Demirel ya da kendi gerçEĞİNİ Örtmenin siyasi tezahüRÜ Yazan Dr. Sıtkı karaca



Yüklə 1,81 Mb.
səhifə2/20
tarix06.03.2018
ölçüsü1,81 Mb.
#44413
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20

Allan Nevins77


Bir Bilinçli Yetersiz Kişilik Demirel

Sıradan Bir Öykü

Sizin bir şoförünüz var. Bu şoför arabanın yönetimi için sizden değişik aletler istedi. Hatta iyi bir gözcü istedi, siz de bütün bu isteklerini karşıladınız. Şoförünüz ilk beş yıl ufak tefek arızalara rağmen iyi bir yönetim gösterdi. Ancak 6. yılında arabanıza kaza yaptırdı. Kazanın sebebi olarak yolun bozukluğunu gösterdi. Gerekçe olarak gösterdiği yol sathındaki değişik çukurların varlığı, hatta bu çukurlardan biri-sinin su ile dolu olduğu için derinliğini ve genişliğini bilememesi, göreve aldığı gözcünün de bu çukurlar için kendisini uyarmamasının yanında hızlı gittiği için de çukura düştüğünü ve arabayı devirdiğini söylese onu işten uzaklaştırır mısınız? Yoksa bize 6 yıl emek verdi, deyip işinden memnun olduğunuzu söyleyip üstüne aferin mi dersiniz?

Diyelim ki, “aferin” dediniz, ona güvendiğiniz için sorgulamadan yeni bir araba verdiniz. Sonra da iki üç kez direksiyon hâkimiyetini kaybettiği için önemli kazalar yaptı. Ancak arabanız hurda olmadı fakat 4. kazasında yoldan çıktı, hem kasa ve motor arızası oluştu ve ehliyeti elinden alındı. Kaza gerekçesi ola-rak karşısına virajda aniden bir domuzun çıktığını vurmamak için sağa doğru direksiyonunu kırdığını, bu hareketinin kazaya yol açtığını öne sürdü. Siz de önemli değil ve sağlık olsun dediniz. Ama ehliyetini elinden aldınız. Aradan 7 yıl geçtikten sonra tekrar ehliyetini geri verdiniz. 4 yıl sonra akıllanmıştır, düşüncesiyle yeniden göreve başlattınız. Ayrıca baş kaptanın görevden ayrılmasından sonra baş kaptanlık görevini ona verdiniz. Ancak aradan 1 yıl geçer geç-mez arabanın mali sorunlar nedeniyle değeri düştü. Bu durumda da görevini devam ettirdiniz. Aradan 2 yıl geçti ve sizin yönetim sisteminizi karıştıracak kural değişikliğine gitti. Görevli olmayan kişileri so-rumluluk makamına getirdi. Bununla da yetinmeyip görev süresi dolmasına rağmen kendisinin iyi bir yönetici olduğunu ileri sürerek dönemini uzatmak için değişik atraksiyonlara girdi. Hala kendisinden sonra bu göreve gelenler kazaya, hatta ufak tefek çiziklere yol açmadığı halde arabanın iyi sürüleme-diğini ileri sürmektedir.

Pekala, size bu adamla ilgili temel sorumu soruyorum:

Adamın tüm kaza gerekçeleri doğru olsa da sahip olduğunuz tek arabanızı onun şoförlüğüne verir misiniz?



Hepinizin, “Asla” dediğinizi duyar gibiyim.

Anarşi olaylarının hep Demirel hükümetleri zamanında azması ve o olayları darbelerin izlemesi bir rastlantı değildi.78

Demirel’de İktidar ve Güç Tutkunluğu

Demirel’in politik arzuları ve başarı hırsı çok yük-sektir. Rakiplerini yok etme ve iktidar olma arzusu güçlü-dür. İktidar olmak, kitleleri harekete geçirmek, insanlara emirler vermek ve bu emirlerin yerine getirilmesi, onu fazlasıyla çek­mekte idi. iktidarın nimetlerinden tatmıştı ve o nimetlerin vereceği şeyleri çok iyi bilmekteydi. Ama bütün bunlara tek başına sahip olmak istiyordu.79

Demirel için asıl önemli olan ayakta kalabilmek ve başarıya ulaşmak olmuştur. Ona göre her şey neticesiyle ölçülür. Eğer netice düzgünse, iş başarılıdır ve başarının yerine de koyacak bir şey yoktur. Başarı elde etmek için başarıya talip olmak lazımdır. Başarının yerine hiçbir şey koyamayız80 Demirel’in ifadesiyle, şöyle:

- Get the jop done… Ne pahasına olursa olsun işi bitir… yani bana mazeret getirme… vazifeni yap. Bu felsefe… Bu üslup… Demirel’in “50 yıllık yönetim üslubu.”81

Ona göre, hedefe ulaşmak için her yol meşrudur ve en başta insanlar olmak üzere her şey vasıta olarak kullanıla­bilir. Politikada daima başkalarını öne sürmek ve herkesi vasıta olarak kullanabilmek en emin yoldur. İkti-dara en ko­lay şekilde ve en kestirme yoldan başkalarının omzunda gi­dilir.82

Demirel için belki de en uygun sıfat “köylü Türk mühendisi”dir. Demirel beklemesini ve hesap etmesini bilen bir köylü olarak sıkıştırıldığında ben su mühendisi-yim sıkıştırırsanız bir delik bulup çıkarım diyen “köylü kurnazlığına” sahip bir mühendistir. Machiavelli ve Pareto üzerinden Demirel için “tilki” demek mümkündür. Machiavelli şöyle der “Tilki gibi davranmayı bilen, hep daha iyi sonuca ulaşmıştır. Ama bu yapıyı iyice allayıp pullamayı, göz boyamayı ve renk vermemeyi iyi bilmek gerekir”. Demirel de Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde tilki kurnazlığıyla tuzakların birçoğunu görmüş ve atlatmasını bilerek Türkiye’nin son 40–50 yılına damgasını vurmuştur. Machiavelli’nin de dediği gibi Demirel “Talihin rüzgârlarına ve değişen durumların gereklerine ayak uydurabilecek bir düşünce yapısına sahip”tir.83 Demirel’in bu 40–50 yıl içerisindeki başarısı-nı “bilge bir Hükümdar, yurttaşlarının her zaman ve her durumda devlete ve kendisine gereksinme duymalarını sağlayacak biçimde davranmalıdır; bu durumda halk hep bağlı kalır ona” düşüncesini uygulamasına bağlamamız mümkündür.84

En yakın çalışma arkadaşlarından Sayın Çağlayangil, anılarında Demirel’i; “kızdığını belli etmeyen, reaksi-yonları yok sayılan, son söyleyeceğini evvela söyleme-yen, hiçbir işe anında karar vermeyen, ölçüp biçen bir satranç ustası gibi hamlesini yapmadan husule gelecek vaziyetleri evvelden tespit eden ihtiyatlı, planlı bir insan. Bir matematisyen. Hiçbir şeyi tesadüflere bırakmayan, geç ama sağlam karar veren bir kişilik” olarak anlatmak-tadır. 85

Bulunduğu muhitin temayülünü kolayca anlama ve hemen o temayüle sahip çı­karak, havayı lehine çevirebil-me hususunda da kabiliyetli­dir. Herkesle anlayacağı dille konuşmayı ve herkesi inançla­rı ve istekleri içinde boğma-yı çok iyi bilir. İnsanları tanımak­ta büyük sezgi gücüne sahiptir ve bu gücü kurnazca kullanır. İnsanların heye-canlarını, samimî isteklerini ve saf taraf­larını kolayca bulup çıkarır ve bunları istismar etmekten çe­kinmez.

Bu anlayış içinde, her alıcıya satacağı birtakım malları, her isteyene vereceği birtakım fikirleri, öğütleri ve bilgileri, hemen her zaman masasında ve kafasında hazırdır… Eğer hazır bir şeyi yoksa alı­cının ve isteyenin havasına, suyuna ve rengine göre müna­sip bir şeyler bulmakta güçlük çekmez.

Evinde bulunan kitaplar, resimler ve bazı eşyalar bile za­mana, zemine ve şartlara göre değişik olur veya değiş-tirilir. Bunların yerleri bile gelip gidene ve gelip gidenle-rin havası­na göre ayarlanır. Mesela, evinde eski Demok-rat Parti’nin bazı büyüklerinin resimleri vardır. Bunların yerleri, eve ge­lenlerin rahmetli Bayar’a veya rahmetli Menderes’e olan ala­ka ve sevgisine göre yer değiştirir. Eğer gelen üniformalı bir kimse ise, resimler tamamen kaldırılabilir. Mesela, Adalet Partisi genel başkanlığı seçimi için yapılan çalışmalar sıra­sında, bu kitap, resim ve eşyalara, o zaman ABD cumhur­başkanı olan John-son’la çekilmiş bir resmi ile evdeki orta masanın üzerine koyulan Russell’in Batı’nm Bilgeliği kitabının İngilizcesi ilave edilmiştir. 1969 seçimlerine gidildiği günlerde ise, bu resimlerin hepsi ortadan kaldırılmış, sade­ce rahmetli Menderes’in küçük boy bir resmi, o da bir sürü at heykelinin arkasına gizlenmiş olarak kalmıştır.86

Karakterinin bir özelliği de irade gücünün zamana, zemine ve şartlara göre değişmesidir. Bunu bilhassa cesaretini ayarlarken ortaya koymaktır. Mesela, kendisini zamana, zemine ve şartlara göre hazırla­makta, hareketle-rini zamana, zemine ve şartlara anında uydurmakta veya durumunu ayarlamakta çok ustadır. Cesaretsizliğini giz-lemek ve cesaretini süsleyip büyüterek parlat­mak, bu uyarlamanın içindedir. Korkak hareketleri bazen iste-meyerek ortaya çıkar ise de, cesaret gösterileri mutlaka düşünülüp tezgâhlanarak sahneye konur. Cesareti ile kav­gacılığı birbiriyle çok yakından alakalıdır. Her şeyden önce kavgacı görünmesine rağmen hiçbir zaman kavga-nın içine girmez. Daha doğrusu kavganın dışında kalma-nın yollarını iyi bilir. Kavganın dışında olduğu zaman alabildiğine perva­sız ve cesurdur. Kavganın içinde kal-mak mecburiyetinde ka­lırsa, korkak, pısırık, sesi ve soluğu çıkmayan bir kimse olur. Adalet Partisi’ni bırakıp gittiği günleri, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 sonralarını şöyle gözlerimizin önüne getirip olanları hatırlayalım. Uzun yıllar kader arkadaşlığı yaptığı Çağlayangil’in anla-tımıyla “Demirel, ne zaman gerileyeceğini… Direnmenin vaktini iyi hesaplar… sevgisini, öfkesini, üzüntüsünü hapsetmeyi onun kadar bilen azdır…”87

İktidara gitmekte olan Adalet Partisi’nin zor ve çetin şart­larla karşı karşıya bulunduğunu, büyük bir kavganın için­den geçmek mecburiyetinde olduğunu gördüğü an, şapkası da dâhil her şeyi bırakarak arkasına bile bakma-dan ka­çıp gitmiştir. Bu suretle de en kısa yoldan kavga-nın dışına çıkmasını bilmiştir. Ama gözü ve gönlü arka-da, daha doğru­su geleceğin iktidarında olduğu için bu kaçışı, zamana zemi­ne ve şartlara göre, biraz da hissettiği korkuyu cesarete dö­nüştürerek, başka başka şekillerde anlatmaktan ve sebeple­rini beraber oldukları insanların havasına göre açıklamak­tan çekinmemiştir.

12 Eylül 1980 sonrasındaki hareketleri... Emredilen yere bir an önce gitmek için alelacele hazırlanan bavullar ve vaktinden önce havaalanına arzı endam ediş... Sonra evine kapanış ve sesinin soluğunun çıkmayışı... Biraz güneşin ucu görünüp etraf hafif aydınlanacak gibi olunca da sessiz­lik içinde homurdanışlar... Arkadan Çanakka-le’de bir nevi dinlenme kampı... Daha sonra sisler, dumanlar ve bulutlar uzaklaşıp güneş gökyüzünde pırıl pırıl ortaya çıkınca, kah­ramanımız görülmemiş bir perva-sızlık ve cakayla sahnede ve her şeyin rahat rahat konuşulduğu Türkiye’de, “Konuşan Türkiye” istiyor, konuşuyor, konuşuyor ve durmadan konu­şuyor.

Özetlersek, kahramanımız sahneye çıktığı günden beri, hiçbir mevzuda, sağlam iradeli, cesur, ileri görüşlü ve so­ğukkanlı insanların yapacağı hareketleri yapmadı; hadisele­ri önceden görerek gerekli tedbirleri almadı; aldığı tedbirler­le hadiselerin üzerine gidip her şeyi yerli yerine oturtmadı; hadiseler karşısında ciddi, kesin ve kararlı olamadı. Aksine tehlikelerin içine girmekten, riskleri göze alıp mesuliyeti yüklenmekten her zaman kaçtı.88 Kahramanımız; hiçbir riskli işe girmez. Bu anlamda yorulmayı göze almaz. Şayet bir parti başkanı ise, oya dönüşecekse, bu mücadeleyi göze alır.89

1977 seçimlerinde CHP mensupları iktidara geldikle-rini sanıp, Güniz Sokakta Demirel’in evinin önünde deği-şik şakalar ve tekerlemeler kullanırlar. Arcayürek de Demirel’in iktidar mücadelesini basitleştirmeye çalışır; “Denilebilir ki, belki de Demirel, bir iktidar tutkunuydu; eşine karşı girişilen bu sözlü saldırı iktidarı ele geçirmek için, içinde yanan, üstü küllenmiş ateşi yeniden alevlen-dir­mişti”.90 Demirel, bu düşünceyi doğrular şekilde Churchill’e enerjisi ve dinamizminin sırrı sorulduğunda verdiği cevapla yanıtlamıştır: “Gücün sırrı iktidar… Enerjinin kaynağı iktidar.”91

Benzer şekilde 15 Kasım 1969 tarihli Günaydın Gazetesinde çıkan Nazmiye Demirel hakkındaki uygunsuz ve iftira niteliğindeki yazı, Demirelleri çileden çıkarmıştı. “Yakınları aşırı soğukkanlılığı ile ünlü Süleyman Demirel’in evinde üç gün kriz geçirdiğini ileri sürmektedirler. 1965 seçim kampanyasında, Samsun’da Çetin Altan’ın anasına en ağır hakareti yağdıran afişlerin al­tında güle oynaya nutuk atan Demirel, işin ucu azıcık kendine dokunun­ca aslan kesilmişti. Söylendiğine göre, Günaydın’ı gören Nazmiye Ha­nım da sinir krizleri geçirmiş, saatlerce ağlamıştır. Demi­rel aynı üzüntüyü paylaşmış ve Nazmiye Hanım’ı haksız yere üzenlere kinlenmişti. Bu müthiş öfke içindeki Demirel gazeteciyi dava et­ti ve bir milyon lira tazminat istedi. Hemen gazeteci Necdet Onur tevkif edildi, selâmeti gizlen-mekte bulan yazı işleri müdürü Rahmi Turan’ı yakalamak için polis seferber oldu. Karısı apar topar emniyete götü-rüldü. Onur’un İçişleri Bakanı’nın evinin 50 metre ötesinde duran otomobili ateşe verildi. Günaydın’ın Ankara büro­suna kurşun sıkıldı.”92

Bu olay nedeniyle çok yakın bir arkadaşına, hem de siyasal yakınlığı olan bir arkadaşına, “Eğer siyasal olay-ların göbe­ğinde yaşamasam, eğer uygar insanlar gibi ken-dimi tutamasam, eğer ‘herhangi bir vatandaş’ olarak duy-gularımın tutsağı olup bu olayın üzerine gitsem, herhalde sonuç, yal­nızca bir tazminat davası açmam biçiminde olmazdı” demişti.93 Sanki farklı bir davranışta bulunmuş gibi…

Ne hikmetse Arcayürek, bir yerde devletçi olduğunu iddia ettiği Demirel’in başka bir yerde liberal demokrat olduğunu söyler: “Demirel’le ister iktidarda, ister muha-lefette olsun, bü­tün görüşmelerimizde saygılı bir uzaklık vardı aramızda. Bana yatkın gelen en önemli yanı, gerçek bir “liberal de­mokrat” oluşuydu. Kızardı belki de kırılırdı zaman zaman, ancak yazdıklarımızdan dolayı, bir gün olsun eleştiriye yö­nelik dokundurma yapmamıştı.”94 Ben-zer görüşü sözleşmiş gibi Demirel’in demokrat ve hoşgö-rülü olduğu efsanesine ihtiyacı olduğu aynı günlerde Nimet Arzık da dile getirecektir.95 Ancak haksız ve yanlış bir yakıştırma yaptı diye arabası yakılan gazeteciler ya da Yiyeni!.. Yahya için gerekli işlemleri yaptığı için haksız yere sürgün edilip, yaşadığı ev önce dinamitlenip sonra kurşunlanan bürokrat hangi dönemde vardır, Sayın Arcayürek!... Sayın Demirel, senin meslektaşın Çetin Altan’ın meclis kürsüsünde söylediğine bile tahammül edememiştir. Adamlarına bir gözünü kör ettirinceye ka-dar dövdürmüştür.96 Çetin Altan’ın linç olayının ertesi günü Meclisin sabah oturumunda ilk sözü İnönü alacak ve son derece sert bir konuşma yapacaktı. Başbakan Süleyman Demirel ise AP mensuplarının hareketini adeta onaylarcasına şöyle diyecekti:

“Bir üye burada çıkıyor [...] Türk adliyesini, onun verdiği ka­rarları, hepsini hiçe sayarak, Nazım Hikmet büyük vatan şairidir, diyor. [...] Bunun adına büyük tahrik derler. [...] Türk parla­mentosunun zabıtlarında geçen 45 sene içinde Nazım Hikmet’e ha­in diyen yüz-lerce sayfa bulursunuz; ama Türk parlamentosunun zabıt-larına, esefle söyleyeyim ki, Nazım Hikmet’i büyük vatan şairi di­ye tanıtan ilk cümle dün akşam [...]geçmiştir.”

Ne gariptir ki, bu olayda Nazım Hikmeti övüyor diye Çetin Altan’ı suçlayan zamanın Başbakanı Demirel ara-dan 31 yıl geçtikten sonra 1999’un güzünde İstanbul’da toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansını bu kez Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Nazım Hikmet’in

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

Yaşamak bir orman gibi kardeşçesine” dizeleriyle açacaktı. Bir kez daha dün, dünde kalmıştı.

Türkiye’nin o yıllardaki siyasal pratiği kaba-sabaydı. Bu kaba-sabalığın en güçlü temsilcisi de Süleyman Demirel’di. Linç olayını mazur göstermeye çalışması bunun en açık kanıtıydı.97

Çetin Altan’ın dokunulmazlığı kaldırıldı.98 Aradan 6-7 yıl geçtikten sonra bile olanları savunacaktı. Çetin Altan’ın dokunulmazlığının kaldırılma kararının Anayasa Mahkemesi tarafından bozulmasını eleştirecektir.99 ‘Demirel’in demokrat’lığı böyle ise sevsinler!... AP Hükümeti bu dönemde sosyalizmi önlemek amacıyla başta TİP milletvekili Çetin Altan olmak üzere birçok yazar ve şairi tutuklattı. Ve sosyalizm içerikli olduğu iddia edilen pek çok kitap toplatıldı. Yayınevi kapatıldı.100

1980’den sonra, siyaset yapma kısıntısına girdiği gün­den başlayarak, 1984’ün Ekim aylarına değin, sürekli ola­rak “ulusal irade” kavramı üzerinde durdu. Kimi za-man si­yasetin içinde bulunmamasını, bir iktidar özlemi gibi yo­rumlayanlar olabileceği kuşkusuyla, kimi zaman da içten­likle, “Her türlü ikbali yaşamış, yeni bir ikbal beklentisin­den çok uzak bir insan için, ulusal irade inancına sarıl­maktan başka ne gibi bir beklenti olabilir” diyordu.101

1984’te yeniden iktidar olmayı düşlediği savlarına sinirleniyor, “Ne makam, ne ikbal” diyordu. “Hepsini gördüm, yenisini arıyor değilim.” Oysa yenisini aradığı özellikle Özal’ın 1993 yılında vefatı ile iyot gibi açığa çıkacaktı.

“... Hepsini geride bıraktım” dedi. “On buçuk yıl baş-bakanlık yaptım. Beni bugün yaşama bağlayan demokra-si­nin bütün gelenekleriyle Türkiye’de yerleştiğini görme umu­dudur.”102

Onun kişiliğinin ilmikleri, “Ben” dokusuyla örülmüştü. Beyni, duygu ve düşünceleri sadece ve sadece “Ben”e ayar-lıydı. Evreni “Ben”le sınırlıydı. Ötesi hiçlikti. Her şey ona ayarlıydı, onun etrafında dönüyordu evren. O sağlıklı, keyfi yerinde, makamı elindeyse her şey tıkırındaydı. Zamanla ve oturduğu makamda eskidikçe kendisine ve gücüne olan inancı o hale geldi ki, içinde yerleşmiş olan, “Ben her şeyim” ve “Ben her şeyi yapabilirim” kanaati bir nevi fikri sabite dönüştü.103

Pragmatizmin, en özlü, en kısa yoldan anlatımı, onun deyimiyle, “dün dündür, bugün bugündür”dü.

Demirel’in tüm eylem ve işlemleri gündelik yaşamına göre ayar­lanıyordu. Rahatına, huzuruna, öteki deyimle çıkarı-na göre... O rahatsa eğer, işler tıkırında ve düzgün akıyorsa her şey yolundadır.

Kendi gerçeğinden başka gerçek de tanımıyordu. Çün­kü o “ben”dir. Gerçeğin ta kendisi... Kendisinden başka gerçek yoktur. Kendisine rağmen ortaya çıkacak gerçeğin hemen karalanması, çürütülmesi onun baş ödevidir. Onu çürütüp kenara atmalıdır ki, “ben” üste çıkabilsin...104 Partiye genel başkan seçildiği günlerde, lise arkadaşlarından biri kah­ramanımız için şunları söylemişti: “Onu genel başkan yaptı­nız. İyi tanıyıp tanımadığınızı bilmiyorum. Ama benim tanı­dığım kadarıyla, yakında hepinizi birbirinize düşürüp parça parça edebilir ve partiyi de bölüp dağıtabi-lir.”105 “Her şey benden ibarettir” ve “Benden sonra tufan” diyen zihniyeti ile siyasette bölünmüşlüğe yol açmıştır.106 Yalnız kendileri için yaşayan, kendi ikbal ve saltanatı uğruna her şeyi fedaya amade bir egoizm olarak ortaya çıkmıştır.107

Josephus adlı Yahudi kumandan Romalılara karşı savaşta sığındığı mağarada teslim olmak yerine ölmeyi isteyen kırk kişiyi hile ile ölüme yollar. İlk ölecek kendisi imiş gibi davranır. Bu numara her zaman aynıdır. Lider hayatta kalmak ister, çünkü her hayatta kalma onu daha kuvvetli kılar. Düşmanları varsa bu daha iyidir; onların karşısında hayatta kalır. Düşmanları yoksa kendi insanla-rı vardır. Her olayda ister peş peşe, ister birlikte ikisini beraber kullanır. Düşmanlarını açıkça kullanabilir; düş-manlarının olmasının nedeni işte budur. Kendi insanları gizlice kullanılmalıdır.

Josephus’un mağarasında bu numara açığa çıkmıştır. Dışarıda düşmanlar vardır, ama onların önceki tehditleri bir vaade dönmüştür. Mağaranın içindeyse arkadaşları vardır. Onlar hala liderlerinin eski inançlarına, onlara kendisinin aşıladığı inançlara sımsıkı bağlıdırlar ve bu yeni umuttan yararlanmayı reddederler. Ama o, mağara-dan kendi insanlarına karşı verdiği mücadeleden sağ salim çıkar. Ve düşmanlarına -kendi iktidarına karşı olan askeri ve sivil elite- verdiği tam da bu duygu, önderlik ettiği insanların ölümünden beslenerek çoğalmış kendi hayat duygusudur.108

Mısır Fatimi Halifesi Hakim, kılık değiştirip geceleri dolaşmayı severdi. Bir seferinde onu tanıyıp para dilenen silahlı on adama rastladı. Onlara, “İki gruba ayrılın ve birbirinizle savaşın. Kazanana para verilecek” dedi. Onun sözüne uyup öylesine vahşice savaştılar ki dokuzu öldü. Hakim geriye kalan onuncuya, giysisinin kolunda sakla-dığı çok sayıda altın parayı attı. Ama adam bunları toplamak için eğilince, Hakim adamlarına onu parça-lattı.109

Machiavelli Hükümdar’ın XVIII. Bölümde, ikiyüz-lülük pratiğinin hükümdarın yönetimi için kaçınılmaz olmakla kalma­yıp, aynı zamanda, sanıldığından çok daha az zorlukla uygula­nabileceği hususunda ısrar eder. Machiavelli, kasten kışkırtıcı olan bu düşüncesi için iki farklı neden ileri sürer. Birinci neden şudur; çoğu insan öylesine safdilli ve her şeyden önce de kendi kendisini aldatmaya öylesine yatkındır ki, pek çok şeyi herhangi bir şekilde eleştirmeden, göründüğü gibi kabul eder. İkinci nedene göre ise, iş hükümdarların tutumlarını değerlen-dirmeye gelince, en kurnaz gözlemciler bile, çoğunlukla görüntüye göre yargıda bulunma eğilimindedir. Günahla­rınızın açığa çıkacağını düşünmenizi gerektiren herhangi bir neden bulunmamaktadır; tam tersine, “insanları alda-tan bir hükümdar her zaman, aldatılmalarına izin veren insanlar bulacak­tır”.110

Hareketlerini ayarla­makta, sözlerini zamana ve havaya en uygun şekilde söyle­mekte ve istediği role yo-ğunlaşmada, Demirel’le hiç kimse yarış edemez. Eğer onu tam olarak tanımazsanız veya belli konularda peşin hükümlü değilseniz veyahut da inandıkla­rınızda sami-miyseniz, aldatılmamanız, atlatılmamanız ve kandırılma-manız hemen hemen imkânsızdır. Bizler ise, o yıllarda ve o günlerin psikolojisi içinde, gençliğimizle, tecrübesiz-liğimizle, samimiyetimiz, inançlarımız, hatta öfke ve kızgınlıklarımızla aldatılmaya da, atlatılmaya da, kandı-rıl­maya da o kadar müsaittik ki...111

Kendisi göçerse, Türkiye de göçmüştür. Ondan başkası bu ülkeyi ayakta tutamaz. “Efendim, Demirel göçsün.” Sen de altında kalırsın onun. Altında kalmaya razı oldu. Yeter ki, Demirel göçsün. Böyle birtakım kişi-ler birtakım kanaatlere sahip oldular. Hayır, Demirel göçecekse millet göçürür. Ama devlete zarar vererek bu yola girmek olmaz. Onları ben geçmişte çok söyledim. “Gelin, bizi deviriyorsunuz diye rejimi deviriyorsunuz. Hepiniz pişman olursunuz. Bu delikten girecek su hepi-nizin altına girecek.” Bugün de yalvarıyor ve yakarıyoruz ki, demokrasiye hep birlikte sahip çıkalım. Demokraside birleşelim. Bir çağrıyı yapmaya devam ediyoruz. Bu bir gayrişahsî meseledir. Demokrasi kimseye lazım değil de sadece bize mi lazım?”112

Demirel 26 Eylül 89 günü DYP grubundaki konuş-masında: “Eline geçen fırsatı kaçırmayacak, Çankaya'ya çıkacak­tır” diyor. “Çık” diyor içinden “çık!” “Orada başının bulutlara eriştiğini sanırken, ben aşağıdan ağır aksak, fakat gü­venli adımlarla tepeyi yeniden ele geçire-ceğim. Seni yakan­dan tutup Ankara Ovasına indirecek türküdeki gibi, keklik avına süreceğim. Artık kim avlarsa avlasın!”113 Hakikaten Demirel’in bütün çabasının gay-rişahsî (!) bir mesele olduğu bu kadar açık anlatılamazdı.

Aslında iktidar isteğini hatta cumhurbaşkanlığı ihtira-sını normal karşılamaktadır. “Merhum Gürler, çok önce-den bu hedefi (cumhurbaşkanlığı) kafasına koymuş olma-lı… Zaten yadırgamıyorum.”114

Demirel lider olmayı, lider kalmayı çok seven bir kişidir.115 Sürgüne gideceği gün tan yeri ağarırken Demirel, karayolları haritası açtı: “Çanakkale oldukça uzak… Ve havaalanı da yok… Yeniden iktidara gelince ilk işim, Çanakkale’ye havaalanı yapmak olacak… Siyaset iddia işidir… İddian olacak, inancın olacak… Sürgünden döneceğim, mücadele edeceğim ve yeniden başbakan olacağım…” dedi.116 Ancak, bu düşüncesini kitlelerden kaçırmak için “kendim için bir şey istiyorsam namerdim” yalanını dillendirecekti.

Bir başka konuşmasında: “Kişiler vardır, kendilerini içinde bulundukları şartlara uydururlar. Kişiler vardır, kendi dünyalarını kendileri yaparlar. İddiaları ve kavga-ları vardır”, şeklinde konuşacaktır.

Mürid-i Azam Arcayürek’in Özal’ı eleştirmek için yazdığı satırlar sanki Şeyh-i Ekber’i içindir: “Devlet adamlarının söyledikleriyle yaptıklarını ki­şilik yapıları göz önünde tutularak değerlendirmek gerekiyordu. Özal kişiliğinde bir adamdan kendi çıkarları ol­madıkça kimi duyarlı konuları ele alması beklenemezdi. Toplumun özlemlerini sömürerek bir hedefe varmayı plan­lamamış olsa, “sivilleşme özlemini” sık sık duyurması olanaksız-dı.”117 Turgut Özal, dub­lörü olmayan “yaşlı ve muhteris” bir aktöre dönüşmüştü.

Kişinin iç dünyası yaşam boyu sergilediği yaptırım-ların bir aynası değil miydi?118

Fikir ve prensipleri belli şartlara ve belli menfaat ölçülerine göre kolayca değişebilir. Onun kafa yapısına ve karakterine göre, gerekiyorsa bir insanın söyledikleri ile yaptıklarının birbirini tutmaması önemli değildir. Başka bir ifadeyle başka türlü konuşup baş­ka türlü hare-ket etmek, başka türlü görünüp başka türlü yaşamak normaldir. Kendisi bu gibi durumlardan çekinmez. Kafa-sı ve hayatı adeta bir tezatlar dünyasıdır.119

Gülay Göktürk’ün Demirel’den sonraki cumhurbaş-kanı konusundaki beklentisi mefhum-u muhalif olarak Demirel’de olmayan özelliklerdir: “Rakamları, yüzleri hatırlamasa da olur. Yeter ki yaşanan olayları unutmasın ve unutturmaya çalışmasın. (…) Belki de en önemlisi, benim cumhurbaşkanım, kapalı kutu olmasın. Sır küpü olmayı, entrika yapmayı, kafasında dokuz tilki dolaştır-mayı politika virtüözü olmak sanmasın.”120

Tombuş, Demirel’in çevresindeki birçok kişinin pay-laştığı bir tahlilde bulunur: “Süleyman Bey… son derece ihtiyatlı son derece temkinli ve asla riski göze almayan bir karaktere sahipti. Nitekim 21 Mayıs 1963 yılında Adalet Partisi binasının tahrip edildiği zaman genel Başkan Yar­dımcılığından istifa ederek ayrılmıştı.”

12 Mart’ta “kendisi gelip parlamentoya sığınacağı yerde kabineyi toplayarak dört buçuk saat müzakereden sonra istifa etmeyi tercih etmişti.

Sayın Süleyman Demirel’in uzun müddet politikada kalarak devletin en yüksek zirvesine kadar çıkabilmesi; şansının yaver gitmesi ve bir takım tesadüflerin yardı-mından ziyade kritik anlarda geri çekilerek ortamı mü­sait bulunca tekrar mücadeleye başlaması hususundaki maha-retinden ileri gelmektedir.”121

Demirel’in kendi ifadesi ile “Tespih, tane tane çeki-lir.”122 Cumhurbaşkanlığı adaylığından sonra da “30 yıllık politikacıyım, köylüyüm, sabırlıyım, tohumu atar, bekle-rim” diye konuşacaktı.123

12 Mart’la ilgili bir röportajda “Parlamento zeminini açık tuttum. O sırada çatışmaya girmekte mana yoktu. Kendimi ne zaman güçlü hissedersem o zaman çatışmaya girecektim”124, diyerek bu tutumunu anlatmaktadır. An-cak kendisiyle çelişki içinde “parlamento, içe-dışa karşı demokratik (ülke s.k.) görüntüsünün bir vasıtası yapıl-mıştı” diyecekti.

Muhtıradan sonra 26 ve 27 Haziran tarihlerinde Ankara’da toplanan AP Temsilciler Meclisi’nde konuşan Demirel 12 Mart Muhtırasına ilk defa açıktan tavır almış-tır. Millet iradesine vurgu yaptığı konuşmasında 12 Mart’a gelen süreçle ilgili kendilerine atfedilen suçlama-ları reddetmiştir.

Başbakan Yardımcısı Koçaş, Demirel’in konuşmasını 12 Mart’tan sonra giriştiği bir itibar kazanma çıkışı olarak değerlendirdi. Demirel’in çıkışı, 12 Mart’la siyasi geleceğini bitirdiğini düşünenler açısından sürprizdi. Yankı dergisi, muhtırayla birlikte içine girdiği savunma dönemini bitirip saldırı dönemine geçtiği yorumunu yap-tığı Demirel’in, artık ordunun müdahale etme ihtimalinin ortadan kalktığı ve yeniden iktidar mücadelesine başla-nabilmesi için koşulların uygun olduğu izlenimini verdiğini yazmaktadır.125

Arcayürek’in, Haziran-Temmuz aylarından itibaren, Demirel’in, 12 Mart’ın alacağı biçimi gördükten sonra yeni bir yörünge saptadığı ve suskunluktan sıyrılmaya başladığına dair düşüncesini de, değişen dengelerin bir teyidi istikametinde okumak mümkündür.126 Demirel’in Muhtıra’ya muhatap kaldığında süklüm püklüm olup olaylar yatışınca aslan kesilmesi, Erim’in şu ifadelerine yansıyacaktı; “12 Mart’tan sonra ses çıkarmayıp şimdi konuşmak mertlik değildir.”127

Ancak bir müddet sonra işler yine sarpa saracaktı. Sunay Cumhuriyet Bayramı mesajıyla bambaşka bir düzeyden seslenecekti. Demirel mesajın ardındaki gücü doğru okuyacaktı. Genelkurmay Başkanını aşacak ölçüde bir takım duyarlılıkların ordu içerisinde bel verdiğini anlayacak ve bu mesaj sonrasında tüm itirazlarını bir tarafa bırakarak, şartsız destek sunmaya razı olacaktı.128

Evren’le yaptığı bir konuşmada Özal’ın cumhurbaş-kanlığını ret edemeyeceğini ve başka bir kimseye sunma-yacağını ifade eder: “Paşa, hiç insan kendini cumhurbaş-kanı seçtirecek yetkiyi ele geçirdiğinde bunu bir başkası için kullanır mı?”129

Muhtemeldir ki, Demirel’in siyasi yaşamı ve yukarı-dakine benzer söylemleri Evren’de Demirel benzeri siya-setçilerin ihtirasını anlamasını ve dile getirmesini sağla-mıştır. “Unutulan Gerçekler”(1995) adlı kitabının 3–8. sayfalarında Evren, neden uzun süre askeri yönetimle ül-keyi yönetmenin mümkün olmadığını açıklarken “iktidar koltuğu öyle bir koltuktur ki eğer orada normal süreden fazla oturursanız bir daha o sihirli yerden kalkamaz, yapı-şır kalırsınız. Ben de koltuğa yapışıp kalabilirdim, ben de insandım” der.130

Berle, güçlerini gösterdikleri saatin geçtiğini hisset-me ve kendi iktidarından sonra gelenlere karşı düşmanlık gibi iktidar sonrası yaşanan iki duygudan kendisini kutra-ran pek az insan olduğunu belirtmiştir.131 Binaenaleyh yaşamını ele aldığımızda Demirel’in bunu başaramamış bir kişilik olduğunu net olarak görebilmekteyiz.

Demirel’e göre “Cumhurbaşkanlığı, öyle bir makam ki, reddedilemez.”132 Satır aralarında, günlük konuşmala-rında kendisini ve iktidar hırsını ele verecekti, Demirel. Çünkü Sayın Demirel için sorun iktidar olma, iktidarda kalma sorunudur.133 Aslında bu normal bir durumdur. Çünkü Adolf Berle, aşk ve iktidar insanın en önemli ve bilinen en eski iki tutkusudur, der.134 İktidar siyasi olduğu zaman en dramatik şeklini alır ve şahsiyeti ikinci plana iter. Berle, iktidarın şahsiyetin belirlenmesinde daha etkili bir fenomen olduğunu savunan Adler’in görüşüne yakın bir görüşü benimser.135 Aslında siyasi hayatı ince-lendiğinde Demirel, psikolojik açıdan pasif-agresif davranışlar gösteren bir davranış kalıbına oturmaktadır. Süleyman Arif Emre’nin anlattığına göre, MSP ile yapı-lan yazılı anlaşmaya göre MSP’nin bir bakanına bağlı olması gereken Basın Yayın Genel Müdürlüğü için 2 yıl süreyle kararname çıkarılmamıştır. Hayır dememiştir e-vet demiştir. Demiştir ama yine de yapmamıştır.136 I. MC Hükümeti döneminde Erbakan hakkında laikliğe aykırı konuşma yaptığı gerekçesi ile dava açılır, Demirel ve Ecevit’le görüşülerek kanun değişikliği için destek istenilir. Hem Demirel hem de Ecevit destek sözü verir. Ancak Demirel ve AP yan çizer. Hatta AP hem Meclis’te hem de Senato’da Sayın Emre’nin anlattığına göre kanun değişikliğini engellemeye çalışmışlardır.137

İradesi zayıf, karakteri ise hem zayıf, hem de alabil-diğine de­ğişiktir. Kafa yapısı her kalıba girebilir ve her ölçüyü kabul edebilir. Zamanı geldiği veya şartlar gerek-tirdiği zaman dost­luklara sadakatten ve vefa duygusuna bağlılıktan uzaktır.138

Kendini seven, kendine taraftar bir insandır, Demirel. Bir takımı tutması için o takımın kendisini tutması gere-kir. Orhan Keçeli anlatıyor: “Hangi takımı tutuyorsunuz, FB’li diyorlar sizin için.” Demirel, “FB’li olmak kötü mü?” cevabını verdi. Bende “hayır, iyidir” dedim.

1996 yılında Cumhurbaşkanlığı kupası için FB sta-dındayız. GS ile 1-1 berabere kalındığında, kupa daha önceki maçı 1-0 kazanan GS’ya verildi. Bu durum, bazı FB’li taraftarları çıldırttı… Demirel’e orada yanlışlık yapılmıştır… Demirel bu olaydan sonra, “Beşiktaşlıyım” demeye başladı… Demirel’in yasaklı olduğu dönemde sanatçı ve sporcularla yaptığımız bir toplantıya, sadece Seba* gelmişti… Seba’nın gösterdiği yakınlık, Süleyman Demirel’in gönlünü fethetmiştir. Demirel, “ben takım tutmam” dese de, 8 yıl önce Beşiktaş’a transfer olan önemli bir isimdir.”139 Demirel Beşiktaş’a mı yoksa Beşiktaş Demirel’e mi transfer oldu, tartışılır.

Demirel, sadece liderlik va­sıflarından değil, bugün bütün dünyada standart hale gelen, her iyi insan için gerekli olan, hatta her kabiliyetli insanda bulunması istenen bazı vasıflardan da mahrumdur. Bunlar, özetle her şeyden önce samimî ve inançlı olmak, iradeli, ce­sur, soğukkanlı ve açık olmak, karakter bütünlüğü içinde olmak, inanılır ve güvenilir hareketlerin dışına çıkma-mak, bir düşünce sistemini kafasında ve gönlünde inançla yaşa­tabilmek, olmayacak veya olamayacak şeyleri doğru olarak kabul etme hatasına düşmemek, güçlü ve sağlam karakter­li, kabiliyetli ve sert mizaçlı insanlarla çalışabil-mek, birleşti­rici ve toplayıcı, hoşgörü sahibi ve toleranslı olabilmek gibi vasıflardır.140

İyi tanıyanlara göre onun her sö­zü bir samimiyet-sizliği hatırlatmaktadır, her hareketi bir ve­fasızlığı, bir inançsızlığı sergilemektedir, her iddiası ise bir veya birçok oyunu fısıldamaktadır.141



Yüklə 1,81 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin