MEHMET RAUF:
EYLÜL: (İlk psikolojik roman) Suat Hanım ile Süreyya Bey beş yıldır evlidir. Bir yaz dönemi için Boğaziçi'nden küçük bir ev kiralarlar. Bu karı-koca çok mutludurlar. Süreyya Bey’in arkadaşı Necip Bey, aile dostlarıdır ve sık sık onların evlerine gelmektedir. Bazı gecelerde de konuk olarak evlerinde kalır. Necip, Süreyya Bey'in eşi Suat'a karşı derin bir saygı beslemektedir. Bu saygı, bir zaman sonra çok güçlü bir sevgiye dönüşür. Necip, bu sevgiyi kendi içine atar; kendi içinde saklar. Bir gün artık dayanamaz ve Suat'ın eldivenlerinden birinin tekini çalar. Aradan bir süre geçer ve Necip hastalanır. Bu hastalığın nöbetleri sırasında Necip, çaldığı eldiven tekini sayıklar. Bu durumu öğrenen Suat, eldivenin diğer tekini de Necip'e verir. Böylelikle her ikisinin de aşkı açığa çıkmış olur. Ancak iki sevgili de Süreyya'ya ihanet etmez ve bu aşk onların içinde yaşar. Günler geçer. Yaz bitmiş, kış gelmiştir. Tekrar konağa taşınan Suat ile Süreyya’nın evinde bir gün yangın çıkar. Suat evin içinde, alevlerin arasında kalmıştır. Necip onu kurtarmak maksadı ile cesurca eve girer ancak ikisi de kurtulamaz. Aşklarının onların içini yaktığı gibi alevlerin arasında kalarak can verirler.
HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
ŞIK: Satırzade Şöhret Bey alafrangalığa özenir. Madam Potiş isminde ahlak bakımından düşkün bir kadına rastlar. Onunla birkaç gün daha yasayabilmek için annesinin küpelerini çalıp satar ve metresiyle bir lokantada yemek yemeye giderken yanlarına modaya uygun olmak için bir de köpek alırlar. Köpek, başlarına türlü bela getirir. Sokakta öteki sokak köpekleri bunlara hücum eder, iki sarhoş Ermeni külhanbeyi kendi şiveleriyle bunun hakkında iddiaya girişip kavgaya başlarlar. Gittikleri lokantayı köpek altüst eder. Şöhret Bey cebindeki bütün para ile bu ziyanı ödemek mecburiyetinde kalır. Madam Potis’i de eski tanıdığı bir serseri götürür. Geceleyin Madam Potis’in kiracı olduğu eve gidip onu arayan Şöhret’in başına bir çuval kömür tozu dökerler. Bu hâlde dolaşırken arkadaşı Maşuk Bey’e rastlayarak onun evindeki eğlenceye gider. Orada da şıklık ve alafrangalık merakını gülünç bir şekilde dışarı vuracak hareketlerde, münakaşalarda bulunur; Fransızca uydurma manzumeler okur, kan zayıflığının sülükle tedavisi hakkında uydurma nazariyelerden dem vurur. Anlattığı saçmalıklardan sonra kapı dışarı edilirken arkadaşlarının bazı kıymetli eşyalarıyla paralarını da alır. Bir iki gün sonra da Tepebaşı bahçesinde gene gülünç bazı sahnelerden sonra polisin eline düşer.
İFFET: İstanbul’da Fatih civarında karısı, kızı ve oğluyla orta halli bir hayat geçiren Şakir Efendi, Müslüman olmuş bir Macar’dır. Kızı İffet’i Beyoğlu’nda bir Frenk pansiyonunda okutur. İffet’in pansiyondan çıktığının ikinci yılında Şakir Efendi ölünce ailenin durumu bozulur. Bir evden daha ucuzuna taşına taşına, sonunda mezarlıklar kenarında bir kulübeye sığınırlar. İffet nakış, dantel gibi el işleri yapıp satarak annesiyle kardeşini yaşatmaya çalışır. Annesi hastadır, akrabalarından olan nişanlısı Latif, bir iş için gittiği İzmir’de mektuplarını kesmiştir. Bir gün evlerine uğrayan bir kadın, İffet’e, kendisini Göksu’da görüp beğenmiş bir zenginin metresi olması teklifini iletir. Bunu önce nefretle reddeden İffet, durumlarının çok kötüleştiğini görerek sonradan, kadına razı olduğu haberini yollar. Gitmeye hazırlandığı gün heyecan ve üzüntüden fenalaşır, hasta düşer. Bu olayları kâh kendi gördüklerine, kâh İffet’in yazdıklarına göre anlatan Hüseyin Rahmi, bir gün İffet’in mezarını arar, bulur: Sağında anasının, solunda da nişanlısı Latif’in mezarları vardır. İffet’in küçük kardeşi Sabri’nin de bir gemiye tayfa yazıldığını öğrenir.
MÜREBBİYE: Dehri Efendi emeklidir. İyi Fransızca bilir. Çok sert bir aile reisidir. Melahat adında çirkin bir kızı vardır. Şem’i adında 18 yaşında bir de oğlu vardır. Melahat’ın eşi Sadri kendileriyle kalmaktadır. Yalıda bir de Dehri Efendi’nin kardeşi Amca Bey vardır. Bu, Dehri Efendi’den 20 yaş küçük, kambur, çirkin, aynı zamanda züppe bir adamdır. Bütün servetini yiyip bitirdikten sonra ağabeysinin yanına sığınmıştır. Dehri Efendi, bir cariyeden olan iki küçük çocuğu için, Angel adında bir Fransız Mürebbiye tutar. Düşkün bir kadın olan Angel para çekmek için Şem’i’yi, Amca Bey’i, Damat Sadri’yi baştan çıkartır. Üç erkek kıskançlık yüzünden birbirine düşer. Dehri Efendi, Şem’i ile Amca Bey’e yalının harem dairesine girmeyi yasak eder. Haremde kalan Damat Sadri’nin geceleri Angel’in odasına girdiğini öğrenen Şem’i müthiş bir kıskançlığa kapılır, bir gece rakibini öldürmek için elinde hançerle Angel’in odasına gider, kapıyı kırarak içeriye girer. Kilitli bulunan aynalı dolabın anahtarını zorla alır, açar, fakat dolabın içinden Dehri Efendi çıkar. İkisi de düşüp bayılır.
NİMETŞİNAS: Anası Hayriye Hanım’ın yanında İstanbul’a gelen küçük Neriman, hizmetçilik yaptıkları konakta büyür, serpilir, birlikte okula gittikleri evin kızı Nevber’in ölümü üzerine orada duramaz olur, başka bir evin hizmetine geçer. Gönül yükümlülüğüyle kendisini bir evlat gibi sevecenlikle tutan evin işlerine sarılır. Hizmetinde olduğu Talât Hanım’ın kocası Nihat Bey, Neriman’ın gençlik güzelliğine tutulunca gönül borcu yüzünden bu yakınlığa karşı koyar, kendisine evlilik öneren (o dönemde birden çok eşle evlenme olanağı vardır), Nihat Bey’den uzak olmak için evden ayrılır. Kocasının düştüğü bunalım üzerine ona acıyan, alaturka kadın hukukuna boyun eğdiği için bunda bir sakınca görmeyen Talât Hanım, konuşmalarını duyduğu eşinin önerisiyle Neriman’ı bu evliliğe razı etmek isterse de bir nimetşinas olmanın gurur, onur ve boyun borcuyla Neriman, bu öneriyi de geri çevirerek kendi yazgısının yoluna yönelir.
ŞIPSEVDİ: Şık romanında eleştirilen alafrangalık züppesi Şöhret’in daha geliştirilmiş bir örneği olan Meftun Bey; ona hem karakter bozukluğu, ahlak dışı eylemleri, hem de yüzeysel Batılılaşma yanlışıyla benzemekte, çalıntı ve yalana dayalı söylentilerle kişiliğine değer katmayı ummaktadır. Kendisine piyango çıktığı haberini yayarak zengin komşusu Kasım Efendi’nin kızını alır, onun mirasını a hak kanacağı umuduyla yalancı gösterişlere koyulur. Pinti kayınpederinin kendisine yıktığı ev külfetini karşılayamaz, borca batar, kız kardeşiyle evlenmiş olan Kasım Efendi’nin oğlu Mahir’i kandırarak onu hırsızlığa ve evrak yolsuzluğuna iter.
Sonunda her şey açığa çıkınca boşanmak zorunda kalır; yurt dışına kaçar, boşadığı eski alaturka eşi Edibe ise yalancı bir alafrangalaşmanın kurbanı olarak düşer. Tanzimat döneminde başlayan köksüz batılılaşmanın açık bir eleştirisi olan eser, güçlü gözlemlere, harem yaşamının özelliklerine yaslanır, etkili bir alayla eleştiri gücü taşır.
METRES: Hüseyin Rahmi Gürpınar, “Metres”te, mutluluğu ailesinde değil “evlilik dışında” arayan Hami ile Müştak ve Reyhan’ın başlarına gelenleri anlatıyor. Parnas İstanbul´a gelerek “metreslik mesleğiyle” geçinen bir Fransız’dır ve üç arkadaşın yaşamlarına bir bomba gibi düşer. Gürpınar bu romanında, yine “ibret verici” anlatımıyla güldürüyle ağlatıyı harmanlayarak okurlarını hem güldürüyor hem de düşündürüyor.
CADI: Binnaz Hanım öldükten sonra dirilir ve ölümünden sonra hemen evlenen kocası Naşit Nefi Efendi’ye yaşamı zehir eder.
GULYABANİ: Yazarın karşı olduğu peri, gulyabani gibi batıl inançlarla saf ve namuslu insanların nasıl kandırıldığını anlatan ve bilimsel düşünceyi savunan bir romandır.
TESADÜF: İstanbul’da, bir falcı kadının ağına düşürdüğü insanları anlatır. Öyle ki avlananlar arasında yoksul mahallelerin bol dedikodulu, çocuklu ve gürültülü kadınları, külhanbeyi tavırlarıyla racon kesen delikanlılar; batakhaneler ve batakhanelerin güzelleri; çapkınlar, zengin ailelerin eğitimli lakin sorumsuz hayta gençleri var.
MUTALLAKA: Sonu gelmeyen gelin-kaynana kavgalarını anlatan bir eserdir.
KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ: Halley kuyruklu yıldızının dünya yakınından geçeceği günlerin merak ve korkusuyla alevlenen tartışmalara yer veren eser, İrfan Galip’in konferansının yarattığı ilgiyle kendisinden mektup aldığı bir kadın konusundaki sanı ve umutlarıyla beslenir; karşılıklı yazışmalar sonunda kuyrukluyıldızın geçtiği gece mutlu ve umutlu bir evlilik gerçekleşir. Her keresinde olduğu gibi burada da yazar, çeşitli kültür katkılarındaki kişilerin kendilerine özgü niteliklerini, konuşmalarıyla yansıtarak komik ögenin sürmesini sağlar.
BEN DELİ MİYİM: Şadan adında varlıklı ve işsiz güçsüz bir delikanlı, akılca kendi ayarında Kalender Nuri ile birlikte Haşmet Bey-Revan Hanım ailesine musallat olur. Gülünç, hazin, iğrenç olaylardan sonra kadını kocasından ayırırlar. Fakat Kalender Nuri ile Şadan’ın arası bu kadın yüzünden açılır; Şadan daha önce davranarak kadınla evlenir. Kalender Nuri yeni karı kocayı rahat bırakmayınca aklının zaten pek yerinde olmadığını söyleyen Şadan, Kalender Nuri’yi ıssız bir kuyuya atarak öldürür; kendisi de Nuri’nin hayalinin her yerde peşinde olduğu kuruntusu içinde, bir gün beynini dağıtır, ölür.
UTANMAZ ADAM: Edepsiz Avnussalah ve ekibinin, onlardan aşağı kalmaz İstanbul halkıyla yaşadıkları; hayatlarını kazanma telaşı içinde neyi nasıl sömüreceklerini detaylıca düşündükleri hayat hikâyelerinin bir garip romanıdır.
EFSUNCU BABA: İstanbul’da Cerrahpaşa’da, Hobyar semtindeki baba konağında Ebülfâzıl Enverî, kimyahanesi ve gece gündüz çalışan kimyagerleriyle, türlü madenlerin karışımından altın elde etmek ve defineler bulmak sevdasındadır. Enverî’nin tutkularına bir de sevgi entrikası eklenmiş eser, özellikle eski çağlardan gelme bu “ilm-i simya” merakının ayrıntılarını vermesiyle eğlenceli ve ilginç bir romandır.
MİLLÎ EDEBİYAT DÖNEMİ:
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU:
KİRALIK KONAK: Osmanlının son dönemine ait sosyal hayatı anlatır. Naim Efendi emeklidir, karısının ölümü üzerine konağın düzeni bozulur. Naim Efendi’nin kızı Sekine’nin iki çocuğu vardır. Seniha ile Cemil, genç nesli temsil eder. Cemil, Beyoğlu gecelerine düşkün bir öğrenci, Seniha Avrupa hayranıdır. Bir salon genci olan Faik Bey’i sever. Akrabalarından Hakkı Celis ise Seniha’yı uzaktan sevmektedir. Seniha şair ruhlu Hakkı Celis’in görüşleriyle alay eder. Konakta sık sık toplantılar, eğlenceler yapılır.
Naim Efendi paraca sıkıntıya düşer ve borçlanır. Seniha Avrupa’ya kaçar, sevgilisi Faik Bey’i de arkasından sürükler. Babası Servet Bey bir apartman dairesine çıkar. Konak boşalınca Naim Efendi hastalanır. Para sıkıntısı arttığı için Kanlıca’daki yalı kiraya verilir. Konak da kiraya verilmek istenir, fakat kiracı bulunamaz. Seniha Avrupa’dan döner, İstediği hayatı kuramamak yüzünden çöküntüye uğramıştır. Yıkılışın üç nesillik hikâyesi, konağın dağılıp satılığa çıkarılmasıyla biter. Romanda olumlu gelişme gösteren tek kişi Hakkı Celis’tir.
NUR BABA: Bir Bektaşi tekkesi şeyhi ile evli bir kadının tutkulu aşkını anlatır. İçki, müzik, dans ve eğlence ile sabahlara kadar süren ayinler, Bektaşî törenleri ve gelenekleri, tekke hayatı romanda oldukça geniş bir biçimde verilir. Romanın kadın kahramanı Nigar, tensel aşktan mistik aşka geçişi göstermektedir. Romanın diğer kahramanı Nur Baba, önce ölen şeyhin karısı Celile Bacı ile evlenerek tekkeye şeyh olur. Sonra Ziba Hanımefendi’nin servetini tüketir. Daha sonra da Nigar’ı etkisi altına alır. Nigar, Nur Baba için kocasını, çocuklarını, toplumdaki makamını-mevkiini bırakır ve bütün servetini tekkeye bırakır. Ancak Nur Baba, huyundan vazgeçmez. Bir zaman sonra Nigar’ı da bırakır. Sonrasında da Süheyla isminde genç bir bayanla dünya evine girer.
HÜKÜM GECESİ: İttihat ve Terakki Fırkasının egemen olduğu dönemin(II. Meşrutiyet) eleştirisinin muhalif gazeteciler Ahmet Kerim ve Ahmet Samim gözüyle yapıldığı bir romandır. Bir devrin çözülüşünün, içerisine sıkıştırılmış aşk hikâyesiyle birlikte ele alındığı duygusal bir roman. (Ahmet Kerim ve Samiye aşkı)
SODOM VE GOMORE: İşgal yıllarında İstanbul’da yaşanan ahlaki çöküntüyü anlatan bir romandır. Yazar İstanbul’u Lut kavminin iki şehri olan Sodom ve Gomore’ye benzetir.
İstanbul kızları İngiliz subaylarıyla beraber olmaktan gayet mutludurlar. Leyla da bunlardan biridir. Leyla’ya âşık olan Necdet ise bağımsızlıktan umudunu kesmiş, olaylara sadece seyirci kalmıştır. Sevdiği kızın işgalci subaylarla olan yakınlığını görür fakat görmezden gelir, hatta o da bu subayların çevresinde oluşan yüksek sosyeteye katılır. Oysa Necdet’in arkadaşı Cemil bir şeyler yapmak gerektiğini düşünür ve Kuvayi Milliyecilere katılır ve sonunda şehit olur. Fakat o değeri bilinmez insanlardandır, vatan o ve onun gibilerinin kanlarıyla hayat bulmuştur.
YABAN: Millî Mücadele’de bir kolunu kaybeden Ahmet Celal, gittiği köyde yabancı olduğundan, yaban olarak tanımlanır. Köydekilerle hiçbir bağlantısı olmamasına ve subay olmasına rağmen ona düşman gözüyle bakılmaktadır. Köylü-aydın çatışmasını konu edinen bir romandır.
ANKARA: Romanın başkahramanı Selma Hanım’ın hayatı, evlilikleri ve insanî ilişkileri ile birlikte Ankara’nın üç dönemi canlı tasvir ve olaylarla verilir. Bu dönemler:
1. Millî Mücadele’den önceki Ankara (Savaş zenginlerinin, yolsuzlukların ve arayışların Ankara’sı)
2. Millî Mücadele’deki Ankara ( Yeniden toparlanan, zaferi kazanan Ankara)
3. Millî Mücadele’den sonraki Ankara (Savaş sıkıntılarının geride kaldığı, modernleşen ve bir o kadar da özünden kopup sosyeteleşen Ankara)
PANORAMA: Cumhuriyet’in ilanından 1952’ye kadar geçen dönemdeki önemli siyasi olayları, Atatürk devrimlerinin tehlikeleri atlatamadığını, pusuda yatan yobazların varlığını önemle vurgulayan bir romandır. (Servet Bey, Halil Ramiz, Osman Nuri Bey… )
BİR SÜRGÜN: Doktor Hikmet, İstanbul’da yaşayan varlıklı bir ailenin çocuğudur. Babası, Sultan Murat taraftarı olduğu için yıllardır göz hapsinde tutulur. Kendisi de tıp eğitimini tamamladıktan sonra İzmir’e sürgün edilmiştir. İzmir’de Gureba Hastanesinde görev yapan Doktor Hikmet, özgür bir yaşam için Paris’e gitmeyi arzular. 1904’te, İzmir’den kalkan bir vapura ani bir kararla kaçak yolcu olarak binip Paris’e giden Doktor Hikmet, orada kaldığı yıl, kitaplardan ve dergilerden tanıyıp hayranlık duyduğu Fransız kültürünü gerçek yüzüyle yaşamaya çalışır; bu arada şehirdeki bazı Jön Türkler’le tanışır. Paris günlerinde ekonomik sıkıntılar, vefasız aşklar, hastalıklar ve yalnızlık çeker. Paris’te geçirdiği yaklaşık bir yıllık sürenin sonunda verem hastalığına yakalanıp hayatını kaybeden Dr. Hikmet, Paris’te bir mezarlığa defnedilir.
HEP O ŞARKI: Olaylar Sultan Abdülaziz döneminde yaşayan bir kadın karakterin(Münire) ağzından aktarılır. Kiralık Konak’ta görülen konak hayatındaki çözülmenin değişik bir anlatımı gibidir. Münire ile hayatı boyunca âşık olduğu ve kavuşamadığı Cemil Bey arasındaki aşkı anlatır.
REFİK HALİT KARAY:
İSTANBUL’UN İÇ YÜZÜ: Kitap bütün İstanbul’un iç yüzünü değil, yalnızca İstanbul’da yaşayan bir azınlığın iç yüzünü gözler önüne seriyor: Savaş zenginleri, karaborsacılar, vurguncular, İttihat ve Terakki’nin adamları… İstanbul’un “öteki yüzü”, yani halk yok romanda.
ÇETE: İstanbul’da Fransızca öğretmeni olarak çalışan Nezih Suat’ın Türk topraklarının işgalini hazmedemeyerek düşmanlara karşı savaşmak için Kıran takma adıyla çete oluşturması ve Anadolu topraklarının kurtuluşundaki başarıları anlatılmaktadır.
YEZİDİN KIZI: Fransa’da yaşayan bir Türk olan Hikmet Ali, atadan kalma köylerini ziyaret etmek için Marsilya’dan Suriye’ye giderken gemide Kürtçe konuşan Arjantinli gizemli bir kadınla tanışır. Kadının Türkiye’yi de yakından izlediği çıkar ortaya. Öykü ilerledikçe Zeliha’nın Yezidi kavminden olduğu, hatta Yezidin kızı olduğu iddiası, gizemi daha da arttırır.
SÜRGÜN: Romanda sürgüne gönderilen bir yüzbaşıdan bahsedilmektedir. Hilmi Efendi görev sırasında bir üst komutanı ile haklı olduğu bir konuda tartışma yaşayınca Beyrut’a sürgüne gönderilir. Daha gitmeden sürgünün ne kadar kötü ve çekilmez olduğu hissine kapılır. Hayatında ilk defa gittiği Beyrut’ta başına nelerin geleceğinden, kimlerle tanışacağından habersiz bir ruh hâli ile Beyrut’a gider.
NİLGÜN: Türk Prensesi Nilgün, Mapa Melikesi Nilgün ve Nilgün’ün Sonu adıyla yayımlanan bir üçleme... Türkçenin olanakları en güzel bir biçimde kullanılarak yazılan romanda Nilgün çevresinde, yedi yıl boyunca inişli çıkışlı, ayrılıp kavuşmalı derin bir aşkı Afrika ve Hindistan limanlarının, Uzakdoğu adalarının egzotik güzellikleri, renkleri, ışıkları, günbatımı manzaralarıyla, çiçeklerinin, meyvelerinin kokuları, tatlarıyla bir ressam-yazarın kaleminden aktarılıyor.
BUGÜNÜN SARAYLISI: Ata Efendi’nin teyze oğlu Yaşar kızı Ayşen’i İstanbul’a gönderir. Üç yüz lira parayı da ata Efendi’ye kızının barınması karşılığı gönderir. Ata Efendi evde oluşabilecek problemlerden kaygılanır ama zengin olan teyze oğlunun göndereceği para hiç de az değildir. Ayrıca kız güzel ise evde bulunan huzurun kaçabileceğini düşünür. Kız evdekiler de dâhil olmak üzere birçok kişinin ilgisini çeker. Patronun oğlu Rüştü kıza taliptir. Rüştü, Ata Efendi ile iyi ahbap olur. Ata Efendi terfi eder. Daha sonra elçi Sait Reşit ile ilişkisi olan Ayşen yanlış bir karar verir ve elçi ile evlenerek yurt dışına çıkar. Ayşen bu ilişkiden mutlu olmaz ve Rüştü ile Ata Efendi kız geri döndürmek için uğraşırlar. Ayrıca evde kız gidince eski hâline dönmüş parasızlık baş göstermiştir. Kız da geri dönmek istemektedir. Evdekiler kızı özlemişlerdir. Ayşen geri döner. Patronun oğlu Rüştü ile evlenir. Böylece herkesin istediği son ortaya çıkmış olur.
HALİDE EDİP ADIVAR:
SEVİYE TALİP: Batı kültürü ile yetişmiş, sıra dışı, güçlü bir kadın olan Seviye, âşık olarak evlendiği kocası Talip Bey ile aralarındaki aşkın bittiğini ve Macar asıllı müzik öğretmeni Cemal’e âşık olduğunu keşfeder. Ortak zevkleri olan Batı müziği, Seviye ile Cemal’i birbirine daha da bağlar. Seviye, kocası kendisini boşamayı reddedince onu terk edip Cemal ile yaşamaya başlar; evli olmadığı bir adamla yaşamanın tüm zorluklarına karşı mücadele eder.
Fahir, halasının kızı Macide ile evlidir. İngiltere’den döndükten sonra karısını değiştirmeye, Batılı kültüre göre şekillendirmeye çalışır. Macide, kocasını memnun etmek ve vatanını modern bir kadın olarak temsil etmek adına hızlı bir değişim gösterir; Macide’deki değişimlere rağmen Fahir, Seviye’ye âşık olur. Cemal ile nikâhsız yaşadığı için toplum içinde çok zor duruma düşen Seviye, sonunda kocası boşanmaya razı olunca sevgilisi Cemal ile evlenir. Fahir, Seviye’ye olan aşkı yüzünden karısı Macide’yi kaybedince savaşa katılıp ölmeyi ve bir kahraman olarak anılmayı tercih eder.
HANDAN: Mektup şeklinde yazılmıştır. Refik Cemal, Neriman’la evlidir. Handan Neriman’dan üç yaş büyüktür ve kardeş çocuklarıdır. II. Abdülhamit döneminde ihtilalci gençlerden olan Nazım, Handan ile evlenmek ister. Handan kabul etmez. Hüsnü Paşa adlı biriyle evlenir. Bu arada Nazım tutuklanmış, Handan’a iki mektup bırakarak intihar etmiştir. Handan kocasıyla Londra’da bulunmaktadır. Bu sırada Refik Cemal konsoloslukla Londra’ya gider, orada Handan ile tanışır ve âşık olur. Handan beyin hummasına tutulur. Refik Cemal onun başından ayrılmaz, Handan iyileşince Refik Cemal’e sevgisini dışa vurur fakat çektiği vicdan azabından ölür.
RAİK’İN ANNESİ: İstemediği bir genç kızla evlenmek endişesiyle evinden ayrılıp Heybeliada’da bir otele yerleşen Siret’in bu tatil esnasında, şahit olduğu bir aile faciasıdır. Romanda Doğu-Batı meselesi bir problem olarak mukayeseli bir şekilde kendisini göstermeye yaşlar.
YENİ TURAN: Türk edebiyatının ilk siyasal/ideolojik romanı kabul edilir. II. Meşrutiyet döneminde geçen ütopik bir romandır. “Yeni Turan” adlı idealist bir partinin program ve çalışmaları anlatılır. Yazar, eserinde Türkiye’nin 1930’lu yıllarını tasarlamış ve “ademimerkeziyet (federasyon)” biçimini savunmuştur. Romanda Türkçülük bilinci vurgulanmış; Türk olmak, kültürel birlik anlayışı ile açıklanmıştır. Romanı yazdığı yıllarda Türk Ocağının çalışmalarına katılan ve Ziya Gökalp ile tanışma fırsatı bulan Halide Edip’in Türkçülük akımı etkisinde yazdığı tek eseridir. Eserde, Ziya Gökalp’in etkisi belirgin biçimde görülür.
KALP AĞRISI: Aşk üzerine kurulmuş bir romandır. Çocukluktan beri birbirini tanıyan Zeyno ve Azize’nin Hasan’a âşık olmalarını ve Zeyno’nun arkadaşı uğruna bu aşktan vazgeçmesini anlatır.
ZEYNO’NUN OĞLU: Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Doğu Anadolu’da hazırlanmakta olan bir Kürt isyanının hemen öncesinde geçen olayları anlatır. Kalp Ağrısı adlı romanının devamıdır. ”Hiçbir engel millî birlik ve beraberliğimizi sarsamaz. ” ana fikrini taşıyan roman on dört bölümden oluşmaktadır. “Batılı olmak, Batı’yı şeklen taklit etmek değildir.” romanın yardımcı fikridir.
ATEŞTEN GÖMLEK: Edebiyatımızda Kurtuluş Savaşı üzerine yazılan romanların ilkidir. İzmir’in işgali sırasında kocası ve çocuğu düşman tarafından öldürülen Ayşe, İstanbul’a akrabası Peyami’nin yanına gelir. İkisinin yanına Binbaşı İhsan da katılır ve Anadolu ya geçerler, amaçları Kuvayımilliye’ye hizmet etmektir. Bu arada hem Peyami hem de Binbaşı İhsan Ayşe’ye âşık olur. Bu aşk her ikisi için de ateşten bir gömleğe dönüşür.
VURUN KAHPEYE: Aliye, Fransız Lisesini bitirmiş ve öğretmenlik için gönüllü olmuş çağdaş bir bayandır. İlk tayin yeri olarak bir köye gitmiştir. Buradaki diğer öğretmenler başı örtük kimselerdir ve Aliye’yi görünce bayağı yadırgamışlardır. Hatta bu konuda bazı uyarılar bile almıştır. Bir gün bir öğrencisi ile olan probleminden dolayı velisi ile tartışmıştır. Bu kişi ise köyün zenginlerindendir ve nedense Aliye’den hoşlanmıştır. Aliye her defasında onu başından savmıştır. Aliye Tahsin Bey diye bir subay ile tanışmıştır, kısa sürede de birbirlerinde hoşlanmaya başlamışlardır. Bu durum köyün hocası Hacı Fettah Efendi’nin kulağına kadar gitmiştir. Bu iş hacının hoşuna gitmez ve köyde asılsız dedikodular çıkartmaya başlar. Kendini her ne kadar hacı olarak saydırsa da aslında bu adam Yunan generalleri ile anlaşma yapabilecek kadar da haysiyetsiz biridir. Bir gün Tahsin Bey cephede yaralanır ve Aliyelerin evine gelir, Aliye de onu bu durumda bırakmaz ve bir süre evde ona bakar. Köylü bu durumu Hacı Fettah’a bildirir. Hacı Fettah ise “Kahpe, evine erkek almış!” diyerek köylüleri galeyana getirir ve Aliye’yi zorla evinden çıkararak köyün meydanına saçından sürüyerek götürürler. Meydanda insan dışı bir şekilde sopalarla döverek Aliye’yi öldürürler.
TATARCIK: Sinekli Bakkal ve Zeyno’nun Oğlu romanlarının bir devamı niteliğindedir. Romanın konusu, Boğaz’ın Karadeniz kıyılarındaki Poyraz Köyü’nde geçer. Romanın başkahramanı, bir balıkçının kızı olan, “Tatarcık” lakaplı Lale’dir. Eğitimli, çalışarak hayatını kazanan bir genç kız olan Lale, devrin kadınları için bir model olarak öne sürülür. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan eski-yeni çatışmasında Tatarcık, yeninin sembolüdür ve roman, “yeni”nin zaferini ilan eder.
YOLPALAS CİNAYETİ: Kitap, 1900′lerin başında Şişli’de bir konakta işlenen cinayeti, o yılların İstanbul’una dair gözlemleri anlatır. Dönemin İstanbul’unu, aydınların Türkiye’ye ve Avrupa’ya bakışlarını, yeni yeni bilincine varılan sınıf çatışmalarını gözler önüne sermesi bakımından önemlidir. Babası memur olan Sacide kıt kanaat geçinen bir aile kızıdır. Bir gün babasından gizli gezmeye gitmiştir ve Murat isimli zengin bir adamla karşılaşır. Birbirlerine âşık olup evlenirler. Fakat Sacide evlendikten sonra çok değişmiştir, büyüdüğü semti ve çevreyi çok aşağılar.
SİNEKLİ BAKKAL: Roman ilk olarak “Soytarı ve Kızı” adıyla İngilizce yayımlanmıştır. Romanda II. Abdülhamit Döneminin toplumsal yaşamı yansıtılmıştır. Romanın kahramanı Rabia ile Türk toplumundaki değişim süreci anlatılmıştır. Abdülhamit devrinde, Sinekli Bakkal Mahallesi’nin imamının kızı Emine, aynı mahallede bakkallık yapan karagöz ve orta oyuncu Tevfik’le babası istemediği hâlde evlenir. Tevfik orta oyununda zenne rolüne çıktığı için “Kız Tevfik” diye tanınmaktadır. İmam, çok bağnaz bir adamdır. Onun eğitimiyle yetişen Emine, kocasıyla geçinemeyerek ayrılır. Tevfik ünlü bir orta oyuncu olur. Bir oyununda karısının taklidini yaptığı için İstanbul’dan sürülür. Emine’nin Tevfik’ten bir kızı olur, adını Rabia koyarlar. İmam, Rabia’yı dini bir eğitimle yetiştirip hafız yapar. Muhteşem bir sese sahip olan Rabia’ya Selim Paşa’nın konağına gidip gelen Mevlevi Şeyhi Vehbi Dede, alaturka dersi verir. Paşa’nın oğlu Hilmi’ye piyano dersi vermek için konağa gelen İtalyan Piyanist Peregrini, Rabia’nın sesine hayran olur. Rabia’nın ünü tüm şehri sarmıştır. Kur’an okumak için cami cami dolaşmakta ve bütün kazancını imama vermektedir. Kızın babası Tevfik sürgünden döner, Sinekli Bakkal’daki eski bakkal dükkânını yeniden açar. Eserin sonunda Rabia, kendisine âşık olan İtalyan Peregrini ile evlenir.
Dostları ilə paylaş: |