HIRİSTİYANLARA VERGİ İADESİ
Dinlerarası diyalogtan, hoşgörüden bahseden Hıristiyan devletler, geçmişte pek çok defa olduğu gibi bugün de, acımasızca Müslümanların üzerine saldırmakta, kadın, çocuk, sivil demeden önüne geleni katletmektedir. Geçmişte yaptıkları Haçlı zulümlerine bir yenisini daha ekleme zilletindedirler.
İnsanlık tarihi boyunca, zalim diktatörler, ellerini kana boyayıp, memleketlere hâkim olmuş, zulüm ile insanları inleterek,sömürerek, üstün silâhlar yapmış, dünyâyı korkutmuş iseler de, çabuk yıkılmışlar ve târîh boyunca, la’netle anılmışlardır.
Örümcek yuvası gibi çabuk kurulan tuzakları, sabâh rüzgârı gibi hafîf bir kuvvetle uçmuş, insanlığa yarar birşey bırakmamışlardır. Şimdi de, zulme dayanan devletler, ne kadar büyük ve kuvvetli görünseler de, elbette yıkılacak, zulüm pâyidâr olamayacaktır.
Böyle zalimler, bir anda parlıyan kibrite benzer ki, etrafındaki saman, talaş gibi hafîf şeyleri tutuşturur, eli yakar, evleri harâb edebilir. Kendi ise, hemen söner, biter.
Adâlete dayanan devletler ise, kaloriferlerin radyatörü gibidir. Radyatör, birşeyi yakmaz, odaları ısıtarak, insanlara rahatlık verir. Sıcaklığı aşırı, zararlı değildir. Fakat ısı, enerji kaynağına mâliktir. İslâmiyet te, böyle faydalı bir enerji kaynağı olup, kendisine bağlanan fertleri, âileleri ve cemiyetleri besler, kuvvetlendirir. Böyle hareket eden devletler tarihte az da olsa vardır.
İslam tarihini inceleyenler bilir. Hz. Ömer on yıllık Halifeliği zamanında devrin iki süper devleti olan Bizans ve Sasani imparatorluğunun toprakları içinde bulunan Suriye, Filistin, Mısır, Irak ve İran’ı devletinin sınırları içine aldı. Kuzey Afrika’dan Türkistan’a, Azerbeycan’dan Yemen’e kadar uzanan iki milyon kilometre kareden büyük bir İslam Devletini kurdu ve mükemmel müesseselerle, gayet muntazam bir şekilde yönetti. Herkes can ve mal güvenliği içinde idi. Tahakkümleri zulme değil, adalete, merhamete dayanıyordu.
Rum İmparatoru Herakliyus'un büyük ordularını perişan eden İslâm askerlerinin başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri zafer kazandığı her şehirde tellallar dolaştırarak, Rumlara halîfe hazret-i Ömer'in emirlerini bildirirdi:
“Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve halîfemiz Ömer'in emrine uyarak, bu şehri de aldık. Hepiniz ticâretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza, kimse dokunmıyacaktır. İslâmiyetin adâleti aynen size de tatbîk edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışardan gelen düşmana karşı, müslümanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, müslümanlardan hayvan zekâtı ve uşur aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye dediğimiz vergiyi vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir.”
Cizye de rastgele alınmazdı. Fakîrlerden kırk, orta hallilerden seksen, zenginlerden yüzaltmış gram gümüş veya bu değerde mal yahut tahıldır. Kadınlardan, çocuklardan, hastalardan, yoksullardan, ihtiyârlardan ve din adamlarından cizye alınmazdı.
Humus Rumları, vergilerini seve seve getirip, Beytülmâl emîni Habîb bin Müslim'e teslîm ettiler. Bir müddet sonra, Herakliyus'un, bütün memleketinden asker toplıyarak Antakya'ya hücûma hâzırlandığı haber alındı. Bunun üzerine, Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük'teki kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebû Ubeyde, şehirde tellallar dolaştırdı:
“Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeğe, sizi korumağa, söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, halîfeden aldığım emir üzerine, Herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duramıyacağım. Bunun için hepiniz Beytülmâla gelip, vergilerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz defterimizde yazılıdır.”
Böyle bir olay dünyanın neresinde görülmüş? Sömürme, gelirlerine el koymayı bırakın, hiçbir zorlama olmadan, zorlamayı bırakın normal istek bile olmadan alınan paralar iâde ediliyor.
Hıristiyanlar, müslümanların bu adâletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rûm İmparatorlarından çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar. Çoğu seve seve müslüman oldu.
Hatta çoğu, kendi arzûları ile, Rum ordularına karşı İslâm askerine câsusluk yaptılar. Ebû Ubeyde böylece, Herakliyus'un ordularının her hareketini günü gününe haber alırdı.
Büyük Yermük zaferinde bu Rum câsuslarının büyük yardımı oldu. İslâm devletlerinin meydana gelmesi, yayılması, asla, saldırmakla, öldürmekle olmadı.
İslam devletlerini ayakta tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet, îmân kuvveti idi ve İslâm dîninde, çok kuvvetli bulunan adâlet, iyilik, doğruluk ve fedâkârlık kudreti idi. Bunu için zulümleri ile değil, adaletleri ile anılıyor. Bundan sonra da anılacak!..
MECUSİNİN HAKKINI ARAMASI
İnsanın, yaratılışında, mayasında iyilik etmek vardır. Bunun için kişiler iyilik yapamasa bile iyilik edeni sever ve onu unutmaz, hayırla yad eder. İnsanlara zulmedenleri ise sevmez, onları lanetle anar. Geçmişte yaşamış olan, Firavunlar, Nemrudlar, Şeddatlar, Hülagular, Haccaclar ile çağımızda yaşamış olan, Lenin, Stalin, Hitler gibi zalimler lanetlenmekte ve nefretle anılmaktadırlar. Günümüz zalimlerinin akibeti de böyle olacaktır. Bundan şüpheniz olmasın.
İnsanların iyiliği için çalışan, adaleti, merhameti ile meşhur Nuşirevan, Hz.Ömer, Ömer bin Abdülaziz ve Osmanlı sultanları iyilikleri ile anılmakta ve adaletleri, merhametleri dillerde dolaşmaktadır. Bugün Hz.Ömer ile ilgili dillerde dolaşan menkıbelerinden bir örnek sunmak istiyorum sizlere. Bütün insanlara hoşgörü, inançlarına bakmadan adaletle davranmak işte budur.
Hazret-i Ömer zamanında, O'nun doğu cephesi kumandanı olan Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Kûfe şehrinde bir köşk yaptırmak istedi. Arsaya bitişik bir mecûsînin evini satın almak îcâp etti. Mecûsî ise, satmak istemedi. Satması için ısrar edildi. Fakat o satmamakta kararlıydı. Ancak, yine de korku içindeydi.
Mecûsî, satmaz isem acaba başıma bir iş gelir mi, bana bir kötülükleri dokunur mu diye endişeleniyordu. Evine gidip hanımına danıştı. Hanımı, “Onların Medîne'de bir Emîr-ül-mü'minînleri var. O'na gidip şikâyet et” dedi. Mecûsî, netice alacağından pek emin değildi. Koskoca Devlet başkanı benim arsam ile mi ilgilenecek, diyordu kendi kendine. Belki bir ümit, diyerek yola koyuldu.
Medîne'ye varıp Halîfenin sarayını sordu: “Onun sarayı, köşkü yok. Kendisi şehir dışına çıktı” dediler. Gidip aradı. Askerleri, muhâfızları göremedi. Toprak üstünde uyumuş birini gördü. Buna, “Halîfe Ömer'i arıyorum, gördün mü?” diye sordu. Hâlbuki bu zât, hazret-i Ömer idi. Hazret-i Ömer sordu: “ O'nu niçin arıyorsun?” “O'nun kumandanı, benim evimi zor ile satın almak istiyor. Onu kendisine şikâyet etmeğe geldim.” “Ben Ömer'im benimle beraber gel” dedi.
Bu nasıl hükümdar, böyle hükümdar mı olur diye, mecûsî çok şaşırdı. Hazret-i Ömer , mecûsî ile evine geldi. Kâğıt istedi. Evde kâğıt bulamadı. Bir kürek kemiği gördü. Bunu istedi. Kemik üzerine şöyle yazdı: “Bismillâhirrahmânirrahîm. Ey Sa'd, bu mecûsînin kalbini kırma! Yoksa, hemen yanıma gel!.. “
Mecûsî, kemiği alıp evine geldi. Hanımına dert yandı: “Hanım, boşuna yoruldum. Bu kemik parçasını kumandana verirsem, alay ediliyor sanıp, çok kızar. Bana bir zarar verir.” Hanımı ısrar etti: “Hayır o sana bir zarar veremez. Git mutlaka bu kemiği ona götür!”
Kadının ısrâr etmesi üzerine Sa'da gitti. Sa'd, askerleri arasında oturmuş, neş'e ile konuşuyordu. Sa'dın gözü, uzakta duran mecûsînin elindeki kemiğin üzerindeki yazıya ilişti. Emîr-ül-mü'minîn hazret-i Ömer'in yazısını tanıyıp ansızın rengi soldu. Bu âni değişikliğe herkes şaşırdı. Sa'd, mecûsînin yanına gelip, “Her ne istersen yapayım. Aman beni Ömer'in karşısına çıkarma! Zîrâ O'nun cezâsına tâkat getiremem” dedi.
Mecûsî, adaletli kimselerin dinleri batıl olamaz deyip hemen müslüman oldu. Böyle birden bire nasıl müslüman oldun, diyenlere, şöyle cevap veriyordu: “Bunların Emîrlerini gördüm. Yamalı hırkasını örtünmüş, toprak üstünde uyuyordu. Büyük kumandanların bundan titrediklerini de gördüm. Bunların hak dinde olduklarını anladım. Benim gibi, ateşe tapan bir kimseye böyle adâlet yapılması, ancak hak olan bu dîne inananlara mahsustur “
Kur'ân-ı kerîmde, meâlen, “Allahı inkâr edenleri ve zâlimleri hiçbir zaman affetmem” (Nisâ- 168) buyurmuştur. Allahü teâlâ, insanlara dâimâ merhamet, şefkat ve af ile mu'âmele etmeği, kendilerine fenâlık yapanları affetmeği, dâimâ güler yüzlü ve tatlı sözlü olmağı, sabırlı hareket etmeği, işlerinde dâimâ dostlukla anlaşmayı emretmektedir. Peygamberimizin dâimâ barış tavsiye ettiğini, kendisine karşı çıkanlara bile şefkat elini uzattığını, bütün dünya tarihleri yazmaktadır.
Bunun için, hakîkî müslümanlar, gerçek din rehberleri, diğer bütün dinlere karşı büyük bir müsâmaha göstermişler, değil Hıristiyan ve yahûdîleri zorla müslüman yapmak ve onların ibâdethânelerini tahrip etmek, aksine, onlara yardım, hattâ Kiliselerini tamir etmişlerdir. Gayrı müslimlere iyi muâmele etmiyenler olmuş ise de bunlar, hem sayıca çok az, hem de dînimizin emirlerini bilmiyen câhiller idi. Bunlar, nefislerine uyarak hareket etmişler ve cezâları bizzât müslümanlar tarafından verilmiştir.
Zulümle kimse bir yere varamamıştır. Eden bulur. Zalimin zulmü varsa, mazlumun da Allahı vardır. Zalimlerin Müslümanları yok etmek için hesapları varsa, Allahın da bir hesabı var.
Dostları ilə paylaş: |