Demirel ya da kendi gerçEĞİNİ Örtmenin siyasi tezahüRÜ Yazan Dr. Sıtkı karaca



Yüklə 1,81 Mb.
səhifə3/20
tarix06.03.2018
ölçüsü1,81 Mb.
#44413
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20

Devr-i Süleyman’a Bir Giriş Pir Giriş

24 Mart 1963, Ankara

Bayar’ın geçici affı, Kayseri cezaevinden çıkarılıp Ankara’ya gelmesi olayları çığırından çıkarmıştı. Çılgın bir kalabalıktı... En öndeki bir bayrak taşıyordu. Arkadan yüzlerce insan akın akın AP Genel Merkezi’ne doğru yürüyordu.

Öfkeyle “Af yok... af yok...” diye bağırıyordu.

Bütün bunlar olurken polis yoktu, jandarma yoktu, as­ker yoktu, hükümet yoktu, hatta devlet yoktu, devletin baş­kenti olan Ankara’da... Telefonla başbakan aranıyor, bulu­namıyor, evinden de cevap yok... içişleri bakanı aranıyor, bütün telefonlar duvar gibi, ses yok. Adalet Partisi’ne yakın olarak bilinen ve o zaman koalisyon or-tağı partilerden birin­de olan, sonra da Adalet Partisi’nin önemli bakanlıklarından birinin başına gelen, bir başba-kan yardımcısı aranıyor, on­dan da ses yok...142

O günlerin AP Genel İdare Kurulu Üyesi Süleyman Demirel:

Olay, gözümün önünde fevkalade canlıdır. Böyle bir mantıksızlığı anlamak da mümkün değildir.”143

Bir ara balkona çıktık, ‘ne oluyor’ diye. Bir sürü sopalı adam, ellerin­de taşlarla taşladılar bizi... Ondan sonra ‘İçişleri Bakanı’na haber verin’ dedik, içeriden bir yerden. İçişleri Bakanı, ‘Ne yapayım, hâkim olamıyo­rum’ diyerek savuşturdu.”

Şimdi kalabalık iyiden iyiye büyümüş ve artık kontrolden çıkmıştı. Parti binası, o akşam harabe haline geldi. Camlar kırılmış, tabe­la devrilmiş, ortalık yangın yerine dönmüştü. Binayı en son terk eden üç kişiden birisi Demirel’dir.144 Ancak geleceğin Başbakanı, o gece ani bir karara varacak ve yönetimi eleştirerek Genel İdare Kurulu üyeliğinden tamamen ayrılacaktır.145 Bazılarına göre saldırıdan korktuğu bazılarına göre ise siyasete henüz ilk adımlarını attığı bir sırada, siyasetten yasaklan-mak gibi bir kazaya kurban gitme endişesi ve olasılığı Demirel’in o sıralarda yönetimden ayrılışında önemli bir rol oynamıştır.146 Süleyman Demirel’in yıllar yılı diller­den düşmeyen meşhur ‘şapkayı alıp gitme’ efsanesi işte 30 yıl önce, bir 24 Mart gecesi doğdu.147

Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 1963 Martı’nda sağlık nedeniyle Kayseri cezaevinden çıkarılması, tepkiy-le karşılanmış, İstanbul ve Ankara’da gösterilere yol açmıştır. AP Genel Merkezi taşlı sopalı yüzlerce gösterici tarafından kuşatılmış ve büyük hasara uğramıştır. Genel İdare Kurulu üyesi olan Süleyman Demirel’in görevinden istifa etme kararı almasında yaşanan bu olayın büyük etkisi olduğu açıktır.

Demirel’in istifa edip İstanbul’a gitmesi kendisine karşı olanlarca, sonraki yıllarda “şapkasını alıp gitti” şeklinde suçlanmasına neden olmuş ve bu deyim muha-lifleri tarafından her fırsatta dile getirilmiştir. Demirel’in istifasından sonra Sadettin Bilgiç görevi devralmıştır.148

GİK’ten istifasını; “İstifam bir korkaklık olarak gösterilmemelidir. Ben arkadaşlara rahat çalışma imkânı vermek için istifa ettim”,149 diyecekti. Sanki yeni bir seçim yapılmış ve yeni bir yönetim gelmiş gibi!..

M. Turgut’ta Demirel’in adaylığını desteklemelerine rağmen bazı arkadaşlarının “Memleket bir ihtilalin için-den geçip geliyor ve yeni yeni hadiselerin eşiğindedir. Gelecek karanlık ve endişelerle doludur. Arkadaşımızın bir takım vasıfları vardır. Ama korkaklığı, gevşekliği ve sözünde durmadığı da anlaşılmıştır. Bizi nerede ve nasıl bırakacağı belli değildir. Bir takım hadiselerle karşılaştı-ğımız zaman çekip gidebilir ve parti tekrar başsız kalabilir” diyorlar ve “daha önce bırakıp gittiği”nin üze-rinde ısrarla duruyorlardı… Bu tereddüt, endişe ve kaçış-lar, birçok arkadaşımızın her zaman iddia ettiği gibi korkudan mı ileri gelmekteydi? Bir taraftan veya bir yerden talimat mı bekleniyordu? Zaman ayarlaması mı tam olarak yapılmak isteniyordu? Partiyi o güne kadar kurup geliştiren ve iktidarın eşiğine getiren ekibin parça-lanması mı hazırlanıyordu? Bu ekip içinde, ekibin normal bir ferdi olarak iktidara gelmemek için, kahramanımız tarafından belli bir taktik mi kullanılıyordu?.. Sonraki davranışları ve yıllar içinde daha iyi ortaya çıkan karakteri düşünülürse, bu tereddüt, endişe ve kaçışlarda yukarıda sıralanan faktörlerin hemen hepsinin olduğu anlaşılacaktır” diye yazacaktı.150

Müteaddit defalar, Demirel kardeşlerin müteahhitlik bürosunu ziyarete giden AP kurucularından Dr.Sadettin Bilgiç, Dr.Faruk Sükan, Mehmet Turgut, Cevat Önder ve Cihat Bilgehan, Süleyman Demirel’i siyaset sahnesine davet etmişlerdı.151 Demirel’de bu gelişmeyi doğrular tarzda Arzık’a konuşmuştur; “62’de terhis olmuştum. Kasım ayıydı. AP’nin büyük kongresinde, beni Başbakan çıkarmak istemişlerdi.”152

Bilgiç ve Turgut’un anılarında belirttiklerine göre Demirel’e AP kurulduğunda ve AP’nin büyük kongresin-de genel başkanlık teklifi yapılmıştır. Hatta Gümüşpa-la’nın vefatından sonra da her il kongrelerinden önce Demirel’e adaylık baskısı yapılmıştır.153 Demirel, bu aday olması ısrarına karşı adaylığa uzun süre yanaşmayacaktı. Bu tereddüdü korkudan mı ya da bir taraftan veya bir yerden talimat beklemesinden mi veya zaman ayarlama-sını tam olarak yapmak istemesinden mi kaynaklanı-yordu? Bilinmez…154

AP’nin kurucu lideri Ragıp Gümüşpala’nın 1964 yı-lında vefat etmesi parti açısından bir dönüm noktası olmuştur. Gümüşpala, liderliği kabul görmüş ve pek tartı-şılmamış bir genel başkandı. Ancak vefatı liderlik soru-nunu gündeme getirmekle birlikte parti içindeki çekiş-meleri de su yüzüne çıkarmıştır. Gümüşpala’nın ölümü AP’yi ve Türkiye’yi bir dönüm noktasına getirdi. Şimdi 30 yıl Türkiye’nin kaderine hükmedecek insanın tarih sahnesine çıkma zamanıydı. Yapılan yerel ve kısmi sena-to seçimlerine genel başkanı olmadan girdiği halde Adalet Partisi aldığı oy oranına göre yapılacak ilk genel seçimlerde tek başına iktidar olmayı garantilemişti.155 İktidara yürüyen AP’ye hem genç, hem de devleti bilen bir lider lazımdı. Düşününce de akla, bu tanıma uyan bir tek kişi geliyordu, Demirel.156

Her şeyi bırakarak çekip gitmişti. Tekrar aynı duruma düşmemek için bazı kuruluşların ve bazı kimse-lerin sempatisini kazanmaya çalışıyor ve buralardan yeşil ışık bekliyordu. Yeşil ışık gelinceye kadar da tereddüt-lerinden kurtulamamıştı.157 Demirel ancak Gürsel ve Sunay’dan icazet çıktıktan sonra parti liderliğine niyetle-nebilmiştir. Muhtemeldir ki, Özal’ın 1983 yılında ANAP’ın kuruluşu için ABD Ankara büyükelçisinin devreye girmesi gibi, iyi saatte olsunlar devreye girmişti. Ve kongreden hemen sonra da vesayeti pekiştiren ve bazı teminatlar vermiş olabileceği MBK ile görüşmesi olmuştur.

Oysa o sıralarda Demirel kendi işleriyle meşguldü. Ünlü parti baskınından sonra AP’yle ilişkilerini askıya almış, iş hayatına atılmıştı. Yarım gün ODTÜ’de ders veriyor, kalan zamanda da ODTÜ’nün yeni kampusunu inşa eden Amerikan Morisson firmasının Türkiye temsil-ciliğini yürütüyordu.158 İhale yasasının açıklarından fay-dalanarak Üniversitenin hakkı olan vergi muafiyetini kendisi için kullanarak kendisine ve Morrison firmasına aşırı kazanç sağlayacaktı.159

Sadettin Bilgiç genel başkanlığa en yakın aday olarak gözükmekle beraber tek aday değildi. Eski Hava Kuvvet-leri Komutanı ve Cumhurbaşkanı Bayar’ın yaveri olan Tekin Arıburun özellikle DP misyonu göz önünde bulun-durulursa güçlü bir aday olarak gözüküyordu. Genç ve yenilikçi bir grup Süleyman Demirel’i öne sürüyor, aşırı-lar ise Bilgiç’e karşı Ali Fuat Başgil’i hazırlıyorlardı.

Ancak Sü­leyman Demirel’in adaylığı tereddütler yaratmıştı. Ken­disi eğer 21 Mayıs 1963 tarihindeki Ada-let Partisi’nin tahrip edildiği olaylarda istifa edip politika-dan çe­kilmemiş olsaydı onun adaylığına kimse bir şey diyemez, hatta Saadettin Bilgiç adaylığını bile koyamaz-dı. Çünkü bu durumda genel başkan yardımcılığı kotlu-ğunda Bilgiç değil, Demirel oturuyor olacaktı.160 Adalet Partisi liderliğine Süleyman Demirel’i Bilgiç’e nisbetle daha ehil görüyorsam da, ken­disini daha ilk imtihanda partiyi bırakıp kaçmasından dolayı affedemiyor, ya genel başkan seçildikten sonra da bizi yüz üstü bırakıp giderse sorusuna bir türlü cevap veremiyordum.161 İhsan Tom-buş’un dediği gibi delegelerde tereddüt vardı. Ancak bu tereddüdü izale edecek mihraklar devreye sokulacaktı. Adalet Partisi’ne yüzde yüz karşı olanlar dâhil bütün gazeteler Süleyman Demirel’in propagandası için adeta yarışa girmişlerdi. Şehir, kasaba ve köylerinden kongrede Saadettin Bilgiç’e oy vermek için yola çıkan delegeler, Başkente gelince yoğun bir propaganda ve baskı ile karşı karşıya kalıyorlardı.162

Kasım kongresi yaklaştığında Bilgiç’in en güçlü raki-bi olarak Demirel gösteriliyordu. 28 Kasım’da toplanan İkinci Büyük Kongre’de esas çekişme Bilgiç ile Demirel arasında yaşanmıştır. İş ve basın çevrelerinin açıkça des-teklediği ekonomiden anlayan ve modern bir görüntü çizen Demirel’in karşısında Bilgiç daha çok muhafaza-kârlar tarafından destekleniyordu. Bilgiç’e karşı yürütü-len kampanyada en büyük suçlama tutuculuğu ve hoşgö-rüsüzlüğü idi.

Ankara İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada “Türk halkının kaderi fakirlik, cahillik, yokluk ve yoksulluk değildir. Adil, hızlı ve sürekli bir kalkınma lazımdır” di-yen Demirel, Milletin “benim hükümetim” diyebileceği sinesini bütün vatandaşlara açabilecek bir hükümete ihti-yaç duyduğunu, bu günkü azınlık iktidarının yeterli ol-madığını söylüyordu. “Türkiye iğneden ipliğe kadar her şeyini yapacak, çarık, kağnı ve karasaban devrine dönme-yecektir” diyen Demirel, huzur ve refahın ancak demok-ratik rejim içinde sağlanabileceğini ve Türk halkının ikti-sadi bir mucizeye ihtiyaç duyduğunu vurguluyordu. Bu mucizenin ancak AP’nin gayretiyle yaratılabileceğini belirten Demirel karşılıksız hizmet arzusuyla meşaleyi tutma nöbetine talip olduğunu söylüyordu.163 Aslında Demirel’in amacı -kısa sü­rede ortaya çıktığı gibi- 1946 oylarının sesi olan DP hareketinin anlamına sahip çıkmak değildi; kolay bir iktidar kaynağı olarak gör­düğü DP oylarına sahip çıkmaktı.164

Demirel’in zaferi tam anlamıyla bir sürpriz olmuştu. Demirel’in parti genel başkanı olarak seçilmesi Türk siyasi hayatı açısından oldukça önemli bir gelişmedir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri ilk defa bir siyasi parti kongresinde delege seçimiyle bir parti genel başkanı göreve gelmiştir. 41 yaşındaki Demirel böyle bir görev için oldukça genç sayılabilir, üstelik Türk siyasetinde hâkim olan geleneksel asker kökenli bürokrat sınıfına dâhil değildir. Alt orta sınıf kır kökenli bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, eğitimle statüsünü değiştirmiştir. Türk siyasetinde rol oynayacak sıradan vatandaş tipinin ilk örneğini teşkil etmiştir.165 “İlk, köylü başbakan benim.”166 “Tanıdığım bütün başbakanları kafamdan geçiriyorum, Rauf Bey’den, Suat Hayri’den, Naim Talu’ya ve ötesine, hiçbiri bu kaynaktan gelmemişti.”167

“CHP’ye göre Demirel aynı zamanda hem Çanka-ya’nın yani Gürsel’in hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (AP Genel Başkanlığı’na seçilmesi için) adayıydı.”168 Cindoruk, garnizonlarda ancak Demirel isminin bir teminat olarak gözüktüğü, Bilgiç’in kazanması durumun-da, darbeyi bile düşündükleri anlaşılıyordu, şeklinde ifadeler kullanmaktadır. Toker, bir yandan büyük özel çıkarların, öte yandan Amerikan çıkarlarının temsilcisi olarak politika sahnesinde belirdi şeklinde nitelediği Demirel’in aynı zamanda Cumhurbaşkanı ve Silahlı Kuv-vetlerin de tercihli adayı olduğunu ve Bilgiç’in kazanma-sından söz konusu dört kesimin de ürktüğünü belirt-mektedir.169 Demirel’i 29 Kasım günü AP’nin genel baş-kanı yapan sebepler arasında, Cevdet Sunay’ın 12 Kasım tarihli, siyasi partileri, 27 Mayıs İhtilali’ni ve Silahlı Kuvvetleri eleştirmemeleri konusunda (özellikle AP’yi) uyaran mektubunu da değerlendirmek gerekir. Askeri müdahaleden çekinen delegeler ılımlı olarak nitelendir-dikleri Demirel’i ordu ile ilişkileri düzeltebilecek biri ola-rak görmüşlerdir.170 Demirel, bunun karşılığı olarak 2 yıl sonra cumhurbaşkanlığını altın tepsi ile Cevdet Sunay’a sunacaktı.171 AP Türkiyede Genelkurmay Başkanını cum-hurbaşkanı yapan partidir. 172

AP Genel Başkanlığına seçildikten sonra Demirel’in 10 Aralık 1964’de Milli Birlik Grubu olarak bilinen tabii senatörlerle toplantısında bazı teminatlar verdiği ileri sürülmüştür. Demirel liderliğindeki AP’nin, 27 Mayıs İhtilâli’ne ve onun askeri muhafızlarına yönelik bir uzlaş-ma politikası izlemeye çalışacağının göstergesi olduğu kabul görmüştür.173 Ordudaki endişeleri gidermek için Demirel, uzun süre 27 Mayıs’a ve onun ürünü Anayasaya karşı çıkmama tavrını benimsemiştir.174 Bu uyuşma sonu-cunda Demirel’in siyasi kimliği bir yandan halk desteği için Menderes geleneğine yaslanma, öte yandan iktidarını sürdür-mek için silahlı kuvvetlere bağımlı olma gibi ikili bir görünüm edindi.175 Pareto’nun deyişiyle “aynı anda iki yemlikten beslenmektedir.”176

Milliyet gazetesinin de yazdığına göre, Demirel “dev­leti elinde tutan geleneksel güçlere” (generallere) eski DP’lilerin yeni­den politika sahnesine çıkmasına olanak sağlamayacağına ve af konu­sunu hiçbir zaman gündeme getirmeyeceğine iliş-kin olarak, AP genel başkanlığına soyunurken söz vermişti.177

İsmet İnönü hükümetinde bakanlık yapan aynı za-manda Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in en yakın arkada-şı olan Cihad Baban, Gürsel’in Demirel’in parti liderli-ğine sıcak baktığını söylemektedir. Hatta hastalığına rağ-men kulis faaliyetlerinde bulunduğunu “O Başkan olsun diye ben çok çalışıyorum. Bir muvaffak olursam rahat edeceğim!” sözleri ile Cihad Baban’a söylemiştir. Demi-rel’in seçilme olasılığı nedeniyle “Herhalde hayata gözle-rimi rahat kapatacağım. İrticadan çok korkarım, DP sıkı-şınca irticai tahrik ederdi. Gümüşpala da nafile zayıf kaldı. Particilerin elinde oyuncak oldu. (Demirel) Ameri-ka’da tahsil etmiş… Laik, lisan bilir bir insan… AP’nin başına geçerse memleket kurtulur”, diyecekti.178 Cumhur-başkanı ile İsmet Paşa arasındaki gerginliğin Cemal Gürsel’in AP’nin yeni kadrosuyla tek başına iktidara gel­mesini özleyecek ölçülere vardığı da “çevresinden” öğre-ni­liyordu.179

Devlet Başkanı Cemal Gürsel ise Demirel’in AP’nin Genel Başkanı seçilmesini: “AP’nin yeni tutumu ve muh-terem başkanının memlekette huzuru arttırıcı çalışmaları memnuniyet vericidir. AP’nin iyi yola girdiğine kaniim”, sözleriyle değerlendirdi. Hatta Çankaya’daki kabulde “Pusudaki sinsi kuvvetlere vermediniz tebrik ederim”, diyecekti.180 Süleyman Demirel’in Genel Başkanlığa seçil-mesi basın tarafından da olumlu karşılanacaktı.181 “Sandık-tan akli selim ve Türkiye için yepyeni bir ümit çıkmıştır” denilecekti.182

Büyük ölçüde düzen savunucularından oluşan seç-kinlerin, zeki ve başarılı yenilikçileri aralarına kabul et-meleri büyük önem taşımaktadır.183 Bu düzen savunucu-ları genelde yetenekli kişileri değişik sosyal örgütlere sokarak kendilerine evrilmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bunlardan biri de mason örgütleridir. Gerçekte mason olduğu halde, sırf bir takım politik hesaplarla masonluğunu inkâr edişi, Demirel’in ikiyüzlü politika ve şahsiyet yapısını ortaya koyan belki en çarpıcı olaydır.184 1959 yılında mason-ları birbirine tanıtmak için basılan albümün 15. sayfasında 43 numaralı185 mason birader Demirel vardı. Aynı sayfada operatör Şekür Ökten ve hariciyeci Rasim Fenmen biraderler de vardı.186 Kongre öncesinde Mason locasının kitapçığından Demirel’in üye kaydı ve fotoğrafının olduğu sayfanın foto-kopisi dağıtılarak Mason olduğu propagandası yapılıyordu. Demirel’in muhafazakâr delegelerin desteğini alamayacağı korkusu oldu. Demirel, masonlar derneğine, kendisinden önceki DSİ Genel Müdürü Hikmet Turat aracılığıyla başvurup sahte belge verilmesini istemişti. Turat, mason derneğinde sorguya çekildiğinde, bile bile ara­cı olduğunu söyleyecek-ti.187 Tombuş, Hikmet Turat’ın kendisinin de mason olma-sı noktasında çaba sarf ettiğini belirtir.188

Demirel Egeran’ın yazısıyla güç toplamıştı. Kendince “aklanmış”tı. Belgeyi, iki hafta sonra Ankara’da Kızılay Meydanındaki Bü­yük Sinemada toplanan AP kongresinin kürsüsünde sallayarak şöyle diyordu: “Ben mason değilim. İşte, Mason olmadığımın belgesi bura­da... Benim evimde her sabah Kur’an okunur.”189

Süleyman Demirel’in çürütme çarklarını işletmesi bir yana, rapor yüzünden mason derneği de karışacaktı. Süleyman Demirel’e mason olmadığına ilişkin sahte belge veril­mesiyle başlayan ve bu belgeyi veren Necdet Egeran’ın Türkiye Bü­yük Locası, Büyük Üstatlığına seçilmesiyle şiddetlenen mason-lar arasındaki bunalım, Büyük Loca Daimi Heyetinin İstan-bul’da yaptığı toplantıda çözülmüş görünmektedir. 17 kişilik daimi heyet, Büyük Loca’nın yönetim kurulu niteliğindedir. Yılda bir kez toplanan Büyük Loca Genel Kurulun tüm yetki-lerine sahiptir. Başlangıçta büyük üstat Necdet Egeran’ı destekleyen daimi heyet, özellikle iş çevrelerinin dı­şındaki genç masonlardan gelen ve Türkiye Yüksek Şurası’nda yankı bulan baskılar karşısında, Egeran’ı kabul etmediklerini bildirerek istifalarını vermişlerdir.

Egeran istifaları kabul etmeye yanaşmayarak, bu kritik anı atlat­maya çalışmıştır. Fakat 1965 Mayısı’nda aylardır her türlü yöntemi deneyerek koltuğunu kurtarmak için meydan savaşı veren Ege­ran, istifa etmek zorunda kalmıştır.190

Aslında Demirel, mason örgütüne üye olduğunu hiç-bir zaman yadsımadı. Ama tartışmayı bu ortama sürükle-mek isteyenlerin oyunlarına araç olmamak için masonluk savla­rına ne olumlu, ne de olumsuz yanıt verdi. Görmez-likten geldi.191

Demirel, bu gerçeği de “yok” sayıp AP Genel Başkanı seçilme­nin mutluluğunu yaşamaya devam edecekti. Oysa dünyanın bir başka yerinde, somut ve belgelerle kanıtlı bir gerçeği “yok” sayan, inkârdan gelen birinin böylesine onay gördüğü yaşanmamıştı.192 Politikaya ilk adımını atarken, yalanla başladığı gibi...193 Tüm politik yaşamını bu inkar ve yalan üzerine kurmuştur.194 Bazı yazarların deyişiyle de Türk siyasetine “sahte belgeli başbakan” dönemi Demirel’le gelmiştir.195

Soldan gelen “Amerikan yanlılığı” damgası, parti için­den gelen “masonluk” nitelemeleri, kongreyi olumsuz yön­de etkilememişti. Tersine, Demirel’in “bunca uğraşı-lır in­san olduğuna göre, seçilmesi gerektiği” gibi, kimi demokrat bünyelere ters düşecek bir yargının oluşmasına neden ol­muştu.196

Siyasete karşı ilgisizliğin bir yansıması olarak katı-lımın % 64,3'te kaldığı* 12 Ekim 1969 genel seçimlerin-de197 barajsız d’Hont sistemi uygulanmıştı. AP’nin iktidar olmasına karşılık uğradığı oy kaybı uzun süre gündemi meşgul etmiştir.198

Çetin Altan, Sabah gazetesindeki “Şeytan’ın gör dediği” sütununda 22 Ağustos 1993 tarihinde, “Süley­man Bey ve siyaset arabacılığı” başlığıyla bir kez daha onun portresini çiziyordu; kaba hatlarıyla.

Çetin Altan, “30 yıldan geriye ne kaldı, Demirel’den?” sorusunun yanıtını çizdiği portrenin içinde yediriyordu. Bu yazının bazı bölümle­ri şöyle:

“Süleyman Beyden ne kalacak ki doktora tezlerine”
Sadece “şark”a özgü bir siyasetçi portresi...199

Hâlbuki Sayın Altan yanılıyordu, o ne şarka özgü ne batı’ya özgü bir siyasetçiydi. O nev-i şahsına münhasır ULU bir zattı. Beklenen ve gözlerimizin yollarda olduğu siyasetin havarisi, mehdisi, mesihi, İsa’sı idi.

Bir hükümdar şanslı ve gereken durumlar­da değişebilen, farklı koşullara uyabilen bir yaradılışa sa­hip olmalıdır.”200

Machiavelli

Siyasette Bir Demagog-Laf Ebesi

Çağdaşlığın iş yapmak değil, lâfebeliği yapmak oldu-ğunu değişik şekillerde de gösterebilmiş bir liderdir, Demirel.

Kendisine konuşma yaptırılmadığı gerekçesiyle ‘konuşan Türkiye’ isterken bir başkası konuşur ise ‘acı biber ve dönen keser sapı’nı sofraya sunmakta bir beis görmemiştir.

1987’den sonra, kürsülerde bağırıyordu:

- Arkamda kan ve gözyaşı bırakmadım!.. 201

İktidar ve muhalefet olduğu dönemde ölen binlerce Türk insanının kanı ile arkasındakilerin gözyaşını bile görecek izandan yoksun bir demagog’tur, Sayın Demirel. İkinci milliyetçi cephe hükümeti göreve geldiği ilk günlerde çok sayıda politik cinayetin ardı ardına işlenmesi hükü-metin kamuoyundaki desteğini zayıflatmıştı. Azınlık hükümeti kurduğu 1979’un sonlarından 12 Eylül’üne kadarki sürede yaklaşık iki bin kişi ölmüştü. Yani günlük ölü sayısı sekiz-on kişiye yükselmişti. Yaşamlarını yitirenle-rin dışında binlerce kişi yaralanmış, silahlı soygunlar ve adam kaçırma olayları artmıştı.202

CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, 1978’de AP ve öteki partiler­den istifa eden milletvekillerine Güneş Motel’de gerçekleşen “Mebus pazarı”nda bakanlıklar vererek eksiklikle-rini ta­mamladı ve başbakan oldu. Bu yöntemin de “mucidi” 1970 yılında 41 milletvekili partisinden ayrılınca Mecliste çoğunluk gücünden yoksun kalan Demirel’di. Sa­yıyı tamam-lamak için kolları sıvayıp milletvekili “transfer”lerine baş­ladı. Muhalefet partili milletvekillerinin AP’ne “Mebus pazarı”nda transferleri çeşitli metotlarla sağlandı. Türk siyasi hayatının bir dönemine damga­sını vurup geçti.203

1970 bütçesinin oylamasında AP’li 41 milletvekili kendi hükümetlerinin bütçesine “kırmızı oy” verdi. Demirel, Köşke çıktı. İstifasını verdi. Sunay’ın Demirel’e yeniden görev vermemesi bekleniyordu. Beklentiler ter-sine çıktı, Demirel, gene başbakan olarak Meclise dön-dü.204 Sunay, Cumhurbaşkanlığını kendisine sunmasının karşılığında siyaseten Demirel’in altının oyulmasına izin vermemiştir. 28 Şubat sürecinde Demirel, bir yandan Cindoruk’a yeni bir parti kurduracak, diğer yandan Erba-kan’ın görevi iadesinde görevlendirmeyi Tansu Hanıma vermeyerek Tansu Hanımın lideri olduğu DYP’nin erime sürecine katkıda bulunacak ve siyaseten altını oyacaktır. Böylece “direnen partiler”den “kaçış” teşvik edildi.205 Tansu Çiller bu duruma tepki göstererek: “… Çankaya darbesiyle karşı karşıya kaldık”206 demiştir. Sunay o dönemde Demirel’i görevlendirmeseydi muhtemelen Demirel siyaset sahnesinden çekilmek durumunda kala-caktı. Çünkü AP’de çözülmeler hızlanacaktı.

İsmet Paşa, “Demirelsiz ve Çağlayangil’siz bir hükü-metten yana olduklarını açıklıyordu. Ortalıkta tam bir kargaşa hüküm sürüyordu. Demirel, ilk iş olarak yeni hükümetini kurdu, bir aylık bir bütçe hazırladı. Partiden gitti gidecek olanları bir yana bırakarak, “Kalan sağlar bizimdir” dedi, güvenoyu aldı. 15 Mart 1970. Böylece “Hacı Yatmaz” paçayı kurtardı.

1977 seçimleri sonrasında Bülent Ecevit çeşitli temaslarda bulunduktan sonra CHP azınlık hükümetini kurmuştur. Hükümet meclis dışından (hem işçi hem de işveren temsilcilerinden) destek almasına rağmen, meclis içinden destek görememiştir.207 Demirel, 1978’de Ecevit’in milletvekili transferi ile hükümet kurmasına Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün onay vermesini içine sindirememişti. (28 Şubat sürecinde daha beterini kendisi yapacaktı.) “hak, hukuk, demokrasi, dürüstlük, adam satın alma, milletvekili ayartma, siyasi sahtekârlık” gibi kelimelerle, okkalı cümleler yapıyor ve bu cümleleri “Çankaya noteri” dediği Cumhurbaş-kanı Fahri Korutürk ile Başbakan Ecevit’in yüzüne püskür-tüyordu. Kendi tabiriyle “Sayın Korutürk de “Nasıl güvenoyu alacaksınız?” diye sormadı. Biz bu hükümete Çankaya hükü-meti demiştik”208 Siyasi literatüre şimdi “Çankaya Hükü-meti” deyimi giriyordu. Osman Avcı Cumhurbaşkanına yönelik olarak “... diğer parti liderlerinin görüşlerini almaya dahi gerek görmeden hükümet ataması yapıyorsa, o hükümete “Çankaya hükümeti” denir. Bu tabir esasında makamı rencide etmemek için bulunmuş en hafif tabir-dir” diyordu.209 Son derece halim-selim bir kişi olan Korutürk, Demirel’in salvosu üzerine “ağzını bozacak kadar” sinirlenmişti. Çelebi yapılı emekli amiral, Demirel’e şu yanıtı vermişti: “Böyle bir hükümeti beğenmeyenler eksantriktir.” Demirel de “eksantrik” sözüne kırılıp bir basın toplantısıyla Korutürk’e yanıt vermişti.210

“Hile, desise, tertip ve entrika itibar gördü. Kuruluşunda hile olan hükümetler iktidar olamazlar.”211

Demirelin bunları dile getirişinden 20 yıl sonra Çiller tarafından kurulacak hükümete destek veren sayı 282 olmasına rağmen212 kendisine yapılan deklerasyonla hile, desise, tertip ve entrikayla kurdurduğu ANASOL-D hü-kümeti, O’nun siyaset tarihindeki çelişkisinin ne ilki ne sonuncusudur.

Demirel, hızını alamayıp öfkesini boşaltamamış olmalı ki AP ge­nel idare kurulunu toplantıya çağırıp, bir de bildiri yayınlatmıştı.

“Cumhurbaşkanı tarafsızlığını kaybetmiştir. Çanka-ya’daki zat, şapla şekeri karıştırıyor.” Aslında hep bu sözlerinde kendisini anlatmaktadır, Demirel.

Aynı Demirel, yıllarca sonra, Turgut Özal kendisine rağmen Cumhurbaşkanı olunca, bu kez “Çankaya işgal altında” diyecekti. Sonra kendisi işgal edecek, kızdığı ve tasvip etmediği her şeyi kör göze parmak tarzında yapacaktı. Onun basındaki yardakçıları yarı-solcular yine de alkışlayacaktı.

Mehmet Turgut, Demirel’in destekçisi, yakın adamı ve dahi bakanı; 12 Haziran 1977 günü şöyle diyordu:

“Süleyman Demirel kendisi utanç verici yolları kullandığı zaman mesele kalmıyor. Başkası kullanırsa kabahat oluyor. Herhalde kendi metotlarının kullanılmasından endişe ediyor.”213

Sayın Demirel siyaseti bir mefkure anlayışı çerçevesinde görmemiştir. Siyaseti şahsi iktidar ve ikbalinden, kendisinin çevresinde gürültülü bir kalabalık isteğinden daha derin bir anlam ile değerlendirmemiştir. Siyaset alanına ilk çıktığında yaşlılığı nedeniyle İnönü’yü eleştirdiğini unutacaktır. Yaşı ile ilgili sataşmaya; “-Bunlar galiba Celal Bayar’ın, 90 yaşında siyasetin aritmetiğini nasıl alt-üst ettiğini bilmiyorlar…” … “Halk olmadan ben yaşayamam ki… Ben gıdamı akşama kadar onunla bununla konuşmaktan alıyo-rum.”214 şeklinde cevap vermiştir. Aslında bu cümleler, Demirel’in siyasete bakışının sığlığını; siyaseti bir aritmetik, bir alt-üst etme, bir dedikodu olarak gördüğünü çok güzel yansıtmaktadır.

Demirel her zaman makamlarını sürdürme tepkisi vermektedir. İnönü ile giriştiği siyasi mücadelede kendi-sinin başbakanlığı yönündeki demokratik talepleri ‘demirkırat’ partisiyle dile getirmiş, aynı isteği başkasına ise haram görebilmiştir.

Babasının siyaset anlayışı, Çiller’de “Türk tipi demokrasi”nin yalancılık yarışı olarak algılanmasına yol açmasından olmalı ki Demirel’den sonra Başbakanlık koltuğuna oturduğunda ilk televizyon konuşmasında söz veriyordu:

“Ben yalan söylemeyeceğim.” 215

Yıllarca komünizm karşıtlığı ile oy toplayan, iktida-rını sürdüren ve ülkede kardeş kavgası çıkaran kendisi değilmiş gibi, anarşi ve komünizmden kurtulma gerekçesi ile 12 Eylül savunuculuğu yapanlara kızmakta ve “varsın demokrasi gebersin” tavsiyesini kınamaktadır.216

Fakat 12 Eylül’ün arifesinde, 1–2 yıl öncesinde çok eleştirdiği 12 Mart’a ve yöntemlerine sahip çıkacaktır. 21 Kasım 1979 Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Demirel şöyle konuşacaktı: -”Bugün Türkiye adeta bir savaşın içindedir; bu savaş, garip bir savaştır ve ülkenin birçok yerlerine yayılmıştır, bunun acılarını her gün hissediyo-ruz; olup bitenler, gözle görülüyor, elle tutuluyor… Türkiye’de… her sınıftan, her vatandaş öldürülüyor, üstü örtülü bir kanlı kavga yürüyor… 1971’de, yangının %95’i söndürüldü; ama hadise yeniden hortladı. Biz bu yangının söndürülmesi azim ve kararlılığı içindeyiz; Devlet, huzur, güven ve kanun hâkimiyetini isteyen milyonların tarafıdır ve Devlet, hukukun içinde hâkimi-yetini kurmalıdır... 1971–1973 sıkıyönetimi, sulh ve sükûnu tesis etmişti; o zaman, şimdiki imkânlar ve yetki-ler dahi yoktu; eksikleri tamamlayalım; fakat evvela mevcudu bir kullanalım...”217

12 Eylül sonrası askeri rejim için “Genellikle bu müdahaleler hipokrattır, yani ikiyüzlüdür” deniyor. O gün halkı hoşnut etmek için öyle der, ertesi gün başka şeyleri yapar. Veya inandığı şeyleri söyler, yapamaz, aksi şeyleri yapar.” diyecektir.218

“Eski Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız Süley-man Demirel, adını taşıyan Isparta’daki üniversiteyi ziya-retinde şimdiki Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün gö-rev süresinin 5 yıl olması gerektiğini öne sürerken şöyle konuşmuş:


  • Bence cumhurbaşkanlığı için 7 sene çok uzun. 7 senede devir değişiyor. Onun için 5 sene gayet iyi bir zaman.

Sayın Demirel’e takıntılı olanlar bu sözleri okurken içlerinden şu tepkiyi seslendirebilirler: -Madem 7 yıl çok uzundu, o zaman sizin 7 yıllık görev sürenizi 3 yıl daha uzatmak için TBMM’de çalışmalar yapılırken neden bunu kabul ve teşvik ettiniz?”219

Cumhurbaşkanlığı süresinin bitimine daha üç yıl varken “uzatmalı Cumhurbaşkanı” olarak Çankaya’da kalmak istiyor!220

Hatta tehdit kokan bir şekilde:

“Ben adamı anasından doğduğuna pişman ederim.”221

“Çankaya’da düzgün iş yaptım. Güniz sokaktaki evime dönerim ama oraya sığmam”, “Güniz sokakta bahçeyle, çiçekle, tavukla uğraşmam” diyordu. Bunun anlamı ise şuydu; Cumhurbaşkanı seçilemezsem, aktif siyasete dönerim, haberiniz olsun! Benim tekrar sizlerle siyaset yapmamı istemiyorsanız, beni cumhurbaşkanı yapın!222

Bizim Su Müdürü” ve “Benim Memurum”

Hükümet etmenin anlamı, bir hedefe ulaşmak için gerekli siyasi kararları alma sürecidir. Önce genel tercih-ler belirlenir ve özel konularda siyasi talimatlar verilir. Siyasi kararların alınması ve uygulanması bakımından çifte sorumluluk vardır. Bunlardan ilki, hükümetin kendi politikaları ve verdiği kararlardan doğan sorumluluğudur. İkincisi de, ona bağlı olan bürokrasinin kararlarından ve eylemlerinden doğan sorumluluktur.223 Bundan dolayı Demirel’in de dediği gibi vebal varsa ortaya çıkan iyi-likler de sorumluluğu yüklenenlerindir.

12 Eylül ihtilalinden bir süre sonra bir yazarın, Turgut Özal’ın geçmişte ken­disine yazdığı bir mektubu yayımlamasıyla ülkede yapılmış ne kadar büyük iş varsa, bunların altında Özal’ın imzası olduğu söylenmeye başlandı.

Demirel buna çok içerlemişti. Bunun için de bir mek-tup yazdı. Bu mektubu, kişiliğinin önemli bir parçasını yansıtması açısından önem taşıyordu.

O mektubunda Özal, “... 21 senelik devlet memu-riyetim süresince birçok ve beni ziyadesiyle tatmin eden, memlekete hizmet imkânı bulmuşumdur. Üzerinde çalış-tığım ve netice alınmasında faydalı olduğuna inandığım bu işler arasında 3 büyük projeye daima özel bir önem vermişimdir...” diyor, Keban, Boğaz Köprüsü ve Ereğli Demir-Çelik Fabrikaları­nın daha büyütülmesindeki düşüncelerini ardından sıralıyor­du.

“... Ereğli Demir-Çelik tesisleri, Keban projesi, sonun­da Boğaziçi Köprüsü...” gibi büyük yatırımlarda “çok eme­ği geçtiği” izlenimi oluşturuluyor, bu yatırım-ların gerçekleş­mesinde “büyük etken” olduğunu dokun-durarak anlatıyordu.224

“Medeni eserler kimsenin değil, milletindir. Çünkü mille­tin parası ile yapılırlar. Medeni eserleri siyasi iktidarlar icra ederler. Milletin parasını neden başka yer-lere değil de buralara sarf etmiş ol­manın vebalini böylece yüklenirler. Ayrıca, bütün hücum­ları yüklenirler. Onun için millete ait olan eserlerin icracısı olan siyasi iktidar-ların bilânçosu yapılırken iktidarları süresince meydana gelen, başlayan, biten eserler bu bilânçoda görünür.

Medeni eserlerin yapılabilmesi için etüt, proje, finans­man safhalarında yüzlerce kişi çalışır. İnşaatlarında yüzler­ce kişi çalışır. Ama o eserler, siyasi icranın kararı olmadık­ça projelenmiş bile olsa icra edilemezler. Türki-ye’yi planlama teşkilatı değil siyasi iktidar idare ettiği için olup bitenlerden planlama değil, hükümet sorumlu olmuştur.”225

“…Bu işlerde çalışmış olmak, eseri meydana getirmeye yetmediğine göre, eseri meydana getirmeye yetecek gayret kime, daha doğrusu hangi devre aitse icranın sahibi odur.”

Finansmanında çalışmıştım’ diyeni sahip yapmaya kalkmak, hak duyguları­nı incitir. Açıkçası adaletsizlik, haksızlık, insafsızlık olur. …Hem, ‘Zengine köprü, fuka-raya kolera’... ‘Köprü yapmak cinnettir,’ …‘Köprü yeri-ne fakir fukaraya hizmet götürün,’ …‘Zap suyuna köprü yapmak varken niye İstanbul’a,’ …Şeklindeki ve daha bin bir tarize maruz kalan siyasi ik­tidardır. Onları cevap-layan siyasi iktidardı. Başka da kim­se değildi.

Eser, milletindir.

Bugün siyasete girenler, inşallah yarın iktidar olurlar. Türkiye’de yapılmış eserlere sahip çıkmak yerine (hakla-rı olmadığı halde) kendileri eserler meydana getirirler ve ona (haklı olarak) sahip çıkarlar. Böylesi daha uygun ve doğru olmaz mı?”

Arcayürek, olayı aktardıktan sonra ilave etmektedir: Özal da gerçeğin Demirel’in anlattığı gibi olduğunu gös­terecek bir davranış yapmadı, bir açıklamada bulun-madı.226 Özal daha sonra yaptığı bir söyleşide Barlas’a kendisi açısından olayı anlatacaktı:

“Bunların münakaşasına girmek, çok hoşuma gitmi-yor. Ama isterseniz şu Keban'a bakalım... Elektrik Etüd İdaresi'nin mü­cadele ederek ortaya çıkardığı, ağırlığını benim çektiğim, Demi­rel'le hiç ilgisi olmayan bir projedir Keban Barajı... O zaman Demirel iktidarda da, siyasette de değildi. Bu Keban Projesi, daha önce bizim yaptığımız bir etütden, 1962 bütçesinde çıkmıştır. Üç yer tespit ettik... Keban, Karakaya, Karababa... Bugünkü Atatürk Barajı'nın olduğu yerler aşağı yukarı... Bu üç proje­yi tespit eden, Elektrik Etüd İşleri idaresi'dir...

Hayata geçirilmelerine gelince...

1962 bütçesi geldiğinde, Elektrik Etüd İşlerine ayrı-lan bütçe, 5 milyon liraydı. Biz alt komisyonda çalışıyo-ruz... Hatta o sırada, Ko­misyonda Milli Birlikçiler de var-dı... O sırada, alacalı bulacalı, renkli güzel bir rapor hazırladık. Ke­ban Projesi'nin önemini anlatmak için... Türkiye'nin o sırada bütün kullandığı elektrik, yılda 60 milyon kilovatsaat... Tek başına Keban, 5 milyar kilo-vatsaat...

Böyle bir hayal proje... Bir proje ile, elektrik üretimi-ni iki katına çıkartacağız. Bütçe Komisyonu'na gidip, Elektrik Etüd İdaresi'nin bütçesi iki katına çıkartılmalı ve 10 milyon lira verilmeli dedik... Yani İdare'nin bütçesi kadar parayı, Keban Projesi'nin fizibilitesinin hazırlan-ması için istedik... O sırada, iktidarda da İnönü Başba­kan... Ortakları arasında, YTP, CKMP ve AP de var...

Biz, koalisyonun diğer kanadını ayarladık. Bütçe Ko-misyo­nu'nda, Keban Projesi lehinde hâkimiyet kurdular. Bastırıp, bize 5 milyon daha ödenek eklettiler: CHP'liler kıyamet kopardı... “Plana aykırı” falan dediler... Sonra, Sanayi Bakanı Fethi Çelikbaş, “Ben bu parayı harcat-mam” dedi... Oysa bizim bakanımız o sırada.

Sıra geldi fizibilitenin hazırlanmasına... Bunu dışarı-da yaptıraca­ğız ama döviz yok... Biz bu sırada, Veli Kutlu diye bir arkadaşla, bu projeyi ihale ettik... Üç firma katıldı... Süleyman Demirel ve o sıra­da, International Engineering diye, Morrison grubu içindeki bir fir­manın temsilcisi olarak katıldı ihaleye...

İdare beni bu arada Amerika'ya yolladı... ‘A.I.D’ ile görüşüp, proje ihalesi için lüzumlu parayı temin ettik... Ve yine ‘A.I.D’nin usullerine göre, üç firma ile oturup, müzakere ettik... Sonunda, Ebas-co ile anlaştık... Süley-man Bey'in Morrison grubu da kazanabilirdi. Onu elimi-ne ettik... Süleyman Bey, bu yüzden çok da kızdı bize...

1963'te, Keban'la ilgili olarak Amerika'da altı ay kal-dım. Proje­yi tanıttım… Gökçekaya projesi var... Onu 30 milyon dolarla hemen finanse ettiler. Fakat Keban büyük proje. Arkasında bir de, Irak-Suriye meselesi var... Yani Keban'ın finansmanına bir türlü yanaşmı­yorlar.

Neticede, uzun çalışmalarla ikna ettik. Irak ve Suriye ile toplan­tılar yaptık... Almanya'yı, Fransa'yı, İngiltere'yi dolaşıp, müteahhit firmaları, Keban'a katılmaları için ikna ettik.

Rahmetli Memduh Aytür Planlama Müsteşarı olunca, bu işe ağırlık verip, bir grup kurdu ve beni de dahil ettiler gruba... Ben 8-10 kere, Amerika'ya, Avrupa'ya gidip, finansman için yeni gruplar aradım... 1965 Ocağı'nda, o zamanki başbakan rahmetli İsmet Paşa'ya, Keban Proje-si'ni ben anlattım. Yani Süleyman Bey, 1965'te Başbakan yardımcısı olarak ilk hükümete girdiği zaman, Keban Projesi'nin finansmanı tamamlanmıştı...

…Elektrik Etüd İdaresi, Karayolları gibi kuruluş-ların, yurt dışını görüp, vizyonunu geliştir­miş elemanları da devrede... Boğaz Köprüsü, Keban Barajı gibi pro­jeler, hep bu kadrolardan çıktı.

Ama bazen teknik elemanlar tutuculaşabilir... Bir hatıram var... Karayolları'nın başında Daniş Koper, Dev-let Su İşleri'nin başında da Süleyman Demirel vardı... Bir iki proje getirildi. Boğaz Köprüsü ve Keban Barajı projeleri... O zaman başbakan olan Adnan Mende­res, ‘Hemen başlayalım’ dedi. Ama Koper de, Demirel de, teknik adamlar olarak itiraz ettiler.”227

“Eski Demokratların 13 yıl süren 2. sınıf vatandaş-lıkları, 16 Nisan 1974 günü TBMM’den çıkan bir kanun-la sona ermiştir. Bu tarihi haklı ve doğal özlemi gerçek-leştiren, ne yazık ki, Süleyman Demirel değildir. Eski DP'liler ile ilgili af kanunu ancak 16 Haziran 1974 tarihinde yasalaşabilmiştir.228 Siyasi hakların iadesi döne-minde ise iktidarda CHP vardı ve Başbakan Bülent Ecevit’ti…”229 Bu durumda DP’lilerin siyasal haklarının verilmesi Sayın Demirel’in mantığına göre tamamen Ecevit Hükümetine aittir.

Kıbrıs Barış Harekâtı Türkiye’de Ecevit’e büyük bir saygınlık sağlamıştı… Demirel’e göre ise Kıbrıs sorunu bir milli dava olduğu için, fedakârlıklara tüm milletçe katlanılmışlığından ve fakat neticesinin bir siyasi teşek-küle mal edilmesi fevkalade çelişkili olur. Bu başarıyı Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarısı olarak görmek gere-kir.230 Ancak aynı konuda kendisinin 1967 yılındaki tutum ve davranışı sayesinde adada bir Türk yönetiminin kurulması imkân dâhiline girmiştir, diyebilecektir. Demirel’in Özal ile ilgili ve Kıbrıs hakkındaki ifadeleri arasında hatta kendisinin 1967 yılındaki davranışını önemseme çelişkisi vardır. Ona göre, Kıbrıs Harekâtı lüzumsuz olmuştur. Çünkü Cumhuriyet hükümetlerinin gösterdiği tepki nispi de olsa güvenliği sağlamıştır. Sonuçta riski Ecevit hükümeti alırken ve başarısız oldu-ğunda bedelini çok ağır ödeyebileceği bir kararın siyasal bir karşılığı istenmiş ya da istenmese de karşılığı olmuş-tur. Ecevit, “Kıbrıs Fatihi Karaoğlan” olarak artık “Barajlar Kralına” karşıdır.

DP lideri Bayar’ın kendisinden “Bizim su müdürü” diye söz etmesine kızan ve içerleyen birisinin yaklaşımı:

“Türkiye’nin elinde daha başka, büyük projeler vardı. 1952’de Seyhan Barajının raporları hazırlandı. Para an-laşması yapılıp çalışmalara geçildi. O sırada, Seyhan Ba­raj amirliği kurulmuştu; ben başına geçtim. Adakale Soka­ğında bir binaya yerleşmiştik. Tek kademesi vardı, mühen­disler, öteki personel hep bu binadayız. Sonra bu amirlik, Barajlar Dairesine dönüştü.

İkinci projeye geçtik. Demirköprü ve Kemer baraj-ları. 1949-52’de bunun üzerinde de çalıştım ben.”231

Burada Arcayürek Demirel’in rakamları hızla geçti-ğini, bu konuda da herkese meydan okuduğunu belirtir. Hakikaten Sayın Mehmet Turgut’unda belirttiği gibi Demirel’in hafızası güçlüdür ve özellikle rakamlar üze-rine takıntılıdır. Cumhurbaşkanlığı döneminde Mecliste yaptığı açılış konuşmalarının analizinde olayların içeri-ğinden çok rakamlara önem verdiği ortaya çıkmıştır. Kendi halefi Cumhurbaşkanı Sezer işsizlik, bütçe, üretim, gelir kavramlarına atıfta bulunurken, Demirel sayısal verilere atıfta bulunmuştur. Konuşmalarında özellikle sayısal veriler kul­lanan ve sayısal verilere ilişkin belle-ğinin ne kadar güçlü olduğu bilinen Demirel, Meclis’e hitaplarında da ekonomiye ilişkin düşüncelerini anlatır-ken, sayısal ifadeler kul­lanmıştır.232 Cumhurbaşkanlığı - yaptığı konuşmalarının derlendiği kitabının önsözünde de rakamların adamı olduğunu göstermektedir.233 Hep 1965-1971 yıllarındaki ekonomik başarıya vurgu yapar ve Türkiye’nin kendi dönemlerinde ekonomik anlamda ikiye katlandığının altını çizerdi. 1965-1969 zaman diliminin, hükümeti açısından talihli bir dönem olduğunu ise görmezden gelirdi. Halbuki dünya ekonomik konjonktürü o dönemde böyle bir büyümeye izin vermektedir. Öte yandan dış ülkelerdeki emekçilerin yurda gönderdikleri dövizlerde bir anlamda dış ödemeler açığına olumlu bir katkıda bulunmaktaydı. Ancak her şeye rağmen sözü edilen büyüme, ekonominin dışa bağımlılığını artırmakta, hatta bu bağımlılık enerji kesimine kadar uzanmaktaydı. Bu olguyu o dönemde dile getiren muhalefete ise görü-nen somut koşullar yardımcı olmuyordu. Bütün bunlara iyi giden havaların etkisiyle bol ürün ve montaj da olsa sanayinin gelişmesi eklenince halk Süleyman Demirel ile birlikte Adnan Menderes iktidarının ilk evresinde, 1954'e kadar süren bolluk döneminin yeniden geldiğini düşün-müştür. Demirel Hükümeti kendi ekonomik anlayışı çer-çevesinde, Türkiye'de yapılabilecek en akıllı ve temkinli iktidarı kurmuştur ve kitlelerin de demokratikleşmesini ve ülkenin sanayileşmesini kolaylaştırıcı bir işlev taşıdığı bu niteliğini 1970'e kadar sürdürmüştür.234

Demirel hükümetleri kurulduktan sonra, 1965 yılın-dan 1970 yılına gelindiğinde Türk ekonomisi büyük bir dinamizm içine girmiştir. Gayrı safi milli hâsıla içinde yatırım payı 1962'de yüzde 15,2'den 1970'de yüzde 21,8'e çıkmıştı; ulusal gelirde 1965-1970 arasında yüzde 6,6'lık bir büyüme sağlanmış, bu pay içinde sanayi geliri yüzde 72,4 oranında büyümüştü. Bu dönemde Seydişehir alü-minyum fabrikası, İskenderun demir-çelik fabrikası, Aliağa petrol rafinerisi, Keban barajı, Boğaziçi köprüsü gibi büyük yatırımlar da gerçekleştirildi.235

Ancak 1980’de iktidardan uzaklaştırıldığında ihracat 2-3 milyar düzeyine gelmişken. 80’lerin sonunda 10 mil-yar doları geçmişti. İhracatın ithalatı karşılama oranı % 37’dan % 80’e yükselmişti. İhracatta sanayi ürünlerinin oranı % 37’dan % 80’e yükselmişti.236 Tabii Sayın Demi-rel ilk rakamların yanında bu rakamları hiçbir zaman telaffuz etmemiştir ya da edememiştir.

İkinci Dünya savaşı sonrası devletin yeniden yapılan-masının gelişimine bakıldığında iki dönemden bahsedile-bilmektedir. Bunlardan birincisi 1945 – 1980 arası idari reform dönemi, diğeri de 1980 sonrası dönem olan yapı-sal uyarlanma dönemidir.

İdari reform felsefesinin maddi temeli ulusal – yerli değil, uluslar arası – yabancı unsurlar tarafından atılmış-tır. Aynı felsefenin düşünsel temeli ise modernleşme ve kalkınma kuramlarınca doldurulmuştur. 1945 – 1980 yıl-ları arasında ABD başta olmak üzere uluslararası kuru-luşlar tarafından Üçüncü Dünya Ülkelerine önerilen kalkınma stratejilerinde kalkınma, ulusal devletin yoğun ve yaygın müdahalelerine ve doğrudan gerçekleştireceği ekonomik faaliyetlerine bağlanmıştır. Dış yardımların ülkeye gireceği başka kanal olmaması idari reform gere-ğini ortaya çıkarmıştır. Batı bürokrasisinden farklı kural-lara göre işleyerek sermaye ihracı önünde büyük bir engel oluşturan devlet yapısı, batı tipi akılcı bürokrasilere kavuşturularak sermaye ihracının gerçekleştirilmesi için zemin hem teknik hem de idari olarak hazırlanmıştır. Yardım ve kalkınma programlarının azgelişmiş ülkelerde “istikrarlı” (teslimiyetçi) hükümet ve hızlı, etkin, verimli çalışan bürokrasi oluşturma hedefleri, sermaye ihracının sürdürülebilmesi ve elde edilen ayrıcalıkların olası risk-lerden korunmasına yönelik olmuştur.237

1945 – 1980 döneminde idari reform, hedef ve strate-jisi uluslar arası merkezlerce çizilmiş bir değişme atağı-dır. İhtiyaç öncelikle ve yalnızca “dış dinamikler”den kaynaklanmıştır. Böyle bir ortamda yerli idari reform-cuya (değişimi sağlaması beklenen öndere) düşen “tek-nisyenlik”ten fazlası değildir.238 Demirel de mühendisli-ğinin verdiği farkla iyi bir teknisyen olarak Türkiye’ye hizmet etmiştir.

28 Kasım 1964’deki AP büyük kongresinden önce, Hürriyet, Demirel’i “Barajlar kralı” ilân edecektir.239 “Siz” (Arcayürek ve Hürriyet’i kastederek) dedi bana Demirel: “Ben, AP Genel Başkanlığına soyunurken, Genel Baş­kan adayları için yazdığınız bir yazıda “Barajlar Kralı’ un­vanını vermiştiniz bana. Hürriyet’te de bu yazı, bu başlık altında çıktı.”

Arcayürek, Demirel’in barajlar konusunda “Kral benim” demeyi içinden geçirdiğini ifade ettiğini ve “Zor tutardım kendimi” sözlerini aktarır.240

Kendisinin icrada ancak bir müdür olarak etkisi ol-masına rağmen yapılan barajlara sahiplenmesi doğal olabilirken, daha yüksek bürokratik görevlerde bulunan birisinin sahiplenmesine içerlenebilmektedir. Çok rahat “yan canibimde durma” diyebilmektedir. Nite­kim geçmi-şin bütün iyi şeylerini, itibar ve imkân sağlayan işlerini sadece kendisine mal etmek için her sözü söylemek­te, her yola başvurmakta ve her taktiği kullanmaktadır.241

Turgut Özal’ı hiçbir zaman içine sindiremedi o. Başbakanlığını da Cumhurbaşkanlığını da... Rahatsız olduğunu belli ettiği, Celal Bayar’ın kendisine uygun bulduğu “küçük düşürme” yöntemini Özal’a uygulu-yordu. Bayar ona “bizim su müdürü” demişti. O da, Özal için “benim memurum” diyordu.242 Ama kendisinin daha küçük bir memuriyet yaptığını unutuyordu.

Demirel iktidar döneminde yapılan eserlerin o ikti-dara ait olduğunu; bunun vebali ve ortaya çıkacak başarı-sızlığın sonuçlarını da üstleneceğini, siyaseten bedelini ödeyeceğini söylemektedir.243

107 vatandaşın ölümüyle sonuçlanan Kahramanma-raş olaylarından sonra 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş. Sıkıyönetim komutanları arasında koordinasyonu sağla-mak için Genelkurmay Karargahında bir Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanlığı kurulur. Bunun yasalara ve anayasaya aykırı bulan Demirel, Hükümeti kurduktan sonra ne hikmet ise anayasaya aykırı bulduğu bu Başkanlığı lağvetmedi. Hatta iktidara geldiğinde fedakâr-lıkla görev yaptıklarını söyleyecek ve teşekkür edecek-tir.244 Sayın Evren: “Maksat iktidara anarşi konusunda yardımcı olmak değil köstek olmak”245 olarak izah etmek-tedir. Sayın Demirel “Hiçbir ülkede 106 kişinin Kahra-manmaraş’taki gibi öldüğü olaydan sonra hükümetin işbaşında durduğu görülmemiştir” şeklinde beyanatla Ecevit’i sorumlu tuturak istifaya davet ederken kendi iktidarı dönemindeki Çorum ve 1 Mayıs Taksim olayları nedeniyle sorumluluğunun gereği etmesi gereken istifayı etmeyecekti.246


Yüklə 1,81 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin