Ders notlari



Yüklə 1,79 Mb.
səhifə21/24
tarix31.05.2018
ölçüsü1,79 Mb.
#52221
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24

DÖNER AYNA: Hanife adında küçük bir kız bir katır kafilesi ile birlikte babasının yanına gitmektedir. Hanife babasını hiç görmemiştir ve çok merak etmektedir. Yolda bir kulübede konaklarlar.
Burada katırcı çırağı Mürsel, Hanife’ye tecavüze kalkışır. Fakat patronu Kâmil onu hemen yakalayıp döver. Daha sonra Mürsel, Hanife’yi kaçırır ve kız ölüm korkusu yaşar ancak en sonunda Mürsel’in elinden kurtarılır.

AKİLE HANIM SOKAĞI: Romana adını veren sokak, İstanbul'da Lâleli'dedir. Olayın geçtiği 1955 yıllarında bu sokakta eski, ahşap evlerle kâgir, beton yeni binalar garip ve çelişkili bir mimari oluşturuyordu. Belçika eski sefiri Samim Akyürek'in bu sokaktaki eski konağına, Ankara’dan yeğeni Nermin’le Dış İşleri’nde görevli kocası Tarık konuk gelirler. Tarık Roma’ya gider, Nermin İstanbul’da kalır, dayısının dostlarıyla gezintilere çıkar, eğlence yerlerine gider, İstanbul’daki toplumsal değişmeleri yakından tanır. Konağın karşısındaki evde Akile Hanım oturmaktadır; Akile Hanım'ın üstünde bir doktor ve yardımcısı Tıp Fakültesinde öğrenci Gülbeyaz vardır. Gülbeyaz'ın, Samim Bey’in bir başka kadından doğma kızı olduğu sonradan anlaşılır. Yazar, o yılların moda dans gösterisi rock and roll’ü sembol olarak kullandığı romanda, toplumdaki dengesizliği ve Batı'ya yüzeyden öykünmemizi eleştiriyor.

REŞAT NURİ GÜNTEKİN:

ÇALI KUŞU: Feride evleneceği günlerde nişanlısı Kâmran’ın önceden kendisini aldattığını öğrenir. Bunun üzerine kaldığı teyzesinin evini terk eder ve Fransız Lisesi’nde aldığı eğitime güvenerek Anadolu’da öğretmenlik yapmaya karar verir. Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde öğretmenlik yapar. Bu görevi sırasında Anadolu insanının sorunlarıyla karşı karşıya gelir. Genç ve güzel bir kadın olan Feride gittiği yerlerde rahata eremeyecek, sürekli yapılan dedikodular nedeniyle günleri üzüntü içinde geçecektir.

DAMGA: Âşık bir delikanlının(İffet), sevdiği kız(Vedia) uğruna hayatı boyunca hırsız damgasına vurulmasını ve bundan dolayı gelişen olayları anlatır.

ACIMAK: Zehra adında bir öğretmen çok acımasız bir karaktere sahiptir. Öğrencilerine her zaman kötü davranır. Bir gün babasının öldüğünü duyar, baba evine gider fakat hiçbir şekilde üzülmez. Babasının yanına gitmeden başka bir odaya geçer. Odada bulunan sandıktan babasının hatıra defterini bulur ve okumaya başlar. Okudukça babasına haksızlık ettiğini anlar. Acıma duygusu olmayan Zehra Öğretmen babasının geçmişte bulunduğu duruma acımaya başlar. Annesinin babasına karşı haksızlık yaptığını anlar. Büyük bir üzüntüyle odadan çıkarak babasının bulunduğu odaya gider. Ve onun yüzüne örtülü olan çarşafı kaldırarak onu öper. Daha sonra Zehra öğretmen okuluna geri döner ve bir süre sonra orada evlenir.

YAPRAK DÖKÜMÜ: Gelenek göreneklerine bağlı, özellikle ahlaki konularda çok titiz olan Ali Rıza Bey ile Batılılaşma hareketine karışarak daha zengin bir hayat yaşamak isteyen çocukları arasındaki çatışma ve ailenin dağılmasını anlatan bir romandır. (Ali Rıza Bey, Hayriye Hanım, Şevket, Fikret, Neclâ, Leylâ ve Ayşe, Ferhunde.)

Ali Rıza Bey, işten çıktığı sırada oğlu Şevket yüksek maaşla bir bankaya memur olur; evin bütün yükü onun üzerine biner. Şevket, babası gibi iyi yetişmiş, karakterli, namuslu bir gençtir. Ailesine de son derece bağlıdır. Babasının doğruluk ve namus uğruna işten istifa etmesini uygun bulur. Buna karşılık Ali Rıza Beyin hanımı)



YEŞİL GECE: Toplumsal yönü ağır basan bu romanda, medresede yetişen ancak sonra öğretmen okulunu bitirerek Ege Bölgesi’ndeki bir kasabada, gerici ve çıkarcı birtakım güçlerle savaşan, idealist bir gencin serüveni ele alınıyor. Atatürk Devrimi’nin o coşkulu havası içinde, çok güçlü sezgi ve gözlemlerle kaleme alınmış bu kitapta, toplumumuzun o günkü büyük sorunları, yürekli biçimde tartışılıyor. Romanın en önemli kahramanı Şahin Hoca’nın kişiliğini oluşturan nitelikler, mücadelesi ve uğradığı yenilgilerin öyküsü sayılabilir.

AKŞAM GÜNEŞİ: Nazmi’nin çocukluk yıllarından başlayarak öğrenimini, gençlik yıllarını, mesleki yaşantısını ve mesleğinden ayrıldıktan sonraki yaşantısını ve çevresindeki insanları anlatan bir eser.

BİR KADIN DÜŞMANI: Şımarık bir kızın bir hırs uğruna bir erkeği kendisine âşık etme ve onu yüz üstü bırakma planları.(Sara ve Ziya)

GİZLİ EL: Hukuk mezunu Şeref, babası ölünce parasal sıkıntıya düşmüş, Gemlik’te bir memurluk bulmuştur. Orada çiftlik sahibi Aziz Paşa, bir askerî doktorun kendisine tanıştırdığı Şeref’i oğluna öğretmen yapar. Paşa’nın İstanbul’da Fransız okulunda okuyan kızı Seniha’ya da Türkçe dersi veren Şeref, giderek kıza âşık olur. Gizli aşkı anlaşılınca Seniha ile Şeref evlenirler. Şeref kendini hep küçük görmekte, bir işe yaramadığına inanmaktadır. Savaş başlayınca Şeref, Aziz Paşa’nın yardımıyla cepheye gitmez, gene Paşa’nın yardımıyla İstanbul’da bir görev alır, daha sonra dış ülkelere gider. Savaş bitince ünlü ve zengin olmuş, İstanbul’a yerleşmiştir ama karı koca mutlu değildirler. Şeref eğlence hayatına dalar, bir gün nedenini bilmeden tutuklanır, onu gene kayınpederi Aziz Paşa kurtarır. Kendisini nasıl karşılayacağını kestiremediği eşinin yanına, Gemlik’e dönmek ister, döner. Seniha onu içtenlikle karşılar.

DUDAKTAN KALBE: Yanlış yer ve zamanda yaşanmış bir aşkın, verdiği acıları anlatır. Lamia’nın Hüseyin Kenan’dan hamile kalması, sonra evlenememeleri. Başka kişilerle evlenmeleri, ikisinin de eşlerinden ayrılmaları, Lamia’nın olumsuz yanıtı Hüseyin Kenan’ın intiharı ile son bulan bir roman.

KIZILCIK DALLARI: Nadide Hanım’ın yetim olarak konağa aldığı Gülsüm ve onun konak hayatı boyunca başından geçenleri, maruz kaldığı haksızlıkları anlatan bir romandır.

ESKİ HASTALIK: Farklı kültürler çerçevesinde yetişmiş iki insanın hayatlarını birleştirmeleri sonucunda meydana gelen mutsuz bir evlilik; aşk, tutku ve sadakat ve vefa kavramları çevresinde dönen olayları anlatan bir romandır. (Yusuf, Züleyha)

MİSKİNLER TEKKESİ: Türkiye’deki dilencilerin dünyasını ve cahil hocaları başarıyla tasvir eder. Yazarın en dikkate değer eserlerinden biridir. Padişah II. Mahmut dönemi ileri gelenlerinden olup padişaha yakınlığıyla tanınan Kocabaş Kazasker Şemsettin Molla’nın torununun hayatı üzerine kurulmuş bir kitaptır. Padişahın ekmek kırıntılarının kat kat işlemeli bohça ve sedef kutularda saklandığı bir ortamda, padişah dilencisi bir dedenin torunu olan ve hem Meşrutiyet hem Cumhuriyet dönemlerinde yaşayan roman kahramanı, bir çeşit soya çekimle dilenciliği meslek edinir.

DEĞİRMEN: Osmanlı imparatorluğunun son yıllarında Sarıpınar adlı bir ilçede yaşanan ufak bir zelzele sonucu oluşan olayları anlatır.

KAVAK YELLERİ: Ülkemiz insanlarının iç dünyasını, Anadolu gerçeklerini, toplumun durumunu, acı tatlı birçok olayı, aşkı, acıyı, ayrılığı ve dostluğu anlatan bir romandır. Anıların hüzün ve sevinç dolu rüzgârında geçip giden yılları anlatır yazar.

SON SIĞINAK: Yazarın  son eseri olan bu kitapta, çocukluk günlerinin unutulmaz anıları, yolculuklar, umutsuz aşklar, yaşanan acılar, kaçırılmış mutluluklar ve bir tiyatro grubunun başından geçen ilginç olaylar anlatılır.(Süleyman Bey, Servet Bey, Makbule Hanım)

KAN DAVASI: Kurtuluş Savaşı yıllarında sokak çocuğu olarak büyüyen ve bulundukları yerden işgaller yüzünden diyar diyar dolaşan ve en sonunda Çocuk Esirgeme Kurumunda büyüyen, okuyup öğretmen olan, öğretmenlik yaparken cepheye alınan ve hayatının büyük çoğunluğu cephelerde geçen Ömer adında bir öğretmenin başından geçen bir kan davasını anlatmaktadır.

ATEŞ GECESİ: Ateş Gecesi’nin ana karakteri Kemal Murat, ağabeyinin Veliaht Reşat Efendi’nin saraylılarından olması nedeniyle 17-18 yaşlarında, ağabeyleriyle birlikte Milas’a sürgün edilmiştir. Kemal burada bir Rum mahallesinde, dul bir kadın olan Matmazel Varvar’ın evinde kalmaya başlar.

Mahallenin sakinleri için önemli ve büyük bir gece olan “Ateş Yortusu Gecesi”nde Kemal, Afife’yi görür. Girit’ten göçmüş soylu bir ailenin oğlu olan Doktor Selim Bey’in kız kardeşi, evli ve çocuklu bir kadın olan Afife’ye âşık olur ancak aşkına olumlu bir yanıt alamaz.



GÖKYÜZÜ: Romanda 60 yaşında bir adamın mazisinin olmadığını anlaması ve sonuna kadar savunduğu düşüncelerinden çaresiz kaldığı bir anda vazgeçmesi anlatılır.

CUMHURİYET DÖNEMİ:

NECİP FAZIL KISAKÜREK:

AYNADAKİ YALAN: Naci'nin hayatındaki dönüm noktası olarak görülen askerliğinden başlayan muhteşem bir anlatımla, başta Belma'ya olan aşkı, ardından arkadaşı Mine'nin kendisine içten yanışı. Abid ve Mine'nin oyunları ile Naci'nin küçük düşürülmesi. Tüm bunların arasında Naci'nin ruhuna teğet geçen askerken gördüğü Hatçe kız. Nereden bilebilirdi Hatçe'nin onun ruh hâline tasavvuf yolundaki en büyük etkiyi yapacağını? Hüsmen Ağadan aldığı kitaplar ve kitapların maneviyatı. Naci'nin tezini aşağılayan dengesiz profesörler ve onların Batı’yı örnek alarak önemsiz gördükleri eserin Batı’da yankılanması ve değer kazanması. Ve aynı zamanda Mine'nin yersiz kıskançlıkları ve koyu solculuğu içinde Naci'nin hayatına kendininki ile beraber son vermek istemesi. Bir o kadar olanaksız görünen şeylerin farklı değerler kazanması. Belma'nın Naci’ye aşk oyunu oynaması. Naci'nin mürşidini arayışı ve tasavvuf yolundan Allah'a olan aşka derin bir bağlılığa geçmesini anlatan bir eserdir.

KAFA KÂĞIDI: Necip Fazıl’ın kendi çocukluğundan başlayıp eğitim hayatını da ömrü yettiği kadar kaleme aldığı otobiyografik bir romandır.

AHMET HAMDİ TANPINAR:

MAHUR BESTE: Huzur ve Sahnenin Dışındakiler ile beraber üçlemenin ilk kitabını oluşturur. Roman Eyyubi Ebubekir Ağa'ya ithaf olunmuştur. Eyyubi Bekir Ağa'nın da Mahur makamında bir bestesi bulunmaktadır. Bu nedenle ilk bakışta Ahmet Hamdi'nin bu besteden etkilenmiş olduğu düşünülmektedir. Mahur Beste´de Tanpınar´ın diğer eserlerinde de görülen medeniyet meselesi büyük bir ağırlıkla ele alınır. Tanzimat sonrasında toplum hayatımızın her yönüne yansıyan değişim ve başkalaşımın yansıtıldığı ve her fırsatta tartışıldığı bir roman özelliğindedir.

HUZUR: Bir dünya görüşüne, bir hayat nizamına kavuşamamış Cumhuriyet aydınlarının "huzursuzlukları"nı dile getiren roman. Huzur'un kahramanlarından Mümtaz roman boyunca kendisini "huzur"a kavuşturacak bir "iç nizam"ı aramaktadır. Eserde hastalık, ölüm, tabiat, kozmik unsurlar, medeniyet, sosyal meseleler, çeşitli ruh halleri ve estetik fikirler iç içe verilir. Ancak bütün bunların üzerinde romana hâkim olan Mümtaz'la Nuran'ın aşklarıdır. İstanbul bu aşkın yaşandığı çevre olmaktan çıkarak, âdeta bir roman kahramanı gibi ele alınır.

SAHNENİN DIŞINDAKİLER: Kurtuluş Savaşı zamanı İstanbul’unu, ana kahraman aracılığıyla yansıtan, siyasi konuların fazlaca yer aldığı bir romandır. Romanın başlığı, (Sahnenin Dışındakiler) İstanbul; sahnenin içi ise Kurtuluş Savaşı’nın yaşandığı Anadolu’dur.

SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ: Roman “Büyük Ümitler, Küçük Hakikatler, Sabaha Doğru ve Her Mevsimin Bir Sonu Vardır” adlı 4 bölümden oluşur. Romanın kahramanı Hayri İrdal’ın saatlere ve zamana olan ilgisi çocukluk yıllarında başlamıştır. İçinde bulunduğu toplum, Batılaşmanın sosyal hayatın tüm noktalara nüfuz ettiği, kavramların ve terimlerin yeniden anlam bulduğu, toplumsal hafızanın silinip üzerine yeni anlayışların yeni bakış açılarının yazıldığı bir değişim sürecini yaşamaktadır. Hayri İrdal da bu değişim sürecinden nasibini almakta ve gerçek dünya ile hayal dünyası arasında gidip gelmektedir. Olaylar dizisi roman kahramanını bir anda değişim sürecini gerçekleştiren aktörlerden birisi hâline getirir. Halit Ayarcı ile tanışması ve Saatleri Ayarlama Enstitüsünde müdür muavini olarak çalışması hayatının dönüm noktasıdır. 

AYNADAKİ KADIN: Aydaki Kadın Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dörtte üçü bitmiş son romanın, dağınık müsveddelerinden merhum Güler Güven tarafından inşa edilmiş şeklidir.
Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü Tanpınar'ın hayatta iken kitap olarak çıkabilmiş iki romanıdır. Tefrika olarak basılan Sahnenin Dışındakiler ile tefrikası yarım kalan Mahur Beste'yi de okuyucular yıllar sonra okudular. İlk romanı Mahur Beste de yarımdı, son romanı da yarım kalmıştı. Tanpınar yıllarca üzerinde çalıştığı "eserim" diyeceği bu romanın peşindeydi: "Roman bugünkü şekliyle hiç fena değil. Eğer pazarlık etmez, parasızlığa teslim olmazsam gelecek sene mühim bir eserim olur." demektedir günlüklerinde. Aydaki Kadın tam anlamıyla bir Tanpınar romanıdır. Eser kahramanının nice tanıdıklarının bin bir hatırasıyla mekânı doldurduğu İstanbul'un, özellikle Boğaz'ın ve denizin romanı olduğu kadar, bir türlü dile getiremediği için, içte genişleyen, kıvranan ve zehirleyici bir güce dönüşen aşkın romanıdır. "Ben çocukluğumla evlendim. Bu evde doğmuştum. Orada ölmek için evlendim" diyen Leylâ Boğaziçi’dir. Yazar eserini ayrıca siyasî bir roman olarak tasarlamıştır. Türkiye'nin demokrasi tecrübelerinin iflası, insanların İflasıyla birleşir. Bir bakıma hem Huzur hem de Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile birleşen noktaları çoktur. Her romanına kendisini koymuş olan Tanpınar bu romanda da vardır. “Aydaki Kadın”ı günlükleriyle birlikte okuyunca, Tanpınar'ın hayalleri ve günlük gerçekler arasında parçalanışı, Selim'in yaşadıklarında da takip edilebilir.

NAZIM HİKMET RAN:

KAN KONUŞMAZ: Eserde Tanzimat Devri ve yeni yeşeren Anadolu hareketinin atmosferinde Nuri Usta ve onun çevresinde gelişen olaylar anlatılıyor. “Kan konuşmaz”, tarihsel nitelikteki bir kitap olarak dikkatleri üzerine çekiyor.

YEŞİL ELMALAR: Olayları İstanbul’da ve Yeni Gine’de geçen bu cinayet ve macera romanının İstanbul’da geçen heyecanlı sahnelerinden sonra, romancı bizi sömürge memleketlerin egzotik hayatıyla yakından temasa getiriyor. Sonsuz bir servete kavuşmak hırsı içinde yanıp tutuşan altın arayıcılarının yerli sömürge halkına karşı giriştikleri ölüm kalım mücadeleleriyle, Göksel’in kişiliğinde canlandırılan o günün iş adamı, hiçbir ahlak kuralını tanımayan, daha doğrusu ahlak anlayışı menfaat münasebetlerinin dar çerçevesi içine sıkıştırılan iş adamı arasında içten ve gizli bir bağ vardır. Bu özellikleri anlatan sayfalar insana Rönesans devri Avrupa’sında altın aramak için memleket fethine çıkan maceracı ilk İspanyol “conquistador”larını hatırlatıyor. Türkiye’de –küçük çapta da olsa- kapitalizmin gelişmeye başladığı yıllarda ortaya çıkan iş adamı tipinin ilk taslağını çizen bir roman.

YAŞAMAK GÜZEL ŞEY BE KARDEŞİM: Türkiye'deki bir komünist grubun başından geçenleri farklı zaman dilimleri arasında gelgitler yaparak anlatır. Nazım Hikmet yalın ve kısa cümlelerle, yarattığı karakterleri adeta canlıymış gibi aklınıza sokuyor. Çevrilen her sayfa ile romanın biyografik içerik taşıdığını da anlıyorsunuz. İstanbul, Moskova, İzmir şehirleri Osmanlı'nın çöküş dönemi, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet dönemlerinde gözler önüne seriliyor Nazım tarafından. Şehirlerden önemlisi ise Nazım'ın kelimelerle hayat verdiği kahramanlar.

RIFAT ILGAZ:

KARARTMA GECELERİ: II. Dünya Savaşı sürecinde kitabı toplatılan öğretmen-şair Mustafa Ural'ın hikâyesini anlatır. Ilgaz'ın kendi hayatından izlenimler taşır. Eserdeki akıbete uğrayıp bir zamanlar toplatılan Karartma Geceleri 2004 yılında MEB 100 Temel Eser listesine girmiştir.

Romanın başkişisi öğretmen-şair Mustafa Ural’ın kitabı toplatılır. Onun polisten iki buçuk aylık kaçma serüveni, romanın çatısını oluşturur ancak özellikle vurgulanan, o çatının altında yaşananların bir kuşağın yaşadıkları olmasıdır.



FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL:

YILDIZ YAĞMURU: Üzerinde pek durulmamış bir eser olan roman, yazarın yaşam öyküsünden ve Anadolu duyarlılığından izler taşır. Daha çok şiir türünde etkisini hissettiren Memleket Edebiyatı’nın, roman türünde de karşılık bulduğunu örnekleyen roman, hem yazarın tutumunu hem de dönemin egemen siyasal ve sanatsal algısını yansıtır. Bu doğrultuda roman, Memleket Edebiyatı algısının şekillendirdiği bir eser olması özelliğiyle önem kazanır.

MİTHAT CEMAL KUNTAY:

ÜÇ İSTANBUL: Romanda İstanbul'un üç dönemi (İstibdat dönemi, İttihat ve Terakki dönemi ve Mütareke dönemi) 1936 yılından geriye dönerek anlatılır ve Osmanlı Devleti’nin hangi şartlar ve kişilikler altında çöktüğünü sergilenir.

İstanbul'un esere konu olan üç dönemi romanın başkahramanı Adnan'ın yaşamındaki üç dönemi de kapsar; fakir ve idealist Adnan, zengin ve "önemli" Adnan, hasta ve bedbaht Adnan.

Romanda Adnan dışında kırk kadar roman kişisi vardır. Buna karşılık romanın dayandığı hikâyenin arka planındaki üç isim Türk edebiyatının üç önemli şairidir: Namık Kemal, Abdülhak Hamid Tarhan ve Tevfik Fikret.

Adnan’la Belkıs kişilikleri, ilişkileri, olaylar karşısındaki davranışları “sınıf değiştirmek isteyen bir aydınla, çöken bir zümrenin kadını”nın tipik kişilikleri ilişkileri, davranışlarıdır.



MELİH CEVDET ANDAY:

AYLAKLAR: Romanda, Osmanlı zamanından kalma bir konakta, gittikçe ufalmış bir aile ve onların yanında parazit hayatı yaşayan yakınlarından oluşan tembel, aylak, işsiz güçsüz bir grup insan vardır. Roman, bu ailenin zamanla hem maddi hem manevi açıdan çöküşünü ve sonunda dağılışını anlatır.

RAZİYE: İşlediği bir suçtan dolayı köydeki dayısının yanına kaçmak zorunda kalan birinin dayısının çingene kökenli evlatlığına âşık olması, kızın ahlakça düşük olması ve kahramanın hayal kırıklıkları…

YAĞMURLU SOKAK: Edebiyatın, sanatın ölümsüz ve el değmemiş aşklarını gerçek yaşamda bulmaya çalışan bir delikanlının gittikçe beceriksizleşmesi ve gerçeküstü bir ilişkiye sürüklenmesini anlatır.

GİZLİ EMİR: Roman, herkesin kurtuluşu, nereden geleceği belli olmayan ama yine de direnç ve umutla beklediği ve beklemek zorunda olduğu Gizli bir Emir’de aradığı, ezici bir polis yönetimini ele alıyor. Olaylar daha çok, gazeteciler, sanatçılar, özellikle ressamların ve Asayişi Yerleştirme Olağanüstü Teşkilatı’nın kodamanları çevresinde geçiyor. Özgürlük ve sanat ilişkileri konusunda yoğun ve üstün seviyeli tartışmalarla yüklü olan roman, insanların uykularına varıncaya kadar bütün davranış ve düşüncelerini düzen altına almaya çalışan bir polis yönetiminde, kurtuluşun nereden ve nasıl geleceği üstünde bir çağrıdır.

İSA’NIN GÜNCESİ: İsa’nın Güncesi, yoz bir toplumsal düzenin insanlara yansıyışının ilgi çekici bir belgesidir. İnsanlar arasındaki ilişkilerin yalnızca kuşku kuralına göre yönlendiği bir düzeni irdelerken yazar, bir baskı yönetiminin saçmalıklarının da sergiliyor. İsa’nın Güncesi, insanoğlunun yüzyıllar boyunca tuttuğu güncesidir. Baskılara karşı aklın, direnişin utkusunu simgeleyen bir günce...

OKTAY RIFAT HOROZCU:

BİR KADININ PENCERESİNDEN: 12 Mart Darbesi sonrasının gerilimli havasında evliliğini belirli bir aydınlar ortamında sürdürüp çocuklarını büyüten bir kadının genç bir devrimciyle aşkını anlatıyor.
İlk bakışta, birkaç kişinin çevresinde dönüyormuş izlenimini uyandıran bu ilginç roman, ilerledikçe, çetrefil bir iç ilişkiler sürecini geliştirerek belirli bir toplumun, Türk toplumunun toplumsal dramını somutlaştırıyor: Bu, ileriye doğru bir şeyler yaparak sıçramak isteyen genç kuşakların heyecanlı gözü pekliğiyle, devrimciliği kişisel başarısızlıklarının çeşitli yanlarını örtbas etmek için soyut, daha çok lafa dayanan bir entelektüel oyun hâline getiren aydınların dramıdır.

DANABURNU: Bir cinayet üzerine kurulmuş olan eser yozlaşmadan payını almış sıradan insanların çalkantılarını, tutunma çabalarını, küçük çıkarlar uğruna yaptıklarını anlatır. (Yusuf Kendir, Perihan)

SABAHATTİN KUDRET AKSAL:

GAZOZ AĞACI(ÖYKÜ): Saim kahvenin karşısındaki pembe evin kızına âşık olur ve bu hemen mahallede yayılır. Saim, artık kızı görebilmek için günün her vakti kahvededir. Saim, kızı seyretmekten başka bir şeyle ilgilenemez olduğu için sürekli oyunlarda yenilmektedir. Her yenildiğinde karşısındaki gazoz aldığı için en sonunda adı “Gazoz Ağacı”na çıkmıştır. Saim’in içi aşkla dolu olduğundan bu lakabı umursamamaktadır.
Bir gün yolda kızla karşılaşır. Heyecanlanır, dili tutulur. Ona sadece: “Nereye?” diye sorabilmiştir. Kız da yıllardan beri onu tanıyormuş gibi “Eve…” diye cevap vermiştir. Saim’in aylardan beri içi yanmaktadır. Heyecanlansa da kıza duygularını anlatmalıdır. Kıza, onu sevdiğini söyleyiverir. Kıza, onunla evlenmek istediğini anlatır.
Saim, bu olaydan sonra çok değişmiştir. O hovarda genç, un fabrikasında çalışmaya başlamıştır. Tek istediği şey, kızla beraber mahalleden kaçmak, küçük bir odacık tutup yaşamaktır. Düzenli bir hayatı istemektedir. Sabahları işe gittiği, eşinin ona yemek hazırladığı günleri hayal etmektedir.
Bir gün, Saim bu düşüncelerini gerçekleştirir. Kızı da yanına alarak şehrin bir başka ucunda bir apartmanın çatısında bir odalık bir eve taşınır. Daha sonra aralarında bu aşk biter.

ATTİLA İLHAN:

SOKAKTAKİ ADAM: Sokaktaki Adam, Attila İlhan'ın yayımladığı ilk romanıdır. Eserin yayım tarihi 1953'tür. Roman Attila İlhan'ın Zenciler Birbirine Benzemez ve Kurtlar Sofrası eserleriyle birlikte bir üçlemeyi oluşturur. Ne istemediğini bilen ama ne istediğini bir türlü kestiremeyen, yalnız bir adam, Hasan, Saf, duygusal, ürkek, kimliğini Hasan'la bütünleyerek var olan, Yakup, Hasan'ı anlayan, seven, onun sığınağı olan bir fahişe, Meryem...

Aşkını unutmak, için sıkıntısını denizlere akıtmak isteyen Hasan, güzel sanatlar eğitimini yarıda bırakarak gemilerde çalışmaya başlamıştır. Arkadaşı ve sırdaşı kamarot Yakup'la birlikte kaçak kürk işine bulaşırlar...

"Zula"da kürklerle İstanbul'a demirleyip sahile çıktıklarında onları bekleyen, umduklarının aksine bol para değil, macera dolu günlerdir... Nefes kesen bir film tadında, keskin ve gerçek bir roman...

ZENCİLER BİRBİRİNE BENZEMEZ: Avrupa'da komünist ve antikomünist mültecilerle karşılaşan, hayal kırıklığına uğramış bir devrimciyi anlatır. Diyalektik bir yaklaşımla işlenen olaylarda kahramanlar güçlü ve zayıf yanlarıyla okura ulaşır, birbirlerini suçlamaz ve okuyucuda ön yargı oluşturmazlar.

Attila İlhan, Zenciler Birbirine Benzemez için "Kitap 'soğuk savaş'ın en belalı döneminde yazıldı, yayımlandı. Çok ikircikli bir sorunu tartışıyordum. Romanın kahramanı, İstanbul'daki ve Paris'teki 'solcu' çevrelerle düşüp kalkıyor, bunlarla ilişkilerini ve tartışmalarını anlatıyordu, her şeyi olduğu gibi yazmak, romanın yayımlanmasından vazgeçmekle eşitti. Bu bakımdan, içeriğine hafif flu bir hava verdim." demiştir. Romanda Türkiye koşullarında bir doğu-batı çatışmasından yararlanılmıştır. Başkahramanı Mehmet Ali'dir.



KURTLAR SOFRASI: Romanın kahramanı Mahmut Ersoy, Kurtuluş Savaşı'na katılmış, Kuvayımilliye ruhuyla dolu Hüsnü Faik Bey'in çıkardığı ve "1945'te diktatörlüğe ilk başkaldıran gazetelerden" Birlik gazetesinde yazardır. Atatürk devrim ve ilkelerini yaşatmaya azimli bir kadronun karşısında karaborsacılar, çıkarcılar vardır: Zihni Keleşoğlu, Kılçık Nazım, Asım Taga, Seyit Sabri, Mordahay ve İbrahim. Adını taşıyan bir firmanın sahibi Keleşoğlu, cami yaptırarak para hırsını gizlemek, bağışlatmak isteyen bir tip. Ölmüş karısından doğma, Paris'te okumuş kızı Ümit ile içki ve kumar düşkünü ikinci karısı Maide, birbirlerine hiç benzemeyen kişiler. Romanın kurtlar sofrasına yaklaşmış, yaklaşmamış, diğer birçok kişileri, özlemler, yıkılış ve intiharlarla çıkarlar karşımıza. Kolaylık Yapı İnşaat Şirketi'ndeki yolsuzlukları kamuoyuna duyurmak isteyen gazeteci Mahmut Ersoy, bu iş peşinde İstanbul'dan İzmir'e gideceği sırada, iki yıldır sevdiği Ümit’le vedalaşırken genç kızdan ümitlerini kesmek zorunda olduğunu anlar: Kız Mahmut'a uzak bir dünyanın kızıdır. Aradan birkaç gün geçince Mahmut’un esrarlı bir şekilde öldürülüşü, Ümit’in hayat anlayışını değiştirir. Zengin babası Keleşoğlu'nun Kılçık Nazım ile konuşup birbirlerini şiddetle suçlamalarına şahit olan Ümit, baba evinden kaçar, Mahmut’un pansiyonunu tutar, sonra da Birlik gazetesi sahibi Hüsnü Faik Bey'i bularak duyduklarını ona anlatır. Cinayeti ve çevrilen dolapları örten esrar perdesinin kalkmak üzere olması karşısında Keleşoğlu, Almanya'da eski bir dostunun yanına kaçmaya karar verirse de, Kılçık Nazım ile yaptıkları hazırlık yarıda kalır; sahte pasaportlarla daha İstanbul'da yakalanırlar. Roman, Ümit’in, Mahmut’un bir sözünü hatırlamasıyla sona erer: " Memleket bir kurtlar sofrasına döndü mü isyan haktır. " 

Yüklə 1,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin