III. BİR TERKİP OLARAK TEKRARÜ’L KUR’AN
“Tekrar” ve “Kur’an” kelimelerinden meydana gelen bu terim, bir izafet terkibidir. Bir terkip olarak “Tekrarü’l-Kur’an” ise “Kur’an’da birbirinin aynı veya benzer ayetlerin tekrar edilmiş olması” manasına gelir.
Ulumü’l-Kur’an’ın bölümlerinden biri olan bu konu, niçin “tekrar” ifade eden diğer kelimelerle değil de bu lafızla isimlendirilmiştir?
Bu soruyu şöyle cevaplandırabiliriz:
“Tekrar” kelimesi, diğerlerine nazaran daha geniş bir mana ifade etmektedir. Mesela “iade” kelimesinin bu terkipte kullanılarak konunun “İadetü’l-Kur’an” diye isimlendirilmemesi, onun yalnız bir kere tekrarlama ile sınırlandırılmış olmasıdır. Zira bir şey defalarca değil, bir kere iade edilir.
“Te’kid” lafzı da böyledir. Bu kelime Kur’an’da her ne kadar tam bir “tekrar” mânasında varit olmasa bile, onun ilk gayelerinden biridir.
Bazı kelime ve ayetlerin birden fazla tekrarlanışının “tekrar” değil, “te’kid” olduğunu ifade eden bir kısım müfessirler varsa da, netice de, her te’kid bir tekrârdır, fakat her tekrar bir te’kid değildir. Çünkü “ittisal” (birbirine bitişmek) ve üçle sınırlandırılma özelliğine sahip olan te’kid bundan acizdir.32
Bu gibi sebeplerden dolayı, konu, “tekrar” ifade eden bütün kelimeleri de kapsayan “Tekrarü’l-Kur’an” terkibiyle isimlendirilmiştir.
IV. TEKRARÜ’L KUR’AN’IN ÜSLUBU’L KUR’AN İLE OLAN İLGİSİ
Şüphesiz Kur’an gönüllere hoş gelen bir üslupla nazil olmuş, bu üslup sayesinde dost ve düşmanı O’nu dinlemekten kendilerini alıkoyamamışlardır Böyle bir üslubun gayesi, insanların alakasını kendi üzerine çekmek ve onların hidayete ulaşmalarını temin etmektir.
Mesela, bazı surelerin başında bulunan “el-Hurufu’l-Mukattaa” denilen harflerin çeşitli yerlerde tekrarlanması, Kur’an’a karşı en büyük düşmanlığı gösteren Mekke müşriklerinin bile ilgisini çekmiştir. Gönüllere hoş gelişi, müşahede ve tefekküre davet edişi, insanın madde ve ruhuna hitap tarzı, sözlerinin yerli yerinde oluşu, tekrarlarının usandırmayışı vs. O’nun, insanlığı aciz bırakan yönlerinden birkaçı olmuştur.33
Kur’an’ın çeşitli üsluplarla yapılan tekrarlarının her birinde erişilmez bir belağat vardır. Aynı üslupla ve aynı ifade kalıbı ile tekrarlanan müteaddit örneklere rastlamak mümkün değildir. Tekrar gibi gelen yerlerde üslup değişmekte ve meselenin muayyen bir yönüne ağırlık verilmektedir.
Kur’an, hakikate davet kitabıdır. Davet ve tebliğ halkasında bütün insanlık ve onların içinde de çok değişik mizaçlar olduğu için, farklı üsluplarla beyan etmek gerekir ki, mesele şümullu olarak anlatılabilsin.34
Kur’an’ın eşsiz üslubuna daha da üstünlük kazandıran bu konuya şu ayeti örnek gösterebiliriz:
“مثل الجنة التي وعد المتقون فيها انهار من ماء غير اسن وانهار من لبن لم يتغير طعمه وانهار من خمر لذة للشاربين وانهار من عسل مصفى
“(Şirkten) sakınanlara va’d olunan cennetin sıfatı (şudur) : İçinde rengi, kokusu, hiçbir vasfı bozulmayan sudan ırmaklar, tadına helal gelmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır.”35
Allah Teala bu ayette, “انهار ” kelimesini dört defa tekrarlayarak, Kur’an’ın okuyanları, dinleyenleri ve hatta O’nu inkar eden müsteşrikleri bile hayretler içerisinde bırakan güzel üslubuna zenginlik kazandırıyor. Cennette muttakilere va’dettiği her çeşidin yanında “ انهار” lafzının zikredilmesi, yüce Kur’an’ın büyük sırlarından biridir.
Aslında Allah (c.c.) şöyle buyurmakla da yetinebilirdi:
“انهار من ماء ومن لبن ومن خمر ومن عسل
Fakat “ انهار” kelimesi hakikat olarak sudandır. Suyun dışındakiler ise teşbih için bir mecazdır. Eğer “انهار” kelimesinden sadece su kastedilip, diğerleri ona atfedilseydi, o takdirde hakikat ile mecaz arası cem’ edilmiş olurdu.36
V. TEKRARÜ’L KUR’AN’IN İ’CAZÜ’L KUR’AN İLE OLAN İLGİSİ
İbn Ebi’l-İsba (654/1256) “tekraru’l-Kur’an”ı, i’cazü’l-Kur’an’ın kısımlarından biri olarak sayıyor ve “tekrar”ın, kelamı fasihleştirme işinde çok yönlü bir etkisi olduğunu belirtiyor. O’na göre medih, korkutma, kötülüklerden uzaklaştırma vs. gibi gayelerle yapılan “tekrar”, sözün veciz bir hale gelmesini sağlamaktadır.37
Bilindiği gibi Kur’an’ı Kerim Arapça olarak nazil olmuştur. O’nun, Hz. Peygambere indiği asırda “tekrar metodu”, ilk muhatapları olan Araplar arasında da kullanılmakta idi. Bu sebeple, Allah Teala’nın, insanların kendi aralarında kullandıkları ve yabancı olmadıkları bir metodu, onları, benzerlerini getirmekten aciz bırakıcı bir tarzda, alışık olduklarının tamamen dışında bir şekilde gerçekleştirmesi “tekrar”ın hakikaten bir i’caz konusu olduğunu göstermez mi? Böylelikle insanların Kur’an’la boy ölçüşmeye kalkıştıklarında, bundan aciz kaldıkları hususundaki delil, “tekrar metodu” ile daha da kuvvetlenmiştir.38
Kur’an’da bazen aynı kıssa özetle ve tafsilatlı olarak değişik şekillerde, muhtelif yerlerde geçmektedir. Eğer bir tek yerde vaki olsaydı, tahaddi (meydan okuma) tam yerine getirilmiş sayılmazdı. Zira herhangi bir Arap bir söz söyler veya bir kıssa anlatır, sonra da, “söyleyebilirseniz siz de benzerini söyleyin ” diyebilirdi. Bir sözün tamamen aynını söylemek mümkün olmayacağından, bu iddia Kur’an hakkında da ileri sürülebilirdi. Halbuki Kur’an’ın meydan okuması, aynı lafızlarla, aynı üslupla, icmal ve tafsile imkan veren bir nazire getirilmesi hususunda idi. İşte bu şekilde, Kur’an’ın çeşitli üsluplarla yapılan tekrarlarının her birinde erişilmez bir belağat vardır.
Buna karşılık insanların, her türlüsünün benzerini getirmekten aciz kalmasıyla, tehaddinin cevapsız kaldığı ortaya çıkmaktadır.39
BİRİNCİ BÖLÜM
KUR’AN-I KERİM’DEKİ TEKRARLARIN ANLAŞILMASINDA ETKİLİ OLAN UNSURLAR
1. TEKRAR-BELAGAT İLİŞKİSİ:
Bazı alimler, Kur’an’daki tekrarları izah ederken mukaddimede belağat hakkında bilgi vererek konuya giriş yapmışlardır. Böyle bir girişle, tekrarın belagat özelliklerinden biri olduğu anlatılmak istenmiştir. Belaga fiilinin masdarı olan belagat, “kelamın güzel ve fesih olması” anlamına gelmektedir. Istılahta ise belagat, “Kelamın fesih olmasıyla birlikte halin muktezasına uygun ifade edilmesi” olarak tarif edilmektedir. Geniş manasıyla belagat, meani, beyan ve bedi ilimlerini ihtiva etmektedir.40
İlim olarak belagat, düzgün ve yerinde söz söyleme usul ve metotlarını öğreten bir disiplin olup meani, beyan ve bedi içerisinde bulundurmaktadır.
Belagat ifadede, bir manayı muhtelif tarzlarda dile getirmede, delalette ve mana güzelliğinde terkiplere olumlu özellikler ve edebi güzellikler kazandırmaktadır. Terkip kavramından, “beliğ bir kimseden sadır olan bozuk anlatım” kastedilmemektedir. Zira belagatın özü, terkiplerinde, delalet yollarında ve mana güzelliğinde hatadan sakınmaktır. Terkip kaidelerinde hatadan sakınma ile meani, delalet yolları ile beyan, mana güzelliği ile de bedi ilmi ilgilenmektedir.41
Tekrarın, belagat üsluplarından biri olup olmadığı eskiden beri tartışılmış; bazı ulema onun belagattan olduğunu, bazıları da belagattan olmadığını iddia etmişlerdir. Belagattan olmadığını iddia edenler, tekrarın bıkkınlık verdiğini, dile ve kulağa ağır geldiğini bildirmişlerdir. Ancak tefsir metodolojisi ile ilgilenen alimler, tekrarın belagat vecihlerinden bir vecih olduğunu ve Arapların, bir ifade tarzı olarak tekrarı kullandıklarını delilleri ile ortaya koymuşlardır.
Bu konuda Zerkeşi (v. 794/1391) şunları söylemiştir: “Kim faydasız olduğunu zannederek tekrarın, fesahat üslubundan olmadığını iddia ederse hata etmiş olur. Tam tersine tekrar, fesahatın güzelliklerindendir… Kur’an’daki öğüt, vaad ve vaidlerle ilgili konular da buna hamledilebilir. Çünkü insanlar değişik değişik karakterlere sahiptir. Bu karakterlerin hepside kötü arzuları davet eder. Bu kötü arzuları, insandan ancak öğütlerin ve nasihatlerin tekrar edilmesi uzaklaştırılabilir.”42
Abdülkerim Hatip ise, tekrarın belagat özelliklerinden biri olmadığını iddia edenlere şunları söyler: “Kalbi hasta olan ve arzularına uyan bazı kimseler, Kur’an’daki tekrarlar hakkında boş sözler söylemiş, adeta saçmalamışlardır. Onlar bu tekrarların, Kur’an’ın belagatına halel getirdiğini, üslubuna ıstırap kazandırdığını, insanın diline ve kulağına ağırlık verdiğini öne sürerler. Onlara göre Kur’an üslubu, belagat üslubu içerisinde üstün bir mevkiye sahip değildir. Kur’an’da görülen karışıklık da zaman zaman Muhammed’e arız olan psikolojik durumların dışa yansımasından ibarettir.
Bu suçlamaların tümü, saçmalıktan ibaret olup bir fikir ve anlayış eseri değildir. Bu tür sözleri sarf eden veya başkalarından nakledenler, Arap dilinin belagat zevkini tatmamış ve onun sırlarına vakıf olmamış kimselerdir. Şayet onlar, belagatın zevkini tatmış olsalardı, dilleri, bu büyük iftiraları ağızlarına almaya müsade etmez, haya, Kureyşin (bile) ileri sürmediği bu sözleri onlara söyletmezdi.
(Bilindiği gibi) Kureyş, Kur’an’a iftira edebilmek için fırsat kolluyordu, bir yalan/iftira bulsaydı onu hemen Kur’an’a yamayacaktı. Fakat yalanın kendisi bile bu parlayan Hakk’a isabet etmekten kendini korudu. Çünkü ona ne arkasından ne önünden batıl yaklaşmaz.
Fesahat ve belagatın mercii olduğu halde bu tür yalan ve iftiraları Kureyş bile söylememişken, başkaları nasıl söyleyebilir? İşte bu tam bir sapıklıktır. Kur’an’daki tekrarlar Kur’an’ın i’cazından bir i’caz, belagat özelliklerinden bir özelliktir ki Kur’an’dan önce bu kadar tatlı ve hoş bir tekrar mevcut değildi.43
Gerek Zerkeşi, gerekse Abdülkerim Hatip tekrarın fesahat ve belagat özelliklerinden bir özellik olduğunu öne sürmekte, buna karşı çıkanları ise oldukça sert bir dille tenkit etmektedirler.
Kur’an ayetleri, beliğleri aciz bırakan, fasihleri susturan bir tekrar özelliğine sahiptir. Zira ulemanın ittifak ettiğine göre, belagat, kelamın, fesahat özelliği taşımasıyla birlikte içinde bulunulan duruma (muktezay-ı hale) uygun bir şekilde ifade edilmesidir.
Kelamın fasih olması, “telif zafiyetinden, kelime bozukluğundan ve kapalılıktan uzak bulunması” demektir.
Bazıları buna “fazla tekrardan uzak olması” kaydını da eklemektedir. Tekrar esasında bir şeyin bir kaç defa zikredilmesi ya da lafzın manaya mükerreren delalet etmesidir. Mesela acele etmesi istenen kimseye “ اسرع اسرع ” , “ acele et acele et.” denir. Burada lafız ve mana tekrarı bulunmaktadır.
Tekrar edilen lafız dile ağır geldiği için, tekrardan kaçınılması gerektiği ifade edilmiştir. Bunun aksine tekrar edilen lafız, dile ağır gelmiyorsa bunun fesahata bir halel getirmeyeceği bildirilmiştir. Tekrar edilen lafzın dile ağır gelmediğine şu ayetleri örnek gösterilebilir.
وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاها وقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا
“ Ve nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona bozukluğunu ve korunmasını ilham eyleyene ki gerçek felah bulmuştur onu temizlikle parlatan ve ziyan etmiştir onu kirletip gömen.”44
Bu ayetlerde ha “ ها ” zamirleri birkaç kez tekrarlanmıştır. Ancak, bu tekrarların edebi zayıflığından, bunların bıktırıcılığından, lafız ve mana itibari ile fesahata aykırılığından söz edilmemiştir.
Bütün bu ifadelerden, tekrarın fesahata aykırı bir durum teşkil etmediği ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda durumun (halin) gerektirdiği yerde tekrarın kaçınılmaz bir metot olduğu anlaşılmaktadır.45
Belagat ve Kur’an ilmleri alimleri tekrarı üç tür ( itnab, i’caz ve müsavat)
ifade şeklinden itnabın bir çeşidi olarak incelemeye tabi tutarlar. Şimdi itnab içerisinde tekrarın yerini araştırmaya çalışalım.
A- Tekrar-İtnab İlişkisi
İtnab, lügatta “ mübalağa yapmak ” manasında etnabe “ اطنب ” fiilinin mastarıdır. Bu kelime izah edilirken şöyle denilir.
“اطنب في السير اطنب في الشيئ اطنبت الريح”
“Süratli yürüdü, bir şeyde mübalağa yaptı, rüzgâr şiddetli esti.” İtnab, müsemmasına (delalet ettiği manaya) hamledildiğinde mübalağa anlamı taşır. Bu husus ise, beyan ilminin kısımlarından hiçbirine has bir durum olmayıp bütününe şamildir. Çünkü beyan ilminin bütün kısımlarında mübalağa yapmak mümkündür. Durum böyle olunca itnab, beyan ilminden müstakil olarak ele alınıp tarif edilebilir.
Istılah olarak itnab, “ bir faydadan ötürü, kastedilen mana için fazla lafzın kullanılması” olarak tarif edilir.46
Teftazani (v. 791/1388 ) itnabı da içine alan ifade çeşitlerini şöyle tarif eder:
“ Tabir (ifade) yollarından makbul olan, maksadı, asla (manaya) eşit bir lafızla veya asıldan noksan ama yeterli bir lafızla veya bir faydadan ötürü zaid lafızla karşılamaktır.47 Görüldüğü gibi bu cümlede üç tür ifade şekli tarif edilmiştir. Buna göre maksadı asla/manaya eşit lafızla ifade etmeye müsavat, eksik ama yeterli lafızla ifade etmeye icaz, bir faydadan ötürü zaid lafızla ifade etmeye ise itnab denir.
İtnab ve icazın belagat ilminde büyük bir yer işgal ettiği, bundan dolayı bu iki edebi ifade türünün, belagat ilminin en önemli konularından birini teşkil ettiği, hatta belagat ilminin itnab ve icazdan ibaret olduğu söylenmiştir.48
İtnabın tekrarla ilgisi, sözü fazla lafızla ifade etmesinden kaynaklanmaktadır. Tekrarın, ancak bir faydadan dolayı tekrarlanan (müfid) kısmı itnabla ilgilidir; faydasız tekrarla itnabın bir ilişkisi bulunmamaktadır. Çünkü bir faydadan dolayı zikredilen tekrarlar, itnabın bir cüz’ü durumundadır. Ne var ki tekrar, itnaptan daha hususidir.
Bu duruma göre şöyle bir sonuç elde edilebilir: Bir faydadan ötürü gelen her tekrar, itnaptır, ancak her itnab, bir faydadan ötürü gelen tekrar değildir. Bir faydadan ötürü gelmeyen (gayr-ı müfid) tekrar, tatvil’in49 bir cüz’üdür. Fakat gayr-ı müfid tekrar, tatvilden daha hususidir. Bu duruma göre de şöyle söylenebilir: Bir faydadan ötürü gelmeyen her tekrar tatvildir, ancak her tatvil bir faydadan ötürü gelmeyen tekrar değildir.50
Görüldüğü gibi tekrarın itnabla sıkı bir ilişkisi bulunmaktadır. Çünkü tekrar, belagatla ilgili nükteler ve ortamın gerektirdiği şartlar bakımından kastedilen manaya ziyade yapmaktır. Bundan dolayı belagat alimleri, tekrarı itnabın bir çeşidi kabül etmişlerdir. Tekrar, lafız bakımından daha beliğ, manayı muhatabın kalbine yerleştirme bakımından ise icazdan daha tesirlidir. Bu sebeple belagatçılar, tekrarı ortama, siyak-sibaka ve sözün nazmına göre belagatın mihenk taşı kabul etmişlerdir.51
İtnabı incelemeye tabi tutan tefsir usulü ve belagat alimleri, onu çeşitli şekillerde sınıflandırmışlardır. Mesela Celaleddin es-Suyuti (v. 911/1505) itnabı başta ikiye ayırmış; birinci kısma cümleleri çoğaltmak suretiyle yapılan itnab adını vermiş, ikinciye de kendi arasında tam 21 kısma bölmüştür. Bu kısımlardan birini de tekrar teşkil etmektedir.52 Burada böylesine geniş bir konunun detayına inilmeyecektir. Çünkü konumuz, bütün yönleriyle itnabı ele almak olmayıp, tekrarın itnab içindeki yerini belirlemektir. Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşıldığı gibi tekrar, itnabın bir alt kümesi hükmündedir. Bundan dolayı tekrar, belagat içerisinde itnabın bir çeşidi olarak kabul edilmektedir.
B- Tekrar-Tatvil İlişkisi
Tatvil “ تطويل ” itnabın zıddı bir terim olup “ sözü faydasız bir şekilde uzatmak ” anlamına gelmektedir. Belagatçılar, tatvilde uzatılan veya tekrar edilen sözden hangisinin zaid olduğunu tesbit etmenin mümkün olmadığını söylemişlerdir. Mesela Hutey’e’nin (v. 59/678), inşad ettiği bir şiirinde tatvilden söz edilmiştir. Çünkü o, şiirinde “uzaklık ” manasına gelen “ne’y “ناي ve “bu’d” “بعد kelimelerini birlikte kullanmıştır. Bunlardan biri tatvildir. Ancak hangisinin tatvil olduğu belli değildir.53
Başka bir şiirde de tatvile örnek teşkil eden kelimeler bulunmaktadır. Şair, o şiirde, “yalan” manasına gelen kezib/kizb “ كذب ” ile meyn “مين ” kelimesini art arda kullanmıştır. Bunlardan biri zaid durumundadır; ancak hangisinin zaid olduğu anlaşılamamaktadır.54
C- Tekrar-Haşiv İlişkisi
Haşv “ حشو ” kelimesinin manası tatvile yakındır. Şöyle ki tatvil, " sözü faydasız bir şekilde uzatmak veya tekrarlamaktır". Ancak uzatılan veya tekrar edilen kelimelerden hangisin zaid olduğu tayin edilememektedir. Haşivde ise uzatılan veya tekrar edilen sözden hangisinin zaid olduğu tayin edilebilmektedir.
Bu izahlardan da anlaşıldığı gibi tekrarın tatvil ve haşivle kesiştiği herhangi bir ortak nokta bulunmamaktadır. Arap edebiyatında faydasız söz söylemek kusur kabul edilirken, tekrar hem faydalı hem de önemli bir belagat özelliği sayılmaktadır.
D- Tekrar-Zaid İlişkisi
Zaid “ زاءد ”, " bir kelimeye bir harf ilave edilmesi veya bir cümleye bir harf, fiil veya isim eklenmesi " demektir. Esasında ulemanın çoğunluğu, Kur'an ifadeleri için zaid kelimesinin kullanılmasını uygun görmemiş, onun yerine te’kid “ تأكيد ”, sıla ” صلة ” ve mukham “ مقحم ” kelimelerini kullanmışlardır. Buna mukabil Basra uleması, zaid ve lağv “لغو ”, Küfeliler ise sıla ve haşv kelimelerini kullanmaktan çekinmemişlerdir. Fakat Zerkeşi (v. 794/1391) bunlara şiddetle karşı çıkarak " En uygun olan, Allah’ın Kitabı hakkında bu sözlerden kaçınmaktır. Çünkü nahivcilerin zaidden kastı mana bakımından değil, i'rab bakımındandır." demiştir.
İsim ne verilirse verilsin önemli olan onunla kastedilen manadır. Kur'an'daki zaidin manası, anlatılmak istenenin onsuz da (zaid olmadan da) gerçekleşmesidir. Fakat o zaidler boşuna getirilmiş kelime ve takılar olmayıp, te'kid vazifesi yapmak için zikredilmişlerdir. Çünkü Yüce Allah, Kur'an'a faydasız hiçbir şey koymamıştır. Kaldı ki Arap dilinde bir cümleye zaid bir harf eklemek, o cümleyi iki kez tekrarlamak gibi kabul edilmiştir.55
Zaidler harf, fiil ve isim olmak üzere üç kısma ayrılır. Ancak ziyade ekseriyetle harf ve fiillerde olur. İsimlerin zaid olanlarına ise nadiren rastlanır. Harflerden zaid olarak gelenler şunlardır:
ان - ان- اذ- اذا- الي- ام- باء- فاء – في- كاف- لا- لام- ما- من- واو
Mesela Al-i İmran, 3/159. ayetindeki ma “ ما ” edatı zaid kabul edilmiştir. Ancak zaid olan bu ma, te'kid manası taşıdığı için bir fazlalık sayılmamıştır. Bu harf, manaya " Sen onlara ancak Allah'ın sana bahşettiği rahmet sebebiyle yumuşak davrandın." şeklinde bir vurgu kazandırmaktadır.56
Fiillerden hangilerinin zaid olarak geldiği alimlerce tespit edilmemiş; zaid kabul edilen bu fiillere sadece bazı örnekler verilmiştir. Mesela Maide, 5/53. ayetinde geçen “ اصبحوا “ "Sabahladılar, oldular." kelimesini bazı ulema zaid kabul etmiştir.57
İsimlerden zaid olanlara ise, az rastlandığı veya hiç rastlanmadığı söylenmiş Bakara, 2/9. ayetinde geçen "Allah" lafzı buna örnek gösterilmiş ve Allah'ın kandırılmasının mümkün olmaması gerekçe olarak öne sürülmüştür.58
Bir de Kur'an'da lafzın binasına (bizzat yapısına) ziyade yapılması söz konusudur. Bir lafız bir vezinden, başka bir vezne nakledildiğinde nakledildiği vezin önceki vezinden daha üstün olup ikinci vezin birinciden daha fazla mana ihtiva eder. Çünkü lafız manaya delalet eden bir unsur olarak ortaya çıkar. Lafızlara ziyade yapılması, zorunlu olarak o lafzın manasını artırır. Mesela Kamer, 54/42. ayetinde geçen muktedir “مقتدر ” kelimesi, kadir “قادر ” kelimesinden daha beliğdir. Çünkü muktedir kelimesi, Allah'ın kudreti elinde bulundurduğuna delalet eder, ayrıca O'nun kudretinden hiçbir şeyin kurtulamadığına işaret eder. İşte burada mananın daha iyi yerleşmesi için lafız kuvvetli getirilmiştir.
Başka bir ayette59 kübbü “كبوا ” yerine kübkibü “ كبكبوا ” kelimesi kullanılmıştır. Zemahşeri'ye (v. 538/1143) göre kebkebe “ كبكب ” , kübb'ün “ كب ” tekrarlanmış şeklidir. Lafızdaki bu tekrar, manadaki tekrara bir delil kılınmıştır. Bununla, onlar cehenneme atıldıklarında onun dibine varıncaya kadar defalarca tepe taklak olacakları anlatılmak istenmiştir.60
Yapılan bu izahlardan da anlaşıldığı gibi te'kid ve vurgunun dışında tekrarın zaidle doğrudan bir ilişkisi yoktur. Özellikle lafız tekrarları ile zaid karşılaştırıldığında manaya yapılan vurgunun dışında birleştikleri herhangi bir nokta bulunmamaktadır. Dolayısıyla ne tekrara zaid, ne de zaide tekrar denilebilir.
Tefsir usulü ve belagat alimleri, tekrar-belagat ilişkisini ele alırken tekrarın bütününü (lafız ve mana tekrarlarını) incelemeye tabi tutmuşlardır. Dolayısıyla böyle bir bağlamda tekrar dendiği zaman lafız ve mana tekrarları birlikte anlaşılmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |