Demirel ya da kendi gerçEĞİNİ Örtmenin siyasi tezahüRÜ Yazan Dr. Sıtkı karaca



Yüklə 1,81 Mb.
səhifə5/20
tarix06.03.2018
ölçüsü1,81 Mb.
#44413
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20

Şellefyan... Bu ad, 1970 Ağustosunda, arkasında milyon­larca liralık borç ve yığınla tahkikat bırakarak Avrupa’ya kaçan meşhur Mıdırgıç’ın soyadıydı... Altan Öymen’in İsviçre’den verdiği ilk haber, 31 Ağustos 1975 günkü Cumhuriyet Gazetesi’nin manşetinde, Etablisse­ment Mopar adına K. Arden’le Yahya Demirel’in imzalayıp, Ticaret Bakanlığı’na verdiği mukavelenin ve Lausanne Telefon Rehberi’ndeki Arden Şellefyan’ın telefon numa-rasıyla adresi­nin yanyana gözüktüğü fotokopilerle çıktı. Etablissement Mo­par antetli kâğıdın başlığındaki telefon numarasıyla, Şellefyan’ın telefon numarasının aynı olduğu, fotokopilerden rahatça gö­rülüyordu.304

İlk haberin, Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinde ya-yınlanmasından iki gün sonra, 14 Temmuz günü Ankara Mobilyacılar ve Lakeciler Demeği Baş­kanı Nazım Ulu-soy’un bir açıklaması gazete ve ajans bürolarına gönde-rildi. Ulusoy, Yahya Demirel’in “Sitelerde ticari değer ve kalitesi şüpheli mobilyaları, inceleme titizlik ve sorumlu-luğunu da göstermeden, borçlanmak suretiyle aldı­ğını” bil-diriyor, “Bu mobilyaların satış olanağı da kalmadı­ğına göre, küçük işletmeler olan imalatçı üyelerimizden mal verenlerin alacakları da doğal olarak şüpheli hale gelmiş de­mektir” diyordu.

Ulusoy’un açıklaması şöyle devam ediyordu: “Yurdu-muzdan dış ülkelere mobilya ihracı, şüphesiz mobilya üre-timinde çalışan binlerce küçük işletmelerin de ekonomik kalkınmasına yardımcı olacak bir yol ve pazarla­madır. Gerçekleşmesi ise bizleri sevindirir.

Ancak, mevcut olmayan alıcı firmalarla kâğıt üzerinde işbirliği yapılırcasına çaba göstererek, Türkiye’nin kendi kaynaklarından karşılanacak vergi iadesiyle ciddi olmayan satıcılara olanak tanımanın Türk imalâtçılarına bir şeyler ka­zandırmayacağı gibi, devletimizin itibarına da gölge düşüre­ceği gerçeği ortadadır.

Türk milletinin, millet ve devletinin yönetme sorumlu-luğunu taşımak zorunda olan partilerimizle ilgili tüm özel ve resmî sektörün değerli basınımızın bu ve buna benzer bü­yük maddî ve manevî döviz ve itibar kaybına neden olacak davra-nışları dikkatle inceleyerek önlemesi gereğine kesinlik­le inanmaktayız.” 305

“Başbakan Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in İsviçre’deki üç firma aracılığı ile, İtalya, Libya ve Kıbrıs’a mobilya ihraç etti­ğini ileri sürerek Merkez Bankası’ndan yirmi milyon lira para aldığı, bir süre önce gazetelerde açıklanmıştı. Olayın belgeleri, bir karpuz sergisi gibi, teker teker kamuoyu önüne getirilmiş, fakat siyasal iktidar, bü-tün olup bitenleri, tribün seyircisi gibi göz ucuyla izle-mekle yetinmiştir.

Altan Öymen arkadaşımızın, İsviçre’de yaptığı bir araştır­ma sonunda saptadığı sonuçlar, dün Cumhuriyet’te yayınlan­mıştır. Mobilya yolsuzluğunun bu aşamasında, kar-şımıza ünlü Mıgırdıç Şellefyan çıkmıştır. Yahya Demirel’in İsviçre’de ticarî ilişkide bulunduğunu ileri sürdüğü “Etablissement Mopar” adlı firmanın, Lozan Ticaret Odası ve İsviçre Bankalarında kayıtlı bulunmadığı anlaşılmış, bu kez, varlığı saptanamayan bu firma­nın adres olarak göster-diği yerde, Mıgırdıç Şellefyan’ın karde­şinin oturduğu ortaya çıkarılmıştır.

İşte, buyurun belgelerini!..

İşe bakın siz: Yurttaşların devlete ödedikleri vergiler, türlü oyunlarla, Demirel ailesine aktarılmakta, “teşvik ted-biri”, “kre­di” ve “vergi iadesi” adı altında milyonlarla para, bu “Isparta prenslerini” zengin etmektedir.

Devletin önemli koltuklarına adamlarını yerleştir. Milyon­larca kredi al. Kimse hesabını sormasın. Hesap sormaya kal­kanları, türlü yollarla, ezmeye, sindirmeye, korkutmaya çalış…

Ziraat Bankası’ndan alınan 26 milyonluk krediler ne oldu? Ne olacak birkaç küçük memur cezalandırıldı, milyonlar yine Demirel ailesinde kaldı...

— İşte yakam, gelin yapışın, demek kolaydır. Elimiz-deki belgelerle yakalara yapışıyor ve “Şellefyan düzeninin hesabını soruyoruz.

Haydi, durmayın. Verin cevabını...” 306

Yahya Demirel olayından sonra, Demirel hükümeti İsviçre’deki büyükelçilikte cezalandırıcı atamalar yap-mıştır.



  1. Bern Ticaret Müşaviri Tarık Celâl Güven, Karaçi’ye atanmıştır.

  2. Bern Ticaret Ataşesi Ayhan Yaman, Kuveyt’e atanmıştır. (Bu atama yeri sonradan Cezayir olarak değişti-rilecektir.)

  3. Bern Ticaret Ataşesi Güneş Üçer, Cidde’ye atan-mıştır.

Bu atamalara bir süre sonra Bern Ticaret Müşavirliği Sekreteri hanımın da Ankara’ya çağırılması eklenecek ve Bern Müşavirliği tamamen boşaltılmış olacaktır.307 Yiyen Yahya tarafından daha sonra yapılacak sahtekârlıklara hazırlık içindir, belki de…

Cumhuriyet’in dışındaki gazetelerin çoğu, ilk günlerde ha­berin üzerinde durmamayı tercih ettiler. MC yanlısı gazeteler­de de Yahya Demirel’i savunmaya kalkan kimse çıkmadı. Hat­ta bunlardan birinde, MHP’ye yakın olarak bilenen Ortado­ğu’da Ahmet Güner’in, Yahya Demirel’in durumunu acı bir dille kınayan yazısı yayınlandı.

Ahmet Güner, Amcasını Yiyen Yeğen, başlığı ile “ANKA Haber Ajansı’nın sahibi ve tanınmış gazeteciler­den Altan Öymen, Başbakan Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in, Türkiye’den kaçan Mıgırdıç Şellefyan’ın kardeşi Arden Şellefyan’la iş ortaklığı yaptığını, kurdukları firma aracılı-ğıyla Libya, İtalya ve Kıbrıs’a mobilya ihraç ederek Mer­kez Bankası’ndan 20 milyon lira vergi iadesi sağladıklarını ha­ber veriyor. Belgelerle takviye edilen haberi Cumhuriyet gazetesi manşet yapmış.

Doğru olduğu anlaşılan haberin bazı çevrelerce Demirel’in şahsı aleyhine propaganda vesilesi yapılaca-ğından şüphe yok­tur. Ve herhalde bunu yapanlar da iyi edeceklerdir.

Bilindiği gibi Sayın Demirel’in bazı yakınları, sadece onun değil, Adalet Partisi ile Türk siyasi hayatının bütün kademeleri­nin, hatta hepimizin sırtında birer kambur gibi durmaktadırlar. Yaptıkları işlerin kitaba uygun olup olma-dığı ikinci derecede mütalaa edilmelidir, önemli olan Sayın Hacı Ali Demirel ile muhterem mahdumları Yahya Demirel’in ticari hevesleri dolayısıyla ağabey ve amcaları Sayın Demirel’in iktidarları dö­neminde devletin ilgili dairelerinin ve makam sahiplerinin ka­pılarını aşındırdıkları. Demirel’in Başbakanlığını ticari hevesleri­ne geniş ölçüde alet ettikleridir. Bu kardeş ve yeğen kamburu yüzünden Sayın Demirel siyasi hayatının en müsmir çağında “Şaibeli” olarak damgalanmış, partisi açılan geniş kampanya sonucu yüzbinlerce rey kaybetmiş, hatta 12 Mart Muhtırasının veriliş sebeplerinden biri de bu kardeş-yeğen meselesi olmuştur” diye yazacaktır.308

2 Eylül 1975 tarihli Cumhuriyet’te “Arden Şellefyan orta­dan kayboldu. Hayali firmanın izi Liechtenstein’da da yok...” başlığı ile bir haber çıktı. Altan Öymen’in İsviçre’den yazdırdığı haberde, Yahya Demirel’in aracı firma olarak gös­terdiği firmaların izine İsviçre’de rastlan-madığını, Liechtanstein’dakinin ise bırakın şirketi, bulun-duğu iddia olunan cadde bile hayalidir, deniliyordu.

Ecevit’in yeğeni nedeniyle yaptığı suçlamalara Sayın Demirel cevap verecektir: “Ayrıca beş aydan beri görev yapan ve başkanı bulundu­ğum bu hükümetin icraatı sıra-sında da, kast ve imâ edildiği şe­kilde mobilya ihracatından dolayı hiç kimseye bir tek kuruş vergi iadesi ödenme-miştir.

Kayıtların tetkikinden mobilya vergi iadesi, Sayın Ecevit’in hükümet başkanı iken yapıldığı görülmektedir. Şimdi Sayın Ecevit, vergi iadesini devleti yağma olarak ilân ediyor. Şayet bu yargı doğru ise, Sayın Ecevit kendi kendisini devleti yağma ettirmiş olarak suçlamaktadır.

Kaldı ki, hangi hükümet zamanında olursa olsun, kime ödenmiş bulunursa bulunsun, eğer haksız bir ödeme yapıl-mış ise, bunu takip etmek, kanunların suç işleyenlerin yaka-sına ya­pışmasını sağlamak hükümet olarak görevimizdir.

Bugünkü hükümetin görevde bulunduğu süre içer-sinde, imâ ve kastedildiği şekilde kimseye vergi iadesi yapılmadığını ifade ettim.” 309

Libya’ya yaptığı hayali ihracatın parasını Yahya Demirel alamamıştır. Ancak daha önceki teşvik yasasını çıkaran Ferit Melen ve teşvik uygulaması yapan Naim Talu ve Ecevit hükümetleri döneminde yaptığı hayali ihracatların parasını almıştı. Bunları tespit etmek ise artık mümkün değildi. Çünkü Türkiye’nin Kıbrıs’a asker çıkarması ve adanın kuzeyinde ayrı bir yönetim kurması ile Rum tarafın-dan bilgi ve belge temini mümkün gözükmemektedir. Bun-dan yararlanan Demirel kendince bir mantıkla halkı yine enayi yerine koyacaktı. AP Genel Baş­kanı ve Başbakan Demirel mobilya konusunda, “Ecevit, benim bir yakınıma hayali bir mobilya ihracatından para ödendiğini açıkça ortaya koymalı­dır. Bunu yapmazsa kendisini haysiyetten mahrum bir müf­teri ve yalancı olarak ilan ediyorum” dedi.310

Altan Öymen, Demirel’in pişkinliği karşısında şunları yazacaktır:

“Meğer Yahya Demirel’in mobilya ihracı konusunda asıl kimin yakasına yapışmalıymış, duydunuz mu?

Süleyman Demirel söylüyor Ecevit’in yakasına yapış-malıy­mış...

Fesuphanallah... Ve peki sebep?

Çünkü Yahya Demirel’in bu işleri yürüttüğü zamanın bir bölümü, Ecevit’in Başbakanlığı zamanına rastlıyormuş.

Evet, bir de şu eksik: Yahya Demirel, Merkez Bankası’ndan aldığı 20 milyonu başka kimseyle değil, Ecevit’le kırıştı... Bunu söyleseydi...

Bir kere, Yahya Bey’in bu işi, Naim Talu hükümeti zama­nında başlıyor. (15.1.1975). Ticaret Bakanı da AP’li meşhur Ahmet Türkel... Zaten mobilya ihracına durup dururken ast­ronomik ölçüde (yüzde 75 oranında) vergi iadesi uygulama­sını icat eden de Melen Hükümeti (12.4.1973-24.4.1973). Ama geçelim.

Yahya Beyin işi, CHP + MSP Hükümeti zamanında devam ederken, Ticaret Bakanı MSP’li Fehim Adak... Demirel’in şim­diki hükümetinde de Bayındırlık Bakanı... Onu da geçelim.

Peki bu mobilya ihracatçılığının altındaki çapan-oğullarını bölüm bölüm ortaya çıkaran ve Yahya Beyin 1 milyon 214 bin dolarlık, yani 18 küsur milyon liralık ihraç talebinin reddini sağlayan Müsteşar Şeref Durugönül’ü apar topar yerinden atan kim?

— Efendim... Zaten ben bütün müsteşarları değişti-riyo­rum.

Ne tesadüf ki, bunu tam bu olay üzerine değiştir-mişsin.”311

“Demirel kardeşlerin ortak olduğu Terakki Şirketi’nce istenen vergi iadesinin tümünü ödemeyi reddeden Isparta Defterdarı Bitlis’e nakledildi...”312 Benzer şekilde daha önce Ticaret Bakanlığı Müsteşarı da görevden alınmıştı. “Bu konuyu ortaya çıkaran Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Şeref Durugönül, Demirel hükümeti güvenoyu alır almaz, göre-vinden uzaklaştırılmıştır.”313 Ancak Korutürk Durugönül’ün Diyarbakır’a sürgün olarak atanmasını onaylamayacaktı.314

Durugönül’ün suçu ise: Yahya Demirel, yurt dışına 27 milyon liralık mobilya ihraç ettiği­ni söyleyerek, devletten yirmi milyon lira kazanç sağlamış, Libya’ya 16 milyon liralık yemek takımı satıp, bundan on iki milyon kazanmayı amaç-larken, Durugönül tarafından işlerine el konulmuş ve bazı yolsuzluklar saptanmış ve yolsuzluğa göz yumulmamıştır.

Durugönül, bu yolsuzluğu ortaya çıkartan Ticaret Bakanlığı Müs­teşarıdır. Demirel, Erbakan, Feyzioğlu ve Türkeş’in oluşturduğu “milliyet­çi cephe” iktidar koltuğuna adımını atar atmaz, Durugönül de görevin­den alınmıştır.

10 Temmuz 1975 günü, Şeref Durugönül’ün evi önce dinamitleniyor, arkasından kurşun yağmuruna tutulu­yor. Bu bir “zabıta vakası” olarak görülebilir mi?

Uğur Mumcu, şöyle diyordu:

“Şüphesiz, bu dinamitleri, Başbakan kendisi emir vererek attırmı­yor. Fakat, her ülkede, her dönemde, ayrıcalıklı kesimlerin “bekçi kö­peği” olmaya alışık “eşkıya” bulunur. Bunlar, karanlık merkezlerden emir alıp arı kovanlarına çomak sokanları kırmaya çalışırlar.

(....) Bu düzen, bir takım insanları zengin etmek için kurulmuş, kapitalist düzendir. Bu düzende, ticari işlemler ve bankacılık oyunla­rıyla bazı insanlar zengin edilir. Çünkü, düzenin adı kapitalizmdir.

(....) Türkiye’de, son on yılın kapitalizmi, Demirel ailesini zengin etmiştir. Mobilya satışından milyonlar kazanan Yahya Demirel, henüz yirmibeş yaşında bile değildir. Bu servet bu yaşında kendi alın teriyle kazanılmadı. Yahya Demirel’in babası Hacı Ali Demirel, devlet kredi­leri ve ucuza kapatılan devlet arsalarıyla zengin oldu. Demirel ailesine krediler sağlayan Devlet Planlama Teşkilatı Teşvik ve Uygulamalar Dairesi Başkanı Yılmaz Ergenekon, bugün Maliye Bakanlığı koltu­ğunda oturmaktadır.”315

“Demirel ailesi, herkesin gözü önünde, nüfuz suistimali ile devlet olanaklarını kullana kullana zengin olmuştur.”316 Bu konuda belki de dünyada bir emsali daha ortaya çıkmamıştır.

CHP Genel Sekreteri Mustafa Üstündağ, Yahya Demi-rel’in hayali icraatının namuslu bir bü­rokrat olan Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Şeref Durugönül tarafından yakalandı-ğını, Demirel’in ise iktidara gelir gelmez Durugönül’ü görev­den aldığını söylüyor, devam ediyordu:

“Demirel’in yeğeninin yaptıklarına alet olmadığı için görevden alınan Müsteşarın evine bomba ve dinamit neden atılmıştır? Niçin Müsteşar ölümle tehdit edilmiştir? Başbakan, bu olaylar karşısında ne­den üzüntüsünü açıklamamıştır?

Sayın Demirel’in kardeşlerinin ortağı olduğu Terakki şirketince istenen vergi iadesinin tümünü ödemeyi reddeden Isparta defterdarı niçin Bitlis’e sürülmüştür?

Demirel ailesinin fertlerinin yolsuzluğunu ortaya çıkartan devlet memurları görevden alma ve sürgün hatta evinin kurşunlanması ve bombalanması ile sindirilmiş-tir.317

Sayın Başbakan, devletten haksız yere kazanç sağlayan yakınları­na kızmıyor, ama bunlara engel olmak isteyen devlet memurlarına ve gerçekleri halka duyuran devlet adamlarına kızıyor.” 318

Üstündağ Demirel’in eşi Nazmiye Demirel’in “ailede mal-mülk herkesindir. Ayrı gayrı yoktur” sözünü anımsat-tıktan sonra devam ediyordu:

“Yahya Demirel, Sayın Ecevit’in değil, Sayın Demirel’in yeğeni­dir.” 319

Altan Öymen sonradan kanka olacağı büyük Atatürkçü Demirel’in yeğeni hakkında 10 Eylül 1975 günü köşesinde “hayali mobilya ihracatı”nın başlangıcıyla boyutlanmasını uzun uzun anlattıktan sonra, doğrudan Demirel’e saldırıyor ve Demirel’in eşinin, “ailede mal-mülk, her şey ortaktır” sözünü anımsatıp devam ediyordu:

“Ama ortada işte o açıklama vardır. Ve şimdiye kadar zahmet edip inandırıcı bir şekilde yalanlanmamıştır.”

Aynı gün, Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk da mobilya yolsuzluğu nedeniyle Demirel ai­lesindeki yükselişi anlatı-yordu. Daha sonraları hazmetmekten öte yanında yemeden yatacağı Demirel’giller hakkında İlhan Selçuk yazısının sonunda şöyle di­yordu:

“Dışa bağımlı kapitalist düzenlerde, toplumu çürüten yolsuzluk­lar, dünyanın her yerinde görülmektedir.

Ne var ki, bu çürüme ve kokuşmanın da bir ölçüsü vardır. Morrison şirketi müteahhitliğiyle işe başlayıp birkaç yılda milyoner olan Süleyman Demirel, bir sıçrayışta Başbakan olmuştur. Başbakanlığı sı­rasında biraderleri büyük bir “iş dehası” gibi başarı göstererek, Türkiye’nin en çaplı girişim-lerine geçmişlerdir. Sonunda işlere yeğeni de katılmıştır. Türkiye’de belki çoğu kişi bu gelişmeyi doğal sayabilir. Başbakan biraderlerinin devlet imkânlarını kullanarak milyon-lar kazanmasını içine sindirebilir.

Ama dünyanın hiçbir yerinde, ister gelişmiş olsun, ister gelişme­miş, bir devlet yönetiminin bu nitelikte bir hükümet başkanlığını hazmetme olasılığı yoktur.” 320

Yahya Demirel’le ilgili “mobilya yolsuzluğu” ortaya çı­karıldığında, yeğeniyle ilgili soruşturmanın ada­lete git-mesi için buyruk verir. Yahya Demirel, amcası Başbakan iken mahkemeye verilmiştir. Daha sonraki dönemde hüküm giy­mişti.

…….


Bir gün, Yahya Demirel’i görüp görmediğini sordum Demirel’e.

Kızgınlığını bastırarak, fakat sözcükleri ateşli bir ton­da söyleyerek, “Bu kapıdan içeri giremez. Aylardır yüzü-nü görmüyorum, görmek de istemiyorum” demişti.321

Geçmişteki gözlemlerimle, bu sözler arasındaki aykı-rılık karşısında şaşırıp kaldığımı saklamayacağım.

Belki de Yahya Demirel’in “boyundan büyük işlere” gi­rişmesinden rahatsızdı. Ancak, bendeki izlenim daha baş­kaydı: Kardeşleriyle ilgili büyük savaşımı sırasında çektik­lerinden sonra, yeğeninden siyasal yaşamına yeni bir kaygı getirecek davranışı hiç, ama hiç onaylamı-yordu.”322

Arcayürek bu gözleminde yanılacaktı. Demirel, tüm yolsuzluk çeşitlerinin ilk örneklerini (hayali ihracat, dev-let bankasından sahte kredi garantisi, off shore bankacı-lığı, bankanın içini boşaltma vb.) sergileyen Yiyen Yah-ya’nın tüm yanlışlarına rağmen Cumhurbaba olduktan sonrasındaki onu ziyaretini insani olarak açıklayacaktır. Bu davranışı insani ise 70’li yıllarda çok ciddi hastanan Yiyen Yahya’yı aramamasının kamuoyunun gözünü bo-yamak için olduğunu göstermektedir. Çünkü Cumhurba-ba olduktan sonra halkın reyine, kamuoyunun gözünü boyamaya ve “sandık demokrasi”sine ihtiyacı yoktur.

Demirel’in kardeşi Hacı Ali, maliyeye olan vergi borçları nedeniyle yine gazete sütunlarındaydı. Devlete 20 milyar lira borçluy­du. O sıralarda devlet ihale yasa-sına göre Seka’dan mal alamıyordu. Sonra, ağabeyi Demirel 1991 yılının son baharında Başbakanlık koltuğu-na oturur oturmaz, hem sosyal hem de demokrat olan SHP ile ilk ortak icraatı “vergi affı” oldu. Hacı Ali de bu aftan yararlanıp borç­larını “temize havale” etti.323 Devlet KİT’i, Seka’nın ürünlerini, mallar Seka’nın depolarında kalmak ve 1 yıl sonra ödemek şartıyla aldı. Ağabeyi 1–2 ay geçmeden ürünlere aşırı bir zam yaptı. Böylece katmerli bir kazanç, ilk 1–2 ay içinde ailenin sabrına karşı, verilmiş oldu.

Kâğıt üzerinde görüldüğü kadarıyla Yahya ve ortak-larının şirketi DEFKUR, 1986–1988 yıllan arasında 317 milyar liralık “ihracat” yapmıştı. Bu tarihte amcası, mem-lekete hizmetten “men” cezasını çekiyordu. Yahya aileyi temsilen hizmet yollarındaydı anlaşılan. Bu hizmet yo-luyla “memleket ekonomisine yaptıkları katkıya karşılık” olarak devlet, 37 milyar 444 milyon 527 bin lira ödeye-rek onları ödüllendirmişti.

Fakat nasıl olduysa bilinmez, Maliye Bakanlığının burnuna yine pis kokular gelmeye başlıyor. “Bu adam yine devleti dolandırıp para­ları götürmesin?” denilerek Yahya’nın şirketi 30 Ocak 1989 tarihinde incelemeye alınıyordu. Daha ilk adımda, Yahya’nın yine, “hayali ihracat yaparak hazine-den hizmet tertibinden paraları götürdüğü” anlaşılıyordu. Müfettiş­lerin Başbakanlık ve Maliye Bakanlığı başta olmak üzere, ilgili kuru­luşlara verdiği raporda, “Yahya’nın götürdük-lerinin kaçakçılık ceza­sıyla birlikte geri alınması” isteniyordu. 324

Amcasının başbakan olduğu 1992 yılında Yahya da, yeni bir dolandırıcılık bombasıyla, ülkenin gündemine kuruldu. Olayı, Sabah gazetesinin yazdıklarından okuyalım:

“Yahya Demirel, 1986 yılı sonlarından itibaren sahibi olduğu DEFKUR şirketi aracılığıyla Şekerbank’la kredi ilişkisine girdi. Şekerbank’ı kefil gösterip 20 milyon 500 bin dolarlık bir kredi aldı. Bu krediler için, Hacı Ali Demirel’in bürosundan sanki Şekerbank’tan çekiliyormuş gi­bi garanti teleksleri çekildi. Yani, alınan krediyi Yahya ödemediği tak­dirde, ona kefil olan banka ödeyecekti. Yahya Demirel aldığı parayı geri ödemeyince, alacaklı yabancı bankalar 1988 yılı Ağustosunda Şekerbank’ın kapısına dayanınca olay ortaya çıktı.”

Sabah Gazetesi 10 Haziran 1993 tarihinde, Yahya’yı fotoğraflı olarak manşet yapmıştı. Gazetenin manşeti şöyleydi:

“Yeğen Yahya’ya 15 ay hapis”

Gazetenin haberinde şöyle deniliyordu:

“Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel, Şekerbank’tan aldığı 20 milyon dolar krediyi geri ödemeyerek bankayı zarara uğrattığı gerekçesiyle bir yıl 3 ay 16 gün hapis cezasına çarptı­rıldı.

Ankara Dördüncü Asliye Ceza Mahkemesi, Yahya Demirel’in “bir daha suç işlemeyeceğine ilişkin kanaati olma-dığı için verilen ce­zayı paraya çevirmedi ve ertelemedi.” 325

Demirel kardeşleriyle ilgili konuda şu ayrımın yapılmamasından yakınırdı: Başbakan olarak nüfuzunu kullanmamıştı; bu konuda eğer tek bir kanıt varsa, gere-ğinin yapılmasında boynu kıldan inceydi. Ama kardeşle-rine adla­rından ötürü, kimi ayrıcalıklar tanındı ise, hem bunları ya­pan devlet yöneticileri, hem de kardeşleri hakkında gereken kovuşturmanın yapılmasını istiyordu. Kendisiyle kardeşleri­ni ayırmamalarını ve kendisiyle ilgili olmayan ey­lemleri nedeniyle kardeşleriyle uğraşıl-masını kabul edemiyordu. Bunu sürekli olarak -Özel söyleşilerde- “Bizans entrikaları” diye niteliyordu.326

Kongrelerde Ali ve Şevket Demirel’in -doğal olarak- ağabeyleri yanında kulis yapmalarıyla başlayan “kardeş-ler­den yakınma sorunu,” daha sonraki yıllarda, partinin yaşa­mına değin uzanan bir işleyişe dönüşecekti.327

Bir başbakanın kardeşleri aynı partide etkin olduğun-da başbakanın nüfuzunu onun haberi olmadan zımni olarak kullanacağı açıktır. Hem usulsüz kredi çekmelerde hem de parti içinde ağabeyinin bu yönde iradesi olduğunu hissettirecek şekilde davranmalarının başka kişilere göre daha kolay olacağı açıktır.

Yiyen Demirel’in mobilya yolsuzluğunun ortağı olan Ardan Şellefyan, devlet bankasını tokatlayıp yurtdışına kaçan Mıgırdıç Şellefyan’ın oğludur. Yiyen Demirel’in bu kişinin oğlu ile ortaklığı ilginçtir. Zaten ilginç olaylar elli yıl boyunca Demirel ailesi çevresinde dönmüştür. Devlet bankasını tokatlayıp yurtdışına kaçmanın kapısı Sayın Demirel döneminde açılmıştır.328 Hem de bir aile dostu Şellefyan ile… Her pisliğin, yolsuzluğun ilk örnek-leri bu aile ve çevresi tarafından uygulamaya konul-muştur.

Yeni Bir Aile Fotoğrafı Çektiriyor:

Demirel ve partisini des­tekleyen Tercüman gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak, Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir kuruluşa (Öğretmen sandığına) konut yapmak üzere 400 milyar liralık arsa satıp komisyon almıştı. Arsa konut alanının dışındaydı. Değerinden binlerce kat yüksek fiyatla satılmıştı.

Kemal Ilıcak, bu arada hükümetle alış-verişini ilerle-tiyordu. İstan­bul’da bir arazi buldu. Bunu, Milli Eğitim Bakan-lığına bağlı İlkokul Öğretmenleri Yardımlaşma Sandığına (İLKSAN’a) 336 milyar liraya pazarladı. Ilıcak’ın bu işte başka ortakları da vardı ama aslan payı ona gidiyordu. Kemal Ilıcak parayı aldıktan sonra, o işten payını alama­yanlar, olayı gazetelere duyurdular. İLKSAN rezaleti gazete manşetlerine çıkınca Kemal Ilıcak, kalp krizinden öldü.329

Olay patlayınca alım satımı onaylayan Milli Eğitim ve paranın ödenmesini emreden Maliye Bakanı “emir kulu” olduklarını anlatma­ya çalışırken, Başbakan Süleyman Demirel böbürlene böbürlene orta­ya çıktı:

“Verdimse verdim. Ben verdim. Ne olmuş...”

Demirel böylece olayın ahlaksal, hukuksal ve yasal kapı-larını ka­patmış, “ben verdim oldu bitti” demişti. Ama Çanka-ya’ya doğru yola çıkılırken hâlâ o olay konuşuluyordu.

Milliyet’ten Necati Doğru’nun 26 Nisan 1993’deki yazısından par­çalar okuyalım:

“Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı olabilir mi? Cindoruk (Mec­lis Başkanı), İnönü (Demirel’in hükümetteki yardımcısı-SHP Genel Başkanı) Yılmaz (ANAP genel başkanı Türkiye tipi demokrasinin ana muhalefet partisi genel başkanı), şahinler, tilkiler, kargalar, “neden ol­masın” diyebilirler.

O zaman Süleyman Demirel’in halkın parasını, tanıdığı gazete pat­ronuna rüşvet olarak verirken suçüstü yakalanma durumu nasıl açık­lanacak.

İLKSAN diye bir kooperatife üzerinde çok sayıda öğretmen konu­tu değil, az sayıda zengin villası yapılabilecek değeri şişirilmiş bir ar­sa için Hazineden 300 milyar lira para pompalanması için karar çık­mıştı.

(.....) Demirel bir şey diyemedi. Suçüstü yakalanmıştı. İnkardan gelemedi.

- Verdimse verdim. Ben verdim. Ne olmuş diyebildi.

Ne İnönü, ne Cindoruk, ne şahinler, ne kargalar, hiç kimse, sen kimsin, nasıl verirsin diyemedi. Sen başbakan mısın, padişah mısın di­yemediler.”

Demirel Çankaya yolunun başındayken basın arkasından bağırı­yordu:

- İLKSAN rezaleti ne olacak?...

Oysa Demirel’in gündeminde böyle bir şey yoktu. Olaya rezalet gözüyle bakmıyordu. Vermişti. Olup bitmişti, “Yolsuzluklarla müca­dele” vaadini de artık gündemden kaldırmıştı. Kendisi Cumhurbaşkan­lığını organize etmekle meşguldü.

Bu bir yolsuzluktu, iktidarın Ilıcak’a yaptığı bir “kıyak”tı. Çünkü Ilıcak ve gazetesi ekonomik kriz içindeydi. Ele geçen komisyonla gazete çıkar­tılacaktı. Olay ortaya çıkınca Ilıcak, stresten kalp krizi geçirdi. Ancak yolsuzluk konusunda ailece çok pişkin Demirel ise “satış olayını” savunuyordu.

“Arsa alınmışsa ne olmuş yani? Varsa bir sorumluluk o benimdir, parayı verdiysem ben verdim”.*

Çağımızın modern devletinde kendi koyduğu kanun ve kurallara uymakta özensizlik gösteren, yasadışılığa meydan veren uygulamalar sergileyen bir hükümetin ve/ya da yönetici konumuna liyakatiyle değil de bir dizi politikacılık oyunlarıyla geldiği düşünülen ve ehliyetsiz olduğu kanaatini uyandıran bir hükümet üyesinin de iktidarı vardır gerçi ama otoritesi yoktur.330

Demirel’in seçim sonrasında göndererek rahat hare-ket edeceği bir yürütme kurmak için TBMM Başkan-lığına Sayın Cindoruk’u teklif edecektir. Ancak Cindoruk hükümetin içindeki beş bakana isim vermeden “beşli çete” diyecekti. “Bir bakarsınız hükümet kurulur. Farze-diniz ki, iplik kaçakçılığına ismi karışmış birini Bakan görürsünüz. Ya da vaktiyle esrar eroin kaçakçılığına adı karışmış birini Bakan gibi görebilirsiniz… hükümette bakarsınız büyük bir firmanın gizli ortağı veya adamı, kilit bir mevkie gelmiştir. Hatta o hükümeti kuran Başbakan da bunu bilmeyebilir. Ya da bilebilir, etki altın-da kalmıştır. Partiye yardım almıştır. O yardımın bedelini ödemek zorunda kalmıştır.”… “lider etrafını saran, ona araç-gereç veren, ona para veren kişilerin, ya da ailesinin içine sızarak onu etkisi altına alan bir çetenin, bir kliğin kimliğin hükümet tayin edecek noktaya gelmesi dönemi de bitiyor artık, son çırpınışlarıdır bunlar…”

Hele son paragraf… Araç-gereç veren… uçaklarını seçim kampanyası boyunca Demirel’in emrine kim verdi, biliniyor. Parayla listeye ve sonra kabineye kim girdi biliniyor. ‘Liderin ailesine’ hangi yakınıyla sızıldığını, herkes biliyor.331

1998–2003 yılları arasında 22 banka battı. Banka-ların batma sebebi topladıkları mevduatı yasal sınırların dışına çıkarak kendi grup şirketlerine kredi olarak kullan-dırmalarıydı. Başta İmar Bankası, Pamukbank, Toprak-bank ve Egebank olmak üzere batan bankalar, TMSF’ye devredildi. Batık kredilerin Hazine’ye yükü ağırdı: 47 milyar dolar. Eski Cumhurbaşkanı Demirel’in yeğeni Murat Demirel, Egebank’ı, ‘Teşekkül oluşturup sistemli ve planlı olarak 1 milyar 200 milyon dolar zarara uğrat-tığı’ iddiasıyla yargılandı. TMSF Başkanı Ahmet Ertürk, o dönemki tabloyu şöyle özetledi: “Politikacı-bankacı, politikacı-işadamı gibi kurulan karanlık ilişkiler, sistemin çökmesine ve arkasında milyonlarca dolarlık enkaz bı-rakmasına sebep oldu.”

Batan bankalarda, 28 Şubat sürecinde rol oynayan komutanların görev alması da dikkat çekti. Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman İnterbank’ta yönetim kurulu üyesiydi. Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya da batan Bankekspres’in sahibi Korkmaz Yiğit’in danışmanıydı. Hortumlanan Etibank’ın Yönetim Kuru-lu’nda ise Oramiral Vural Beyazıt bulunuyordu. Bankalar battığında görevli paşalar suçlamalar karşısında “biz bankacılıktan anlamayız, bize getirdiler imzaladık” dedi-ler.332 Anlamadığın işte ne işin var, senin bu konuda bil-gin olmadığı halde o göreve niçin getiriyorlar? Demek ki devlet içindeki etkinliğin kullanılması ve halkın-devletin paralarının iç edilebilmesi için sen paravan olarak kullanılacaksın. Ve olacağın da belli…


Yüklə 1,81 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin