Demirel ya da kendi gerçEĞİNİ Örtmenin siyasi tezahüRÜ Yazan Dr. Sıtkı karaca



Yüklə 1,81 Mb.
səhifə11/20
tarix06.03.2018
ölçüsü1,81 Mb.
#44413
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   20

Demirel’in Dış Siyasetteki Tavrı

Batı odaklı olan Türk dış politikasının yönü, 1960'lı yıllarla birlikte değişmeye başlamıştır. Türkiye'de artık çok yönlü bir dış politika arayışı söz konusudur.733 Türkiye'nin uluslararası platformda yalnız bırakıldığı 1964 Kıbrıs bunalımı kamuoyunun Türk dış politikası konusuna yoğun ilgi duymasını sağladı. Böylece, dış politika konusu yalnızca karar vericilerin dikkatini ve sorumluluğunu üzerinde toplayan bir konu olma niteli-ğini kaybetmiş, karar vericiler dışındaki vatandaşların ilgilendikleri, tartıştıkları ve kanaatlerini hem birbirlerine hem de karar vericiye duyurdukları bir konu durumuna gelmiştir. Bu gelişmeler dolayısıyla Türkiye'nin ABD'den bağımsız politikalar geliştirme şansını yakaladığını söyle-mek yanlış olmasa gerek. Özellikle 1950'lerdeki Türk-Amerikan ilişkilerindeki bağımlılık dikkate alındığında, Kıbrıs sorununun bu anlamda yarattığı değişikliğin öne-mi daha net görülebilir.734

Prof.Dr. Mehmet Gönlübol ve Dr.Ömer Kürkçüoğlu yaptıkları analizde, 1965–1971 arasında iç ve dış etkenler sonucu Türk dış politikasının Cumhuriyet tarihinde eşine az rastlanır bir dinamizm yaşadığını ve bu bağlamda mevcut uluslarası ilişkiler içinde Batı’dan ne kadar uzak-laşıp, Doğu’ya ne kadar yaklaşabildiğinin görüldüğünü belirtir.735

Özellikle 1964 Kıbrıs bunalımında uluslararası plat-formda yalnız bırakıldığını gören Türk kamuoyunun tep-kisi, hükümeti, daha önceki dış politikalarından farklı bir politika arayışlarına itmiştir. Demirel hükümeti, 1950'ler-den beri ilişkilerin kopuk ve asgari düzeyde olduğu Üçüncü Dünya Ülkeleri ile ilişkilerini yoğunlaştırmış, Sovyetler Birliği ile kurulmuş olan siyasi ilişkilere eko-nomik boyutta ağırlık vermiş, tarihsel ve kültürel ortak-lıkların bulunduğu Arap ve Müslüman ülkelerle de yakın temaslar kurmuştur. AP hükümeti çoğunluk desteği ile iktidara geldiği için kararlı ve aktif bir dış politika izleye-bilmiş ve kararlarında ısrarcı bir tutum takınabilmiştir.736

60’lı yılların ortalarında ortaya çıkan Kıbrıs sorunun çözülememesi, çatışmaların devam etmesi ve Batılı müt-tefikleri tarafından Türkiye'nin müdahalesinin engellen-mesi üzerine 16 Nisan 1964'te Time dergisine bir demeç veren İnönü, “Müttefikler tutumlarını değiştirmezlerse, Batı ittifakı yıkılabilir... Yeni şartlarda yeni bir dünya ku-rulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur.” demiştir.737 Küba ve Kıbrıs krizleri esnasında Türkiye dış politikasını etkileyen kararlarda Türkiye’nin söz sahibi olmadığına yönelik kamuoyundan eleştiriler 1960’lı yılların başların-da artmıştır. Türk karar vericilerinin dünyadaki gelişme-leri Türkiye’nin çıkarları açısından değerlendiremedikleri belirtilmiştir. Bu eleştiriler, Kıbrıs olaylarından sonra dile getirecek olan ‘kişilikli dış politika’, ‘bağımsız dış poli-tika’ gibi formüllerin ön habercisidir.738 ABD’nin Kıbrıs’taki çatışmaları önlemede ki isteksiz tutumu üzeri-ne bir de Johnson mektubu uzun yıllar dış politikasını Batı ittifakı’nın çıkarlarıyla uyumlu hale getirmeye çalı-şan Türkiye için hayal kırıklığı yaratmıştır. Türkiye kendi ulusal çıkarlarına uygun bir dış politika izlemeye başla-dığında eğer Sovyetler Birliği ile bir çatışma içerisine girerse ABD tarafından yalnız bırakılabileceğini fark etmiştir.739 DP’nin dış politikadaki teslimetçilik AP’nde olmamıştır.740

1960-65 dönemindeki dört koalisyon hükümetinde de Batı bağlantısı Türkiye dış politikasının ana eksenini oluşturmaya devam etmiştir. Ancak bloklar arası yaşanan yumuşamaya paralel olarak dış politikada yeni açılımlar yapılması gündeme gelmiştir. Bu yönde gerek Sovyetler Birliği gerek Üçüncü Dünya ülkeleriyle ilişkilerde geç-miş döneme kıyasla bir gelişme yaşanmıştır. Ancak Türk hükümetleri, dış politikanın temel eğilimlerinin değiştiril-mesi yönünde bir politika izlemekten özenle kaçınmış-lardır.741

Şubat 1965’de kurulan Ürgüplü hükümeti önceki yönetimlerle karşılaştırıldığında Batı ittifakıyla ilişkiler konusunda eleştirel bir yaklaşım göstermiştir. Ürgüplü hükümetinin 26 Ocak 1965’de TBMM’de okuduğu hükü-met programında, “Hayati milli menfaatlerimizi müdafaa için kullandığımız NATO ittifakı geçen senelerde olduğu gibi, bugünde dünya barışının korunmasında önemli bir yer işgal etmektedir. Bu ittifak çerçevesi içerisinde, dün-ya durumunun icapları göz önünde bulundurularak yapıcı bir şekilde işbirliğine devam edilecektir. NATO’ya men-subiyetimiz, ortak güvenlik mefhumuna sadakatimiz hiçbir zaman dış politika alanında zümreci bir görüşle hareket edeceğimiz manasını taşımayacaktır” ifadesi kul-lanılmıştır Böylelikle dış politikada çok yönlülüğe geçişin ilk işaretleri verilmiştir. Ürgüplü hükümetinin dış politikaya bakışındaki bu değişikliğinin nedenini ideo-lojik bir tercihten ziyade Küba bunalımı sonrasında orta-ya çıkan füze bunalımının ve Kıbrıs olaylarının etkilerine bağlamak daha doğru bir değerlendirme olduğudur.742

1965’lerde “Amerikan yanlısı” diye nitelenen Demirel’in, 1967’de “İncirlik’ten kalkan U-2 casus uçak-larını yasakla­masından başlayarak, ABD’ye karşı bir dizi önlem aldığı belgelerle ortaya çıkacaktı.743

Demirel, Türkiye’nin çok yönlü dış politikaya açılı-şının, kendi ik­tidarından önce kimi belirtiler gösterdiğini söylüyordu. Demirel’in de söylediği gibi, “1950’den başlayarak, 1964’e değin, yani Johnson’un mektubuna uza­nan uzun yıllar, Amerika ne derse ‘peki’ demiştik; hangi si­yasal eylemin içinde olursa, buna yanlı olmuş-tuk.” Türkiye’de ABD’ye karşı, Johnson’un mektubuyla başlayan tepki giderek arttı.744

Johnson mektubunun yanı sıra, Amerika’nın Vietnam’ı bırakıp gitmesi gibi önemli bir olayın da batılı-lar arasında, doğal olarak, Türkiye’de de “kendi yararları söz konusu ol­duğu zaman Amerika’nın en yakın mütte-fikini” bırakıp gi­deceği kuşkusunun doğmasına neden olmuştu. “Nitekim,” diyordu Demirel, “bu etki o denliydi ki, yıllar sonra Başkan Ford, benim de bulunduğum bir Brüksel NATO toplantısında, ‘Amerika’nın NATO ülke-lerini bırakıp gitmeyeceğinin’ gü­vencesini vermek gere-ğini duymuştu.”

Nixon-Kissinger ikilisinin, batılılara, özellikle Türki-ye gibi ülkelere Sovyetlere fazla yanaşmamayı öğütle-mesine karşılık, kendileri Çin’le anlaşmaya varmayı, Sovyetlerle ikili ilişkileri yeniden gözden geçirip daha olumlu düzeye ulaştırmayı amaçlamışlardı.745

Ama, Türkiye’de uyanış; dostluk fikriyle körü körü-ne bağlılık ilkesinin artık birbirinden ayrılması gerekli-liğini bi­linçlendiren gelişme, ABD’nin “Türkiye’yi baba­sının çiftliği sanması” olgusundan uzaklaştırmaya çalışı-yor­du.

Demirel hükümeti, kamuoyunun özellikle de solun baskısı üzerine ABD ile yapılan ikili anlaşmalarla ilgilen-mek ve bunları Washington ile görüşme konusu yapmak gereğini duymuştur.746 Türkiye’nin geçmiş yıllara kıyasla 1960’ların ortalarından itibaren daha dinamik dış politika izlemesinde dış etkenlerin yanı sıra iç etkenlerin de rolü olmuştur. Sol çevreler tarafından özellikle ABD ile olan ilişkilere yoğun bir şekilde eleştiriler getirilmiştir.747 TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın verdiği bir yazılı önergeyle, Türkiye’nin gündemine ciddi boyutlarla giren Türk-Amerikan ilişkilerinde de “Türkiye’deki Amerikan üsleri ile ilgili gizli belgeler” sorununda da Washington’u “tedirgin eden” bir yol tutturmuştu.

Türkiye’nin Amerika ile kaç ‘tane “gizli anlaşma” yaptığını bilen yoktu; kimi bilgiler ise, yeterli değil­di.748

Mehmet Ali Aybar’ın, Türkiye’nin gözünü açan “Türkiye ile ABD arasındaki geçmiş tarihlerde im­zalanan ikili ve gizli antlaşmaların sayısını, özünü, kimler tarafın-dan imzalandığını, Türkiye’nin bağımsızlığı ile ilgili han-gi ters hükümleri içerdiğini, ABD üslerinin Türkiye’ye hangi açıdan katkısı olduğunu,”749 yazılı önergesini aldık-ları zaman, Dışişleri Bakanı Çağlayangil’le konuştukla-rını, sonra devlet arşivine bir göz attıklarını bana anlatan Demirel, şöyle demişti:

“Bir de baktık ki, Amerika ile yapılan gizli anlaşma-la­rın tümünü kapsayan bir dosyamız bile yok. Küçük rütbeli bir subayın, yüzbaşı düzeyinde bir Amerikalının imzaladığı anlaşmalardan tutun da, Türkiye’nin, ABD’ye neler verdiğini içeren önemli anlaşmaların hiçbirinin metni elimizde de­ğil.”

Bu durum karşısında, derhal çalışmaya başlanılmıştı.

Kongre tutanaklarından, Washington’taki Amerikan Kütüphanesinden bulunulabilen “gizli anlaşmalar” kamu-oyuna yansıyordu. Çağlayangil, Amerikalılardan varolan anlaşmaların metin­lerini istemiş, devlet arşivinin birçok kesimlerine dağılmış olanların toplanmasına başlanıl-mıştı.750

Bu anlaşmalarda, öyle bölümler, öyle hükümler vardı ki, bir milletin onuruyla bağdaşamazdı. Örneğin, Ameri-kan askeri üslerine Türk yetkilileri, ko­mutanları giremez-di; ama Türk askeri, üssü çevreleyen tel örgülerin için-deki Amerikalıları, ABD’ye hizmet veren üssü yaz kış beklerdi. Dahası, o üslerin bir kısmının “temizliğini yap-mak görevi” de Türk askerlerine verilmişti.751

Dışişleri Bakanı Çağlayangil, 6 Ocak 1966'da gaze-tecilere “ABD ile aramızda imzalanmış olan ikili antlaş-maları gözden geçiren bir çalışma içindeyiz” diyecekti.752 Bir yandan bu araştırmaların sonucu anlaşmalar bulun-muş; öte yandan da ABD’ye “ikili anlaşmaları düzene sokacak, Türkiye’nin bağımsızlığıyla bağdaşmayacak an-laşmaların yeniden gözden geçirilip ‘tek metne’ bağlan-masını sağlayacak” müzakere istemi duyurulmuştu.

“Amerika, bu istekten pek memnun kalmadığını bize ‘ih­sas’ etti” demişti Demirel. İnancına göre, bu tür işlem-ler, Sovyetlere ekonomik açıdan yakınlaşmalar, yeni anlaşma direnmeleri, sonunda da ABD’de, “önemli bir sorun” olarak ele alınan uyuşturucu maddeler karşısında Ankara’nın kimi terslenmeleri derken, 1971 Mart’ını bulmuştuk.

İhsan Sabri Çağlayangil, 12 Mart darbesinden sonra ya­yımlanan bir İngiliz gazetesini gösterirdi. Bu gazetede bir dünya haritası yer alıyor, üzerinde hangi ülkelerde Ameri­ka’nın darbe yaptırdığı gösteriliyordu.

Adı geçen devletler arasında, Türkiye de vardı.753

ABD, Türkiye’nin Mısır ve Suriye örneğine dönü-şece­ğinden kuşkulanıyordu. Bu iki ülke gibi, her türlü ilişkiyi Sov­yetlerle arttırma yoluna gideceğini sanıyordu. Bu kuşkuyu, kaygıyı Ankara’ya doğrudan iletmekten de geri kalmıyordu.

“Oysa” dedi Demirel, “biz iktidara geldiğimiz za-man, dış politikada izleyeceğimiz politikanın ana kuralla-rını sapta­mıştık. Bu politika, şu biçimde özetlenebilirdi;


  1. - Savunmamız için ek güvenceler arayacaktık.

  2. - Kalkınmamız için ekonomik yeni olanaklar sağla­yacaktık.

  3. - Çevremizdeki devletlerle ‘sıcak’ ilişkiler kuran bir çember yaratacaktık.

4 - Uluslararası ortamlarda bağlı olduğumuz antlaş-malar dışında da destek bulacaktık.”

Demirel, “Bu politika önemli sonuçlar verdi” dedi.

“NATO’yla ilgili olan bağlılığımız, Avrupa devlet-leriyle ikili ilişkilerimiz dışında, Kars ve Ardahan’la Boğazlar’da hak isteyen Sovyetlerle yeni durum karşısın-da önemli bir yaklaşım belirdi. İçişlerimize karışmamak koşuluyla Sov­yetlerle bir dizi anlaşmayla yedi büyük tesisin yapımı sağ­landı.”754

Demirel, “Her devlete mesafeli bir yak­laşım için-deydik. Ne yurt içini, ne de batı ülkelerini ürkü­tecek bir tutumda değildik; bir denge içinde ölçülü olarak çok yönlü politikayı sürdürüyorduk.”

Sonra gülüyordu. “Bir türlü şunu anlatamadık, hem içeriye, hem dışarıya, Komünizme karşı olmakla, komünist devletlerle iyi ilişkiler kurmak, birbirinden ayrı şeylerdi...

...Türkiye uzun süre ‘blok’ politikası izledi. Blok politi­kasını izlemek kolaydı. Herhangi bir politika değişi-minde, her sorunda fazla kafa yormaya gerek yoktu. Bakarsın bağ­lı olduğun blok ne yapıyor, Amerika ne diyor, aynen uygu­larsın. Oysa ‘çok yönlü politikada’ önemli olan nokta, ‘mavi boncuk’ dağıtmadan, her gitti-ğin yere ‘biz dostuz’ diyerek mavi boncuk dağıtmak daha zararlıdır. Esasen bu tür uygu­lamalar ülkeye itibar da sağlamaz. Biz, dostluklarımızı be­lirli sınırlar içine koya-bildik; bunları ‘mavi boncuk’ dağıt­madan, ülkelerin yararlarına uygun bir çerçeve içinde yü­rüttük...”

Türk-Sovyet yakınlaşması sonucunda Sovyetler Bir-liği, Seydişehir Alüminyum, İskenderun Demir Çelik, Aliağa Petrol Rafinerisi tesislerine yarım milyar doları aşkın kaynak sağlamaya söz vermekle kalmamış aynı zamanda teknisyen göndermeyi de üstlenmişti.755

Gelişen Türk - Sovyet ilişkileri nedeniyle, bu kredi-lerin Moskova’dan sağlaması da ABD açısından “olumlu bir davranış” olarak nitelenmedi. Demirel, Mehmet Altan’a olayı şöyle aktaracaktı: “Ben 67 yılında Sovyet-ler Birliği’ni ziyaret ettim. Geldim, bir gün Başba­kanlıkta otururken, New York Times’in ünlü muharrirlerin­den biri ziyarete geldi. Kapıdan girdi. Bana “Aks mı değiştiriyor-sunuz?” dedi. “Otur” dedim. “Ne aksı değiştireceğiz? Biz Amerika’nın 53. devleti değiliz ki...”756

Demirel tarafından özellikle 12 Mart 1971’den sonra, “Amerika’nın Türkiye’deki yönetimden rahatsızlık duyduğunu” dışarıda dillendirmese de özel söy­leşilerde aktardığı bilinmektedir.757

ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gerginleşme-sine sebep olan bir diğer mesele ise afyon ekimi mesele-sidir. Basında Türkiye’ye karşı kampanyalar yürütülür-ken kamuoyu da baskısını arttırıyor, Türk hükümetinden gerekli tedbirlerin alınmasını talep ediyordu. Açık ve onurlu bir biçimde bu tutuma karşı direnen Türkiye, Amerikan basınının boy hedefi haline gelirken ABD ise dünya kamuoyunun önünde mağdur ülke portresi çiziyor-du. Türkiye, geçmiş yıllarda da afyon ekimi konusunda baskı görmüş ve haşhaş ekiminde birçok kısıtlamalara gidilmişti. Bu mesele 12 Mart sürecinde ABD’nin keli-menin tam anlamıyla çok önem verdiği bir konuydu. Amerika’nın yasaklama talebi daha önce Menderes ve 1960 yılından sonra İnönü tarafından reddedilmiş, ancak ekim alanlarını azaltan bir süreç de başlatılmıştır.758

Ancak hiçbir tedbir ABD’yi memnun etmemiştir. Türk Hükümetinin baskılara aldırmaması sonucunda ABD ile Türkiye ilişkileri gün geçtikçe gerilmiştir.759 Haşhaş konusunun Amerika ile Türkiye arasındaki iliş-kileri son derece gerginleştirdiği bu dönemde 12 Mart müdahalesi gerçekleşmiştir. 12 Mart muhtırasının ardın-dan ise başbakan olan Nihat Erim, yoğun ABD baskısı karşısında 1971'de, 1972 yılından itibaren geçerli olmak üzere Türkiye'de haşhaş ekiminin kesin olarak yasaklana-cağını bildirmiştir. ABD, haşhaş ekiminin yasaklanması yüzünden üreticilerin uğrayacağı zararın karşılanması için, Türkiye'ye 30 milyon dolar vermiştir.760

Haşhaş ekiminin durdurulacağına dair bir hükme, ilk Hükümet Programında yer verilmesi, 12 Mart muhtı-rasının arkasında ABD’nin olduğu düşüncesini doğrular bir duruma yol açmıştır. Programda konuyla ilgili şu ifa-deler kullanılıyordu; Bütün dünya gençliği için kahredici bir afet halini almış olan afyon kaçakçılığının, her şeyden önce insanlık duygularını incittiği inancında olan Hükümetimiz bu mesele üzerinde önemle eğilecektir. Afyon üreticilerine daha iyi bir geçim alanı gösterile-cektir.(T.B.M.M. Tutanak Dergisi, 2.4.1971, B:80, O:1, XII, s.398.)761 Partiler-üstü Erim Hükümeti’nin aldığı bu ilk karar 400 yıldır ekilen, Türk köylüsünün büyük bir kısmının gıdası, yağı, hayvan yemi ve gelir kaynağı olan haşhaş ekiminin tümüyle yasaklanması olmuştur.762 Bu kararın 12 Mart sonrası hükümet tarafından çıkarılması birçok iddiayı beraberinde getirmiş ve günümüze kadar bu tartışma devam etmiştir.763



AP iktidarı döneminde temelde Batı ittifakı’na sadık kalınsa da çok yönlü dış politika yönünde bir takım adımlar atılmıştır. Bunda Johnson mektubunun yarattığı hayal kırıklığı, iktisadi büyüme stratejisini uygulayabil-mek için ucuz teknolojiye ve yeni pazarlara duyulan ihtiyaç, Batıdan daha fazla miktarda kredi alabilmek için pazarlık gücünün arttırılmaya çalışılması, kamuoyunda oluşan Batı karşıtı tepki ve AP’nin oy almak için memnun etmeye çalıştığı İslamcı çevrelerin Arap yakın-laşmasına verdikleri önem etkilidir.764 İsmail Cem’e göre Demirel iktidarının dış siyasal tercihlerine yön çizen “yüksek” duygulara, Anti-emperyalist’ eğilimler olarak bakılmamalıdır. Pragmatik, gerçekçi, her şeyden önce ge-lişen Türk sanayiinin çıkarlarını gözeten, biraz da oportü-nist olan, özel sermayenin kısa süreli yararları ve Tür-kiye’nin genel yararı doğrultusunda olan düşüncelerdir.765

Demirel’in dış siyasette bağımsız görüntü vermesi ya da “geçmişe oranla daha az bağımlı” özelliği, kısa sürede bütün şimşekleri üzerine çekmiştir. Tepki, öncelikle Ame-rika’dan, İsrail’den ve… İnönü’den gelmiştir. Bu dö-nemde Türk dış politikaları, İnönü’nün aynı dönemdeki dış politika önerileriyle kıyaslanmayacak ölçüde bağım-sızdı.766

Keşan - Dedeağaç Türk - Yunan görüşmelerinden on beş gün sonra, Kıbrıs’ta kanlı olaylar başladı.767

Kıbrıs’lı Rumlar, Türk köylerini bastılar, Türk kanı döktüler. Türkiye, yeniden ayaklandı. Ada’ya müdahale etme zorunluluğu yeniden alevlendi.

Hükümet, Kıbrıs’a asker çıkarılmasına yanlı olduğunu bildirdi. Muhalefet önderi İsmet Paşa’ya Baş-bakanlıkta ayrı bir saatte geniş bilgi verildi, fikri soruldu. İsmet Paşa, sıcak savaşa hiçbir zaman yanlı olmamıştı. Bir yandan Türkiye’nin denizden yapacağı bir askeri harekâttaki olanaklarını biliyordu, öte yandan Kıbrıs’la birlikte başımıza uluslarara­sı büyük sorunların açılmasın-dan kuşku duyuyordu. Demirel’e, “Asker gider, bir de başarılı olunmazsa, çok kötü öde­riz” demeye getiren “telkinlerde” bulunmuştu.

Demirel’in, İsmet Paşanın uyarılarından etkilenme-diği söylenemezdi. Sonunda, bir tarihsel deneyim konuş-muştu. Orduların başarı ya da başarısızlık durumunda ülkelerin başlarına neler gelebileceğini çok yakından bilen bir önder­di İsmet Paşa.

Kıbrıs’a müdahaleye olanak tanıyan karar Millet Mec­lisinde, 1964’te alınmıştı, yürürlükteydi. Hükümet, Genel­kurmay Başkanı Cemal Tural ile öteki komutanları başba­kanlığa çağırdı.

Bakanlar Kurulu toplantı halindeydi.

Başta Tural olmak üzere öteki Kuvvet Komutanları, De­mirel’in soluna oturdular. Tural, Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel, Kara Kuvvetleri Komutanı Refik Yılmaz, De­niz Kuvvetleri Komutanı Necdet Uran.

Başbakan,

“Bakanlar Kurulu, Kıbrıs’a askeri müdahale yapıl-ması kararını aldı. Şimdi sözlü olarak sizlere bu kararı bildiri­yorum. Yarın TBMM’den de geçecek. Müdahaleyi her an yapmak durumundayız. Bu konudaki hükümet kararı üç beş dakika sonra elinizde olacak” dedi.

Komutanlar kalktı; Tural, “Başüstüne” dedi. Fakat Ka­ra Kuvvetleri Komutanı Refik Yılmaz, Başbakana “Hedef ne olacak?” diye sordu.768

Tural, bu soruya bozulduğunu belirten bir davranış gösterdi. Oysa, hükümet yıllar yılı, böylesine ulusal bir sorun karşısında her türlü planın yapılageldiğini varsa-yıyordu. “Ordu, gerekeni yapacaktır” Tural, böyle dedi.769

Komutanlar ayrıldılar, ama Demirel, bir süre sonra ya­nına Milli Savunma Bakanı Topaloğlu ile Dışişleri Bakanı Çağlayangil’i alarak Genelkurmaya gitti. Herkes oraday­dı, kimi konuşmalar, tartışmalar yapılıyordu.

1964’teki Rum saldırısından deneyimli olan Hava Kuvvet­leri Komutanı Tansel, kuvvet personeline gerekli buyrukla­rı vermişti. Batı havaalanlarındaki jetlerin hepsi doğuya kaydırılıyordu. Özellikle Malatya’ya. Düşman güçlerinin bu alana sokulmalarına olanak yoktu.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Uran, “Peki Ada’ya nereden çıkalım?” diye soruyordu. “Girne, çok kayalık” diyordu. De­mirel, oradaki su kesimini sordu. Açık bir yanıt alamadı. Kara Kuvvetleri Komutanı, “Başarılı bir harekât için en azından bir kolordu ile 50 tank çıkar-mamız gerekir” diye konuşuyordu. Bu kadar büyük gücü taşıyıp Ada’ya götüre­cek deniz araçlarından yoksunduk oysa. Ayrıca, Komutanın belirttiğine göre, kuvvetlerin güneye doğru kaydırılması 4 -5 gün sürerdi;

Oysa hükümet, “her an müdahaleye geçilmesi” buyru­ğunu verebilirdi.

4 - 5 gün?..

Genelkurmaydan ayrıldıktan sonra, Demirel, Çağlayangil’e, “Müdahale eder de sonuç alamazsak... Olay biter, ama her biçimde biter...” dedi.

1967 Kıbrıs bunalımının siyasal kimi olumlu sonuç-larını alabildik. Ancak, kimi dersleri de.

O günden sonra, Kıbrıs’ın su derinliğinden çıkarma ya­pılabilecek yerlerin ayrıntılı haritalarına değin her türlü planlama yapılmaya başladı. Yüz adet çıkarma teknesinin yapımına geçildi. Amerika’dan, İtalya’dan ve Fransa’dan on beş bin paraşüt alındı. Bu müdahale için 6 helikopter satın alındı. Transallar getirildi. Özel timlerin yetiştiril-mesine hız verildi…

Türkiye’nin bu hazırlıkları 1974’teki Kıbrıs Barış Hare­kâtının başarı ile sonuçlanmasına yol açacaktı. Sava-şa hazırlanmak planlı bir süreç sorunuydu.770

Türkiye’de beklenenin tersine siyasetçiler askeri rejimlere göre daha bağımsız dış politika izlemiştir. Hem dış dünya’da meşruiyet sorunu olmadığı ve hem de iç politikaya yönelik olarak Türkiye’nin haklarını yedirme-me çabası buna yol açmıştır. Ne yazık ki, 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a tüm askeri ihtilal ve muhtıralar, askeri vesayet rejimleri, hem ABD’ye hem de uluslararası kuruluşlara tavizler vermiştir.

12 Mart’ın arkasında CIA ve Amerikanın olabileceği yolundaki varsayımlar birçok gazeteci-yazar ve politikacı tarafından iddia edilmiştir. Erim Hükümetlerinin tutumu, Muhtıra’daki dış bağlantı teziyle paralellik arzetmiştir.771 Cüneyt Arcayürek, Türkiye üzerine baskıların yoğunlaş-tığı bir dönemde 12 Mart’ın gelmesinin nedenini sorar-ken CIA’nın rolüne dikkat çekmektedir. Dışişleri eski bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, anılarında ABD Ankara Büyükelçisinin Demirel Hükümeti’nden haşhaş ekiminin yasaklanmasını istediğini ancak Demirel’in “Bunu yapa-mayız, ama ekim alanlarını gittikçe daraltabiliriz” deme-sini yeterli görmediğini ve bu sürecin sonunda “Çok yazık bundan çok fena neticeler doğacak” dediğini söy-ler. Çağlayangil konunun devamında “Çok fena neticeler belli oldu. Üç ay sonra bizim hükümetimiz düşürüldü…” diyecekti.772 Dışişleri eski bakanı İhsan Sabri Çağlayan-gil de, İsmail Cem ile yaptığı bir röportajda, 12 Mart’la ilgili değerlendirmeleri içinde bu konuya geniş yer vermektedir. “12 Mart’ta CIA vardır, büyük ölçüde vardır. 12 Mart’ta Haşhaş vardır773 diyen Çağlayangil, ABD’nin AP Hükümetinden hoşnutsuz olduğunu bunun haşhaş, Ortadoğu, ve U-2 uçakları meselesinden kaynak-landığını söylemektedir. Çağlayangil’e göre Amerika için herhangi bir memleketteki yönetim şeklinin demokratik ya da diktatörlük olmasının hiçbir önemi yoktur. Önemli olan tek şey, kendi politikasına ne dereceye kadar uydu haline gelebileceğidir. ABD Türkiye’deki gelişmelerden memnun olmadığı ve “reformcu” gelişimleri kendisine saldırı olarak değerlendirdiği için, 1961 Anayasası’ndan kurtulmaya giden hazırlığı, bu konuda kendisi gibi düşü-nen AP’yi destekleyerek başlatmıştır. Ancak olayların denetimden çıkması ve Demirel’in bazı konularda ABD’nin isteklerinin karşıtı davranmaya başlaması, ABD’nin her coğrafyada yaptığı gibi alternatifini hazırlamasına neden olmuş ve yaptığı plan neticesinde 12 Mart’a gelinmiştir.774

Demirel’e göre, “12 Mart meselesinin arkasında bir takım cunta hareketleri var­dır [...] 12 Mart hadisesinin arkasında, iktidar kavgaları vardır. Başka kavgalar vardır.”775

ABD’nin yoğun baskılarına maruz kalmış olan Dönemin başbakanı Süleyman Demirel, haşhaş mesele-sinin 12 Mart’a yol açan süreçte etkili olup olmadığı yönünde kendisine yöneltilen bir soruya:

....Afyon ekiminin yasaklanmasını isteyen ABD yönetiminin bu isteğini kabul etmememiz,12 Mart sonrası kurulan Hükümetlerin kabul etmesi üzerine bu tür değerlendirmeler yapılmıştır. Tek âmil olmasa bile etkisi olmuştur.” şeklinde cevap vermiştir.776

Artan şiddet olayları, ekonomik ve sosyal huzursuz-lukların askeri müdahalenin âdeta bütün koşullarını hazırladığı 1970 sonbaharında “Ne olacak bu ülkenin hali” sorusu gündemi fazlasıyla meşgul ediyordu. Bir yandan kışlalarda subaylar toplantılar yaparken bir yan-dan da ordu bazı kesimler tarafından göreve davet edili-yordu. Başbakan Demirel ise bu beklentilere tepkisini şu sözleriyle ortaya koyuyordu: “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni idareyi devralmaya davet edenlere şunu sorarız: o zaman yurt savunmasını kim yapacaktır? Türk Silahlı Kuvvet-leri’nin Cumhuriyetin ve rejimin bekçiliği ve yurdun iç ve dış tehlikelere karşı savunulması görevlerini bırakıp memleket idaresini ele alması halinde, bizatihi korumak-la yükümlü oldukları rejim, Cumhuriyet ne hale gelir? Kim bu oyuna gelecek?777

İhtilal hükümeti tarafından Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne izin verilmesi halinde, Washington nezdinde Türkiye’deki yeni rejimin meşrulaşması kolaylaşacaktı. Türkiye’nin savunma ihtiyaçlarına daha titizlikle eğiline-cek, Türkiye’nin güçlüklerinin atlatılması için Rogers elinden geleni yapacaktı. Yunanistan’ın aksilik yapması halinde Rogers devreye girerek Washington’u Atina’yı ikna etmeye zorlayacaktı.

Yine New York Times’ın yazarı Drew Middleton hemen 12 Eylül sonrasında şunları yazıyordu: Pentagon a (ABD Savunma Bakanlığı) göre Türkiye’ye yeterli miktar da ekonomik ve askeri yardım verilmesi halinde, Anka-ra’daki yeni yöneticiler Ege ve Kıbrıs’taki problemleri unutabilirler. 12 Eylül harekâtından hemen önce Ameri-ka’da bulunan Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahin-kaya da, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü için ricada bulunan Amerikalı yetkililere, Ameri-kalı kaynaklara göre, “Siz yardımı artırın biz o sorunu hallederiz.” yanıtını veriyordu.778 Yunanistan’ın NATO’ya “dönüş izni” çıkmasının hemen öncesi ve ertesinde, New York Times gazetesinin arşivinde yaptığı-mız incelemeye göre, şu gelişmeler kaydedilmişti:

İran’daki İslâm Devrimi’nden sonra Amerikan dinleme istasyonları el­den çıkınca, Amerika U-2 uçuş-larına izin vermesi için Türkiye’ye başvur­muş, ancak De-mirel Hükümeti izin vermemişti. 19 Eylül 1980 tarihinde Ankara’daki Batılı kaynaklar, yönetime el koyan askerle-rin U-2’lerin Rusya üzerinde uçuş yapmak üzere Türkiye’den kalkışı­na izin vereceklerini bildirdi. 19 Ekim 1980’de ise Türkiye’deki askeri yönetim Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü sağlayan Rogers Planı’nı kabul etti.779


Yüklə 1,81 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin