Deyimler-Açıqlamalar



Yüklə 0,8 Mb.
səhifə6/16
tarix12.01.2019
ölçüsü0,8 Mb.
#95117
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16

Dobra dobra söylemek : Hiçbir şeyden çekinmeden, sözü eğip bükmeden, dosdoğru, açık açık konuşmak” Dobra dobra konuşan insanları severim”

Doğmamış çocuğa don biçmek : Henüz ele geçmemiş bir şey, gerçekleşmesi kesin olarak bilinmeyen bir durum için hazırlık yapmak.

Dokuz doğurmak : 1. Bir işi güçlükle ve sıkıntı içinde sonuca ulaştırmak. 2. Merakla, heyecanla, sabırsızlıkla, sıkıntı çekerek beklemek” İşe geç kalmıştı, yeni araba gelinceye kadar dokuz doğurdu”

Dokuz köyden kovulmuş : Geçimsizliği, hatalı davranışları yüzünden birçok yerden atılmış kimse.

Dolap çevirmek : Hile, düzen ve dalavere ile iş yapmak” Yine ne dolap çeviriyor acaba?"

Dolma yutmak : Kanıp aldanmak” Ona dolma yutturacağını hiç sanmam!"

Dolu dizgin : 1. Son hızla (süvari ve at arabası için). 2. Önüne geçilemeyecek biçimde, çok fazla olarak” Kinlerimizi dolu dizgin salıverdik düşmanın üstüne”

Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı : İçinden çıkılamayan güç bir durum karşısında söylenir. "Her yolu denedim, çözüm yolu bulamadım" anlamına gelir.

Domuzdan kıl çekmek : Sevilmeyen, eli sıkı olan, cimri bir kimseden bir şey alabilmek” Domuzdan bir kıl koparmak kardır”

Don gömlek : Çıplak, üzerinde sadece don ve gömlek var denilecek kadar soyunmuş halde” Adamı, don gömlek kalacak kadar soydular”

Dostlar alışverişte görsün : Gösteriş olsun; amaç iş yapıyor görünmek, iş yapmak değil” Güya çalışıyor, dostlar alışverişte görsün!"

Dökülüp saçılmak : 1. Bir şey uğruna fazla para harcamak, masraf etmek. 2. Soyunmak, çok açık giyinmek” Düğün yapıyorum diye sakın dökülüp saçılma, yoksa kendini toplayamazsın”

Dört ayak üstüne düşmek : Tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak” Nasıl oluyor da, bu adam hep dört ayak üstüne düşüyor?"

Dört başı mamur : Her yanı bakımlı, elverişli, güzel, tam istenildiği gibi” Alırsam dört başı mamur bir ev alacağım”

Dört dönmek : Bir işi yapmak için korku, heyecan, telaş, şaşkınlık içinde sağa sola koşmak, çare aramak” Kadıncağız haberi alır almaz odanın içinde dört dönmeye başladı”

Dört elle sarılmak : Yapacağı işe büyük bir önem verip özen göstererek girişmek” Başarılı olmak mı istiyorsun, dört elle sarıl işine!"

Dört gözle beklemek : Özleyerek, çok isteyerek, büyük bir sabırsızlıkla beklemek” Annemin yolunu dört gözle beklemeye başladım”

Dudak bükmek : Umursamamak, beğenmemek, küçümsemek” Yeni alınan elbiseye şöyle bir dudak büküp geçti”

Dudak ısırmak : Hayret etmek, şaşırmak” Beni karşısında görünce dudağını ısıracak eminim”

Dudak ısırtmak : 1. Hayran bırakmak. 2. Şaşkınlığa, hayrete düşürmek” Yazdığı son kitabıyla dudak ısırttı herkese”

Duman attırmak : Geride bırakmak, zor duruma düşürmek, birini yıldırmak” Silahını çeken komutan etrafa duman attırmaya başladı”

Duman etmek : Bozmak, ortalığı dağıtmak, yok etmek; yenmek, birine karşı başarı sağlamak” Askerler ortalığı toz duman ettiler”

Duman olmak : 1. Ortadan kaybolmak. 2. Durumu, düzeni, işi bozulmak. Kötü olmak” Çabuk duman ol buradan, gözüm görmesin seni!"

Dumanı üstünde : 1. Çok taze (sebze ve meyve için). 2. Çok yeni, üzerinden zaman geçmemiş” Şu elmalara bak, daha dumanı üstünde bunların”

Durduğu yerde : 1. Hiç gereği yokken. 2. Kolaylıkla, hiç emek ve çaba harcamadan” Adam durduğu yerde para kazanıyor, anlamadım bu işi!"

Durup dinlenmeden : Sürekli olarak, ara vermeden, arka arkaya” Yıllar yılı durup dinlenmeden çalıştım sizin için”

Durup dururken : 1. Birden bire, ansızın. 2. Hiç gereği veya sebebi yokken” Durup dururken bir tokat attı arkadaşına”

Dut yemiş bülbüle dönmek : Susmak; konuşkanlığını, sevincini, neşesini yitirmek; sesi çıkmaz olmak” Onu dut yemiş bülbüle döndürmezsem bana da Hasan demesinler!"

Düğüm noktası : Bir meselenin sonuçlandırılması için çözülmesi, açıklığa kavuşturulması gereken en güç yanı” Biz işin daha düğüm noktasını tespit etmiş değiliz ki!"

Düğün bayram etmek : Çok sevinç duymak, topluca neşeli bir duruma kavuşmak” Ağabeyim savaştan sağ salim dönünce ailece bayram ettik”

Düğün evi gibi : Çok kalabalık ve telaşlı görülen yer” Hayrola, dün akşam sizin sokak düğün evi gibiymiş!"

Dümen çevirmek : Düzen kurup, hileli iş yapmak” Yine ne dümen çeviriyorsunuz siz?"

Dümen kırmak : Yön değiştirmek.

Dümen suyunda gitmek : Birine bağımlı olmak, birinin tuttuğu yolu izlemek, hemen her şeyde ona uyarak onun istediğini yapmak” Başkasının dümen suyundan gidenler kişiliklerini bulamazlar”

Dünkü çocuk : Deneyimi az, toy acemi” Dünkü çocukların aklına ihtiyacım yok benim”

Dünya başına yıkılmak : Dara düşmek, felakete uğramak, umutlarını yitirmek, çok üzülüp acı çekmek” Trafik kazasında kocasını ve iki çocuğunu kaybeden kadının dünyası başına yıkılmıştı”

Dünya bir araya gelse : "Bütün insanlar engel olmaya kalksa bile, asla, hiçbir zaman, kim ne derse desin" anlamında, yine bildiğini yapma durumu için kullanılır” Dünya bir araya gelse de ben o adamla barışmam”

Dünya gözü ile : Ölmeden önce, yaşarken” Dünya gözü ile Almanyadaki kardeşimi bir daha görsem”

Dünya yıkılsa umurunda değil : Hiçbir şeyle ilgilenmemek, umursuz olmak, sorumluluk duymamak” Sakın dünya yıkılsa umurumda değil deme bana”

Dünyadan elini eteğini çekmek : Bir kenara çekilip toplum ile ilişkisini kesmek, toplumun yaşayışına karışmaz olmak, daha çok ibadetle meşgul olmak ve dünya işleriyle ilgilenmez olmak” Bizim komşu her nedense dünyadan elini eteğini çekti, görünmez oldu sanki”

Dünyadan haberi olmamak : Çevresinden, çağından ve çağının getirdiklerinden, zamanında yaşanan hayattan haberli olmamak” Sen dünyadan haberi olmayan bir adamsın, ne anlarsın bu işten, lütfen karışma!"

Dünyalar onun olmak : Oldukça çok sevinmek” Babası istediği oyuncağı getirince dünyalar onun oldu sanki”

Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak : Dünyada insanın başına neler gelebileceğini öğrenmek, zorluklarla karşılaşmak, tecrübe kazanmak” Elbet sen de bir gün dünyanın kaç bucak olduğunu anlayacaksın”

Dünyanın öbür ucu : Çok uzak yer” Ali de dünyanın öbür ucunda oturuyor”

Dünyayı toz pembe görmek : İyimser olmak, üzücü durumlara bile iyi gözle bakmak” Bırak artık şu dünyayı toz pembe görmeyi, aç gözlerini!"

Düşe kalka : 1. İşi kimi zaman iyi, kimi zaman kötü olarak güçlükle, uğraşa uğraşa (yapmak). 2. Biriyle yakın ilişki kurarak” Sokak serserileriyle düşe kalka iyice bozuldu, sapıttı”

Düşeş atmak : Umulmadık bir başarı kazanmak” Düşeş attı bizim oğlan, şimdi yanına da yaklaştırmaz kimseyi”

Düşman çatlatmak : Nisbet yapmak, iyi durum ve başarılarıyla düşmanı kızdırmak ve kıskandırmak” Düşman çatlatmakta da üstüne yok senin!"

Düşman kesilmek : Düşman olmak, düşman gibi görünüp tavır almak” Yalnız benim değil, bütün ailenin düşmanı kesilmişti”

Düşünüp taşınmak : Bir meseleyi enine boyuna tartmak, konuyu bütün yönleriyle incelemek, iyice düşünüp ona göre davranmak” Acele etme, düşünüp taşın öyle karar ver”

Düşüp kalkmak : 1. Yakın arkadaşlık etmek. 2. Yasa ve gelenek dışı kadın ve erkekle birlikte yaşamak veya sık sık bir araya gelmek” Seni bu hale getirenler düşüp kalktığın arkadaşlarındır. Hala anlamadın mı?"

Düttürü Leyla : Gülünç, tuhaf, daracık ve kısacık giyinmiş kadın” Sana hiç yakışmamış, düttürü Leyla gibi olmuşsun”

Ecel aman verirse : Ölmezsem, ömür yeterse” Ecel aman verirse torunumu da görürüm”

Ecel teri dökmek : Çok korkmak, heyecan içinde bulunup terlemek, korku ve bunalım içinde olmak” Köprüden geçerken ecel terleri döktüler”

Eceli gelmek : Ölmek, sonu gelmek, yok oluş vakti gelmek” Herkesin eceli gelecek ve bu dünyadan göçecek”

Eceline susamak : Ölümüne yol açacak kadar tehlikeli işlere girişmek” Bırak o silahı elinden, eceline mi susadın sen?"

Eciş bücüş : Çarpuk çurpuk, eğri büğrü, düzgün yanı olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan” Eciş bücüş bir yazıyla karşılaşınca şaşırdı”

Edebiyat yapmak : Bir işe yaramayan, konuyu açıklamaya yetmeyen, gerçeği yansıtmayan süslü, parlak ve gereksiz sözler söylemek” Edebiyat yapmaya amma da meraklı bir insanmış”

Efkar dağıtmak : Sıkıntıyı gidermek, üzüntüyü yok etmeye çalışmak” Sahile efkar dağıtmak için inmiş olmalı”

Eğri (gözle) bakmak : Kötü düşünce besleyerek bakmak” O, hiç kimseye eğri gözle bakmazdı”

Ekmeğinden etmek : İşinden çıkarmak veya atmak” Adamı durup dururken ekmeğinden ettiler”

Ekmeğine yağ sürmek : Birinin yararına göre eylemde bulunmak, istemese de birinin işine yarayacak biçimde hareket etmek” O işi bana vermemekle yabancıların ekmeğine yağ sürdün sen”

Ekmeğini kazanmak : Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı kazanmak” Kaygılanma, ekmeğini kazanmasını bilir o”

Ekmeğini taştan çıkarmak : En zor işleri bile yapıp geçimini sağlayacak beceriklikte olmak, her türlü işi yapmak” Ekmeğini taştan çıkaran insanların arasına katılmakta gecikmedi”

Ekmek elden su gölden : Kendisi kazanmayıp başkalarının kazancı ile geçinen kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.

Ekmek kapısı : Çalışıp para kazanılan, geçim sağlayan iş yeri” O dükkan benim ekmek kapım, asla satmam, satamam onu!"

Ekmek parası : Kazanç, geçinmek için kazanılan para” Ekmek parası kolay kolay kazanılmıyor”

Eksik gedik : Ufak tefek ihtiyaçlar” İkramiye ile eksiği gediği kapadılar”

Ekşi yüz : Somurtkan, asık yüz” Onun ekşi yüz göstermeye hakkı yoktu”

El açmak : 1. Dilenmek. 2. Başkasının yardımını almak için yalvarmak” İhtiyarlayıp da el açacağı hiç aklına gelmemişti”

El altından : Kimsenin haberi olmadan, gizlice” Parayı el altından verdi”

El atmak : 1. Bir işe girişmek. 2. Birisinin işine karışmak” Üstüne vazife olmayan işe el atma sakın!.”

El ayak çekilmek : Ortalıkta kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek” Bu iş ancak el ayak çekildikten sonra yapılır”

El basmak : Yemin etmek, kutsal bir şey üzerine el koyarak ant içmek” Kurana el basarım ki bu işi ben yapmadım”

El çabukluğu : 1. Bir işi çok çabuk yapabilme ustalığı. 2. Hilesini kimseye sezdirmeyecek biçimde yapabilme” Adamın cebinden el çabukluğu ile cüzdanı çekiverdi”

El elde baş başta : 1. Masrafla para birbirine denk geldi. 2. Yapılan işin sonunda ne kar ne de zarar edildi” Alışverişten el elde baş başta döndü”

El ele vermek : Güçleri birleştirip işbirliği yapmak, yardımlaşmak” Bu yolu ancak el ele verirsek yapabiliriz”

El emeği : 1. Elle yapılan işe harcanan emek. 2. Elle yapılan çalışmanın karşılığı” El emeğinin karşılığı değildir bu para”

El kadar : Küçük, küçücük” El kadar çocuk işime karışamaz benim”

El kaldırmak : 1. Kendisinden büyüğe vurmak için elini kaldırmak. 2. Bir şey söylemek istediğini, oy verdiğini elini kaldırarak belirtmek” Sen ne cüretle babana el kaldırırsın!"

El kapısı : 1. Bir kızın gelin gittiği ev. 2. Yabancıların memleketi, evi, yurdu” Yıllarca el kapılarında çalıştım durdum”

El koymak : 1. Bir meselenin yetkili organlarca incelenmeye başlaması. 2. Buyruğu altına almak, hükümetçe uygun görülen mal, arazi ve kuruluşa hakim olmak” Hükümetin el koyduğu arazi burdan başlıyor”

El oğlu : 1. Yabancı. 2. Damat” El oğluna güvenme sakın!"

El sürmemek : 1. Dokunmamak, hiç değmemek. 2. Yapımına başlamamak” İşe el sürmeye vakit bulamadım daha”

El uzatmak : 1. Birine yardım etmek. 2. Dokunmaya, almaya çalışmak” O bizim bir yakınımız, ona elimizi uzatmalıyız hemen”

El üstünde tutulmak : Çok değer verilip sevilmek, kendisine büyük ölçüde saygı gösterilmek” Dedem ailemizde el üstünde tutulurdu”

El yordamıyla : Tahminlerine, sezgilerine dayanıp elle yoklayarak” El yordamıyla kibrit kutusunu buldum”

Elde avuçta bir şey kalmamak : Parasını, malını, tüm varlığını harcayıp bitirmiş olmak” Elde avuçta bir şey kalmayınca ne yapacağını şaşırdı”

Elde etmek : 1. Bir şeye sahip olmak. 2. Bir kimseyi kendi yanına çekmek” Onun gibi dürüstleri elde edemezsin, boşuna uğraşma”

Elde kalmak : 1. Bir malın satılmayıp geride kalan kısmı. 2. Harcanandan arta kalmış olmak” Şu kasadaki üzümler elde kaldı”

Elden ayaktan düşmek (veya kesilmek) : Yaşlılık, hastalık sebebiyle iş yapamaz, yürüyemez, kendi işini göremez duruma gelmek” Allah kimseyi elden ayaktan düşürmesin”

Elden çıkmak : Malı olmaktan çıkmak” O arsa elden çıktığı için üzüldüm”

Elden düşme : Az kullanılmış” Elden düşme bir araba aldı”

Elden ele dolaşmak : Pek çok kişi tarafından kullanılmak, bir çok sahip eline geçmek” Elden ele dolaşan atı nihayet geri almayı başardı”

Elden geçirmek : Eksiklikleri düzeltmek, onarmak; denetlemek için pek çok şeyi ele alıp yoklamak, gözden geçirmek” Yaptığın işi bir daha elden geçir”

Elden gitmek : Bir şeyi yitirmek, ondan yoksun kalmak” Bütün mal mülk bir hiç uğruna elden gitti”

Ele almak : 1. Bir şey üzerinde çalışmaya başlamış olmak. 2. İncelemek, araştırmak veya tenkit etmek” Konuyu yeni baştan bir daha ele alalım”

Ele avuca sığmamak : 1. Şımarık davranmak. 2. Söz dinlememek, kural tanımamak, zapt edilememek” Sen ne ele avuca sığmaz bir çocukmuşsun meğer”

Ele geçirmek : Sahip olmak, kaçan bir kimseyi yakalamak” Şu toprak parçasını da ele geçirdik mi işimiz tamam demektir”

Ele vermek : Bulunduğu yeri haber vererek suçluyu yakalatmak” Katili ele vermeyi kafasına koyarak sokağa çıktı”

Elekten geçirmek : Titizlikle seçmek; iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı birbirinden ayırmak” Şu dosyayı bir daha elekten geçirin”

Eli açık : Cömert, çok para harcayan, sakınmadan para verebilen” Eli açık olan insanları severim”

Eli ağır : 1. Oldukça yavaş iş yapan. 2. Vurunca çok acıtan” Eli o kadar ağırmış ki enseme gülle düştü sandım”

Eli altında olmak : 1. İstediği anda ele alıp kullanabileceği bir yerde bulunmak. 2. Buyruğunda olmak” İyi bir usta, araç ve gereçlerinin elinin altında olmasını ister”

Eli ayağı buz kesilmek : 1. Korku, heyecan ve üzüntüden ne yapacağını bilemez duruma gelmek, donup kalmak. 2. Çok üşümek” Haydi elimiz ayağımız buz kesmeden girelim içeri”

Eli ayağı tutmak : İş yapabilecek güçte olmak, bedenî gücü var olmak” Çok şükür şimdilik elimiz ayağımız tutuyor”

Eli bayraklı : Kavgacı, şirret, edepsiz” Onun eli bayraklı bir kadın olduğunu daha yeni anladınız”

Eli bol : Cömert, esirgemeyen, çok para ve eşyası olan” Duyduğumuza göre Hasan Çavuş eli bol bir insanmış”

Eli boş dönmek : Umduğunu alamadan geri dönmek” Eli boş döneceği hiç aklıma gelmezdi”

Eli böğründe kalmak : Çaresiz kalmak, bir şey yapamaz duruma gelmek, başarısızlığa uğramak” Tek hayvanın öldüğünü görünce eli böğründe kaldı”

Eli cebine gitmemek (veya varmamak) : Cimri olmak, para harcamaya kıyamamak” Ondan da yardım istediler, ancak eli cebine bir türlü gitmedi, arkasını dönüp uzaklaştı”

Eli çabuk : Süratli iş gören” Eli çabuk adamlara ihtiyacımız var”

Eli darda : Geçimi için para sıkıntısı çeken” Eli darda insanlara yardım etmek insanlık borcudur”

Eli değmemek : Bir işi yapmaya zaman bulamamak” Odanı temizlemeye elim değmiyor”

Eli hafif : İncitmeden, can yakmadan iş gören” İğneyi Hatice hemşireye vurdurun eli hafiftir onun”

Eli kalem tutmak : 1. Yazı yazmayı bilmek. 2. Düşüncelerini derli toplu güzel bir ifade ile yazabilmek” Elin kalem tutmaz mı senin?"

Eli sıkı : Kolay para harcamayan, cimri, çok tutumlu” Bu kadar eli sıkı bir adam olmak zorunda değilsin”

Eli uzun : Hırsız, fırsat buldukça bir şeyler aşırmaktan geri kalmayan.

Eli varmamak : Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak” Bulaşıkları yıkamaya bir türlü elim varmıyor”

Eli yatmak : Bir işe eli alışkın olmak, bir işi yapabilecek el becerisi bulunmak.

Elifi görse mertek sanır : Cahil, okuması yazması yoktur” Ona mı akıl danışıyorsun, elifi görse mertek sanır o. "

Elinden iş çıkmamak : Çabuk iş yapamamak” Bırakın onu, elinden iş çıkmaz birine ihtiyacımız yok”

Elinden tutmak : 1. Destek olmak, ilerlemesi için yardımda bulunmak. 2. Yürümesine, kalkmasına, inmesine, çıkmasına yardım etmek” Hayatım boyunca elimden tutan olmadı”

Eline düşmek : 1. Birine muhtaç olmak. 2. Yakalanmak. 3. Düşmanın ya da kendisine hıncı bulunan birinin hakimiyetinde kalmak” Düşmanın eline düşmemek için bir yol bulmalıyız”

Eline su dökemez : Sözü edilen kişi, değerce ondan çok geride” Sen hamur açmakta Fatmanın eline su dökemezsin”

Elini çabuk tutmak : Hızlı davranmak, acele etmek” Elimizi çabuk tutup şu kömürü yağmura yakalanmadan taşıyalım”

Elini kana bulamak : Birini öldürmek veya yaralamak” Zavallı çocuk, boş yere elini kana buladı”

Elini kolunu sallaya sallaya gelmek : Bir işten sonuç almaksızın dönmek, gelirken hiçbir armağan getirmemek.

Elini kolunu sallaya sallaya gezmek : Pervasızca, çekinmeden, kimseden korkmadan dolaşmak” Bunca ağır suç

Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak : Çok nazlı olmak, evde hiçbir iş yapmamak, zor işlerden kaçınmak” Ne kadınmış o da, elini sıcak sudan soğuk suya soktuğunu görmedim daha!"

Elinin hamuruyla erkek işine karışmak : Anlamadığı, bilmediği, beceremediği işleri yapmaya kalkışmak (kadınlar için).

Eliyle koymuş gibi bulmak : Aradığı şeyi söylenen yerde çok kolay bulmak” Onca şeyin arasında küçücük düğmeyi eliyle koymuş gibi buluverdi”

Elle tutulur gözle görülür : Çok açık, gizli bir tarafı yok” Şu zamana kadar elle tutulur gözle görülür bir iş yaptın mı sen?"

Emeği geçmek : Bir şeyin yapılmasında kendisinin de katkısı bulunmak” Şu caminin yapımında kimlerin emeği geçmedi ki”

Emek vermek : Bir şeyin meydana gelmesi için özenle ve çok çalışmak” İyi bir sonuç mu almak istiyorsun? Emek ver, gayret et”

Emir kulu : Kendisine emredilen işi yapmak zorunda olan kimse” Emir kulu olmak o kadar da kolay değil”

Eninde sonunda : Nihayet, en sonunda” Eninde sonunda onu bulacağım”

Enine boyuna : 1. Her yönü ile, eksiksiz, bütün ihtimalleri göz önünde tutarak. 2. İri yarı, gösterişli (adam)” Şu meseleyi enine boyuna bir kez daha düşünelim”

Ense yapmak : Yemek, içmek ve keyfine bakmak, hiç iş yapmamak” Ense yapmayı bırak da biraz işle ilgilen”

Ensesi kalın : Parası çok, varlıklı, sözü geçer, ödeme gücü yüksek (kimse)” Neden şu ensesi kalın adamlardan yardım istemiyorsunuz”

Ensesinde boza pişirmek : Sıkıştırıp tedirgin etmek, eziyet etmek” İşlerin yavaş gittiğini gören patron işçilerin ensesinde boza pişirmeye başladı”

Ensesine yapışmak : Yakalamak” Bir hamlede ensesine yapıştı çocuğun”

Er geç : Ne zaman olsa, mutlaka” Er geç onu bulacağım”

Es geçmek : Dikkate almamak, sözleri arasında o konuya dokunmamak” Borç meselesini es geçmesine fırsat vermeyin”

Esamisi okunmamak : Adı anılmamak, değer verilmemek” Onun buralarda hiç esamisi okunmaz”

Esip savurmak : Bağırıp çağırmak, öfke ile atıp tutmak” Davet edilmediğini öğrenince esip savurmaya başladı”

Eski çamlar bardak oldu : Devir değişti, eski durumların, tutumların bir önemi kalmadı.

Eski defterleri karıştırmak : Eski olayları, işleri bir çıkar umuduyla tekrar ele almak, yeniden gündeme getirmek” Eski defterleri karıştırmayı bırak artık".

Eski hamam eski tas : Hiçbir şey değişmemiş, eski durumda kalmış” Köy aynı, insanlar aynı, eski hamam eski tas”

Eski kafalı : Yeniliğe açık olmayan, yaşayış ve düşünce itibariyle eskiye bağlı” Eski kafalı insanlar gittikçe azalıyor mu ne?"

Eski kurt : Tecrübeli, görmüş ve geçirmiş, mesleğini iyi bilen, hileyi ve düzeni deneyimi sayesinde hemen anlayan” O da eski kurtlardandır”

Eski toprak : Yaşlılığına rağmen dinçliğini, dayanıklılığını hala sürdüren, gücünü kaybetmemiş kimse” Sen eski topraksın, bizim gibi birkaç genci daha cebinden çıkartırsın”

Eşeğini sağlam kazığa bağlamak : İşini güvenli kılacak önlemler almak” Ne demişler : Eşeğini sağlam kazığa bağla, sonra Allaha ısmarla”

Eşek kadar : Büyük, iri; aşırı derecede gelişmiş” Eşek kadar oldu ama hiç söz dinlemiyor”

Eşek sudan gelinceye kadar dövmek : Adamakıllı, çok ve iyi dövmek” Eğer aklını başına toplamazsan seni eşek sudan gelinceye kadar döveceğim, anladın mı?"

Eşek şakası : Ağır, hoşa gitmeyen, incitici, kaba şaka” Ben eşek şakasından hiç hoşlanmam”

Eşiğine yüz sürmek : Bir isteğinin yerine getirilmesi için bir kimseye yalvarmak, önünde eğilmek” İnsanların eşiğine yüz sürülmemesi gerekir”

Eşiğini aşındırmak : Bir işi yaptırmak, gördürmek için bir yere çok gidip gelmek” Şu köy yolu için hükümet eşiğini aşındırıp durduk”

Eşref saat : 1. İş görecek kimsenin uysal davranacağı, aksilik çıkarmayacağı zaman. 2. Bir işin olumlu yola girmesi için en uygun zaman” İzin alabilmek için müdür beyin eşref saatini kollamaya başladı”

Et kafalı : Akılsız, anlayışı az, kavrayışı kıt olan.

Et tırnak olmak : Sıkı bir ilişkiye girmek, birbirinden kopmamak.

Eteği ayağına dolaşmak : Telaş, korku ve heyecandan yürüyüşünü ve yapacağı işi şaşırmak.

Eteğine yapışmak : 1. Bir kimsenin manevî desteğini istemek. 2. Varlıklı, sözü geçer bir kimseden yardım ve himaye istemek” Korkudan annesinin eteğine yapıştı”

Etek öpmek : Yaltaklanmak, dalkavukluk etmek; birine yaranmak için katına çıkıp o kimsenin eteğini öpme davranışı içinde olmak” Bu makama etek öpe öpe çıktı soysuz herif”

Etekleri tutuşmak : Çok telaşlanmak, heyecanlanmak” Babasını parkta göremeyince etekleri tutuşmaya başladı, yoksa gelmeyecek miydi?"

Etekleri zil çalmak : Çok sevinmek, işler yolunda olmak” Yazılı sınavı umduğundan iyi geçen Halitin etekleri zil çalıyordu”

Eti ne butu ne? : 1. İmkanları, parası az. 2. Çelimsiz, zayıf, küçük” Ona baskı yapma, zavallının eti ne butu ne?"

Eti senin kemiği benim : Çocuk velilerinin öğretmene ya da ustaya çocuğun eğitiminde kendine tam yetki verdiğini anlatmak için söylenir.

Etliye sütlüye karışmamak : Kendini alakadar etmeyen meselelerden, toplumu derinden etkileyen olaylardan uzak durmak, kaçınmak ve hiçbiriyle ilgilenmemek” Kendine sahip çık, sakın etliye sütlüye karışayım deme oğlum”

Etrafında dört dönmek : İstediğini elde etmek amacıyla bir kimsenin, bir şeyin yanından ayrılmamak, ona aşırı ilgi göstermek” Çocuklar Nasreddin Hocanın etrafında dört dönmeye başladılar”

Ettiğini bulmak : Yaptığı bir kötülüğün cezasını görmek.

Ev açmak : Ayrı bir eve çıkmak, yerleşmek” Evlendikleri günün ertesinde ev açmaya karar verdiler”

Evde kalmak : Yaşı ilerleyen kızın evlenememesi” Evde kalmak korkusu zavallı kızı yiyip bitiriyordu”

Evdeki hesap çarşıya uymamak : Önceden tasarlanan, düşünülen bir iş umulduğu gibi gitmemek, başka bir yönde gelişmek” O kadar uğraştık ama evdeki hesap çarşıya uymadı, bu paraya istediğimiz gibi bir ev bulamadık”

Evlat acısı gibi içine çökmek : Kaybettiği bir şey için çok üzülmek” Bahçeye diktiği güllerinin dipten sökülüp atılması evlat acısı gibi içine çökmüştü”

Eyere de gelir semere de : Her işe uyar, her işe yarar, ince işler için de kaba işler için de kullanılabilir.

Eyüp sabrı : Peygamberlerden Hz. Eyyub un başına gelen hastalığa sabredip, bundan dolayı şikayet etmemesi; güçlük ve üzüntülere, hastalığa karşı sabretmesinden hareketle, en ağır ve sürekli üzüntülerden bile yakınmayanın büyük ve uzun sabrını anlatmak için kullanılır.

Eyvallah demek : 1. Razı olmak, kabul etmek. 2. Ayrılırken "Allaha ısmarladık" anlamında kullanılır.

Eyvallah etmemek : Minnet altına girip boyun eğmemek” Aç kaldı, susuz kaldı ama kimseye eyvallah etmedi”

Ezbere iş görmek : İncelemeden, özenmeden, gerekli olan bilgiyi almadan, gelişi güzel iş yapmak” Ben sana ezbere iş görme demedim mi?"

Ezilip büzülmek : Güç bir duruma düştüğünü, utandığını, sıkıldığını davranışlarıyla belli etmek” Hiçbir insanın karşımda ezilip büzülmesine tahammülüm yoktur”

-F-


Faka basmak : Tuzağa düşmek, aldatılmak” Beni nasıl faka bastırdılar anlayamadım bir türlü!"

Fareler cirit oynamak : Bir yer ıssız olmak, kimseler bulunmamak” Koca köyde fareler cirit atıyordu”

Farkına varmak : Gözüne çarpmak, orada bulunduğunu anlamak, fark etmek” O kalabalıkta senin farkına varacaklarını sanmıyorum”


Yüklə 0,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin