EVRENSEL YAŞAMIN DİNAMİĞİ...
Peki, eğer gravitasyonal düzeyde bütün sistemler birer atalet sistemiyse, ve gravitasyon da hiç bir zaman “dış kuvvet” olarak objektif anlamda bir rol oynayamıyorsa, o zaman bu evrenin hareket dinamiği nedir? Yani, astronomik-makroskobik düzeyde dış kuvvet rolünü oynayan güç, kaynak nedir? Öyle ya, eğer böyle bir dış kuvvet olmasaydı, her şey mutlak bir atalet halinde sonsuza kadar giderdi. Hiç bir değişim, gelişme, yaşam vs.ye de yer olamazdı böyle bir evrende!
Bu görevi yerine getiren, bu diyalektiği tamamlayan başlıca unsur, evrensel var oluş sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak, bütün galaksilerin ve bu arada güneş sistemimiz gibi bir çok sistemlerin de merkezlerinde cereyan eden çekirdek reaksiyonlarıdır. Her durumda, gravitasyonal bir denge-atalet hali yaşayan makroskobik evrenin değişim, gelişme dinamiğini oluşturan dış kuvvetin kaynağı bunlardır.
Güneş-dünya sistemini bir bütün olarak ele alırsak, güneşin merkezinde gerçekleşen çekirdek reaksiyonları ve güneşten dünyaya gelen enerji, bir dış etken, sistem dışından kaynaklanarak sistemi etkileyen, ivmelendirici bir kuvvet değildir. Sonuç olarak, güneşin kaybettiği kütle-enerjiyi dünya alıyor. Yani, dışardan sisteme giren bir enerji yok. Bu yüzden de, dünyanın kütle merkezindeki varlığı söz konusu olunca, bu, ivmelendirici, ataleti bozucu bir dış kuvvet (girdi) değildir. Ama, yerkürenin yapısını oluşturan tek tek bütün elementler ve nesneler açısından bu bir dış kuvvet (girdi) rolünü oynar. Ve öyle olduğu içindir de, yer yüzündeki bütün ivmeli hareketlerin (etkileşmelerin), değişimin ve bu arada yaşamın da kaynağı olur. Bir an için güneşten hiç ışık-enerji- gelmediğini, güneşteki bütün reaksiyoların durduğunu düşününüz! Dünyada da hayat, her şey biterdi!... Neden mi?
Yeryüzünde yaşam denilen şey, sürekli, kendi kendini ve birbirini üreten bir dinamik süreçler birliğidir. “Dışardan”, yani güneşten gelen enerji yer yüzündeki bir objeyi-nesneyi etkileyince, bu önce o sistemin (o objenin) içinde değerlendirilerek işlenir. Bu işlemin sonunda ortaya çıkan sonuç (çıktı-output) ise gene yerküre üzerindeki başka bir objeyi-nesneyi etkileyen bir girdi haline dönüşecektir. Bu zincir böyle, adına “doğal denge” dediğimiz birbirini yaratarak birlikte varolma sürecini oluşturarak uzar gider. Bu durumda, bir an için, “dışardan” (yani güneşten) gelen etkinin kesildiğini düşünürsek, dış kuvvet-girdi ortadan kalkınca, onu işleyerek-işlerken gerçekleşen adına yaşam dediğimiz süreç de sona erer. Çünkü yaşam, özü itibariyle, dışardan gelen bu madde-enerjiyi-informasyonu değerlendirerek işleme, buna bağlı olarak da izafi bir gerçekleşme sürecinden başka birşey değildir.
Önce organik yaşam etkilenir böyle bir durumdan tabi. Ama sonra organik olmayan yaşam da. Sistem sürekli enerji kaybetmeye, soğumaya başlar. Bu ise, atom düzeyinde elektronların daha alt enerji seviyelerine düşmeleri demektir. Ama eğer bu durum devam ederse, bir süre sonra elektronlar bu en alt enerji seviyelerinde de tutunamaz olurlar. Ve çekirdeğin üzerine düşerler!...
Daha önceki açıklamalarda, mutlak bir dengenin-atalet halinin- neden mümkün olamayacağını, atalet haline izafi gerçeklik kazandıran en önemli unsurun “kuantum dalgalanmaları” dediğimiz sistemin o soluk alıp vermesi olayı olduğunu görmüştük. Ama, “soluk alıp verme” dediğimiz bu işlem de son tahlilde gene bir enerji alış verişidir. Dışardan, kuantum dalgaları dediğimiz etkilerin dahi gelmemeye başladığı bir ortamda artık elektronlarla çekirdek arasındaki dengeyi muhafaza etmenin de imkânı kalmaz. Böyle bir durumda yerküre giderekten önce bir “nötron yıldızı” haline dönüşecek, sonra da, daha ileriki aşamalarda, muhtemelen güneşe doğru düşmeye başlayacaktır...
Tekrar başa dönersek, gravitasyonal planda yaşanan ataletle, sistemin merkezinde cereyan eden çekirdek reaksiyonlarının ve bunun yarattığı değişim dinamiğinin bir bütün olduğunu ve bunun da sistemin yaşam diyalektiğini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ama ne kadar ilginç, aslında merkezde cereyan eden bu çekirdek reaksiyonlarını yaratan da, son tahlilde gene o, “ser verip sır vermeyen” gravitasyon değil midir!...
Bütün bunları, birkez daha altını çizerek özetlemek gerekirse, karşımızdaki tablo şudur:
Gravitasyonal alan, madde-enerjinin-kütlenin ayrılmaz parçası olan uzayın varoluş biçimidir, gerçekliğidir. Madde-enerjinin yoğunlaşmış şekli daima kendi uzayı ile birlikte varolur, hareket eder. Ve de, bu düzeyde, yani kütle-gravitasyonal alan düzeyinde kurulan evrensel varoluş sistemi, evrenin alt yapısını oluşturur. İşte biz buna evrenin atalet hali diyoruz. Ama öyle mutlak bir atalet değil bu tabi! Bu alt yapı, kendi varoluş dinamiğinin sonucu olarak, kendi içinde izafi bir dış kuvvet dinamiğini de oluşturuyor. Ve işte bu iki etkendir ki, bir bütün halinde evrensel varoluş diyalektiğini gerçekleştiriyorlar. Ne mutlak birliğe, atalete, ne de mutlak mücadeleye, ivmeli harekete yer kalıyor böyle bir yapıda. Her durumda, izafi bir atalet ve bir denge durumu oluşurken, aynı anda, sistem kendi içinde bir mücadele-ivmeli hareket kaynağı olarak izafi bir dış kuvvet dinamiğini de yaratıyor. İşte evrensel yaşamın mekanizması budur.
EVRENSEL ALT YAPI NASIL OLUŞUYOR...
Şimdi, sıra geldi o “ser verip sır vermeyen” gravitasyonal oluşum mekanizmasına. Yani, evrenin alt yapısının nasıl oluştuğuna! Bu bölümde, bu sırrı kavrayabilmek için nereye kadar gitmek gerekiyorsa oraya kadar gitmeye çalışacağız. İsterse bu “kara deliğin” içi olsun! Girmek gerekiyorsa eğer, oraya bile gireceğiz!...
Hubble’dan bu yana “evrenin genişlemekte” olduğu biliniyor [9,14,15]. Bunu, şişirilmekte olan bir balona benzetenler bile var. Sonra deniyor ki, madem ki evren genişliyor, galaksiler arasındaki mesafe gittikçe artıyor ve bu, ölçülebilen bilimsel bir tesbit, o halde, bu işin, yani bu genişlemenin bir başlangıcı olması lazım. Ve tıpkı videoda kaseti geriye doğru sardırarak, filmin en başına dönülmesi gibi, aynı şekilde, bugünkü genişleme hızı da hesaba katılarak, düşünsel planda en başa, yani evrenin o ilk oluşum anına ulaşılabilir...
Bu durumda karşımıza çıkan tablo şöyle olacaktır: Madde-enerjinin-kütlenin olağanüstü yoğunlaştığı bir merkez ve bu yoğunlaşmayla birlikte eğimi olağanüstü boyutlara varmış bir uzay, yani gravitasyonal alan. Herşeyin kolayca içine düştüğü, ama içeri bir girenin bir daha dışarıya çıkamadığı, olağanüstü bir yapı! Müebbet hapse mahkum olanların bulunduğu bir hapishane sanki, bir madde-enerji hapishanesi! Bazılarının “çekim” dediği, uzayın-gravitasyonal alanın- eğimi o kadar fazla ki, dışarı çıkmak isteyen kayıp tekrar gene içeriye düşüveriyor [11]!...
Elinize bir taş alıp havaya fırlatınız. Ne olacaktır? Taş bir süre yukarıya doğru gidecek, sonra hızı kesilince duracak ve ennihayet yere doğru düşmeye başlayacaktır. İşte, “kara delik” söz konusu olunca bu olay olağanüstü boyutlara varıyor. Çünkü, bu durumda söz konusu uzay, saniyede üçyüz bin km. hızla giden bir foton dahi olsa, onun bile fırlayıp gitme şansının olmadığı bir madde-enerji yoğunluğuna ilişkindir. Daha başka bir deyişle, bir uzay çukurudur bu, herşeyin içine düştüğü, dışarıya hiç bir sızıntısı olmayan bir “kara deliktir”!...
Deniliyor ki, yoğunlaşma arttıkça, önce atomlar çözülecek, yani elektronlarla atom çekirdeği arasındaki bağlar kopacak, sonra bunu çekirdeğin parçalanması izleyecek, sonra da protonlar ve nötronlara gelecek sıra. Yani onlar da dağılacaklar. Çünkü, gravitasyonun baskısına dayanmak mümkün olmayacak [9]. Ve giderekten bu çöküş olağanüstü bir hıza erişerek merkezdeki sıfır noktasında yoğunlaşılacak. Sonra, tam bu anda, yani bu sıfır noktasında, artık madde-enerjiyi bir arada tutan gravitasyonal baskı da ortadan kalkmış olacağından, sıkışan enerji, muazzam bir patlamayla açığa çıkarak, evrenin yeniden yaradılışı, ya da genişlemesi süreci denilen süreç başlayacak...
Buraya kadar tamam, fazla bir sorun yok! Hawking’le anlaşıyoruz! Elde, evrenin genişlemesine ilişkin bilimsel bulgular da var, ve bunlardan yola çıkarak belirli sonuçlara da ulaşılıyor. Bundan sonrası önemli...
Birinci sorun şu: Bugün halâ devam etmekte olan “evrenin genişlemesi süreci”, daha ne kadar devam edecektir? Bu sürecin dinamikleri nelerdir? Galaksilerin ve güneş sistemi dahil, bütün sistemlerin merkezlerinde cereyan eden çekirdek reaksiyonlarıyla “evrenin genişlemesinin” bir ilişkisi var mıdır? Yoksa, evren neden “genişliyor”?
Bir diğer sorun da, “genişleme” durduktan sonra tekrar merkeze doğru düşme olayının açıklanması. Gerçi az önce, videoyu geriye sardırarak bunu yapmaya çalıştık, ama bu mekanik ve sadece işin, olayın gerçekleşme tarzına yönelik bir açıklamaydı, esasa ilişkin değildi. Çünkü ortada bazı sorular var. Eğer söylenildiği gibi bir “Urknall” (patlama) gerçekleştiyse, bu durumda artık, tekrar gerisin geriye üzerine düşülecek bir eski merkezden bahsedilip edilemeyeceği de açık değil! Patlamadan, yani yeniden doğuştan sonra, nasıl bir sistem (evren) oluşmuş olmalı ki, genişleme durduktan sonra, tekrar bu yeni merkeze doğru bir düşme gerçekleşsin? Bütün bunların, evrenin yaşam diyalektiği ve kendi kendini yeniden üretmesi sürecinin bütünlüğü içinde bir arada, birbirlerinin nedeni olarak açıklanabilmesi gerekiyor. Kara deliğin, sıfır noktasının ve “Urexplosion” denilen o “patlamanın” da, aynı bütünlük içinde açıklanabilmesi gerekiyor...
Önce şu, “çekirdek reaksiyonlarıyla, genişleme arasındaki ilişkiyi” ele alalım. Bu konuya ilişkin “bilinenlere”, ya da çeşitli biliminsanları, fizikçiler tarafından yapılan açılamalara bir göz atalım.
Deniyor ki, “bütün galaksilerin ve güneş sistemi dahil bütün sistemlerin merkezlerinde cereyan eden çekirdek reaksiyonları sistemi birarada tutan önemli bir enerji kaynağıdır”. Doğru! Ama hemen ardından da diyorlar ki, “merkezden dışarıya, yani çevreye doğru yayılan bu enerji, gravitasyonun merkeze doğru çekim etkisini dengeliyor. Bu yüzden de, bu enerji tükenince, gravitasyonu dengeleyecek bir karşıt güç, etki, kuvvet kalmayacağı için, genişleme duracak ve çevre merkeze doğru (gravitasyondan dolayı) çökmeye başlayacaktır”. Ve bu çöküş “kara delik tekliğine” kadar, hatta daha sonra da, sıfır noktasına kadar gidecektir.
Bence sonuç doğru ama, çıkış noktasında sorunlar var!. Bunun nedeni de, gravitasyon olayının anlaşılmasında yatıyor. Örneğin, “çevreye doğru olan enerji akışı”, nasıl dengeliyormuş gravitasyonu? Bir zamanlar Einstein ‘da böyle düşünmüştü ve hatta buna “anti gravitasyon” adını bile vermişti, ama sonra bu düşüncesinin yanlışlığını kabul etmek zorunda kaldı!...
Mekanik bir yaklaşımla şöyle düşünülüyor. Gravitasyon, sonuçları itibariyle de olsa, merkeze doğru bir “çekim kuvveti”. Merkezden çevreye yayılan enerji ise, sistem elemanlarına, yani galaksilere bir hareket enerjisi kazandıracağı için, onların-yani galaksilerin- bir tür “merkezkaç kuvvetiyle” merkezden uzaklaşmalarına yol açıyor! Ne zaman ki merkezdeki reaksiyonlar durur, işte o zaman, genişlemenin, yani dışarıya doğru olan hareketin kaynağı kurumuş olacaktır; bu durumda tek güç olarak ortada gravitasyon kalacağı için merkeze doğru çöküş başlar!...
Peki, şu soruyu soralım: Sistemin merkezinde gerçekleşen çekirdek reaksiyonları ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan enerji, sistem içindeki diğer yıldızları bir dış kuvvet gibi etkileyerek, onları ivmeli bir harekete zorlayabilir mi? Yani, sistemin parçalarının gittikçe artan bir hızla birbirlerinden uzaklaşmalarının-evrenin genişlemesinin nedeni bu enerji olabilir mi?
Bence, oIamaz! Çünkü, bir sistemin merkezinde cereyan eden reaksiyonlar, son tahlilde, aynı sisteminin içinde gerçekleşen etkinliklerdir. Bunlar, sistemin toplam enerjisini, hareket miktarını vs. değiştiremezler. Yani bunlar, bir tür sistem içi kuvvetlerdir, etkinliklerdir. Merkez, enerji-kütle kaybediyor, çevre bunun bir kısmını alıyor. Yani enerji sistemin içinde bir yerden başka bir yere gidiyor. Evet, bu arada enerjinin bir kısmı da sistemin dışına kaçtığı için, sistemin zaman içinde enerji kaybedeceği söylenilebilir, ama aynı anda, tıpkı belirli bir kuantum seviyesindeki atomun kuantum dalgalanmalarıyla enerji alması gibi, dışardan sisteme enerji de giriyor. Ne var ki, bunların hiç birisi sistemin geneldeki ataletini-dengesini bozmaya yetmez. O halde, sistemin merkezindeki çekirdek reaksiyonlarıyla, evrenin genişlemesinin hiç bir ilişkisi yoktur. Yani, galaksilerin büyük bir hızla birbirlerinden uzaklaşmaları, mekanik bir mantıkla, sanki bir karşı kuvvetmiş gibi düşünülen çekirdek reaksiyonlardan dolayı olamaz...
Öte yandan, evet merkezdeki reaksiyonlar sistem elemanları için ivmelendirici bir dış kuvvet rolünü oynayamazlar ama, onlar, daha önce de açıkladığımız gibi, tek tek atomlar, moleküller üzerinde etkili olurlar. Onları ivmelendirirler. Onlar üzerinde bir dış kuvvet etkisi yaratırlar. Ve bu yüzden de, sistemin içindeki elemanlar açısından yaşamın kaynağı olurlar. Bunların, bu reaksiyonların durması demek yaşamın (sadece organik yaşamın değil, organik olmayanın da) durması demektir. Yani, atomların da ölmeleri demektir! Atomların dengede-hayatta kalabilmeleri için gerekli besin kaynağı olan kuantum etkinliklerinin en önemli yaratıcısının merkezdeki çekirdek reaksiyonları olduğunu söyledik. Bunların durması demek, sistemin ihtiyarlaması, ölüme yaklaşması demektir. İşte bu anlamdadır ki, çekirdek reaksiyonlarının durması, merkeze doğru çöküşün de başlangıcı olur.
Evrenin genişlemesi, ilk önce tek bir hücre olarak oluşan bir insanın büyüme süreci gibidir. Nasıl ki insanın büyümesi, gelişmesi yapısal bir olaydır, bu süreç, ta ilk başta oluşan DNA larla kontrol edilir, belirlenir, aynı gerçeklik evrensel oluşum için de geçerli olmalıdır. Bu yüzden de, sürecin diyalektiğini kavrayabilmek için en başa, yani o “kara delik tekliğine” (“Singularität”) dönmemiz, orada ne olup bittiğini anlayabilmek için, ne yapıp yapıp mutlaka o “tekliğin” içine girmemiz gerekecektir!... Hazır olun, içine giren hiç bir nesnenin, ışık dahil, bir daha dışarıya çıkamayacağı kara deliğin merkezine doğru yola çıkıyoruz!...
Dostları ilə paylaş: |