayasa’nın yargı bağımsızlığı ilkesine en önemli darbe vurulmuş olmaktaydı.
Muhtıra’nın yarattığı olağanüstü dönemden normal döneme geçişin temel koşullarından birisi de Anaya-sa’nın değiştirilmesi olmuştur. AP ve DP’nin başından beri önemli ölçüde Anayasa değişikliği taraftarı olduğu göz önünde bulundurulacak olursa CHP’nin de bu sürece katılmaya “ikna” edilmesi ile birlikte parlamentonun anayasa değişikliklerine sahip çıktığını söylemek müm-kündür. Önemli olan değişiklikleri yapmaya yetkili parla-mentoda böyle düşünen ve davranan büyük bir çoğunlu-ğun olmuş olmasıdır. Sıkıyönetim bir anlamda daha önce gerçekleştirmeye fırsat bulunamayan değişiklikleri kolay-laştırmıştır. Bir anlamda 12 Mart müdahalesi, 1961 Ana-yasası muhaliflerinin, aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara bırakarak, anayasa değişikliği programı çerçeve-sinde birleşmelerine yol açmıştır.802 Hatta Muhtıracılar ile AP arasında anayasa değişikliği sırasında tam bir işbirliği yapıldı. 61 Anayasası, “27 Mayısçıyım” diyen Batur ile “27 Mayıs’a karşıyım” diyen Süleyman Demirel’in katkı-larıyla değiştirildi.803
104. madde ile ise 27 Mayıs 1960’tan 15 Ekim 1961’e kadar yargı organlarınca kapatılmış siyasi parti-lerin devamı olma iddiası yasaklanmıştır. Aynı adı taşı-yan partiler kurulamayacağı gibi bu partilere ait her çeşit işaret, rumuz ve alâmet hattâ bunların benzerlerinin kullanılamayacağı açıkça belirtilmektedir. Aynı madde-nin üçüncü fıkrası ise aynı tarihler arasında yargı organ-larınca kapatılmış olan siyasi partilerin devamı olma iddiasının hiçbir parti tarafından kullanılamayacağını açıkça ifade etmektedir.
Siyasi partilerin kapatılabilmeleri, siyasi partilerde örgütlenme ve siyasi faaliyet özgürlüğüne getirilmiş bir sınırdır. Yasayla yeni kapatma nedenleri yaratmak bu esasların dışına çıkılması anlamına gelir. Yeni çıkarılan SPK Anayasa’da olmayan birçok parti kapatma nedeni getirmiştir.804
12 Mart Muhtırası’na başlangıçta karşı tepki gösteren İnönü, partiler üstü Başbakan’ın Nihat Erim olacağı anla-şılınca yeni hükümeti destekleme ve bakan verme kararı aldı. Genel Sekreter Bülent Ecevit ise daha net bir tavır ortaya koyarak Genel Sekreterlik görevinden istifa etmiştir. 12 Mart’la başlayan ara rejim döneminde kuru-lan birinci ve ikinci Erim hükümetine CHP ve CGP’nin yanı sıra AP’de bakan vermiş, daha sonrasında kurulan Ferit Melen hükümeti ve Naim Talu hükümeti de AP cephesinde destek bulmuştur. Bu durum bazı yazarlar tarafından 12 Mart müdahalesinden en az zararla çıkanın aslında AP ve Demirel olduğu şeklinde yorumlanmak-tadır. Demirel’i hem kendi partisini hem de ülkeyi yöne-temez duruma geldiği bu bunalımlı dönemden komutan-lar çıkaracak ve yumuşak bir iniş yapması sağlanacaktı.805 Hatta Süleyman Demirel’in, başında bulunduğu hükü-meti deviren askerleri kısa sürede kendisinden yana bir çizgiye getirdiği ve 1961 Anayasası’nın özgürlükleri genişleten maddelerini değiştirme imkânını bu sayede elde ettiği ileri sürülmektedir.806 12 Mart rejimi asıl ilgi alanı olan kanun ve düzen probleminde hızlı yol aldı. 82 Anayasasının temelleri olan Anayasa değişiklikleri bu dönemde yapıldı. DGM, Üniversite ve Sıkıyönetim yasa-ları çıkarılarak rejimin otoriterleşme süreci derinleşti-rildi.807 Anayasa Mahkemesinin sıkıyönetimin iptali kara-rına tepki olarak Anayasanın bazı hükümleri değiştirildi ve Anayasa sıkıyönetim kanununa uygun hale getirildi.808
Hatta 12 Mart’ın Demirel’i siyaseten kurtaran bir işlev gördüğünü, çünkü ülkeyi yönetememe, toplumsal olayları kontrol edememe, bütçe açığının fazla olması, Türk parasının değerinin düşürülmesi gibi ekonomik sorunların AP’nin altından kalkamayacağı boyuta geldiği iddia edilmiştir. Bunların başında gelen Ecevit’e göre, Demirel hükümeti, Cumhurbaşkanı Sunay’ın desteği olmasaydı zaten düşecek bir noktaya gelmişti ki, komu-tanların istemeden de olsa hükümeti destekler görüntü-süne düşmeleriyle soluklanmıştı. Komutanların destek görüntüsü orduda tepki yaratmış, bu tepkiyi frenleyerek ordu mensuplarını tatmin etmek için Komutanlar Muhtıra vermişti.809
Süleyman Demirel 12 Mart’ın kendi istediği yönde ilerlediği ile ilgili olarak kendisine yöneltilmiş soruya “Bunalımın çaresi ve nedenleri üzerindeki görüş ayrılık-larımız vardı. Muhtıra sonrası yaşananlar beni haklı çıkarmıştır. Yani onlar benim çizgime gelmiştir. 50 sene-lik ömrümün hemen kırk senesi siyasi hayat sayılır. Bu kırk sene içinde 21 yıl milletvekilliği ile parti genel baş-kanı, 12 yıl başbakan, 7 yıl cumhurbaşkanı,7 yıl yasaklı yani evinde oturmaya memur; 8 yıl muhalefet, bir tam bir yarım iki darbeye rağmen attığım her adımı başarıya ulaştım bu kadar süre ayakta kalmamın nedeni üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır. Bu düşüncenin altında ya-tan da onlardan biridir” şeklinde cevap vermiştir.810
Ancak Demirel’in 12 Mart’ın başarısızlığını ve neyi çözdüğünü sorması ilginçtir. 12 Mart aslında ülkedeki kaos’u baskı ve sıkıyönetim yoluyla çözmüş, ekonomide petrol krizine rağmen döviz rezervinde (2 Milyar dolar) artış gibi olumlu gelişmeler olmuştur. Demirel bunu bile kendisinin 1970 yılında aldığı ekonomik önlemlere bağlayacaktır.
12 Mart’ın Başbakan’ı Ferit Melen, Demirel’e Ordu komuta heyetinin, Cevdet Sunay’ın görev süresinin üç yıl uzatılmasını, üç yıl boyunca Faruk Gürler’in Genelkur-may Başkanlığında kalmasını ve sonra Sunay’ın yerini almasını istediğini iletecekti.811 Ancak Demirel’in muha-lefetiyle karşılaşmıştır. Melen hayretler içindeydi. Ona göre, “Askerden gelen istekler asla geri çevrilmez”di. Hele 12 Mart ortamının sürdüğü günlerde. Arcayürk’e Demirel’in önerileri geri çeviremeyecek kadar korkak olduğuna inandığını söylemiş.812 Bunun üzerine Askeri kanadın adayının Faruk Gürler Paşa olduğunu Cevdet Sunay, Demirel’e iletmiştir. Millet iradesine dayanması gereken demokratik bir seçim Ordu’nun isteğine göre şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Gürler’in seçilmesine belli çevreler kesin gözüyle bakmaktaydı. Kimsenin buna karşı koyamayacağı düşünülüyordu. Darbeyle başbakan-lıktan indirilmiş Süleyman Demirel mi -üstelik Ordu istedikten sonra- Gürler’in Cumhurbaşkanlığına hayır diyecekti!813 Bu noktada demokrasinin savunuculuğunu belki de kendi çıkarları için Demirel yapmış ve “Bizim, Faruk Gürler’e oy vermemiz mümkün değildir. Zira Genel Kurmay Başkanlığını, Cumhurbaşkanlığına giden yolun sondan bir önceki basamağı haline getirdiğimizde, TBMM’nin yetkisi ortadan kalkacak, Parlamento bir ke-nara itilmiş olacak. Öteki sakınca bir o kadar önemli: Her yedi yılda bir Cumhurbaşkanı seçimi yaklaştıkça ‘Genel-kurmay Başkanı Kim Olacak’ sorunu ortaya çıkacak. Bu ise, TSK’yı ikiye hatta üçe bölecek. Çünkü Genelkur-may’a oturacak kişiye bir Genelkurmay Başkanı gözüyle değil, Cumhurbaşkanı gözüyle bakılacak” demiştir. Demirel, bu dönemde komutanların bütün görüşme isteklerini ve çağrılarını reddetmiş, Cumhurbaşkanı Sunay’a da aynı kararlılıkla cevap vermişti. Ancak demokrasinin gereği olan Cumhurbaşkanını TBMM’nin özgür iradesiyle seçmesi olayına atanmış bir Başbakan inanamadığını “Genelkurmay Başkanı soyunmuş, gelmiş. Ordu, onurunu çiğnetmez. Seçilecektir” sözleriyle ortaya koyacaktır.814
Sonuçta Fahri Korutürk adı üzerinde anlaşmaya varıldı ve kriz atlatıldı. Böylece Demirel’in deyimiyle TBMM kendi hür iradesi ile Cumhurbaşkanı seçmeyi başarmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında Demirel ve Ecevit’in yaptığı işbirliği demokratikleşme açısından oldukça önemlidir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde sağla-nan uzlaşma bir anlamda 1971 ara rejiminin de sonu olmuştu. Bu rejimin mimarlarından birisinin aday olması-na rağmen cumhurbaşkanı seçilememesi toplumdaki demokratikleşme ve sivilleşme isteği doğrultusunda atıl-mış önemli bir adımdı. Faruk Gürler’in bütün baskılara rağmen Cumhurbaşkanı seçilmemesi Demirel’in başarısı olarak değerlendirilmişti.815 …mi acaba? 1966 yılında Sunay’ı Genelkurmay Başkanlığından istifa ettirerek Cumhurbaşkanı seçtirdiği için övünenlerin Gürler’e “milli irade” sözü ederek tavır koymaları bir yanılsa-madır.816 ANKA ajansının bülteninde ifade edildiği şek-liyle Devlet başkanlığı müessesesi “Karacı generallerden Denizci amirallere devrolunmuştur.”817 Ordu menşeyli devletin başını seçmek değişmemiştir. Ha ali veli ha veli ali… Muhsin Batur’a göre de bu bir aldatmacadan iba-rettir. Faruk Gürler’in saf dışı bırakılmasına ordu hiçbir tepki göstermemişken yerine Amiral Fahri Korutürk’ün seçildiğini belirtmektedir.818
Hâlbuki 12 Mart döneminde Demirel ve AP, demok-rasinin özünden uzaklaşması doğrultusunda ve rejimin sivil karakterini zedelemek yolunda ne kadar girişim ol-muşsa, hepsini desteklemiş ve oylarıyla gerçekleştirmiş-tir… Meselenin neresinden bakılırsa bakılsın, AP, bir demokratik özün tavizsiz ve prensip sahibi koruyucusu olmamıştır… Kendisine zarar vermeyeceğini düşündüğü yerde, demokrasinin özünden uzaklaşılmasına ve rejimin sivil karakteriyle çelişen girişimlere arka çıkmıştır. Sıra sadece bu demokratik özde değil, bizzat (cumhurbaş-kanlığı seçimi gibi s.k.) iktidarın paylaşımına geldiğinde ise, AP, demokrasinin güçlü savunucusu olmaktadır.”819
Çok çarpıcı olan bir başka nokta ise muhtıra karşı-sında Demirel’in tutumudur.820 12 Eylül 1980 darbesi 12 Mart askeri müdahalesine göre daha baskıcıdır.821 12 Eylülden sonra darbeye karşı Demirel’in yürüttüğü sert muhalefet ve takındığı hırçın tavırlar 12 Mart muhtırasına karşı asla gösterilmemiştir. O günden bugüne gazete koleksiyonları tarandığı takdirde kendisinin 12 Mart Muhtırası aleyhinde tek kelime söylediğini veya herhangi bir eleştiride bulunduğunu görmek mümkün değildir. Aksine kendisi “Hislerimizle değil aklımızla hareket edelim” veya “Hükümete zorluk çıkartmayalım” şeklinde zaman zaman grubuna tavsiyelerde bulunmuştur. Muhtı-rayı aldığı zaman da hiç bir reaksiyon göstermeyerek der-hal istifa etme yolunu seçmiştir.
Eğer, 12 Eylül darbesine nazaran çok daha yumuşak olan muhtıradan korkarak sesini çıkarmadığı düşünülse bile, acaba çok daha sert bir askeri ihtilal mahiyetinde olan 12 Eylülde cesareti arttığı için mi sesini yükselte-bilmiştir?822 Evren’in deyişiyle; 12 Eylül’ün başlarında Ecevit’e göre “daha akıllı ve sinsice faaliyetlerini sürdü-rüyordu.”823 Ancak kendisine siyaset yasağının konul-ması, AP’nin kapatılması, YTP’nin kurulmasına izin verilmemesi, DYP’nin vetolarla 1983 seçimlerine sokul-maması sonrasında, iktidarın sivillere geçmesi ile birlikte salvolarına başlayacaktır. Zaten Adalet Partisi’nin kapa-tılması, Hamzakoy ve Zincirbozan olayları Demirel’in askeri rejimle hesaplaşma duygusunu artırmıştı. Özal anı-larında Ekrem Ceyhun’la yaptığı görüşmeden bu izlenimi edindiğini söylemektedir: “Ekrem Ceyhun'a sordum... "Nedir politikanız? Ne yapacaksınız?" Ekrem, şöyle anlattı politikalarını: “Biz bunlarla her türlü kavgayı yapacağız. Hiçbir şeyi yanlarına bırakmayacağız. Ben de, bunları duyunca, sinirlendim, “Bak... Hiç değişmemiş kimse... Herkesin eski kavgacılığı devam ediyor. Bizim kavgada falan işimiz yok.”824
Ancak 1986 yılından sonra yasakların kalkması ihti-mali belirince yeniden 12 Eylül eleştirilerinden kaçına-caktır. Evren, “12 Eylül’ü tartışacak mı? Bana öyle geliyor ki, Demirel, yasağının kaldırılması için bize hoş görünmeye çalışıyor,” şeklinde değerlendirmede bulu-nur. Evren haklıydı. 12 Eylül’ü tartışmayı Demirel “daha sonraki aylara yıllara” bırakıyordu. Onun ilk he-defi yasakların kalkması ve fiili siyasete dönebil-mesiydi.825 Referandumdan sonra yavaş yavaş dozu ar-tan eleştiriler yapacaktı.826
Muhsin Batur sivillerin ordu müdahaleleri karşısında direnmediğini anlatırken sanki Demirel’i anlatır: “Bizim-kiler hemen tartışmasız bir şekilde teslimiyet içine girive-riyorlar. Ne derseniz uyuyorlar. Hiçbir direnmeleri yok. 12 Mart’ı yaptık milletvekillerinden, senatörlerden biri olsun, ‘ben buna tahammül edemem’ deyip istifa etmedi. Çantanı al, şuraya git diyorsun, gidiyor. Gitmiyorum dese demokrasi kahramanı olurdu. Yapamıyor. Sadece tek marifetleri var. Askerlerin hoş görüsüne sığınıp, sin-mek ve beklemek; zamanı geldi deyip ortaya çıkmak.” 827
Demirel’in kendi ifadesi ile “Tespih, tane tane çeki-lir.”828
Demirel, bir siyaset adamı.
Çoğu söyleşilerde hayıflanarak söylediği bir söz var:
“Demokratik düzen içinde çok az süreler yaşadık. Eğer ülke siyasal, sosyal kimi çalkantıların içinde olma-saydı, istikrarlı bir düzen içinde sürüp gitseydik, kalkın-mayı gerçekleştirecek ‘büyük eserleri’ daha çoğuyla yap-ma olanağı bulacaktık!...” 1965-71 arasındaki onca siya-sal kargaşaya karşın, gene de ülkeye ve ülkenin kalkınmasına önayak olacak ‘büyük eserleri, ya başlattı-ğı, ya da hizmete açtığı için gururlanırdı. “Ahhh...” derdi kimi zaman, “biraz rahat bıraksalardı, daha neler yapabilirdik.”
Bugün memlekette yapılmış bulunan yanlış işler, içine sürüklendiğimiz çıkmazlar ve karşı karşıya kaldı-ğımız problemler hakkındaki davranışlarına bakalım. Sanki, Ay’dan veya Merih’ten gelmiştir, sanki kendisi Türkiye’de ve en büyük mesuliyeti taşıması gereken ma-kamlarda hiç bulunmamış, sanki Türkiye’de hiç yaşa-mamıştır?...829 Sanki siyasetçinin görevi ülkeyi normal işleyişe koymak değilmiş gibi şikâyet ediyor. “Hükümet ağlama duvarı değildir” diyen kendisi değilmiş gibi konuşuyor.
Dostları ilə paylaş: |