GENÇLİĞİM EYVAH: Romanın başkahramanı olan İhtiyar, bir şeyhin tek varisi olarak babasının gücüne, varlığına ve ününe yakışan bir oğuldur. Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken çiçeği burnunda bir üniversite mezunudur. Nikâhı diploma töreni ile aynı gün kıyılmıştır. Karısı üç aylık gebeyken “ilk iş”ine girişir. Bu iş İttihat ve Terakki Fırkası’nın üç liderini öldürmektir. Karısını bu kadar sevmesine rağmen böyle bir işe girişmesini ömür boyu kimseye açıklamaz. Son sahne olarak sayılabilecek İhtiyar ve Delikanlı arasındaki tartışmayı göz önüne seriyor. Güliz’den sonra Sıdıka’yı da kaybetmek onu çileden çıkarmıştır. Delikanlı etrafında gösterdiği mertlik ve delikanlılık sayesinde gizli servise alınmıştır. İhtiyarın onu seçmesindeki sebep gençlik yıllarına çok benzemesi ve kendi yaptığı hataların onda bulunmamasıdır. Çünkü kendisinden sonra teşkilatın başına onu geçirmeyi planlamaktadır. Delikanlı bunu bilir ama daha sonraları teşkilata giren Güliz’le tanışır. Mesleğine göre ona âşık olmaması lazımdır ama duygularına yenilir. İhtiyardan gizlerler ama günün birinde öğrenir. Daha sonra ayrılırlar. Delikanlı sonraları Sıdıka’ya âşık olur. Buna dayanamayan Güliz onu öldürür. Kitabın finalinde İhtiyar ve Delikanlının konuşmaları vardır. İhtiyar Delikanlıya baştan Güliz’e âşık olmaması gerektiğini söyler. Ve en sonunda Delikanlı ‘merhumeyi nasıl bilirdiniz?’ sorusunu güçlükle cevaplar.
FÜRUZAN
PARASIZ YATILI: Yazarın ilk kitabı olan Parasız Yatılı, Türk öykücülüğünün en önemli eserlerindendir. 1971'de Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan kitap, 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanmıştır. Eseri Ülkü Tamer "çağdaş bir klasik", Memet Fuat ise “edebiyatımızda bir olay” olarak nitelemiştir.
Birbirinden bağımsız on iki öyküden oluşan kitabın temel teması ana-kız ilişkileridir. Kitaptaki öykülerin kahramanları zengin akrabaların yanına sığınmış insanlar, fakir düşmüş asilzadeler, el kapılarından medet uman hizmetçiler, beslemeler, çocuklarıyla hayatta kalmaya çalışan anneler, büyük şehirde tutunmaya çalışan insanlar, kimsenin istemediği çocuklardır. Ana kahraman genellikle kadındır. İlk üç öykü 1967-1968'de yazılmıştır; şiirsel bir tat taşıyan tarzları ile diğerlerinden ayrılırlar.
47’LİLER: 1968 öğrenci hareketlerini ve 12 Mart dönemini konu alır. Adını, çoğu 1947 doğumlu olan gençlerin doğum yılından alır. Romanın başkişisi Emine, üniversitede okurken 1968 dönemi öğrenci hareketlerine katılmış, 12 Mart muhtırasını takiben yapılan tutuklamalar sırasında içeri alınmış ve işkence görmüştür. Hikâye karakterin serbest kalmasından sonra geçmişini hatırlaması ve anılarıyla hayatını anlamlandırmaya çalışmasını içerir. Emine'nin anıları Erzurum'da geçirdiği çocukluk yıllarının, Cumhuriyet'in ilk öğretmen nesillerinden olan anne ve babasının sorunlu idealizminin, eve yardım için gelen Anadolulu halkın, üniversite için İstanbul'a gelmesinin, burada tanıştığı öğrenci arkadaşlarının ve kendi dönemindeki solcu gençliğin etkinliklerinin bir portresini çizer. Bu portre sürekli olarak karakterin hapiste gördüğü işkencenin oldukça detaylı anlatımlarıyla kesilir. Roman Emine'nin özgür ve işkencesiz bir hayata yeniden alışıp dışardaki hayata katılacağı mesajıyla biter.
BERLİN’İN NAR ÇİÇEĞİ: Yazarın ikinci romanıdır. İki çocuk yetiştiren ancak hayatının sonunda yalnız kalan yaşlı Alman kadın Frau Elfriede Lemme ile apartman komşusu Türk ailesinin dostluğunu konu edinir. Türkiye'den Almanya'ya göç eden ailelerin Almanlarla kesişen, iç içe geçen dünyalarını sergiler ve sevginin ön yargıları yıkan birleştirici gücünü anlatır.
İNCİ ARAL:
ÖLÜ ERKEK KUŞLAR: Romanda, kurallarla, ön yargılarla, yasaklarla dolu bir toplumda özgür olmak isteyen taşra kökenli orta sınıf aydın konumundaki üç kişi arasındaki aşk üçgeni anlatılır. Karı koca ilişkisi ve evlilik kurumu sorgulanır. Eserin başkahramanı, aynı zamanda anlatıcısı Suna; gençlik yıllarında sevdiği adamla evlenip çocuk sahibi olur ancak evlilikleri mutlu olmaz. Eşinin kendisine karşı anlayışsız, ilgisiz, sevgisiz davranışları üzerine eşinden boşanan Suna, Ayhan ile tanışıp çok iyi anlaşır ve onunla evlenir.
YENİ YALAN ZAMANLAR: Yeni Yalan Zamanlar'da İnci Aral, zamanla, kendisiyle, toplumla, değerlerle, sözlerin ardındaki anlamlarla, yaşamın şablonlarıyla, bizlere mutlak gerçekler gibi gösterilen görüntü gerçekleriyle ya da gösterilmeyip saklanan ve gizli gerçek diye sunulan şeylerdeki kofluklarla ironik bir dille hesaplaşıyor. Eleştirel bakışı yanında bu roman, duygu dolu yeni sevilerin ve bundan doğan çaresizliklerin de anlatıldığı bir sanat yapıtı. Aile içi şiddetin ve ensestin yansıtıldığı bölümler ise acının yürekteki el izleri gibi paralayıcı. Çarpıcı, şaşırtıcı, yeniliklerle dolu bir kitap..."
MOR: Bir bahçıvanın oğlu, eski solcu, yeni işadamı İlhan, gençlik yıllarında sıradan bir evlilik yapmış, ancak ellisini geçtikten sonra kendinden otuz yaş genç bir kapıcı kızına tutularak ondan bir de çocuk sahibi olmuştur. Hayatında yeni bir sayfa açma isteğiyle eşinden boşanma çabası içindedir. O gece sahip olduğu turistik otelde sevgilisi ve akrabalarıyla birlikte oğlunun birinci yaşını kutlayacaklardır.
Konuklar arasında İlhan'ın mutsuz kız kardeşi ve profesör erkek kardeşiyle onun karısı da vardır. İlhan'ın birlikte yaşadığı genç kadının, bir odada ölümü bekleyen babası ve birkaç yakını da oteldedirler. Öte yandan, İstanbul'daki eş ve yazlıktaki baldız da sahnenin dışında, ama olayın içinde yer alırlar. Mor, İlhan'ın gördüğü tekinsiz bir rüyayla başlar ve yirmi dört saatlik bir sürede geçer; ancak kişilerin geçmişlerine ve geleceğe yönelik düşüncelerine doğru genişleyip yayılarak uzun bir zamanı kapsar.
SAFRAN SARI: Genç yaşta yükselmiş bir yatırım uzmanı, eski eser kaçakçısı bir kadın, üniversite mezunu bir telekız. İnci Aral, "GELECEKSİZLİK" üzerine kurduğu romanında bu üç kişinin kesişen yollarını anlatıyor. Para, güç ve başarı peşinde koşarken kimliklerinden, aşktan ve umutlarından uzaklaşan; en sonunda ruhunu kaybeden insanların serüveni…(Volkan, Melike Eda, Eylem)
ADALET AĞAOĞLU:
ÖLMEYE YATMAK: Roman, Aysel’in bir otel odasında “Ölmeye Yatma(k)”sıyla başlar. Aysel aynı zamanda yazar-anlatıcıdır. Aysel, ilkokul günlerini ve okuldaki bir müsamereyi hatırlar. Cumhuriyet’in ilk yılları ve modernleşme çalışmaları. Köyden çıkıp Ankara’ya okumaya gelen öğrenciler: Ali(meslek lisesinde okur, bir otelde çalışır-yatar kalkar, solcu çevreye girer, radyoda çalışmaya başlar, Aysel’e tutkundur ama bunu dillendiremez..)), Aysel(kadının bireyselmeşini mi simgeler, aydın-kadın bocalaması, Aydın(kaymakamın oğlu, Aysel’e tutkun, modern düşünceli), İlhan(Aysel’in kardeşi, ülkücü)… Romanda, günlük(Aydın’ın) ve mektup türünden faydalanılmıştır. Dündar Öğretmen(iyi niyetli, cumhuriyet öğretmeni...) Yazar bir döneme ışık tutmaya çalışmış, dönemin siyasi sosyal olaylarına, gazete haberlerine yer vermiş romanında. Bu, romanın gerçekliğini arttırırken, edebi değerini sarsıyor sanki. Dar zamanda anlatılan olaylar… Bir dönemin atılımı ve trajedisi, sembolik kahramanlar üzerinden verilmiş. İlhan(ülkücü), Ali(solcu) vb…
Köyden gelen Aysel, zorluklara göğüs gererek okumuş, üniversitede hoca olmuştur, evlidir. Ancak bir öğrencisiyle(Engin) ilişki yaşar, neden? Kendine bir şeyleri ispat etmek için mi? Başkaldırmak, yerleşik kuralları yıkmak için mi? Bir kadının eksik varoluşuyla mı karşı karşıyayız? Bunalım. Ölmeye Yatmak. Ölememek. Hesaplaşma. Muhasebe. Geçmişten o ana bir özet, roman. Yazarın ilk romanı. Dar Zamanlar üçlemesinin ilk kitabı, ÖLMEYE YATMAK… Tarihi atmosferi, psikolojik tahlilleriyle okunası bir roman…
BİR DÜĞÜN GECESİ: Bütün olaylar Ankara’da birkaç saatlik düğün esnasında geçer. Her biri ayrı yollar tutturmuş üç çocuk anası Fitnat Hanım’ın torunu Ayşen evlenmektedir. 12 Mart hadiselerinden bir süre sonradır. Fitnat Hanım’ın büyük oğlu İlhan eski bir milletvekili, hâlen işini bilir zengin bir insandır. Karısı Müjgân da bu burjuva hayatına uymuştur. Fitnat Hanım’ın öğretim üyesi olan küçük kızı Aysel Marksist’tir ve yeğeninin düğününe gelmemiştir. Aysel’in kocası Ömer de Siyasal Bilgilerde profesör iken Marksist düşüncelerinden dolayı bir ara görevinden uzaklaştırılmışsa da tekrar görevine dönmüştür. Fitnat Hanım’ın diğer kızı ressam Tezel inançsız ve bedbin bir Marksist’se de, dönemin adamı olmaya yanaşan solcuları göre göre onlara olan inancını da kaybetmiştir. Tezel iki defa evlenip boşanmıştır, bohem bir hayat sürmektedir. İlhan kızı Ayşen’in anarşistler eline düşmekte olduğunu fark ederek onu bir general oğlu olan Ercan’la alelacele evlendirmektedir. Sevgisizliklerin, yıkılışların, kuşkuların, kaçışların kendinden hoşnutsuzlukların romanıdır. Toplumsal çözülüşün ağır bastığı bir dönemde, umarsız ve yalnız bireylerin umarsız ve yalnız bireylere bel bağlama çabalamaların romanı; nicedir bekleyen bir eleştiricinin romanı; yer yer Sartre’nin ‘Cehennem başkalarıdır.’ sözünü anımsatan bir roman.
HAYIR: Adalet Ağaoğlu’nun yakın tarihimizi "Dar Zamanlar"da keskinleştiren tekniğiyle, edebiyatımıza kalıcı bir soluk kattığı roman dizisinin Ölmeye Yatmak ve Bir Düğün Gecesi’nden sonraki üçüncü halkası. Bu tek başına olduğu kadar bağlantılı olarak da okunabilecek üçüncü halkada ise, bir yanıyla Aysel Dereli’nin çalışmalarıyla hak kazandığı yaşam boyu onur ödülüne hazırlandığı geceden yola çıkarak hem kendi hem de ülkenin 1980 Darbesi ve sonrasındaki yakın geçmişiyle hesaplaşması; diğer yandan da devamını özlettiren ipuçlarıyla "gelecek" yer alıyor...
Adalet Ağaoğlu 50'li yıllarda başlayan oyun yazarlığından 70 sonrasında hız alan roman, öykü, deneme ve günce yazarlığına, Cumhuriyet yazınımızın en önde gelen modern klasiklerindendir.
OĞUZ ATAY:
TUTUNAMAYANLAR: Selim Işık'ın intihar ettiğini öğrenen Turgut Özben, ihmal ettiğini düşündüğü arkadaşının geçmişinin izini sürmeye ve Selim'in tanıdığı insanlar aracılığıyla onu tanımaya çalışır. Her insana farklı bir yönünü gösteren Selim'in görüntüsü, Turgut'un bu insanlarla konuşması sonucu okuyucunun ve Turgut'un gözünde netlik kazanacaktır. Romanda birçok kişi vardır ama her biri aslında Selim'in hayatındaki kişilerdir ve tüm anlatılanlar Selim Işık'ı aydınlatır. Selim Işık "düşünen ve sorgulayan insan"ın simgesidir ve bu yüzden "tutunamamış"tır.
BİR BİLİM ADAMININ ROMANI: Yazar, bu romanda hocası Mustafa İnan’ın hayatını kaleme almıştır. Bu yüzden biyografik bir eserdir. Romanda fakir bir halk insanı olan Mustafa İnan’ın dünyaca tanınan bir (araştırmacı) bilim adamı olma sürecinde yaşadığı güçlükler ve bu güçlüklere rağmen ahlak ve kişiliğinden hiçbir şey kaybetmemiş olması ele alınmaktadır. Oğuz Atay, eser, hocasının fotoğraflarını ekleyerek daha renkli bir eser ortaya koymuştur.
YUSUF ATILGAN:
AYLAK ADAM: Bir ismin bile çok görüldüğü C.’nin bir yıl boyunca başından geçen olayları anlatan kitap, dörde ayrılmış olup her bölümde farklı mevsimlerde C.nin yaşantısını ele almıştır. Babasından kalan emlaklardan aldığı kiralarla çalışmadan geçinebilen C., gününü kitap okuyarak, kahvehanelere, restoranlara, barlara giderek, film izleyerek, bol bol yürüyerek, sanat çevresinden arkadaşlarıyla sohbet ederek ve durmadan düşünerek geçirir… C., toplumla uyuşamayan, ataerkil yapıya ait olamayan, iki kişiden kurulmuş toplumların “en iyisi” olduğunu düşünen ve bu uğurda ‘gerçek aşk’ı arayan; huysuz, sıkılgan, mutsuz ve ‘aylak’ bir adamdır. Romanın konu edildiği bir yıl boyunca C.’nin başından iki aşk macerası geçer. İlkinde üniversite öğrencisi ‘süssüz, sade’ Güler’den umduğunu bulamayan C., yaz aylarında gittiği pansiyonda karşılaştığı eski sevgilisi ‘ressam ve kişilikli’ Ayşe ile de olaylı bir aşk süreci yaşar.
Aylak Adam, aradığı ve tek tutamak olarak gördüğü gerçek sevgiyi, o kadını ararken aslında sürekli O'na teğet geçmektedir. Yolda, tramvayda ya da kumsalda çok yaklaşmakta fakat O'na erişememektedir.
ANAYURT OTELİ: romanında olduğu gibi bu roman da tek karakter üzerine kurulmuştur. Aylak Adam'daki C'nin yerini burada otelin kâtibi olan Zebercet almıştır. Kendisini otelle sınırlayan Zebercet'in dış dünya ve insanlarla ilişkisi asgaridir. Otelde Zebercet ve ortalık hizmetlerini görmesi için alınan ortalıkçı kadından başkası yoktur. Roman, Perşembe gecesi gecikmeli Ankara treniyle gelen bir kadının otelde bir gece kalıp ertesi gün gene geleceğini söyleyip gitmesiyle başlar. Çünkü bu ziyaret Zebercet’in iç dünyasındaki "gerçek bir sevgiyi yaşayabileceği bir kadına sahip olma güdüsünü uyandırır. Zebercet artık kendisini bu kadının geri geleceği ana hazırlar. Bıyığını keser, kendisine yeni elbiseler alır. Bu devre Zebercet’in dış dünyaya açıldığı dönemdir. Bu dönemle beraber Zebercet, içinde daha çok cinsi iştihanın yönlendirdiği ve çocukluktan gelen birtakım baskıların da desteklediği dürtülerin etkisiyle ruh sağlığını kaybetmeye başlar.
ORHAN PAMUK
CEVDET BEY VE OĞULLARI: Nişantaşılı bir ailenin üç kuşak hikâyesini anlatır. Aynı zamanda ev içlerinin renklerini, zamanın akışını, günlük sıradan konuşmaları, akılda kalan kahramanlar aracılığıyla saptarken, okura geleneksel romandan alınacak hazların dikkat ve sevgiyle anlatıldığı bir romandır. İkinci kısım, 30 yıl sonrayı gösterir. Artık Abdülhamit ve meşrutiyet kavgası geride kalmış ve Cumhuriyet ilan edilmiştir. Cevdet Bey, işlerini büyütmüş, Nişantaşı’nda bir konak almıştır. Karısı, eski bir paşa kızı olan Nigân Hanım ile iki oğulları, bir kızları ve iki gelinleri vardır. Oğullarından büyük olanı burjuvazinin bir kopyası gibidir, karısıyla. Osman, babasının işini devralmak, büyütmek istemektedir. Küçük oğul, Refik, ise dengeli ve neşeli gözükür. Arkadaşları, Ömer ve Muhittin ile sürekli tartışırlar, konuşurlar. Ömer, tutkulu ve hırslıdır; zengin olmak ister; Muhittin ise şair, iyi bir şair olmak ister ama pek başarılı olacak gibi değildir. Zamanla Refik hayatındaki dengesini kaybeder, hayatına anlam katmak için inkılâpçılığa sarılır, köy kurtuluşu için bir proje hazırlar. Ömer, doğuda demiryolu yapımına katılır; zenginleşir ancak İstanbul’dan uzaklaşır. Muhittin ise Türkçülere katılır. Cevdet Bey’in vefatının ardından zaten Perihan ve Refik, Cihangir’de bir apartman dairesine taşınır.
Son kısımda artık 1970 yılındayızdır ve Nişantaşı’ndaki konak yerine bir apartman yapılmıştır. Refik Bey kanserden ölmüştür ve oğlu Ahmet ise bir ressamdır. Sol görüşlü olan Ahmet, babasını pek tanımaz ve beğenmez. Nigan Hanım’ın ölümü ile de roman biter.
Roman aslında Türkiye’nin modernleşme sürecini burjuva bir ailenin gözünden anlatmaktadır. Cevdet Bey ve ailesi ile Ömer, Muhittin, Muhtar Bey hep Türk modernleşmesinin farklı karakterleridir. Bir türlü benzenemeyen Avrupa ile uğraş onları çeşitli hayal kırıklıkları ile başka yollara atar.
SESSİZ EV: Biri tarihçi, biri devrimci, biri de zengin olmayı kafasına koymuş üç torunun, 1980 yazında İstanbul’dan elli kilometre uzakta, Cennethisar’da yaşayan babaannelerinin konağında geçirdikleri bir haftanın öyküsüdür.
BEYAZ KALE: Eser, 17. yy. Osmanlısında geçen tarihî bir romandır. Bir Venedik gemisinden esir edilen adam, astronomi ve tıptan anladığını söylediği hâlde köle olarak satılır. Birçok hastayı iyileştirir ve bundan para da kazanır. Bir gün Paşa onu çağırır, Hoca dediği biriyle tanıştırır ve beraber çalışmalarını söyler. Aralarında ilginç bir rekabet başlar. Özellikle astronomi alanında çalışmalar yaparlar. Padişahı bile etkilerler. Ama daha çok Hoca göz önündedir. Şehirde çıkan vebayı önlemeyi başarırlar.
Hoca iyice mevki sahibi olur. Padişah Hoca’ya müthiş bir silah yapmasını emreder. Hoca büyük bir makine yapar. Sefere zorlukla götürürler. Beyaz Kale’ye gelirler. Ama silah çamura saplanır ve çalışmaz. Üstelik askerleri ezer. Padişah öfkelenir. Adam, kendisine çok benzeyen Hoca’nın yerine ölüme gider. Ama kaçmayı başarır ve İtalya’ya giderek canını kurtarır. Zaten Padişah da tahttan indirilmiştir.
KARA KİTAP: Galip, çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüya’yı karlı bir kış günü İstanbul da aramaya başlar. Okuyucu, bir esrarlı âlemin işaretleriyle dolu İstanbul’da Galip’in araştırmalarını ve karşılaştığı kişileri izlerken, bir yandan da bu araştırmaları değişik işaretler ve tuhaf hikâyelerle tamamlayan köşe yazarı Celal’in satırlarıyla karşılaşır. Bu araştırma Galip’i hem rüyaya hem de hayatımızın içine gömüldüğü kayıp esrara doğru çekecektir.
YENİ HAYAT: Okuduğu bir kitaptan sarsılarak etkilenen, sayfalardan neredeyse fışkıran ışığa bütün hayatını veren ve kitabın vaat ettiği yeni hayatın peşinden koşan bir kahramanın olağanüstü hikâyesini anlatır. Kitabın etkisiyle âşık olur, üniversite öğrenciliğinden uzaklaşır, İstanbul'dan ayrılır, bitip tükenmeyen otobüs yolculuklarına çıkar, taşra şehirlerine doğru savrulur. Onunla birlikte ve aynı hızla sürüklenen okuyucu, kahramanın okuduğu kitabı değil, başından geçenleri izleyerek bize özgü bir hüznün ve şiddetin ta kalbinde bulur kendini. Siyah beyaz televizyonlu kahvelere, video seyredilen otobüslere, trafik kazalarına, siyasi kumpas ve cinayetlere, bayi örgütlerine, paranoyakça kuramlara, saat kadar dakik muhbirlere, kaybolan eski eşyaların şiirine, taşranın öfkesine uzanan bu harikulade yolculukla karşılaşırız romanda. Bir yandan Hayat'ın, Eşsiz Anılar'ın, Ölüm'ün, Yazı'nın, Kaza'nın sırlarına, bir yandan da çocukluğun resimli romanlarına, bir belirip bir kaybolan meleğe ve Dante'nin, Rilke'nin şiirlerine açılan benzersiz bir roman.
BENİM ADIM KIRMIZI: Olay 1591 yılında Osmanlı padişahı III. Murat'ın saltanat döneminde 9 gün süreyle karlı bir havada İstanbul'da geçer. Saray hattatları ve nakkaşları padişahın emriyle hazırlanan bir kitap için gizlice Frenk etkisi taşıyan resimler yaparlar. Kitabın başlıca kahramanları, sanatçıları evinde barındıran evin kızı Şeküre ve ona âşık olan teyze oğlu Kara'dır. İstanbul'da pahalılık ve korku hüküm sürmekteyken bu evdeki hattatlar ve nakkaşlar kahvehanelerde toplanıp meddahların anlattığı hikâyeleri dinleyerek eğlenirler. Benim Adım Kırmızı’nın bir özelliği de kitabın her karakterinin kendi dilinden konuşması, ölülerin ve cansız nesnelerin dile gelerek kitabın öyküsünü kendi bakış açılarından anlatmalarıdır.
KAR: On iki yıldır Almanya'da sürgün olan şair KA(Kerim Alakuş) Türkiye’ye dönüşünden dört gün sonra, bir söyleşi için Kars şehrinde bulur kendini. Ağır ağır ve hiç durmadan yağan karın altında sokak sokak, dükkân dükkân bu hüzünlü ve güzel şehri ve insanlarını tanımaya çalışır. Kars'ta ağzına kadar işsizlerle dolu çayhaneler, dışarıdan gelmiş ve kardan mahsur kalmış gezgin bir tiyatro kumpanyası, intihar eden ve türban direnişi yapan kızlar, çeşitli siyasal gruplar, dedikodular, söylentiler, Karpalas Oteli ve sahibi Turgut Bey ile kızları İpek ve Kadife ve KA için bir aşk ve mutluluk vaadi vardır.
MASUMİYET MÜZESİ: Yazarın kızı Rüya'ya ithaf ettiği aşk romanıdır. Günlük hayat, resim, arkadaşlık, yalnızlık, mutluluk, gazeteler ve televizyon, aile gibi konuları barındıran roman, Pamuk'un on yıllık çalışması sonucu oluşturuldu. Roman, Türkiye'de piyasaya çıktıktan sonraki ilk üç günde en çok satanlar listesinde birinci sıraya yerleşti.
1975 yılı ile başlayan kitapta, tekstil zengini Basmacı ailesinin okumuş 30 yaşındaki oğulları Kemal ile uzak akrabaları, yoksul Keskin ailesinin 18 yaşındaki güzel kızı, tezgâhtarlık yapan Füsun arasındaki aşk anlatılmaktadır. Romanın çeviri hakları kitap basılmadan satıldı ve Türkiye'den sonra ilk kez Almanya'da Das Museum der Unschuld adıyla yüz bin adet basılacağı bildirildi. New York Times tarafından “2009’un En İyi Kitapları" listesinde yer aldı.
Ayrıca kitaptan esinlenerek bir müze oluşturuldu ve bu müze, 28 Nisan 2012'de açıldı. Orhan Pamuk'un yöneticiliğini yaptığı ve aynı zamanda İstanbul'un ilk şehir müzesi olma özelliğini taşıyan müze, Çukurcuma'da yer alan 1897 yapımı üç katlı tarihi binadan oluşmaktadır.
HASAN YILDIZ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI
Dostları ilə paylaş: |