Demirel ya da kendi gerçEĞİNİ Örtmenin siyasi tezahüRÜ Yazan Dr. Sıtkı karaca



Yüklə 1,81 Mb.
səhifə6/20
tarix06.03.2018
ölçüsü1,81 Mb.
#44413
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20

Asıl ‘Aile Fotoğrafı’

Başbakan Erdoğan, Batman’da bankaların hortum-lanmasına temas ederken ilginç bir fotoğrafa göndermede bulundu. Söz konusu fotoğraf Süleyman Demirel’in kayınbiraderi Ali Şener’i ziyaretinde çekilmişti. Ancak bu karedeki isimler hakkında daha sonra ağır suçlama-larda bulunulmuştu. İşadamı Kamuran Çörtük’ün sahibi olduğu Bayındırbank, TMSF’ye devredildi. Çörtük hak-kında bankayı 115 milyon dolar zarara uğratmaktan dava açıldı. Cavit Çağlar, İnterbank’ın içini boşaltarak devleti 1 milyar 269 milyon dolar zarara uğratmakla suçlandı. Ali Şener’in adı ise arsa yolsuzluğuna karıştı.

İşte bu noktada irtica tehlikesinin öne çıkarılmasıyla birlikte, arka planda gelişen yolsuzluk ekonomisi gözler-den saklanıyordu. Artık adının Çevik Bir olduğu anlaşılan general, Sabah yöne­timini tehdit ediyor, “Sizi batırırım” diyebiliyor. Sabah gazetesi Genel Yayın Müdürü Zafer Mutlu, neden boyun eğdiklerini Cengiz Çandar’a “ne yapalım bankamız var” diye izah ediyor. Ve 27 Ekim 2000 tarihinde Sabah’ın bankası Etibank’a el konuldu-ğunda, 1998’den itibaren yazılan yeminli murakıp rapor-larının hasıraltı edildiği ortaya çıkıveriyor. Tam anlamıyla “al gü­lüm/ver gülüm” düzeni.333

Etibank, işte o dönemde (Aralık 1997) özelleştirilerek 155,5 milyon dolara, Cavit Çağlar’a verildi. Çağlar, banka-nın % 49 hissesini Dinç Bilgin’e ve grubuna sattı. Oysa, aynı tarihte Çağlar’ın diğer bankası Interbank, Hazine gözetimi altındaydı. Nitekim 7 Ocak 1999 tarihinde Hazi-ne, Interbank’a el koydu. Cavit Çağlar, bu işlemden bir kaç gün önce, Etibank’ın diğer yarısını da Dinç Bilgin’e devretti. Aralık 1997’de, kimse “Interbank’ı iyi yönete-meyen işadamına niçin bir başka banka veriliyor” diye sorma­mıştı. Zaten, 28 Şubatçı generallerden Jandarma Genel komuta­nı Teoman Koman, Çağlar’ın Inter-bank’ında Yönetim Kurulu üyesiydi. 28 Şubat kararlarının mimarlarından Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya ise Türkbank skandalının kahramanı Korkmaz Yiğit’in danışmanlığını yürütüyordu. Korkmaz Yiğit Bank Ekspres’in sahibiydi; sonra Türkbank’a da talip oldu. Alaaddin Çakıcı ile ilişkileri ortaya çıkınca her iki bankaya da Hazi­ne el koydu.

O tarihlerde ben (Nazlı Ilıcak) Akşam’da bu gelişme-lere işaret ederken, “Bunlar irticacı sermayeyi eleştirdiler, sonra da gidip laik sermayenin emrine girdiler” demiştim. Böylece irtica balonunun ardın­daki ekonomik menfaatlere parmak basıyordum.

Akşam’ı Mehmet Ali Ilıcaktan satın alan Mehmet Emin Karamehmet üzerinde baskılar yoğunlaştı. Çukur-ova grubunun sahi­bi Karamehmet GSM telefonları için lisans anlaşmasını imzala­mak istiyordu.

Tam o sıralarda, Genel Kurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak Paşa Karamehmet’i Ankara’ya da­vet etti. Kapı önünde bekleterek, istiskal etti. Telefondaki muhatabına “Karamehmet mi, Karaahmet mi çağırdım geldi” diye ko­nuşuyordu.

Karamehmet, onun Jandarma eski Genel Komutanı Teoman Koman ile konuştuğu intibaını almıştı. Batı Çalışma Grubu ve as­ker hakkında yazı yazmamam husu-sunda uyarıldı. Ben bu duru­mu hükümet ortağı partilerin liderleri, Bülent Ecevit’e ve Hüsa­mettin Cindoruk’a yansıttım. Hem Ecevit, hem Cindoruk müda­halenin yakı-şıksızlığını kabul etmekle birlikte, ellerinden bir şey gelmediğini itiraf ettiler. 334

Ilıcak sürecin devamını şöyle anlatmaktadır: “Karamehmet de bana sansür uygulamak istedi. Aslında ben de biraz buna riayet ettim. Bu kadarına da tahammül edilemedi. Çaresiz işime son verdiler.”335

Demirel “aile fotoğrafım” dediği fotoğrafı çektirirken Türk insanı daha da derin bir “ah!” çekecekti.

İdeal! Siyasetçi “Baba” Demirel

Liderlerin özellikleri için yapılan önderlik ızgara-sında babacanlık/anacanlık olarak bir biçem tanımlanır. Bu önder, “hayırlı diktatör”dür ve hedeflerin başarımı için kibar davranır. İşin özü, babacan/anacan önder insanları işle ilgileri yokmuş gibi ele alır.336 Aslında Demirel’in tekebbür edasına rağmen halkın ona tevec-cühü ilgi çekicidir. Bu ilgi siyasette patronaj ilişkisini çok iyi kullanmasından kaynaklanır.337

Süleyman Demirel’in çok sevdiği ve “babalık duygu-larını” okşayan şey meydanlarda “baba, baba” diye haykırıl-ması değildi... Sevgili halkının onu “baba” diye kutsayıp, demokrasiye onca “katkılarına” karşılık kurtarıcı yeri­ne koyması hoşuna gidiyordu.

Meydanlarda “baba bizi kurtar” haykırışlarıyla karşılaş-tıkça mut­luluk üstünden taşıyor, yüzüne, dudaklarının kenarı-na yayılıyordu. Demirel, Arzık’ın kitabına bu konuda bakalım neler karalamış; “Mucize arayışı, halaskarları meydana çıkarıyor. Halaskarlar, milletlerin meselelerini azaltmamış, çoğaltmışlardır. Buna rağmen, hep mevcut olagelmişlerdir.”338 “Kendi çıkardığını, kendinden akıllı sanan millete yazık.”339

Coşkuya kapılıp, işsizlik, pahalılık, yoksulluk ve bas-kılardan ya­kınan “evlatlarına” seslenirken, ANAP iktida-rına karşı, onları kolları arasına alıyor, “benim işçim, be-nim memurum, benim köylüm, benim esnafım” diyordu. Ülkede her şey onundu, insanlar “evlatları”ydı. Ve coş-kulu meydanlarda evlatlarına, “sizin için varız” diyordu. Tüm çabası, çalışması, ortalıkta dört dönüp ter dökmesi onlar içindi, yoksa, yaşı 70’i vurduğu halde ne işi vardı, yollarda, meydanlarda, geceli, gündüzlü nutuklarla yorul-maya…

Ve meydanlarda bir babanın adanmışlığıyla bağırı-yordu:

“Kendim için bir şey istiyorsam namerdim!..” 1980 darbesiyle yitirdiği başbakanlığı, 11 yıl sonra 1991 son-baharında geri istiyordu. Ama kendisi için değildi. “Baba” sevgili evlat­larına hizmet sunmak istiyordu. İste-diği oldu. Evlatları tek başına ol­masa bile İsmet Paşa’nın oğlu Erdal İnönü ile koalisyon kurma olanağını verdi. Bir zamanlar devrilen kotluğunu yeniden yakaladı. “Devletin oğlu” Erdal yardımcısı oldu.

İşsize iş, ekmeksize aş vereceklerdi. “Ya­saklar ya-sak” olacaktı. O başbakanlıkta “hükümranlık sürerken” 1993 Nisan’ında Cumhurbaşkanı Özal öldü. Yeri boşaldı. İki sene önce “Başbakanlık benim hakkım ey halkım” di-yen Demirel bu kez, “Cum­hurbaşkanı olup, orada oturma hakkı benimdir” diyerek ortaya atıldı. 340

“Dün” yoktu. “Bugün” vardı. Verdiği sözler, vaadler dünde kalmıştı. Buharlaşıp havaya karışmıştı.

Kendisi için değil, evlatlarına hizmet için Başbakanlık isteyen Demirel, Cumhurbaşkanlığını görünce kolları sıva-mıştı. Eşi Nazmiye Demirel’e göre “Süleyman yeterince çalı-şıp halkına hizmet etmiş ve yorulmuştu. Artık Çankaya’da dinlenmeyi hak” etmişti.341 Nazmiye Demirel’in söyledikle-rinden yola çıkılırsa eğer, Cumhurbaşkanlığı “sevgili halkı” için yeni bir fedakârlığıydı onun. “Kendisi için bir şey istiyor-sa namert”ti çünkü...

Cumhurbaşkanlığını eşinin hakkı olarak gören Nazmiye Hanım tek değildir. Bekir Coşkun, Cumhurbaş-kanlığı seçim döneminde şunları yazıyordu: “Biraz ko-medi, biraz dram, biraz demokrasi, biraz koltuk... Dünya-nın en ilginç Cumhurbaşkanlığı seçimi, şu sıralarda Ankara'da yapılıyor. Kendi oyları başbakan olmasına bile yetmeyen Demirel, ‘Ben şimdi Cumhurbaşkanı olmak istiyorum’ diyor. Ama kimi yazarı, çizeri, aydını Cumhurbaşkanlığı Demirel'in hakkıdır görüşünde. Böyle hakkıdır gibi bir ölçü, demokrasi tarihinde ilk kez duyu-luyor.” 342

Sabah gazetesinde verdiği bir demeçte, “şimdiye kadar bana ba­ba diyenler, bundan sonra ‘Cumhurbaba’ diyeceklerdir. Ben Çanka­ya’ya gitmekle hizmetten ayrıl-mıyorum ki” diyordu.

1991’de, yollara dökülüp, “Baba seni çok özledik” dev yazılarıyla onu karşılayan, kutsayan işçiler, bu kez başka türlü yazılar dolaştırı­yorlardı sokaklarda: “Baba kaçtı!..”343 Ancak Demirel kendisinin kaçmasını hizmet olarak gö(ste)recekti.

Emanet Solcu ve Kürtçü Demirel

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam cezasının meclis’te ele alınması sırasında başta Demirel olmak üzere Adalet Partisi milletvekilleri sanki Menderes ve arkadaşlarının intikamını alıyormuş gibi “üçe üç” diye bağırıyorlardı. Öteki sağcı grup ve partileri de şartlandı-rarak peşinden sürüklemesiyle parlamentoda oluşan ço-ğunluk oylarının onayı sonunda üç genç idam edildiler.344

Demirel, 12 Eylül Darbesinden sonra ‘kendim için bir şey istiyorsam namertim’li toparlan­ma sürecinde, so-lun desteğinin gerekliliğini görecek ve “demok­rat” gö-rünme çabasına girecekti. Artık solculuğun “vatana ihanet olmadığını” söyleyecek, hatta üç gencin idamı için de günah çıkartacaktı.

Nokta dergisine verdiği demeçte:

“- O bir talihsizliktir. İdamlar olmamalıydı” diyecekti.

12 Eylül sonrasında emanet solculuğa adım atarken, 1 Mayıs’ın kutlanması gerektiğini dillendirecek ve “Bir avuç insanın hatası yüzünden, bütün işçiler suçlandı’ diyecekti. Olayın olduğunda Hükümetin başı Demi-rel’dir. Ancak o dönemde ‘bir avuç insanın hatasını’ genelleştirerek suçlamada bulunan kendisi olduğunu elbette unutacaktı, kadim kişilik sorunu ‘şahsi iktidarı’ için solun oyuna ihtiyacı vardı.345

Demirel Kemalistlerin takviyesiyle 1991’de yeniden ikti-dara gel­diğinde idam sehpaları kurmayacaktı. Ama geçmişteki gibi “polis ya­kalıyor. Mahkeme solcuları serbest bırakıyor” diye de yakınmayacaktı. Yeni dönemde polis ev baskınları ve “faili meçhul cinayetler” ya da “kayboldu” yöntemiyle “işi temize havale” edip, mahkemelere iş bırakmayacaktı... 346

“Karakolların duvarları camdan olacak!” diyerek yürüttüğü seçim kampanyasında solculardan resmen ödünç oy isteyen Demirel 1991 seçimlerinde hedefine ulaşacak ve yüzde 28 oy alarak DYP birinci parti ola-caktır.347 Çünkü iktidara gelebilmek için solun da emanet oyuna ihtiyacı vardı.

1987 sonrasında “eski” siyaset adamlarındaki “deği-şik­likler” gündemdeydi. 12 Eylülden sonra yasaklı olma-sına karşın “konuşmaya başladığı” günlerde, özellikle Demirel üzerinde bu türden irdelemeler yoğundu. Sola yatkın çizgiler verdiği söyleniyordu, hatta Uğur Mumcu Manisa'da bir mitingi izledikten sonra, kitlelere sesleniş biçimiyle ancak marksist liderlere özgü bir lider görüntüsü sergilediğini yazdı.348

Hasan Cemal anlatıyor; “Muhalefetteki ve kapalı kapılar arkasındaki Demirel’in üslubu her zamanki gibi yine farklı.

Şöyle diyor: “Atatürk milliyetçiliğinin şoven bir yanı yok değildir. Biraz da yer yer ırkçılık kokar. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ lafı biraz da yoruma bağlıdır. Aslında Türkü esas sayar. Kültürler mozaiğidir Anadolu. Kürtler dışında yumuşaktır diğer etnik gruplar... Etnik kökeni ne olursa olsun, bu devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür. Etnik kökenden çok mensubiyettir önemli olan...”349

Demirel, 17 yıl önceki o güzel kahvaltıda söyledik-lerini şu dönemde kamuoyu önünde tekrarlasa, böyle bir ilginç tartışmaya öncülük etmiş olsa herhalde hayatı biraz zorlaşırdı.350

1991 yılında iktidara geldiğinde İnönü ile birlikte “Kürt realitesini tanıyoruz” diyecekti. Bu sözle neyi kastettiğini söyle(ye)medi ve sözün içini hiçbir zaman doldur(a)madı.

“O gece... Saat 03.59'du...Televizyondan ilk beyanname okundu: 'Aziz Türk Milleti...' Artık o dakika itibariyle derin devlet olayı yok. İdareye el koyup, devlet oldu. Derin devlet askerdir. Derin devlet devletin kendisidir. Onlar bir devlet de­ğil ama devlete el koydukları zaman derin devlet oluyorlar... Derin devletin içinde kimler var? Olaya şöyle bakacaksınız. Derin devletin içindekiler yani normal zamanlarda belirli yetkileri kullanma durumunda olanlar, bir de bakarsınız, kurtarıcı haline gelmek isterler. Öyle hissederler kendilerini. Oysa kimse onlara görev vermemiştir...”351



Derin Devletin Sözcüsü

(Derin Devlet Demirel’dir*)

12 Eylül müdahalesiyle Demirel'e göre; asker, ülke elden gidiyor diye devlet’i ele geçirmiş, bütün kurum-larına sızmış, uygulamalarıyla da yeni bir devletin varlı-ğını inşa etmişti. 7. gelişinden sonra ise, Demirel, “Derin devletin kökünde devletin yı­kılması korkusu yatmakta” diyerek hem bir dönemi hem de “derin devleti” meşru-laştırmaya çalışıyor. O da 12 Eylül’ün mimarı Kenan Evren gibi konuşuyor yani.352

Cumhurbaşkanı Demirel’in tanımına göre hükümet siyasi bir kurumu, Milli Güvenlik Kurulu ise devleti ifade ediyordu.353 Demirel’in tanımı siyasi bir tanımdır. “Devlet’in başında yer alan kişi, MGK’yı “devlet” olarak tanımlıyorsa bu­nun bir önemi olmalıdır. Hükümetle devlet arasında keşfedilen bu çelişkinin derinlerinde ise “derin devlet” kavramının yattığı anlaşılıyor. Hükümetle devlet arasında gerçekten bir çelişki var mı? Kendini korumak ve hayatını sürdürmek üzere programlanmış, bir şahıs gibi düşünen ve hareket eden bir “derin devlet” gerçekten var mı? Bu anlayışta devlete her alanda önce-lik tanınır. Devlet her şeyin önündedir; akla gelecek her şeyin.354 Sayın Ağar’da devletteki ‘koruma refleksi’ne vurgu yapan ifadeler kullanmaktadır; “Derin devlet bir daha geri çekilmeme iradesidir”355

“Derin Devlet” kimde somutlaşıyor; yani derin devlet kim? Cumhurbaşkanının tanımın­dan yola çıkarak “derin devlet”i Türk Silahlı Kuvvetleri içinde mi aramak gere-kiyor? Eğer öyleyse bütünüyle bürokratik bir kurumu mu, yoksa bu kurumun içinde yer alan ve kendisine “derin devlet” mis­yonu yükleyen bazı kişileri mi anlamamız gerekiyor? Sonra derinlik kavramı izafi bir kavram; “neye göre derin?”, “ne kadar derin?”, “de­rin devlet” nasıl işliyor? Gözlemlerini hangi tekniklerle yapıyor, ka­rarlarını nasıl alıyor ve nasıl uyguluyor?356

Demirel kendisiyle yapılan bir söyleşide 1979 yılı aralık ayındaki MGK’ndaki tutmunu aktarıyor: “Güven-oyu aldığımız 25 Kasım’dan dokuz gün sonra, 4 Aralık’ta “Bu durmalıdır” dedik.

“Durdurun bunu, devletin bunu sizden başka durdu-racak gücü yok. Ne isterseniz verelim. Yetki isteyin, yet-ki verelim; para isteyin, para verelim; asker isteyin, asker verelim; malzeme isteyin, malzeme verelim. Ne isterse-niz verelim. Yalnız, gayr-i insani şekilde kullanılabilecek yetkileri bizden istemeyin. Ne gibi? Dersim Kanunu gibi, Sürgün Kanunu gibi, İstiklal Mahkemeleri gibi, Takrir-i Sükun Kanunu gibi. Hukuku tatil eden bir yetki isteme-yin. Bu, zulme kaçar. Anarşi ve terörü önlüyorum diye devletin bizatihi kendisi terör vasıtası haline gelirse, öyle sağlanmış bir sulhün ne değeri vardır? İnsan haklarını tahrip etmeden sulhü sükûnu sağlayın. Sulh ve sükûnu sağlamak, insan haklarını teminat altına almaktır. İnsan haklarını tahrip ederek sulh ve sükûnu sağlamanın anlamı yoktur.” Bunları söyledik. Biz hukukun adamayız, meşruiyetçiyiz. Sulhü sükûnu sağlayalım diye haksızlık-lar yapılmasına, büyük acılar ve yaralar açılmasına hiçbir zaman taraftar olmadık.”357

Demirel’in bu iddiası havada kalmaktadır, çünkü, Cumhurbaşkanı Evren’in 15 Ağustos 1989’da yaptığı açıklamaya göre kontrgerilla diye adlandırılan ünlü “-Özel Harp Dairesi’ndeki personeli teröristlerle mücade-lede kullanın ve onlarla çete savaşı yaparak öldürün, vaktiyle de bu teşkilat böyle kullanılmıştı çünkü…”358

Demirel, hemen böyle bir öneride bulunmadığını söy­ledi,

Evren ise bana, “(Demirel) Özel Harp Dairesini kullanmak istedi” dedi.

“İstedi mi?”

“Evet” dedi Evren ve ekledi : “Ama ikimiz vardık. Ta­bii şimdi, konuşma iki kişi arasında geçtiği için de 'yalan' diyebiliyor. 1970'lerde doğuda Özel Harp Daire-sini (kontrgerillayı) kullanmışlar. Ben Genelkurmay Başkanlığına gelin­ce (O zamanki Başbakan Ecevit de doğruluyor) bu faali­yetleri durdurdum. Özel Harp Daire-sinin sadece görevi için­de kalmasını sağladım.”359

Türkiye’de siyaset adamında sık gördüğümüz 180 derece dönüşü Ecevit’te de ‘kontrgerilla’ ve ‘derin devlet’ konusunda göreceğiz.360 Dönem dönem kendi kendisiyle ters düşerek varlığını ret etse de Ecevit, devlet tarafından kontrgerillanın kullanıldığını hem başbakan-lığı hem de bu tartışmaya müdahil olduğu dönemde söyleyecekti. O zaman biz de soralım, Ecevit’ten önceki başbakan kimdir?

Demirel’in Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döne-miyle birlikte Devlet, PKK ile mücadele adı altında gayri nizami harp usulleri ya da nam-ı diğer kontrgerilla ile mukabelede bulunmaya başladı.361 “Kayıp”, “yargısız infaz”, “faili meçhul” cinayetler... “...evinden çıkarken vurmuşlar”, “...kaçırmışlar”, “Beyaz telsizli Toros marka araçlar var ya onlara dikkat etmek gerek”, “...cesedi falanca yerde bulunmuş...” 1990’lı yıllarda Güneydo-ğu’da en çok duyduğumuz kelimeler oldu bunlar... Biri-leri kaçırılıyor, gözaltına alınanların birçoğundan bir daha haber alınamıyordu.362 1991 yılı öncesi demokrasi, şeffaflık nutukları atarken, Demirel’in 7. defa iktidara gelişi ile birlikte fail-i meçhul cinayetler ve kayıplar art-mıştı. Meclis önünde oturma grevi yapan kayıp yakınları tüm çabaları­na rağmen polis barikatını aşıp Başbakan Demirel’e “hani geceleri kimsenin kapısı çalınmaya-caktı? Kimse öldürülmeyecekti?” diye sora­madılar. Ama onların yerine gazeteciler, “gözaltında kaybolanları” ha­tırlattılar. Demirel, bu soruya fena halde öfkelendi: “Onlar cebimde mi ki çıkarıp vereyim” diyordu. “Dün” dardaydı. Darlığı atlatmak için gerçek demokrasi deyip, polis devletine karşı gölge oyunu oynamıştı. Bugün ise “bugün”dü. Atı düz yolda tırıs gidiyordu. “Doğru Yol”unu bulmuştu!...

Demirel, “yargısız infazlara” karşı çıkanları suçlu-yordu. Cumhuri­yet gazetesinin, 2 Nisan 1993 tarihinde yayınladığı bir haberi okuya­lım:

“Ankara-Cumhuriyet bürosu-Başbakan Süleyman Demirel, İstan­bul polisinin yasa dışı örgütlere yönelik baskınlarda, “yargısız infaz” yaptığı yolundaki savlara karşılık vererek, “polisin elini soğutmayın” dedi.

Dün partisinin grup toplantısında konuşan Başbakan Demirel, güvenlik güçlerinin büyük kentlerde kalmış son nüveleri temizlediğini anlattı. Yargısız infazlar konusun-daki görüşlerini açıklayan Demirel, “cinayeti meslek edinmiş azılı canilere, efendim onlar da bu ülkenin vatan-daşı, tamam vatandaşı, ama polis onların canına kıyma-sın. Bıra­kın onlar polisin canına kıysın. Bu olmaz. Hiç kimse sanmasın ki biz merhametsiz değiliz. Yargısız in-faz diye polisin elini kolunu soğutma­yın dedi.”

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Ercan Kanar, Demi­rel hükümetinin “yargısız infaz” programını, “devlet kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal ederek, yargı, yasama, yürütme ve infaz fonksiyonlarını özel timlerin eline vermektedir” şeklinde eleştiriyordu.

Yine “demokrat Demirel” döneminde TC yalnız Avrupa İnsan Hakları kurullarında değil, Birleşmiş Milletlerde de işkenceci ve devlet eliyle işlenen cinayet-ler nedeniyle “sanık” sandalyesindeydi. Cumhuriyet gazetesinin yazdığına göre Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu sanık TC’ye sorular yöneltiyordu.

Demokrat Demirel döneminin uluslararası boyutta bir başka de­ğerlendirmesini, yine Cumhuriyet gazetesi 28 Haziran 1993 tarihinde, “Türkiye Yolsuzlukta Dünya Üçüncüsü” başlığıyla veriyordu.

Şemdinli’ye bağlı Derecik beldesi Ormancık köyün-den alınan 12 köy korucusunun 1994’te öldürülüp tabura gömüldüğü yönündeki iddialarını gündeme getiren CHP eski Hakkâri Milletvekili Esat Canan’a o gün “Devlet adam öldürmez” yanıtını veren eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, yıllar sonra kendi sözlerini tekzip edecekti.

Gazetecilere konuşan Demirel “Ne diyecektim? ‘Devlet, adam öldürür mü?’ diyecektim. Bugün de devle-tin öldürdüğü ispatlanmış değil. Devlet, devlet politikası olarak adam öldürür, diğeri cinayettir” dedi. Demirel bu sözlerinin devletin adam öldürdüğüne dair bir itiraf olduğunu fark edemedi ya da önemsemedi.

Demirel’in açıklamalarına sert çıkan Hukukçular Birliği Başkanı Sinan Kılıçkaya şunları söyledi:

“Dönemin sorumlu Başbakanı ve Cumhurbaşkanlığı yapmış seviyede bir insanın söyleyebileceği en çirkin laflar bunlar. Tabi ki devlet adam öldürmez. Demirel’in dili sürçmüş olamaz. Devletin adam öldürmek şeklinde bir politikası olması mümkün değil. Devletin yargılama yetkisi vardır. Devlet cinayet işlemez. Devletin organı olduğunu düşünen kişiler bunu yaparlar ki, bu da hukuka aykırıdır. Devlet önce bunu yapan kişileri yargılayarak işe başlamalıdır.”

Veli Küçük’ün Kocaeli Jandarma Komutanı olduktan sonra Kürt işadamlarının Bolu-Düzce-Sapanca hattında öldürülmeye başlanması ile aynı döneme gelen 1993’teki Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararlardan sonra oldu. MGK toplantılarının bir numaralı gündemi “PKK’ya eko-nomik kaynak sağladığı” iddia edilen işadamlarıydı.363 Terörü durdurma düşüncesiyle Doğan Güreş Paşa’nın etkisine giren dönemin Başbakan’ı Çiller, “Elimizde PKK’ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var” diyor (4 Kasım 1993).

13 Ocak 1994: Kürt işadamı Behçet Cantürk öldürülüyor.

24 Ocak 1994: Kürt işadamı Sefa Erciyes ve Kürt işadamlarının avukatı Yusuf Ziya Ekinci öldürülüyor.

26 Mart 1994: Fevzi Aslan ve yegeni Salih Aslan öldürülüyor.

4 Haziran 1994: Savaş Buldan öldürülüyor.

11 Kasım 1994: Medet Serhat öldürülüyor.

O günden Susurluk kazasına kadar geçen zaman için-de üzerinde “Kürt-işadamı-faili meçhul” yazan dosya sayısının 60 kadar olduğu söyleniyor.364

Ne yazık ki faili meçhuller 1991 seçiminden sonra iktidara gelen Demirel Hükümeti ile birlikte ivme kazan-mıştır. Derin devlet, mafya ve çıkar gruplarının ilişkileri çığırından çıkacak ve ülke kan gölüne dönecekti. Bu yapı, Ağar gibi bazılarınca, memleket sevgisi olarak isimlen-dirilecek ve yapılanlar ise ‘ne yaptıysak devletimiz mille-timiz için yaptık’ diyerek savunulacaktı.365

Devletin başı benim diyen Demirel, bu konuda ne yaptı… hiç…

Hukuku, insanlık onurunu yok sayan, ‘her şeyi devlet için yaptım’ diyerek faili meçhul mezarlığına çeviren366 Demirel faili meçhuller için 1997 yılında ‘bu cinayetler Türkiye’nin ayıbıdır’ demektedir. 68 kuşağının ilk faili meçhul kurbanı Taylan Özgür’ün kız kardeşi yıllar sonra Hasan Cemal’e bir mektup gönderir: “Faili meçhul cina-yetlerin başlangıcı yetkililer tarafından 1968 olarak açık-lanıyor. Geçmişin karanlık cinayetleri için bir şeyler yapın. Bu ayıplarla yaşanamayacağını anlatın.

Sayın Cumhurbaşkanına şu soruyu soralım:

‘Bu ayıp kimin ayıbı?..’367

Türkiye Büyük Millet Meclisinden başka milli iradeyi temsil ve ifade etmeye hiç bir fert, zümre veya kuruluşun yetkisi yoktur... Hiçbir çevre ve güç, milli egemenlik hakkına ortak olamaz. Millî iradeyi ifade edemez. Milli irade siyasal iktidarların gelişine de gidişine de karar vermeye yetkili tek güçtür.”368

Türkiye’de iktidardaki kişiler; devletin içinde örgüt-lenen derin yapıların ‘devleti korumadan’ çok şahsi çıkar peşinde koşabileceklerini ve devleti kendi babaları-nın malıymış gibi yönlendirebileceğini göz ardı etmeme-liydi. İyi niyet ihmale gerekçe olamaz ve olmamalıdır. Özel Harp Dairesi Komünizm tehlikesine karşı ABD ve NATO direktifleriyle 1952 yılında kurulmuştur. Denetim dışı yapısı nedeniyle denetlenmeleri mümkün değildir.369

Eylemleri nedeniyle JİTEM eliyle yürütülen mücade-le yanlıştı. JİTEM’in terörün bitirilmesi noktasında hiçbir faydası olmadı. Aksine terörle mücadeleye zarar verdi. Hatta sekteye uğrattı. Bölge halkının devlete güveninin sarsılmasına yol açtı. JİTEM eliyle kurulan korku impa-ratorluğu sessiz bölge halkının Devlete yönelik tepkisinin ve PKK’ya desteğinin artmasına yol açtı.370

Faili Meçhul cinayetlere Hizbullah da özellikle Batman’da PKK yanlısı isimleri kaçırarak başlayacaktı. PKK’ya karşı Hizbullah’a göz yumulduğu hem mahke-melerin hem devletin resmi organlarının hem de yetkili-lerin kabul ettiği bir gerçektir.371

Demirel’in başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemle ilgili faili meçhullerin varlığını yıllar sonra bir üst komutanın sözleri doğrulayacaktı:

“1990'la 2000 yılları arasında yapılanlar bir devlet politikası olmasına rağmen bölgede ülkesine karşı kin ku-san bir neslin yetişmesine sebep olmuştur. Hukuk dışı uygulamalar olmuştur. Bugün Ergenekon'da faili meçhul cinayetlerden dolayı suçlanan ve içeride olan kimseler vardır. Ama ben devamlı söylüyorum. Bu arkadaşlar o zaman (şimdi albay bunlar) üsteğmendi, yüzbaşıydı. Şim-di diyorlar ki 'Sen Cizre'deyken muhtarı öldürdün' ya da Muhtarla beraber oldun filancayı öldürdün.' Sene kaç? 1994, 1995... Şimdi ben de diyorum ki, lütfen 94'ün, 95'in, 93'ün, 96'nın, 97'nin başbakanları, cumhurbaşkan-ları, genelkurmay başkanları, OHAL valileri... Yatağı-nızda nasıl rahat uyursunuz! Lütfen çıkıp açıklayın, bu yıllarda işlenen faili meçhuller terörle mücadele için dev-let politikası mıydı ve bu çocuklar devlet politikası mı uyguladılar? 'Hayır böyle bir devlet politikası yok' diyor-sanız, söyleyin. Hayır söylemiyorlar. Ben o zaman devlet politikası olduğunu düşünüyorum. O zaman maalesef ül-keyi idare edenler, faili meçhullerin de terörizme önlem olarak gördüklerini düşünüyorum. Çünkü bir üsteğmen, 'Ben Hasan'la Mehmet'i bir halledeyim de bu terörizmi bitireyim' diyemez. Birileri emir verdi.”372 Buradaki so-run, bir kaç zorbanın devlete sızması veya onun içindeki çürük elmalarla işbirliği yapması değil, resmi cinayetleri ve devletin çeteleşmesini olağanlaştıran bir devlet/siyaset anlayışının yerleştirilmiş olmasıdır.373

Demirel’in sağ kolu ve dönemin savunma bakanı İsmet Sezgin, faili meçhullerin devlet politikası olduğunu kabul etmemesine rağmen bu iddiayı doğrular şekilde konuşmaktadır:

“1993’ten sonra maalesef terörle mücadelenin bir an önce bitirilmesi için devlet görevlisi olmayan birtakım sorumsuz kişilere görev verildiği ve bunların kullanıldığı bir gerçek. Ama faili meçhuller devlet politikası şeklin-deki bir yaklaşım doğru değildir.”374 Ancak bir siyasetçi hem de o dönemin sorumlu makamındaki kişisi “devlet görevlisi olmayan birtakım sorumsuz kişilere görev veril-diği ve bunların kullanıldığı bir gerçek” diyebiliyor, bu çok vahim. Bunu bilip hukuki mücadele yolu açmamak, bu daha da vahim. Sayın Sezgin’in yanlış olduğunu söylediği Atilla Kıyat Paşa tarafından dillendirilen “Çün-kü bir üsteğmen, 'Ben Hasan'la Mehmet'i bir halledeyim de bu terörizmi bitireyim' diyemez. Birileri emir verdi.” sözünün neresi yanlıştır?

Faili meçhul cinayetlerle ilgili Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı‚ Susurluk Raporu’nun değerlendirme kısmı olayın vehametini göz-ler önüne sermektedir: “JITEM’e alınan itirafçılar ve mahalli unsurlar zaman içinde başıboş ve serbest kalınca, başlı başına bir büyük problemin kaynağını oluşturmuş-lardır.

Sadece mahalli unsurlar değil istihbaratta çalışanlar da askeri hiyerarşinin dışında kalmışlardır. Binbaşı Cem Ersever, daha yüksek rütbelilerin bulunduğu ortamda müstakilen hareket edebilmiştir.”375

Avcı son günlerde fırtınalar koparan ‘Haliçte Yaşayan Simonlar (Dün Devlet Bugün Cemaat)’ kitabında JİTEM’in varlığını olumlamaktadır. “Jandarma Genel Komutanlığının terörle mücadele için JİTEM adlı bir birim kurmasında hiç bir mahsur bulunmazken var olan bir birimi inkâr etmesinin akılla izahı yoktur. JİTEM’in kurulması değil, çalışma yöntemleri yanlıştır ama bu teşkilatın kurulmasında hiçbir mahsur yoktur.”

Cem Ersever’in eşi Işık Hanım JİTEM’i araştıran bir gazeteciye iyi niyetle Cem'in iki tane Takdirnamesini vermişti. O tarihteki Asayiş Kolordu Komutanı daha sonra Kara Kuvvetleri Komutanı olan Hikmet Köksal Paşa'nın imzasının olduğu takdirnamede Cem Ersever’in unvanı JİTEM Grup Komutanı olarak belirtiliyordu. Aynı gazeteci Jandarma Genel Komutanlığı telefon rehberinin bir kopyasını da kitabına koymuştu. Hem Jandarma merkezinde Genel Komutanın hem de illerdeki JİTEM grup komutanlıklarının telefon numaraları yazılıydı. Sonuç olarak bu ve buna benzer yüzlerce, hatta Jandar-mada çalışan bazı arkadaşların söylediğine göre Genel Komutanlıkta JİTEM ibareli bir tır dolusu evrak olmasına rağmen JİTEM’in varlığı inkâr ediliyordu.376

TBMM Faili Meçhul Siyasal Cinayetleri Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı çalışmada JİTEM’in varlığı ironik bir şekilde “Varlığı mevcut olmayan ama eylemle-ri gerçek olan JİTEM araştırılmalıdır.”377 cümlesi ile verilmiştir. JİTEM TBMM Faili Meçhul Siyasal Cinayet-leri Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı çalışmada kay-da geçirilmiştir: “Yasal dayanağı olmayan, buna rağmen kuruluş amacından saparak bazı yasa dışı olaylarla birlik-te anılan kuruluşun faaliyetlerine son verilmesi hukukun üstünlüğüne inanan ve hukuk devleti olan devletimizin lehine olumlu bir davranıştır.”378

1998 yılında İdil Cumhuriyet Savcısı olan İlhan Cihaner 10 yıl önce JİTEM tarafından işlenen cinayetleri araştırmıştır. Bu kişilerin silahlı çete oluşturduğunu iddia etmiştir: “Kapsamı ve işledikleri suçlar tüm ülke geneline yayılan ve kamu görevlileri, itirafçılar ve koruculardan oluşan bir çetenin soruşturma konusu suçu işlediği, bu çetenin önceleri terörle/teröristlerle mücadele amacı ile kurulduğu, teröre destek veren şahısların yasal yöntemler kullanılmadan cezalandırılmasını yöntem olarak benim-sedikleri, daha sonraları başka saiklerle adam öldür-me/kaçırma, çek senet tahsilatı, bombalama, tehdit, vs gibi suçları işledikleri iddialarının olduğu…” … kararın sonuç bolumu ise JİTEM’in ne olduğu ve eylemlerini çok açık özetledi: “Sonuç olarak … şahısların suç işlemek amacı ile çete oluşturdukları, sanık Arif Doğan’ın daha sonra farklı bölgelerde de birçok suç isleyen çetenin Diyarbakır grubunun başında olduğu, bu şahsa bağlı Silopi grubunun başında ise Ahmet Cem Ersever’in olduğu ve Ersever, Babat, Bayram ve Şanlı’nın maktül-leri önce sorgulayıp sonra Cizre-Nusaybin karayolunda öldürdükleri tüm evrak kapsamından anlaşılmıştır.”379

Faili meçhul cinayetlerin yaygın olduğu bu dönemde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nde görev yapmış olan Hanefi Avcı’nın TBMM Faili Meçhul Siyasal Cinayetleri Araştırma Komisyonu’nda JİTEM’in “PKK’nın ciddi eylemleri üzerine, devletin PKK mensuplarına ve PKK’ya büyük destek veren kişilere karşı hukuki olarak yeterince mücadele edemediğini düşünen bazı devlet görevlilerinin hukuk dışı bir anlayışla görev yapmaya başlamasıyla” ortaya çıktığını anlatmıştır.380 Kitabında ise bu görüşlerle uyumlu olarak; JİTEM kuruluşunda önemli bir rol oynayan Cem Ersever’in temel görüşünün “PKK ile mücadele etmek için kanun dışı her türlü yön­temin kullanılması gerektiğini, normal yol ve yöntemlerle bu işin başarılamayacağı” olduğunu yazmıştır. Avcı’ya göre; bu görüşü savunanlar PKK’ye üye “kişilerin infaz edilmesi yöntemlerinin kullanılması gerektiğini, bu örgüt mensuplarının ancak bu tür yöntemlerle durdurulabilece-ğini” düşünmektedirler.381

JİTEM hiç bir zaman doğrudan ilgilenmediği PKK’nin terör eylemlerinden çok şahsi çıkar örgütü halini alacaktı. Teröre karşı mücadele altında devlet adı-na yapılan bazı pis işler devletin bile başını ağrıttı.382 JİTEM zamanla teröristlerle istihbarat dışında uğraşma-manın da ötesinde uyuşturucu, kan davaları, şahsi husumetlerin halli, toplumu sindirmek için cinayetler işleme durumuna gelmişti. Bunların bazılarını kontrolü altında olan taşeron örgütler eliyle yapıyordu. Bu örgütler bazen Hizbullah gibi dini örgüt ya da DHKP-C gibi aşırı sol örgüt olabilmekteydi.

Irak Kürt Hareketinde yöneticilik yapmış ve Türk va-tandaşı olan bir şahsı (Mehmet Kılıç) askerlik yaptığı alaydan almışlar ve Irak’lı irtibat subaylarına bir miktar (100 bin dolar) para karşılığında teslim etmişlerdir. Faili meçhullere para sevdasına 1 kişi daha eklenmiştir. JİTEM muhbirlerinden Gija Şanlı’nın yeğeni aralarında kan davası olan üç kişiyi PKK’ye adam kazandıran biriyle randevulaştığı şeklinde ihbar eder. Ancak bunun asılsız olduğu anlaşılır. Serbest bırakılmaları düşünül-müş. Ancak ihbarda bulunan kişinin JİTEM yetkililerine ‘eğer bunlar serbest bırakılırsa güvenliğimiz tehlikeye girer’ sözü üzerine bu uç kişi Nusaybin, İdil arasında infaz edilerek araziye atılır. Faili meçhullere kan davası yüzünden 3 kişi daha eklenmiş olur.383 M.Zahir Karade-niz adlı kişi kan davası nedeniyle Mehdi Kaydo adlı kişiyi para karşılığında PKK itirafçısı Adil Timurtaş’a öldürtür. Ancak maktulun yakınları katili takip ederler, katil sıkışınca silahı ile jandarmaya sığınır. Alay komu-tanının emri ile tutuklanması engellenir ve serbest bırakılır.384

Hanefi Avcı kamuoyunda uzun bir süre tartışılan Sabancı Center cinayetinin JİTEM’in işi olduğunu iddia ediyordu. JİTEM’in derin devlet unsurlarıyla dirsek teması olan bir taşeron terör örgütü olan DHKP-C’ye havale ettiğini söylüyordu.385 Bu cinayetle, Sakıp Sabancı’nın dillendirdiği demokratikleşme ve Kürt soru-nu ile ilgili yeni açılım isteyenlere gözdağı vermek oldu-ğu hep iddia edilmiştir.

Derin Devlet’in Bakanı Sayın Ağar’ın istifasından sonra içişleri Bakanı olan Meral Akşener işin özünü anlatmaktadır:

“Bizdeki, derin değil, çukur devletti! Kendi araların-da gruplar oluşturup siyasi iktidarın boşluğundan yararla-nan bir derin devlet.”386

1968 yılında başlayan faili meçhul cinayetler 1991 yılında kaçırılarak işkenceyle öldürme şekline girecek-ti.387 1993 yılında terörle mücadelede şahinler dönemi başlayacaktı. 1993’te PKK ile mücadele adına Türkiye tarihinin en karanlık döneminin kapısı açılmıştır.388 Mehmet Ağar Emniyet Müdürü oldu. Polis terörle müca-delede daha aktif olacak bir konuma getirildi ve Özel Harekat Timleri ön plana çıktı.389 Türkiye’de derin devlet ile oluşan aslında ülkenin kendi güvenlik anlayışının tehdidi altına girmesidir.

İnsan Hakları Vakfı Raporları’na göre sivillere yönelik silahlı-bombalı saldırılarda, yargısız infaz ve işkence olaylarında, faili meçhul cinayetlerde ölenlerin sayısı 1992 yılında 2933, 1993 yılında 3492, 1994 yılında 4041, 1995 yılında da 2370 olmuştu.390

Faili meçhul şekilde ölenlerin sayısı genel olarak değerlendirilirse 1975 yılından 1999 yılına kadar toplam 1786 idi.391 Bunun neredeyse % 90’a yakını Demirel’in ya hükümetin başı ya da devletin başı olduğu döneme denk gelmektedir.



Yüklə 1,81 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin