KUANTUM TEORİSİ VE REALİTE ANLAYIŞI
Kuantum teorisinin Kopenhag yorumcularına göre, ölçme nesnesi olan bir elektronun gözlemciden bağımsız-mutlak bir varlığının söz konusu olamayacağını, bu yüzden, olmayan bir şeyin belirli bir andaki yerinden ve hızından da bahsedilemeyeceğini söyledik. Ölçme nesnesinin, ölçme işlemi esnasında, karşılıklı etkileşmeye bağlı olarak yaratıldığını ifade ettik.
Burada hemen şu soru çıkıyor ortaya. “Ne yani, ölçme işlemine başlamadan önce o elektron yok muydu”?9 “Elektronun varlığı gözlemciye mi bağlıdır? Bu tıpkı, arabanın varlığının trafik polisinin yaptığı hız ölçme işlemine bağlı olduğunu iddia etmek gibi bir şey olmuyor mu? Eğer soruna bu şekilde yaklaşırsak, bunun ucu bir tür pozitivizme, ya da idealizme varmaz mı?. Çünkü, bu durumda şeyler, ancak biz onlarla etkileşmeye girdiğimiz an bir varlığa, gerçekliğe sahip oluyorlar. Ya ölçme işleminden önceki durum”?..İşte meselenin özü, canalıcı noktası burasıdır! Klasik fizikle, kuantum fiziğinin ayrıldığı nokta da işte tam buradadır. Ama biraz sonra göreceğiz ki, kuantum fiziğinin şimdiye kadar henüz daha çözemediği problemler de gene tam bu noktada ortaya çıkıyorlar!
Bir şey daha! Sistem Teorisi’nin ve İnformasyon İşleme Teorisi’nin önemi de gene tam bu noktada ortaya çıkıyor! “Varoluşun Genel İzafiyet Teorisi”de bu noktada kendini ortaya koyuyor.[3]
Önce, yukardaki temel soruya klasik fiziğin verdiği cevabı ele alalım: Şeyler, her türlü gözlemciden (KS’den) bağımsız olarak var olan, bizatihi, mutlak, objektif gerçeklik-lerdir.. Bu nedenle, onların sahip oldukları özellikler de kendilerine ait (“intrinsic”) mutlak değerler oluyor.. Bunlar, değişik gözlemciler tarafından çeşitli ölçme işlemleriyle farklı biçimlerde belirlenebilirler, ama objektif gerçeklikler oldukları için özünde gözlemcilere göre değişmezler. Çünkü bu değerler ölçme işleminden önce de var olan şeylerdir..
Kuantum teorisi olaya daha farklı bakıyor tabi: Bir elektronun belirli bir andaki yerini ve hızını tam olarak ölçemeyeceğimiz gerçeği ilkesel bir sorundur onun için. Aslında, sadece yere ve hıza ilişkin olarak da değil, aynı şekilde, kütlesi-enerjisi vb. yani, elektronun bütün özdeğerlerine ilişkin olarak da geçerelidir bu ilke. O halde (kuantum fiziğine göre), belirli bir “an’a” ilişkin olarak, söz konusu bu değerlerini tam olarak bilemeyeceğimiz (ölçerek elbette) bir elektronun, bu değerlere ölçme işleminden önce de sahip olduğunu söylemek metafiziktir. Çünkü, bilmek için ölçmek lazımdır. Ölçmek ise, ölçme nesnesini en azından bir fotonla etkilemektir. Ama etkileyince de “zaten var olan değerleri” tesbit etmiş olmuyorsunuz. Ölçme-etkileme işlemi esnasında gerçekleşen, bu etkileşmeye bağımlı olan değerleri elde ediyorsunuz. O halde, elektronun ölçme işleminden önceki varlığına ilişkin hiçbir objektif gerçeklikten bahsedemeyiz. Bu haliyle elektron sadece potansiyel bir gerçekliktir ve bir ihtimaldalgası (“Wahrscheinlichkeitswelle”) olarak ifade edilebilir. Bu ise sadece, ilerde elektron üzerinde herhangi bir ölçme işlemi yapıldığı taktirde ortaya çıkabilecek mümkün sonuçlara ilişkin ihtimalleri temsil edebilir.10 Yani, örneğin bir elektronun belirli bir andaki yerini belirlemeye ilişkin bir deney yapmak istiyorsanız eğer, önceden sadece şunu söyleyebilirsiniz: Şöyle şöyle yaparsak, büyük bir ihtimalle elektron şurada olabilir. Bunun dışında hiçbir şey söyleyemeyiz. Ancak, dikkat ederseniz, bu durumda bile, ihtimaldalgasının içinde önceden var olan mutlak değerleri açığa çıkarmış olmuyoruz. Elektronun objektif varlığı (ve buna ilişkin özdeğerleri) ihtimaldalgası’nın içindeki potansiyel değerlerle, bunlar üzerine gerçekleşen etkinin sonucudur...
KRİTİK SORU
Şöyle ifade edelim: Uzayda, herhangi bir yerde bir elektron var ve başka bir elektron geliyor buna çarpıyor! Ama bütün bunlar bizden, bizim o meşhur “gözlemcimizden” (hem maddi olarak, hem de onun iradesinden) bağımsız bir şekilde cereyan ediyor! Yani, bizim gözlemcinin böyle bir olayla ne bir ilişkisi var, ne de bu olaydan haberi! Şimdi, bu çarpışma-etkileşme anında, o elektronlar orada herhangi bir gözlemci (ve de onun sübjektif iradi müdahalesi) olmadığı halde, birbirlerini temel alan KS’lerine göre izafi objektif bir realite olarak gerçekleşiyorlar mı, gerçekleşmiyorlar mı? Biz orada olup bitenleri bilemediğimiz halde, o anda bu elektronların birbirlerine göre belirli bir varlığı oluşuyor mu, oluşmuyor mu? Böyle bir olay karşısında kuantum teorisinin kurucularının konumu nedir? Ya da, böyle bir olay neden hiç ilgilendirmiyor onları acaba, neden böyle bir soruyu hiç sormuyorlar kendi kendilerine? (Aslında soruyorlar belki de; ama onlara göre bilme durumunda olmadığımız şeylerin varlığından bahsedilemeyeceği için, böyle bir soru zaten anlamsız kalıyor!! Çünkü, onlara göre şeyler ancak biz onların varlığını bildiğimiz zaman, bildiğimiz için vardırlar!!...)
Kuantum teorisini ve onun “realite” anlayışını eleştirerek onu idealizme kaymakla suçlayan (içinde Einstein’ın da bulunduğu) klasik görüşe bağlı materyalist bilimadamları ise diyorlar ki, “ne yani, Paris şehri bizden bağımsız objektif mutlak bir gerçeklik değil midir”11? “Aynen bunun gibi, o iki elektron da, hem çarpışmadan önce, hem de çarpışmadan sonra birbirlerinden bağımsız olarak varolan objektif mutlak gerçekliklerdir. Önce bunu bir kabul edelim, çarpışmanın onların üzerindeki etkisini daha sonra konuşuruz”!..
Kuantum teorisinin kurucuları (önce doğru olarak), “bir olayın, ya da bir nesnenin, bizimle ilişkiye girmeden önce (yani bize göre objektif bir gerçeklik haline gelmeden önce) bizim için potansiyel bir gerçeklik olduğunu” söylüyorlar. “Çünkü, şeyleri, ancak bizimle olan ilişkileri bize göre objektif gerçeklikler haline dönüştürür” diyorlar. Buraya kadar tamam, bütün bunlara ben de katılıyorum aynen. Ama dikkat ederseniz daha sonra onlar burada takılıp kalıyorlar. Çünkü onlar için KS hep o gözlemci, yani “biz” olarak kalıyor! Bu durumda da tabi, gerçekliğin gözlemcinin dışında başka hiçbir KS’ne göre tanımlanamayacağı sonucu çıkıyor ortaya! Ki, sanırım sorun da burada! Bunun nedeni ise, onlar için gerçekliğin sadece bize göre tanımının önemli oluşu. “Hem sonra” diyorlar ki, “eğer işin içinde biz-yani gözlemci-yoksak nereden bileceğiz ki gerçekliğin bizden bağımsız olarak da varolup olmadığını”! Bu durumda iş, dönüp dolaşıp, “bizimle ilişki halinde olan şeylerin dışında başka objektif gerçeklik yoktur” anlayışına dayanıyor! Yani evet, “şeyler, bizimle-gözlemciyle-ilişki haline geçmeden önce potansiyel gerçekliktir” diyor Kopenhagcılar da, tamam, buraya kadar doğru; ama daha sonra, “nedir o potansiyel gerçeklik” diye sorduğunuz zaman buna verecek cevapları kalmıyor onların! Bu durumda siz de anlıyorsunuz ki, onların “potansiyel gerçeklik” olarak tanımladıkları şey, maddi hayatın içinde hiçbir karşılığı bulunmayan, Einstein’ın Kopenhagcıları eleştirirken kullandığı o “hayalet dalgası” kavramından başka birşey değildir!
Ben diyorum ki, bizimle ilişkileri olmadan önce, başka koordinat sistemlerine (KS) göre izafi objektif gerçeklikler olarak ortaya çıkabilen-çeşitli şekillerde varolabilen nesneler-bu durumda bizim için potansiyel gerçekliklerdir ve ancak bir ihtimal dalgasıyla temsil olunurlar. Bu doğrudur. Ama buradan hiçbir şekilde, “bu evrende bizimle-gözlemciyle ilişkiye girmediği sürece hiçbir şeyin varlığı gerçek değildir” gibi bir sonuç çıkmaz! Bu türden sübjektif idealist bir görüşle (ki, bu tür yaklaşımlar kuantum teorisinin kurucularına ait olsalar bile) kuantum teorisinin ilişkisi olamaz! Bütün mesele, gerçekliği hangi KS’ ne göre belirlemeye çalıştığımızla, hangi KS’ne göre konuştuğumuzla ilgilidir.
İtiraf etmek gerekir ki bu konu, yani objektif gerçeklik olarak var oluşun izafiliği konusu, Heisenberg ve Bohr’da açık değildir! Bu yüzden de, sanki her şey, bütün bir var oluş süreci, sadece “gözlemciyi” temel alan KS açısından önemliymiş gibi bir sonuç ortaya çıkabiliyor! Ancak bizzat etkileşerek gerçekleştirdiğimiz şeyler önemli olunca, bunun ötesi bir illüzyondan ibaret kalıyor. Tipik sübjektif idealist egoist-po-zitivist dünya görüşü! Sen varsan herşey var, sen yoksan herşey bir illüzyondan ibaret!
Bu ön açıklamalardan sonra, şimdi artık bizi ilgilendiren esas konuya, kuantum teorisinde etkileşme öncesine izafe edilen o meşhur “potansiyel gerçekliğin” gerçekliği konusuna geçebiliriz...
Dostları ilə paylaş: |