Dış lastik bak lastik



Yüklə 2,3 Mb.
səhifə19/25
tarix08.04.2018
ölçüsü2,3 Mb.
#47893
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   25

Diophantos denklemi 184

yon biçimine dönüştürülür. Diophantos'un üçüncü ya da dördüncü dereceden belirsiz denklemlere ilişkin çalışması azdır, ama kolay çözülebilir altıncı dereceden belirsiz bir denklemi de bulunmaktadır. Buradaki problem, birinci ve ikinci, bazen de üçüncü dereceden ifadeleri, tam kare, tam küp, kısmen kare ve kısmen küp vb durumuna getirecek iki, üç ya da dört sayıyı bulabilmektir. Arithmetika'nın VI. kitabı ise, bölümlerinin (kenarları ve alanı) değişik fonksiyonları kare olan rasyonel dik üçgenler bulmaya ilişkin problemler içerir.

Yunan cebirinde, problem kurma, mantık yürütme, işlem yapma ve çözüm elde etme aşamalarında simgesel işaretleri ilk kullanan Diophantos oldu. Bilinmeyen bir nicelik için tek bir simge kullanan Diophantos, içinde birden çok bilinmeyen bulunan problemlerde karışıklığı önlemek amacıyla, olanaklı her yerde bütün terimleri belirli biri cinsinden ifade etmeye çalıştı.

Arithmetika, sayılar kuramına ilişkin önemli önermeler de içerir. Diophantos, 8n+7 biçimindeki hiçbir sayının (n negatif olmayan bir tamsayı olmak üzere) üç sayının karelerinin toplamına eşit olamayacağını biliyordu. Ayrıca, 2n+\ ifadesinin iki sayının karelerinin toplamı olması durumunda, n'nin bir tek sayı olması ve 2n+l ifadesinin 4«-l biçimindeki bir asal sayıya bölünebilir olmaması gerektiğini (yani An+3 ya da 4n — l biçimindeki hiçbir sayının, iki sayının karelerinin toplamına eşit olamayacağını) ortaya koydu.

Eski Babil'de, oldukça gelişkin cebirsel yöntemlerin kullanılmış olduğu ortaya çıkarıldıktan sonra, Diophantos'un çalışmalannm Yunan matematiğinde yeni bir çığır açtığı yolundaki düşünce terk edilmiş ve onun Roma ve Eski Yunan kültürünün devraldığı ortak bazı geleneklerden etkilenmiş olduğu inancı yaygınlaşmıştır.



Diophantos denklemi, yalnızca toplama, çarpma ya da kuvvet alma işlemlerini içeren ve tüm katsayılan ile kayda değer tüm çözümleri doğal sayı ya da bunların ters işaretlisi olan denklem. Adını, 3. yüzyılda yaşayan Yunanlı matematikçi Diophantos' tan alan bu denklemler, ancak 7. yüzyılda Hintliler tarafından sistemli bir biçimde çözülebilmiştir.

Dior, Christian (d. 21 Ocak 1905, Gran- ville, Fransa - ö. 24 Ekim 1957, Montecati- ni, italya), Fransız moda tasarımcısı. II. Dünya Savaşı'nı izleyen 10 yıl boyunca dünya modasını yönlendirmiştir.

Dior, 1957

Popperfoto

mali bunalım sırasında haftalık Figaro Illus- tre dergisi için moda desenleri çizmeye başladı. 1938'de Paris'in önde gelen kadın terzilerinden Robert Piguet'nin yanında tasarım yardımcısı oldu; dört yıl sonra da
Varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Diplomat olmak üzere yetiştirildiyse de, 1930'lardaki moda tasarımcısı Lucien Lelong'un (1889- 1958) modaevine girdi. 1947'de Fransız tekstil üreticisi Marcel Boussac'ın desteğiyle "Yeni Görünüm" adıyla sunduğu devrimci moda tasarımlanm tanıttı. Etek boylarını iddialı biçimde uzun tutması uluslararası tartışmalara yol açtı. Dar omuzlu, bele oturan, kabarık etekli modelleriyle "Yeni Görünüm" II. Dünya Savaşı yıllarının vatkalı omuzları ve kısa etekleriyle tam bir karşıtlık içindeydi. "Yeni Görünüm"ün olay yaratan bu çıkışını olağanüstü başanlı bir 10 yıl izledi. 1950'lerdeki tasarımlarının özelliği "Çuval Görünümü" ya da "H" çizgisiydi. Dior, Paris modasının dünya çapında ticari başarı kazanmasında ve Parisli moda yaratıcılan- nın ABD'liler karşısındaki geleneksel üstünlüğünün yeniden sağlanmasında etkili oldu.

diorama, küçük bir odada gerçekleştirilen ve bir delikten bakılarak izlenen üç boyutlu gösteri. Genellikle düz ya da eğimli bir perdenin üstüne bir resim ya da fotoğraf yerleştirilir. Bu dekor perdeyle izleme deliği arasına da düz ya da üç boyutlu nesneler yerleştirilerek ve tül ya da plastikten renkli perdeler kullanılarak derinlik etkisi artınlır. Işığın ustaca kullanılması da etkiyi çoğaltan bir öğedir. Delikten izlenen bu tür gösterilerin 19. yüzyıldan önce doğduğu sanılmaktadır. Ama dioramayı, dekor ressamı, fizikçi ve fotoğrafçılıkta daguerrotype tekniğini bulan Fransız Louis-Jacques-Mande Daguerre'in geliştirdiği kabul edilir. Daguerre, çalışma arkadaşı Charles-Marie Bouton'la birlikte 1822'de Paris'te gerçekleştirdiği gösteriye diorama adını vermiştir. Günümüzde her konuyu her ölçekte gösterebilmeyi sağlayan ve başta müzeler olmak üzere pek çok yerde yaygınlıkla kullanılan dioramalarda da Daguerre'in tekniklerinden yararlanılmaktadır.

Panorama da dioramanın bir benzeridir. Arka planın oldukça geniş tutulması ve gösterinin genellikle delikten bakılarak değil de, doğrudan izlenmesi panoramanın farklı yanlarıdır.

Dioscorea bak. yam

Dioscoreaceae, Liliales takımından, 6 cinsi ve 500'ü aşkın otsu ya da odunsu sarmaşık ve çalı türünü içeren familya. Tropik ve ılıman iklimlerde dağılmış olan bu familya üyelerinin kalın kökleri ya da yumru biçiminde toprakaltı gövdeleri, ağsı damarlı ve genellikle kalp biçiminde yapraklan vardır; bazı türlerde loplu yapraklara da rastlanır. Yeşil ya da beyaz renkli küçük çiçekleri, türlerin çoğunda yaprakların koltuklannda salkımlar oluşturur. Kanatlı kapsül biçiminde ya da üzümsü meyveleri vardır. Yam (Dioscorea) cinsinden bazı türlerin (örn. D. batatas, D. bulbifera ve D. trifida) nişastalı yumruları nedeniyle tarımı yapılır. Ayrıca bu bitkilerden bazıları, bileşimlerin- deki steroitler nedeniyle doğum kontrol haplarının hammaddesidir. Familyanın birkaç türü de süs bitkisi olarak yetiştirilir. Avrupa'da dağılmış çok- yıllık bir bitki olan dövülmüşavratotunun (Tamus communis) san çiçekleri ve kırmızı meyveleri vardır.

Dioscorus (d. İskenderiye - ö. 14 Ekim 530, Roma), 530'da 23 gün hüküm süren papa ya da karşı-papa. İskenderiye Kilisesi'nin diyakozlarındandı. Burada Monofizitlerle çatıştığı için Roma' ya gitti. Papa Aziz Symmachus döneminde Ravenna'ya Ostrogot kralı Büyük Theode- rich'e papalık elçisi olarak gönderildi.

Dioscorus 519'da Papa Aziz Hormisdas'ın Konstantinopolis'e (istanbul) gönderdiği bir heyete başkanlık etti. Bizans imparatoru I. İustinianos (Büyük) ile birlikte, papanın Akakios Bölünmesi (skhisma) için önerdiği çözümü sonuca bağladı. Böylelikle Doğu ve Batı kiliseleri yeniden birleşmiş oldu. Bunun üzerine Hormisdas, İustinianos'a Dios- corus'u iskenderiye patrikliğine atamasını önerdi, ama önerisi kabul edilmedi. Dioscorus, Papa IV. (III) Felix döneminde Roma' da Bizans yanlısı gruba önderlik etti. Felix, Got ve Bizans grupları arasında bir ardıllık mücadelesi çıkmasını önlemek için Got kökenli başdiyakoz (II.) Bonifatius'u ardıl olarak belirledi.



22 Eylül 530'da Felix'in ölmesi üzerine Romalı din adamlarının ezici çoğunluğu (67 kişiden 60'ı) Bonifatius'u tanımayı reddederek Dioscorus'u papalığa seçti; iki papa da aynı anda takdis edildi. Ama Dioscorus'un ani ölümüyle bölünme sona erdi, onun yandaşları da Bonifatius'u destekledi. Ertesi araîık ayında Bonifatius Roma'da bir sinod toplayarak Dioscorus'u aforoz ettir- diyse de, 535'te Papa I. Aziz Agapetus bu karan kaldırdı. O dönemin kilise hukukuna göre Dioscorus'un papalık talebi büyük olasılıkla meşruydu.

Dioskorides, Pedanios (d. İS y. 40, Ana- varza, Kilikya - ö. y. 90), Yunanlı hekim ve farmakoloji bilgini. Çağdaş botanik terimlerinin en önemli klasik kaynaklarından olan ve 16. yüzyıl boyunca farmakolojinin temel başvuru kitapları arasında önemini koruyan Peri hyles iatrikes'ı yazmıştır. Roma imparatoru Neron'un ordusunda cerrah olarak pek çok sefere katılan Dioskorides, gittiği yerlerde çok sayıda bitki ve mineralin niteliklerini, coğrafi dağılımlarını ve tıbbi özelliklerini inceleme olanağı buldu. Yaklaşık 77'de yazdığı beş kitaplık yapıtı Peri hyles iatrikes'te (Latince De materia medica, İlaç Bilgisi Üstüne), aralarında kenevir, çiğdem, subaldıranı ve nanenin de bulunduğu 600 kadar bitkiyi tanımladı ve ilaç olarak kullanılabilecek 1.000 kadar maddeye yer verdi. İkinci kitap, süt ve bal gibi hayvansal ürünlerin tedavi edici ve besleyici özelliklerine, beşinci kitap ise cıva, arsenik, kurşun asetat, kalsiyum hidrat ve bakır oksit gibi ilaç olarak kullanılabilecek kimyasal maddelere ilişkindir. Dioskorides bu yapıtında, cerrahide anestezik olarak kullanmak üzere afyon ve adarnotundan hazırlanan uyku iksirlerinden de söz eder. Aslı Yunanca elyazması olan ve en az yedi dile çevrilen bu yapıt, çağdaş ölçülere göre bitki toplayıcılarının elkitaplarmdan biraz daha kapsamlı olarak kabul edilmekle birlikte, yüzyıllar boyunca temel başvuru kaynağı niteliğini korumuştur. Yapıtın güvenilir baskılan Yunanca (1906-14) ve İngilizce (1934) olarak yayımlanmıştır. Kitabın Arapça çevirilerinden Kitabü'l-Haşayiş'm iki minyatürlü nüshası Süleymaniye ve Top- kapı Sarayı Müzesi kütüphanelerindedir.

Dioskoros (d. İskenderiye - ö. 4 Eylül 454, Gangra [Çankm], Anadolu), 444-450 arasında İskenderiye patriği. Monofizit inanç- lan benimsediği için 451'de Khalkedon (Kadıköy) Konsili'nce aforoz edilmiştir. İskenderiye'de başdiyakoz olduğu sırada, Aziz Kyrillos'un ardından patrikliğe getirildi. Monofizitliğin aşırı bir türünü savunan Konstantinopolisli (İstanbul) keşiş Euty- khes'i destekledi. Ama 448'de Konstantino- polis'te toplanan bir sinod Eutykhes'in görüşlerini mahkûm etti. Ertesi yıl Ephesos (Efes) Sinodr'na başkanlık eden Dioskoros da Doğu Roma imparatoru II. Theodosius' un desteğiyle Eutykhes'i akladı, Papa Aziz

II. Leo'yu aforoz etti ve Konstantinopolis patriği Aziz Flavianus'u Monofizitlere karşı çıktığı için görevinden aldı.

450'de Theodosius'un ölümünden sonra Khalkedon Konsili bütün Monofizit öğretileri mahkûm ederek Dioskoros'u görevden aldı ve Gangra'ya sürdü. Gene de Diosko- ros heretiklikle suçlanmadı. Monofizit kiliseler (Kopt, Süryani ve Ermeni kiliseleri) Dioskoros'a bir aziz olarak saygı gösterirler.



Dioskurlar (Yunanca Dioskouroi: "Ze- us'un Oğulları"), kastor ve polluks (poly- deuskes) olarak da bilinir, Yunan-Roma mitolojisinde, deniz kazasına uğrayan denizcilerin yardımına koşan ve elverişli rüzgârlar için kurbanlar sunulan ikiz tanrılar. Leda'nın, bazı kaynaklara göre kocası Tyndareos'tan bazı kaynaklara göre de Zeus'tan olma çocuklarıdır. Bir başka inanışa göre Kastor, Tyndareos'un, Polluks ise Zeus'un oğludur.

Birbirlerinden hiç ayrılmayan ikizler atletik yetenekleriyle ünlenmişlerdi. Efsaneye göre, âşık oldukları kızlar yüzünden çıkan bir kavgada, ölümlü olan Kastor yaşamını yitirir. Polluks'un Kastor'dan ayrılmamak için ölümsüzlüğü reddetmesi üzerine, Zeus sırasıyla tanrılar ve ölüler arasında birlikte kalmalarına izin verir. Daha sonra onları İkizler burcuna dönüştürür.



Roma'da Dioskurlar kültünün ortaya çıkışı İÖ 484'e değin iner. İnanışa göre, Regillus Gölü Çarpışması'nda Romalıların yanında yer aldıkları ve zafer haberini Roma'ya götürdükleri için, Aulus Postumi- us verdiği sözü yerine getirerek Forum'da adlarına bir tapınak yaptırır. Sanatta, genellikle, ellerinde mızrak tutan, miğferli iki atlı biçiminde gösterilirler. Eski Roma sikkelerinde tasvirleri vardır.

Diospyros, abanozgiller (Ebenaceae) familyasından, 200 kadar ağaç ve çalı türünü içeren cins. Çoğunun anayurdu tropik bölgeler olan bu bitkilerden bir bölümü kışın yapraklarını döker, bir bölümü dökmez. Genellikle almaşık olarak dizilmiş düz kenarlı yaprakları, 1-10 kadar tohum taşıyan etli meyveleri vardır. Başta abanoz(*) olmak üzere bazı türlerin kerestesi çok değerlidir. Bazıları ise güzel yapraklan ya da yenebilen meyveleri için yetiştirilir. Bunlardan, anayurdu Kuzey Amerika olan virjin- yahurması (D. virginiana) 15-30 m yüksekliğe kadar büyüyebilen bir ağaçtır; 4 cm çapında yuvarlak meyveleri ve çan biçiminde sarımsı beyaz çiçekleri vardır. Turuncu renkte iri meyveler veren trabzonhurması- nın(*) (D. kakı) yüksekliği 12 m'ye ulaşır.

Diourbel, Senegal'in batısında kent. Dakar'ın 145 km doğusuna düşer. Yerfıstığı yetiştiren bir bölgenin pazarı olan Diour- bel'de yerfıstığı yağının yanı sıra içecek maddeleri ve parfüm de üretilir. Kentte çok güzel bir cami vardır. Nüfus (1979 tah.) 55.307.

dip akıntısı, karaya çarpıp kınlan dalgala- nn geriye çekilmesi sırasında, deniz dibinde oluşan, karadan açıklara yönelik güçlü akıntı. Dalgaların taşıdığı yüzey sularının miktarı az olduğundan, dip akıntıları geniş ölçekli değildir. Ama, dalgalann hızı arttıkça, kmlmadan sonra dipten açığa doğru oluşan akıntının şiddeti de artar ve kıyılarda yüzenleri etkiler. Dönen suların önüne çeşitli engellerin çıkması durumunda, hızlı anafor akıntıları oluşabilir. Aynca, dönen su miktan dalgalann boyutlarına bağlı olarak değiştiğinden, denizden kıyıya yürüyerek çıkmak için dalgalann alçaldığı bir anı bekleyen bir yüzücü, bu kez, geçip giden büyük bir dalganın kınlmasıyla dönen sula- nn oluşturduğu şiddetli dip akmtısıyla karşılaşabilir.

dip buzu, taban buzu olarak da bilinir, su sıcaklığı donma noktasının üzerindeyken akarsuların dibinde oluşan buz. Dip buzunun oluşmasının başlıca nedeni, akarsuyun dip bölümlerinden yukanlara doğru ısı yitiminin olmasıdır. Yalnızca açık gecelerde oluşan dip buzu, hiçbir zaman bulutlu havalarda tutmaz. Koyu renkli kayaçların üstünde kolaylıkla gelişir, öte yandan köp- rüaltlarmda ve benzeri alanlarda rastlanmaz. Ender olarak da yüzey buzunun altında oluşur. Soğuk ve açık geçen bir gecede dipteki kayaçlar hızla ısı yayar ve donma noktasının altındaki bir sıcaklığa iner; böylece üzerlerinde gevşek yapılı, süngersi dip buzlar oluşmaya başlar. Ertesi gün açık ve güneşli ise, güneşin ısısı buzlann kayaçlardan koparak hızla yüzeye çıkmalarına neden olabilir. Akarsulann dibindeki kaya parçalannm ve kumun üzerinde, ince bir durgun su katmanı bulunur; bu katman donduğunda, üzerinde dip buzlannm gelişmesi ve yüzeye fırlayan ince buz parçacıkla- nn yeniden dibe çökerken birikmesi için elverişli bir zemin oluşturur.

dip suyu, okyanus sularının yoğun, en alt katı. Daha üst bölümlerdeki su katmanlarına göre sıcaklığı, tuzluluk oranı ve oksijen içeriği oldukça farklıdır. Güney Büyük Ökyanus, Güney Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusunun güney kesimlerinde yer alan dip sularının büyük bölümü ile Kuzey Atlas Okyanusu dip sularının bir bölümü, Antarktika yakınlarında kış ayları döneminde oluşur. Antarktika kıta sahanlığında, özellikle Weddell ve Ross denizlerinde, deniz suyunun kısmen donması sonucu tuzsuz buz kütlelerinin oluşması geride kalan sulann tuzluluk oranının binde 34,62'ye yükselmesine yol açar. Sıcaklığı ortalama — 1,9°C olan bu suların yoğunluğu da yüksektir (1,02789 gr/cm3). Bu nedenle dibe çökerken öteki sularla karışarak bir oranda ısınmakla birlikte deniz tabanına —0,9°C'de ulaşır ve okyanus dibinde kuzeye doğru akmaya başlar. Bu sıcaklık derecesini koruyarak, Atîas Okyanusunda, Ekvator'u geçer; kuzeyde ise Grand Sığlığı çevresinde 45° kuzey enlemine kadar uzanır. Topografik engellerle yalıtılmış olan Kuzey Buz Denizinde dip suları daha az miktarlarda oluşur. Bering Sili, dip sularının Büyük Okyanusa akmasına engel olur; Grönland ile Britanya adaları arasındaki denizaltı kayalıkları ve doğal setler de bu suların Atlas Okyanusuna girmesini engeller. Bazı dip suları ise, Grönland'm yakmla- nnda, tuzlu Gulf Stream yüzey sularının —l,4°C'ye kadar soğuması sonucunda oluşur. Bu sular Atlas Okyanusunun batısında taban boyunca güneye doğru akar. Oksijen, deniz suyuna, dip sularının başladığı yüzeyde kanşır; burada litrede 4-6 mililitre yoğunluğunda olan oksijen, denizaltı bitki ve hayvanlannın yaşamalan için tek kaynaktır. Seyrek bulunan derin deniz bitkileri ve hayvanlan çok az oksijen alır. Dip sularının içerdiği oksijen miktan, kaynak noktalarından uzaklaşıldıkça azalır. Bu olgudan, özellikle kaynağın Saptanmasında ve suyun akış hızının hesaplanmasında yararlanılır. Dip suları çok yavaş, genellikle saniyede 1-2 cm hızla akar. Buna karşılık, okyanus havzala- nmn batı kıyıları boyunca saniyede 10 cm'ye varan hızlar hesaplanmıştır.

Dipankara bak. Atişa



Dipavamsa (Pali dilinde "Adanın Tarihi"), Seylan (bugün Sri Lanka) tarihine ilişkin günümüze ulaşmış en eski belge. 4. yüzyılda derlenmiştir. Daha sonraki bir dönemde

185 Diplograptus

yazılan ve daha kapsamlı bir tarihsel kronoloji olan Mahavamsa'mn yazarının yararlandığı birkaç ana kaynaktan biri sayılır. Siyasal tarihten çok, dinsel (Budacı) tarihe ağırlık vermesi ve ele aldığı tarih dilimi açısından, Mahavamsa'ya benzer. Ama bu yapıtın tersine ilkel ve kaba bir kurgusu vadır. Bu durum Seylanlılann (Sinhali) Budacılığm kutsal dili olan Pali dilinde yazdığı ilk ürün olmasına bağlanır. Belirli bir sistematik izlemediğinden ve değişik üsluplan barındırdığından değişik yazarlar- ca kaleme alındığı kabul edilir.



Diphilos (ü. 4. yy sonu), Eski Yunanlı şair. Çağdaş töre komedisinin(*) atası sayılan, siyaset dışı ve gerçekçi özellikler gösteren Yeni Komedya(*) okuluna bağlıdır..

Sinop'ta doğdu, Atina'da yaşadı ve İzmir' de öldü. Yaklaşık 60 yapıtı olduğu bilinmekle birlikte, bunlardan yalnızca bazı Yunanca parçalar günümüze ulaşmıştır. Bazı yapıtları ise, klasik Roma tiyatrosunun ustalarından Plautus'un Casina ile Rudens {Urgan) ve Terentius'un Adelphi (Kardeşler) adlı Latince uyarlamalarıyla günümüze gelmiştir. Eylem ve gösteri öğesinin ağırlıkta olduğu sahnelerde usta olduğu sanılan Diphilos, canlı imgelere dayanan üslubuyla dikkati çeker.



dipir, bir tür skapolit minerali. Aynca bak. skapolit.

Diplodocus, Saurischia takımının Sauro- poda alttakımmdan soyu tükenmiş dev dinozor cinsi. Apatosaurus cinsinin akrabası olan ve Amerika'daki Geç Jura Dönemi (Jura Dönemi y. 190-136 milyon yıl önce) kayaçlarında bulunmuş fosilleriyle tanınan Diplodocus, yeryüzünde bugüne değin yaşamış en uzun kara hayvanıdır; bilinen en iri örneğinin uzunluğu 27 m'yi bulur. Bu uzun gövdeye karşılık, kafatasları şaşırtıcı derecede küçük, uzun ve oldukça hafif, beyinleri son derece küçük, boyunları da çok uzundur. Güçlü omuz ve kalça kemerleri ile kütük gibi kaim bacakların taşıdığı gövde, hayvanın boyutlarına göre oldukça hafiftir. Bu dinozorlardan çoğunun ağırlığı 10 tonu geçmezken, bazılannınki 80 tona yaklaşır. Çok uzun ve büyük olasılıkla esnek olan kuyruklanm saldırganlara karşı hızla savurarak savunma silahı ya da suda yüzerken kürek gibi kullandıkları sanılmaktadır.

Omurganın bitiminde yumak gibi sinir dokusu, arka ayaklar ile kuyruk hareketlerinin eşgüdümüne yardımcı oluyordu. Hayvanın çok uzun olması sinir uyarılarının beyinden arka bacaklara iletilmesini geciktireceği için, bu süreci hızlandırmak üzere omurilikte, bazen yanlış bir terimle ikinci beyin denen bir sinir düğümü gelişmiştir.



Diplodocus cinsinden dinozorların, günün büyük bölümünü, yalnızca başlan dışarıda kalacak biçimde suda geçirdikleri, ayrıca güçlü bacakları ve fillerinki gibi yayvan ayaklarıyla karada rahatça dolaşabildikleri sanılmaktadır. Çenenin ön kenarlarında sıralanmış, keskin olmayan çubuk biçimindeki dişleri bu hayvanların bitkilerle beslendiğini gösterir.

Diplograptus, soyu tükenmiş graptolit (ilkel kordahlarla akraba oldukları sanılan ve bir zamanlar denizlerde koloniler halinde yaşayan küçük hayvanlar) cinsi. Diplograptus türleri ya da örnekleri, Ordovisiyen Dönemin (y. 500-430 milyon yıl önce) tanıtıcı fosilleridir ve bazen çok geniş bir dağılım gösteren bu kayaçların karşılaştml- masında kullanılır. Graptolitlerin en iri örneklerinden olan bu canlıların, yüzücü bir

diplomasi 186

sapa tutunarak oluşturdukları koloni bir kuş teleğini andırır.

diplomasi, yerleşik uluslararası görüşme yöntemi ya da uluslararası ilişkileri yürütme sanatı. Geçmişte diplomasi terimi egemen devletler arasındaki resmî ilişkilerle sınırlı bir anlam taşırdı. Ama 20. yüzyılda diplomasinin alanı çok sayıda devletin katıldığı zirve toplantılarını ve Birleşmiş Milletler (BM), Kızılhaç, Kızılay, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) gibi uluslararası kuruluşların konferans ve etkinliklerini kapsayan bir genişliğe ulaşmıştır.

Diplomasi çoğu zaman dış politikayla karıştırılır. Oysa diplomasinin gerçek işlevi, genellikle siyasal organlarca belirlenen dış politikanın hedef, strateji ve geniş kapsamlı taktiklerinin uygulanmasını sağlayan başlıca araç olmasından gelir. Dış politika çoğunlukla açık bir biçimde belirtilirken, diplomasi genellikle gizli olarak yürütülür. Ama diplomasiyle elde edilen sonuçlar da çoğu kez kamuoyuna duyurulur.

Tarihöncesi toplumlarda bile diplomasinin olduğunu gösteren bazı izlerin varlığına karşın, modern anlamda diplomasinin ortaya çıkışı Eski Yunan uygarlığıyla başlar. Eski Yunan'da ilk diplomatlar savaşan devletler arasında görev yapan ve dokunulmazlığı bulunan habercilerdi. Daha sonra hitabet yeteneği üstün kişiler arasından seçilen elçileri diplomatik görevlerle başka devletlere gönderme geleneği ortaya çıktı. Bir tür fahri konsolosluk yapan ve prokseni adıyla özel bir sınıf oluşturan diplomatik temsilcilerin elçilerden farkı, kalıcı bir görevi yerine getirmeleri ve ticari konularda uzmanlaşmış olmalarıydı.

Roma döneminde ve ortaçağ Avrupa'sında diplomasiye daha çok hukuksal düzeyde katkılar yapıldı. Roma hukukunun ilkeleri antlaşmalara uygulandı ve resmî bir uluslararası hukuk oluşturma yönünde ilk adımlar atıldı. Ortaçağ sonlarında papalığın yürüttüğü diplomasi öncü bir rol oynadı; legal us ve nuncio adını taşıyan papalık temsilcileri hükümdarlara hizmet veren diplomatik görevlilere örnek oluşturdu. Bu görevliler 12. yüzyıldan başlayarak büyükelçi adıyla anılmaya başladı. Başta Venedik olmak üzere italyan kentlerince yürütülen diplomasi en geniş kapsamlı boyutlara ulaştı ve gelişim çizgisiyle öteki Avrupa devletlerini de etkiledi.

16. yüzyıla gelindiğinde artık Avrupa'nın her yanında kalıcı olarak görev yapan büyükelçilikler vardı. Çeşitli başkentlerde her biri kendi hükümdarının saygınlığını temsil eden çok salıda büyükelçinin var olması, zamanla diplomatik temsilciler arasında öncelik sırasından kaynaklanan sorunlara yol açtı. Diplomatik protokol kurallarının önemli bir bölümü bu dönemde getirilen çözümlere dayanır. Diplomasinin odak noktası 17. yüzyılda hükümdarların temsilinden ulusal çıkarların temsiline doğru kaydı. Fransa'da Kardinal Richelieu bu hizmeti yönlendirmek ve eşgüdümü sağlamak üzere ilk modern dışişleri bakanlığını kurdu. Yönetim erkinin kraliyet saraylarından hükümetlere geçmesiyle birlikte 19. yüzyılda bu yönelim daha da hızlandı. Aynı dönemde Avrupa diplomasisinin kalıpları başka ülkelerce de benimsenmeye başladı. Yüzyılın sonuna gelindiğinde Batı'nın diplomatik sistemi dünyanın birçok yerinde belirgin olarak yerleşmiş bulunuyordu.

İletişim ve ulaşım alanlarında 19. ve 20. yüzyıllarda sağlanan gelişmeler diplomasinin yürütülmesini önemli ölçüde değiştirdi. Büyükelçiler kendi başkentlerindeki siyasal yöneticilerle daha sık haberleşme olanağına kavuştular, siyaset adamları da diplomatik görüşmelerde daha etkin biçimde rol oynamaya yöneldiler. Viyana Kongresi (1814- 15) gibi bazı önemli diplomatik toplantılara devlet başkanlarının katılması geçmişte de görülen bir uygulamaydı. Ama 20. yüzyılın ikinci yarısındaki zirve toplantıları ve uluslararası konferanslar, siyaset adamlarının diplomatik süreçlerle daha yakından ilgilenmesini getirdi.

Yeni dönemde diplomatik görevler de sayıca büyük bir artış gösterdi. Milletler Cemiyeti ve onun ardılı olan BM diplomatların görev yaptığı en önemli uluslararası platformlara dönüştü. Avrupa Topluluğu (AT) Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ve Afrika Birliği Örgütü (OAV) gibi uluslararası kuruluşlarda da ilgili devletlerin daimi elçiliklerine yer verildi.

Diplomasinin daha açık bir nitelik kazanmasıyla birlikte bu mesleğin taşıdığı tehlikeler de arttı. Ülkedışılık (exterritorialite) kavramı ve diplomatik dokunulmazlık(*) çerçevesinde sağlanan korumaya karşın, diplomatlar terörist eylemlerin ve çeşitli tepkilerden kaynaklanan saldırıların bir hedefi durumuna geldi. Diplomatlara yönelik kaçırma ve suikast eylemleri 20. yüzyılın ikinci yarısında alışılmamış olmaktan çıkmaya başladı.

BM Diplomatik İlişkiler ve Dokunulmazlıklar Konferansı'nca 1961'de kabul edilen Viyana Sözleşmesi'yle diplomatik temsilcilerin statüleri ve uymaları gereken yerleşik protokol kuralları düzenlendi. Buna göre misyon şefi statüsündeki diplomatik temsilciler üç sınıfa ayrılır: Büyükelçiler ve papalık temsilcileri, elçiler ve ortaelçiler, maslahatgüzarlar. İlk iki sınıftakiler devlet başkanlarına, üçüncü sınıftakiler dışişleri bakanlarına güven mektubu sunar. Bu temsilciler, onların yanında çalışan memurlar ve konsolosluk görevlileri bir ülkenin dışişleri örgütünü(*) oluşturur. Diplomatik temsilcilerin başlıca görevleri ev sahibi ülkede, gönderen ülkeyi temsil etmek, çıkarlarını korumak, onun adına görüşmeler yürütmek, ev sahibi ülkedeki durum ve gelişmeler konusunda bilgi toplamak ve iki ülke arasında dostça ilişkilerin gelişmesini sağlamaktır.

Günümüzde diplomatik görevlerin kapsamına ekonomi, kültür, silahsızlanma ve daha birçok görüşme alanı da girmiştir. Bu alanlardaki çalışmalar genellikle kendi alanlarında uzman olan görüşmecilerin aracılığı ya da yardımıyla yürütülür. Diplomatların kendileri de eğitim ve yetişme bakımından geçmişe göre daha çok uzmanlık kazanmış bulunmaktadır. Ama bazı ülkelerde, özellikle de küçük ülkelerde diplomatik makamlara genel bir eğitimden geçmiş kişileri atama eğilimi sürmektedir.



diplomatik, özellikle hukuksal ve yönetsel önem- taşıyan belge ve resmî kayıtları malzeme ve içerik yönünden inceleyen bilim dalı. En önemli işlevi belgelerin gerçeğe uygunluğunu saptamaktır. Bu alandaki çalışmalar özellikle ortaçağ Avrupa belgeleri üzerinde yapılmıştır.

Diplomatik, ortaçağda, savaşlar sırasında kayıtların kaybolması sonucu ortaya çıkan çok sayıdaki sahte belgelere karşı bir önlem olarak ve daha önce yazılı' olmayan gelenek hukukunu yazılı kanıta dönüştürme gereksiniminden doğdu. Bununla birlikte sahte belgeleri ortaya çıkarmada titiz ve bilimsel yöntemler ancak 17. yüzyılda kullanılmaya başladı. Paleografinin(*) öncülerinden sayılan Fransız Benedikteıı keşişi Jean Mab'il- lon, 1681'de yayımladığı De re diplomatica adlı yapıtında belgelerin doğruluğunu saptamanın temel ilkelerini ortaya koydu. Rene Prosper Tassin ve Charles François Tousta- in Nouveau traite de diplomatique\t (1750- 65; Diplomatik Üzerine Yeni İnceleme) Mabillon'un çalışmalarını genişletti. 1821' de Paris'te arşivcilerin eğitimi için Ecole des Chartes kuruldu. Almanya ve Avusturya'da bilim adamları, actum (sözlü hukuksal İşlem) ile datum (bu işlemin resmen belgelenmesi) arasında ayrım yaparak ve özel noter ve yazmanların yazılarının doğruluğunu saptamaya yönelik bir teknik geliştirerek diplomatik yöntemlerini daha da geliştirdi. Günümüzde belgeler resmî-özel, kanıtla- yıcı-düzenleyici gibi ayrımlara göre çeşitli biçimlerde sınıflandırılır. Gönderen ya da alanın buyruğuyla düzenlenen ve işlemi kanıtlamaya yarayan metinlerin yanı sıra işlemin onaylanmasından önce ya da sonra hazırlanan kopyalar da belge kapsamına girer; işlem öncesi bir kopya teknik açıdan taslak olarak kabul edilir. Noter onaylı kopyalar hukuksal açıdan asıl metinle aynı değeri taşır. Diplomatik araştırmacısı bir belgenin doğruluğunu ölçmek için, kullanılan mürekkep ile üstüne yazı yazılan malzemeyi, yazının dilini ve kullanılan kısaltmaları, elyazısı üslubunu, belgenin biçim ve içeriğini, tarihini ve son olarak da mührünün madeni bileşimini inceler. Belgelerin yazılmasında tarih boyunca çeşitli malzemeler kullanılmıştır. Eski belgeler taş, metal levha, balmumu, papirüs ve parşömen gibi malzemelerden oluşur. Ortaçağda en yaygın yazı malzemesi parşömen ve papirüstü. 12. ve 13. yüzyıllarda kullanılmaya başlayan kâğıt, zamanla öteki malzemelerin yerini aldı. Bütün belgeler mürekkeple yazılmakla birlikte, mürekkebin rengi bölgeden bölgeye değişirdi. Roma İmparatorluğu boyunca belgelerde kullanılan dil genellikle Latinceydi. İS 6. yüzyılın sonlarına doğru Doğu'da geçerlilik kazanan Yunanca, Bizans Imparatorluğu'- nun 1453'te yıkılmasına değin resmî belge dili olarak kaldı. Batı belgelerinde ise 15. yüzyılla birlikte Latincenin yerini yerel diller almaya başladı. Bir belgede kullanılan dilin yanı sıra kısaltmaların belli özellikleri de belgenin tarih ve kaynağının doğru olarak saptanmasına yardımcı olur.

El yazısı üslupları dönemlere göre değişiklikler gösterdiğinden, belgenin doğruluğunu belirlemede önemli bir etkendir. Bu bakımdan paleografi diplomatik araştırmacıları için büyük önem taşır.

Belgelerin biçim ve içeriği, özellikle hükümdar ve papaların resmî işlemlerini yürüten resmî evrak dairelerinin (chancery) kullandığı örnek metinlerle karşılaştırmayla elde edilen bulgular ışığında, belgelerin gerçeğe uygunluklarını incelemeye olanak sağlar. Noterlerin belgeleri düzenlerken yararlandıkları örnek metin kitapları da önemli bir kaynaktır. Resmî belgeler çoğunlukla üç bölüme ayrılırdı: Giriş, ana metin ve sonuç kalıbı. Bu bölümlerin her biri, Tanrı'ya yakarış gibi kalıplaşmış belirli ifadeleri içerirdi. Bu nedenle biçim ve içerik bakımından yerleşmiş kalıplara uymayan belgelerin geçerlilikleri kuşkuludur. Bir belgenin üstündeki tarih, doğruluğunu belirlemeye yarayan bir ipucudur. Tarih, yasal işlemin (actum) yapıldığı ya da daha önce yapılmış yasal işlemin kayda geçirildiği günü gösterir. Kullanılan takvim sistemine göre tarihler de değiştiğinden tarihin veriliş biçimi belgelerin kaynağını ve doğruluğunu saptamada son derece yararlı olur. Son olarak bir belgenin doğruluğuna, mührün belgeye uygun düşüp düşmediği çözümlenerek karar verilebilir. Örneğin Bizans imparatorları altın mühürler kullanırken. kilise ve krallık görevlileri kurşun ve gümüş mühür kullanırlardı. Roma ve Bizans imparatorlukları döneminde belgelerin resmî evrak dairelerinde (Roma'da ab epis- tulis) düzenlenmesi biçimindeki gelenek, yönetimin bölümlere ayrılmasının merkezî bir evrak dairesini gereksiz kıldığı 17. yüzyıla değin sürmüştür. Resmî evrak daireleri aracılığıyla yayımlanan belgeler arasında yasalar, fermanlar, resmî kararlar, dış ülkelerle yazışmalar, ilamlar, beratlar, ayrıcalık belgeleri sayılabilir. Yakın tarihli belgelerin gerçeğe uygunluklarını belirleme fazla bir uzmanlık eğitimi gerektirmediğinden diplomatik araştırmaları daha çok ortaçağ ya da daha erken dönemlerle ilgili Avrupa belgelerine yöneliktir.



diplomatik dokunulmazlık, uluslararası hukukta, yabancı devletlerin ya da hükü- metlerarası kuruluşların resmî temsilcileri ile bunlara ait taşınır ve taşınmaz malların, bulundukları ülkenin yürütme ve yargı güçleri karşısındaki özel konumu. Diplomatik dokunulmazlık uluslararası teamül ve anlaşmalar çerçevesinde birtakım ayrıcalık ve bağışıklıkları öngörür. Kişi, resmî bina, konut ve arşiv dokunulmazlığı, haberleşme ve gezi serbestliği ile yargı, vergi ve gümrük bağışıklıklarından oluşan bu ayrıcalık ve bağışıklıkların hukuksal temeli, bunlardan yararlanan gerçek ya da tüzel kişilerin, bulundukları ülke dışında sayılması nedeniyle o ülkenin yasalarına tabi olmadığı varsayımına dayanan ülkedışılık (exterrito- rialite) kuramıdır. Geçerliliği uzun süre tartışma konusu olan bu görüş, günümüzde yerini "görevin gereği" kuramına bırakmıştır. Buna göre kişiler, diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklardan, asli görevlerini yerine getirebilmeleri için gerekli serbestliği sağlamak amacıyla yararlanırlar. Ayrıcalık ve bağışıklık işlevlere göre farklılık göstereceği gibi, görevin niteliği değişikliğe uğradığında da değişebilir.

Devletler arasında diplomatik ilişkileri düzenleyen ve Türkiye'nin 4 Eylül 1984'te taraf olduğu 1961 Viyana Sözleşmesi'yle belirlenen diplomatik ayrıcalıkların başında diplomatik temsilcilerin kişi dokunulmazlığı gelir. Uluslararası hukukun en eski ilkelerinden biri olan kişi dokunulmazlığı, diplomatik temsilcilerin görevle bulundukları ülkede hangi nedenle olursa olsun tutukla- namayacağı ve gözaltına alınamayacağı anlamına gelir ve geleneksel olarak diplomatların aile üyelerini de kapsar. Bu ayrıcalık iç hukuk kurallarıyla sağlanır ve kişi dokunulmazlığının çiğnenmesi devletin uluslararası sorumluluğuna yol açar. Diplomatik temsilcilerin görevle bulundukları ülkenin düzenini ya da güvenliğini tehdit edecek davranışlarda bulunmaları durumunda, bu kişi ya da kişilerin ülke dışına çıkarılması yoluna gidilir.

Diplomatik ayrıcalıkların ikincisi diplomatik misyon binalarının dokunulmazlığıdır. Bu binalara misyon şefinin izni olmadıkça kabul eden devletin resmî görevlileri herhangi bir nedenle giremezler. Misyona ait mallara el konamaz ve hasar verilemez. Diplomatik misyon binalarında siyasal suçlulara sığınma hakkı tanınıp tanınamayacağı sorunu ise tartışma konusudur. Diplomatik temsilcilerin özel konutları da misyon binaları gibi dokunulmazlığa sahiptir.

Diplomatik ayrıcalıkların bir başkası misyonlara ait belge ve arşivlerin dokunulmazlığıdır. Bunların araştırılması, açılması ya da bunlara el konması söz konusu olamaz. Diplomasi temsilcilerinin haberleşme serbestliği de bulundukları ülke tarafından güvence altına alınır. Diplomatik görevlerle ilgili her tür haberleşmenin dokunulmazlığı vardır. Öte yandan diplomatik temsilciler bulundukları ülkede ulusal güvenlik nedenleriyle girilmesi yasaklanmış alanlar dışında serbestçe dolaşabilirler.

Diplomatik temsilciler bu ayrıcalıkların dışında bir dizi bağışıklıktan da yararlanırlar. Bunlar yargı, vergi ve gümrük bağışıklıklarıdır. Yargı bağışıklığı diplomatik temsilcilerin 1961 Viyana Sözleşmesi ile belirlenmiş bazı hukuk davaları dışında bulundukları ülkenin yargı yetkisi dışında sayılmalarıdır. Bununla birlikte yargı bağışıklığı diplomatların yerel yasalara uymama özgürlüğü anlamına gelmez. Diplomatların suç işlemeleri durumunda kabul eden devletin bunları persona non grata (istenmeyen kişi) ilan ederek ülkeyi terk etmelerini isteme hakkı olduğu gibi, gönderen devlet de suç işleyen temsilcisinin yargı dokunulmazlığını kaldırabilir.

Diplomatik temsilciler bulundukları ülkede birtakım dolaylı vergiler ile özel mülk ve kazanç gibi görevleriyle ilgili olmayan konulara ilişkin vergiler dışında her türlü vergi ve harçtan bağışık tutulur. Yurt dışından getirdikleri ya da ülkeden çıkardıkları eşyalar için de gümrük bağışıklığı tanınır.

Diplomatik temsilcilere tanınan ayrıcalık ve bağışıklıklardan, bazı farklılıklarla konsolosluk memurları da yararlanırlar. 1963'te Viyana'da imzalanan ve Türkiye'nin de taraf olduğu Konsolosluk İlişkileri Sözleşmesi ile düzenlenmiş olan konsolosluk ayrıcalık ve bağışıklıkları, kişi dokunulmazlığının konsoloslara yalnızca resmî görevleri çerçevesinde tanınmasını öngörmüştür. Konsolosluk binalarının dokunulmazlığı bulunmakla birlikte, siyasal sığınma gibi konularda ayrıcalık söz konusu değildir. Konsolosların konut dokunulmazlığı da yoktur. Buna karşılık arşiv dokunulmazlığı, haberleşme ve gezi serbestliği konularında ayrıcalık tanınmıştır. Yargı bağışıklığı yalnızca resmî görevle ilgili konularda geçerlidir. Vergi ve gümrük bağışıklığı konsoloslara tanınmıştır.

Hükümetler arası kuruluşların temsilcileri, anlaşmalarla düzenlenmiş olduğu ölçüde diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanırlar.



diplomatik temsilciler, devleti başka devletler ya da uluslararası kuruluşlar nezdinde temsil yetkisine sahip üst düzeyde dışişleri görevlileri. Diplomatik temsilcilerin oluşturduğu bütüne "diplomatik misyon" adı verilir. Misyon şefinin emri altında, diplomatik personel statüsündeki meslek memurları (hariciyeciler) ile idari ve teknik personel hizmet görür. Viyana Kongresi'- nde (1814-15) belirlenen sisteme göre misyon şefleri statüsündeki diplomatik temsilciler üç gruba ayrılır: 1) Devlet başkanları yanma gönderilen büyükelçiler, papanın temsilcisi olan legatus'lar, nuncio'lar (elçi), 2) devlet başkanları yanma gönderilen ortaelçiler ve öteki temsilciler, 3) dışişleri bakanı yanma gönderilen maslahatgüzarlar. 1961 Viyana Sözleşmesi misyon şefleri arasındaki bu sınıflandırmayı olduğu gibi kabul ederek yeniden düzenlemiştir. Misyonda görevli öteki diplomatik personel ise şöyle sıralanmıştır: Elçi (ya da elçi-müsteşar), müsteşar, başkâtip, ikinci kâtip, üçüncü kâtip ve ataşe. Devletler, karşılıklı gönderecekleri misyon şeflerinin hangi düzeyde olacağını aralarında kararlaştırırlar. Bununla birlikte II. Dünya Savaşı'ndan bu yana devletlerin kendilerini temsil ettirmek için büyükelçi atamaları yolundaki uygulama yerleşmiş bulunmaktadır. Diplomatik temsilci gönderilen devletlerden biri açıkça itiraz etmediği takdirde, birkaç devlet yanına tek misyon şefi gönderilebileceği gibi, birkaç devletin aynı kişiyi misyon şefi olarak aynı devlet yanına göndermeleri de olanaklıdır. Ayrıca bak. dışişleri örgütü.

187 Dipluridae



Diplomonadida, Protozoa filumundan, tekhücreli asalak hayvanları içeren takım. Bu takımın üyeleri termit, keme gibi çeşitli hayvanların ve insanın sindirim sisteminde yaşayan küçük zooflagellatlardır. Hücrenin, her birinden dört küçük kamçı çıkan iki çekirdeği vardır. Beslenmeleri sindirim ya da emilim (soğurma) yoluyla olur. En önemli türler, insan bağırsağında yaşayan ve çoğu kez ağır ishallere yol açan Giardia lamblia ile hindilerde bulaşıcı ve ölümcül bağırsak iltihabından sorumlu olan Mexa- mita meleagridis'tir.

diplopi bak. çift görme

Diplovertebron, fosillerine Avrupa ve Kuzey Amerika'daki Pensilvaniyen Dönem (y. 325-270 milyon yıl önce) kayaçlarmda rastlanan, soyu tükenmiş amfibyum cinsi. Diplovertebron, daha üstün yapılı sürüngenlerin ataları oldukları sanılan, Anthracosau- ria üsttakımından ilkel amfibyumların son temsilcilerini içerir. Bu cinsin ve aynı üstta- kımm öbür üyeleri, omurga ile kafatasının özel yapısı ve beş parmaklı ayaklarıyla ayırt edilir.

Diplura, Apterygota altsınıfından, 400 kadar türü kapsayan, küçük, ilkel yapılı, kanatsızböcekler takımı. Yeni sınıflandırmalarda, bu takım aynı adla ayrı bir sınıf olarak kabul edilir. Bazı entomologlar, bu böceklerin atalarındaki ilkel özelliklerin çoğunu koruduğunu öne sürerler. Diplura takımının üyeleri, toprakta yaşayan ve çürümüş bitki artıkları ya da bitki kökleriyle

Japygidae familyasından bir kanatsızböcek

William E. Ferguson




beslenerek gelişmekte olan bitkilere zarar veren, soluk renkli, kör böceklerdir.



Diplura takımı üç familyaya ayrılır. Cam- podeidae familyasının genellikle çiftkuyruk adıyla bilinen üyelerinde, karın bölgesi kadar uzun, çok eklemli ve titreşimlere duyarlı iki ince kuyruk duyargası vardır. Japygidae familyasının üyelerinde kuyruk duyargaları, avı yakalamaya yarayan sert kıskaçlara dönüşmüştür. Projapygidae familyasının üyelerinde ise bu duyargalar karın bölgesinin yarı uzunluğundan daha kısadır.

Eskiden Diplura takımı Thysanura takımının içinde sınıflandırılırdı; oysa bu böceklerin ağız parçalan, Thysanura takımının üyelerinde olduğu gibi dışarda değil, bir kılıf içindedir.



Dipluridae, Arachnida (örümceğimsiler) sınıfından örümcek familyası. En önemli cinslerinden Evagrus, Brachythele ve Mic- rohexura Kuzey Amerika'da, Trechona Güney Amerika'da, bazen ayrı bir familya altında toplanan Atrax cinsinin zehirli üyeleri Avustralya'da yaşar. Bu familya üyeleri huni örümceklerininkine(*) benzeyen tuzak ağları kurar.

Atrax robustus ve A. formidabilis kahverengi vücutl'-, iri ve kaim yapılı türleridir.

Dipnoi 188

Avustralya'nın güney ve doğu kesimlerinde en korkulan zehirli hayvanlar arasında yer alırlar. 1920'lerden beri Sidney yöresinde bu saldırgan örümceklerin sokmasıyla birçok insanın öldüğü bilinmektedir. Zehirli salgılarındaki temel etken maddeye karşı geliştirilen panzehir ancak sokmanın hemen ardından kullanılabilirse yararlıdır.

Dipnoi, akciğerlibalıkların yaşayan türlerini ve soyu tükenmiş birçok türü içeren balık takımı. Ayrıca bak. akciğerlibalık.

Dipo Negoro, Pangeran (Prens), aden mas ontoyvirjo olarak da bilinir (d. y. 1785, Yogyakarta, Cava - ö. 8 Ocak 1855, Makassar, Selebes), Cavalı önder. Batı'da Cava Savaşı, Endonezyalılar arasında ise Dipo Negoro'nun Savaşı olarak bilinen çatışmada (1825-30) büyük rol oynamış, askeri başarılarıyla Felemenklilere ağır kayıplar verdirerek Endonezya'nın ulusal kahramanları arasında önemli bir yer kazanmıştır.

Felemenkliler, 13 Şubat 1755'te yaptıkları antlaşmayla, önceleri güçlü bir Cava Krallığı olan Mataram'ı parçalayarak Yogyakarta Sultanlığı'nı oluşturdu. Dipo Negoro, Yog- yakarta'mn üçüncü yöneticisi Sultan III. Amangku Buvvono'nun en büyük oğlu olmasına karşın, 1814'te babasının ölümünden sonra daha soylu bir annesi olan üvey kardeşi tahta geçirildi. Kendisinin hükümdar olması ise kardeşinin daha önce ölmesi koşuluna bağlanmıştı. Koyu dindar bir kişi olan Dipo Negoro, bu dönem boyunca inzivaya çekilerek tefekküre daldı. Kimi tarihçiler onun tahta çıkmak istediğini, kimileriyse düşünsel bir yaşamı yeğleyerek tahtı reddettiğini söyler.

Kesin olarak bilinen, 1820'lerde Dipo Negoro'nun Felemenkli yöneticilerle anlaşmazlığa düştüğü ve 1825'te durumdan hoşnut olmayan Yogyakartah toprak sahibi soyluların önderi olduğudur. Cava Savaşı' nın çıkmasına da zaten Cavalı soyluların ekonomik konumunu baltalayan bir dizi sert toprak reformu uygulamaları yol açmıştı.

Çatışmada, geleneksel Cava ve Müslüman kaynaklarından beslenen mistik motifler de etkili olmuştur. Dipo Negoro'ya, halkını kurtarmaya gelen Cavalı ratu adil (adil prens) rolü atfedilirken, mücadele de kâfir Felemenklilere karşı bir cihad olarak görülüyordu. Savaşın başlamasıyla birlikte vahiyler, kehânetler ve mucizevi olaylara ilişkin söylentiler de ortaya çıktı.



Yogyakarta bölgesinde birçok yandaş toplayan Dipo Negoro'nun başlattığı gerilla savaşı yaklaşık üç yıl boyunca başarıyla sürdü. Bununla birlikte, 1828'in sonlarında Felemenk kuvvetleri, savaşın dönüm noktası olan büyük bir zafer kazandı. General H. Merkus de Kock komutasındaki Felemenklilerin gerilla savaşma karşı koymalarını sağlayan sistem, uygun yollarla birbirine bağlanan ve böylece korunan küçük ileri karakollardan oluşuyordu. 1830'da Dipo Negoro, barış görüşmeleri yapmak için Felemenk temsilcileriyle bir araya gelmeyi kabul etti. Ama toplantı sırasında tutuklandı ve sürgünde öldü.

dipol bak. elektrik dipolıi; magnetik dipol

dipol varsayımı, Yer'in magnetik alanının, zıt iki kutuplu (pozitif ve negatif) bir magnetik dipolden kaynaklandığını öne süren kuram. Yer'in magnetik alanına ilişkin ilk nicel çalışmaları gerçekleştiren William Gilbert(*), bunun, düzgün biçimde mıknatıslanmış bir kürenin oluşturduğu magnetik alana benzediğini gözlemlemişti. Bu magnetik alan, bir magnetik dipolün alanıyla aynı idi. Böylece, jeomagnetik alanın kökenlerine ilişkin olarak, Yer'in içinde, dipol alanına yol açan bir tür mıknatıstaşı ya da dev bir demir mıknatıs çubuğunun bulunduğu yolundaki ilk kuramlar geliştirilmeye başladı. Ama basınç ve sıcaklık ölçümleri ve tahminleri, Yer yüzeyinden 10-40 km arasındaki derinliklerde egemen olan koşulların, bilinen tüm magnetik bileşiklerin Curie noktalarının (magnetik özelliklerin kaybolduğu sıcaklık) üzerinde olduğunu ortaya çıkarınca, mıknatıstaşı ve mıknatıs çubuğu kuramları terk edildi. Günümüzde geçerli olan kuramlar, yerçe- kirdeğinde kendi kendini besleyen bir enerji kaynağının (dinamo) bulunduğu ve bu kaynağın magnetik dipol alanına yol açtığı doğrultusundadır (bak. dinamo kuramı). Jeomagnetizma üzerine yürütülen ayrıntılı araştırmalar, dipol alanının, Yer'in magnetik alanının temel bileşeni olduğunu açığa çıkartmıştır; öte yandan, yerçekirdeğinin dış kesimlerinde yer aldığı sanılan ve dipol özellikli olmayan daha zayıf bir alanın da bulunduğu saptanmıştır.

Dipolog, Filipinler'de, Mindanao Adasının batı kesiminde kent. Bir balıkçılık ve adalar- arası deniz taşımacılığı limanıdır. Ticari bir havalimanı da vardır. Önceleri 16 km kuzeydoğuda, Dapitan Körfezinde yer alan Dapitan limanının bir parçası sayılan Dipolog, 1913'te belediye, 1969'da da kent statüsü kazandı. Bu arada hem büyüklük, hem de önem açısından Dapitan'ı geride bıraktı. Zamboanga Yarımadasının doğu kesimindeki yetersiz yol sistemiyle Mindanao Adasının ana bölümüne bağlanır. Nüfus (1989 tah.) 78.168.

Diprotodontidae, Oligosen Bölümden (y. 38-26 milyon yıl önce) Pleyistosen Bölüme (y. 2,5 milyon-10 bin yıl önce) değin Avustralya'da yaşayan, soyu tükenmiş keseli memeliler familyası. Diprotodon cinsi, bilinen en iri keselileri içerir. İri bir gergedan boyutunda olan bu hayvanlar (uzunluğu 3,5 m) vombatlara, Pleyistosen Bölümde yaşamış olan Palorchestes cinsinin üyeleri ise iri bir kanguruya benzer. İyi gelişmiş kesicidişleri kemirici hayvanlarınkine benzer. Hepsi otçul olan familya üyelerinin kanguru ve vombatlarla uzaktan akraba olduğu sanılmaktadır.

Dipsacales, ikiçenekliler sınıfından, dört familyayı, 40 cinsi ve yaklaşık 1.100 türü içeren takım. Bu bitkiler, çoğu Kuzey Yan- küre'de olmak üzere dünyanın hemen her yerine dağılmıştır. Süs bitkisi olarak yetiştirilen hanımeli, kartopu ve uyuzotu gibi süs türleri nedeniyle çok iyi tanınan takımın dört familyası şunlardır: Hanımeligiller (Caprifoliaceae), kediotugiller (Valeriana- ceae), tarakotugiller (Dipsacaceae) ve Ano- xaceae.

Caprifoliaceae familyası, çoğu az sayıda tür içeren 18 cinse ayrılmıştır; yalnız Viburnum cinsinin, nemli ormanlardan bataklıklara ya da kurak tepelere kadar çok değişik ortamlarda yetişen 200 türü vardır. Gilaburu (V. opulus), kartopu (V. o. rose- um) ve V. dentatum, bu cinsin en tanınmış tür ve çeşitleridir. Familyanın öbür önemli cinsleri hanımeli (Lonicera), mürver (Sam- bucus) ve Weigelia'dır.

Valerianaceae familyası, en çok Kuzey Yarıküre'de yayılmış 10 cinsi ve 400 türü içerir. Bu familya üyelerinin tanıtıcı özelliği, yaprak ve gövdelerinin kurutulduğunda çok ağır bir koku yaymasıdır. Anayurdu Avrupa ve Asya'nın batısı olan kediotu (Valeriana officinalis), çekici çiçekleri nedeniyle değerli bir bahçe bitkisidir; kurutulmuş köksapları da yatıştırıcı olarak kullanılır. Himalaya kökenli çokyıllık bir bitki olan hintsümbülünün (Nardostachys jatamansi) odunsu köksaplarmda uçucu yağ bulunur. Dipsacaceae familyası 8-12 cinsi ve 300 türü içerir. Tarakotu (Dipsacus sativus), sert ve uzun bürgülü çiçeklerin oluşturduğu çiçek başçıklarıyla tanınır. Olgunlaşmış başçıklar Romalılar zamanında yünlü kumaşları tüylendirmek için kullanılırdı. Bu familyanın bir başka önemli cinsi, 21 süs bitkisi türünü içeren uyuzotudur (Scabiosa). Bazı uzmanların başka bir familya içinde sınıflandırdıkları Morina longifolia'mn devedikeni- ne benzeyen yaprakları ve beyazdan kırmızıya dönen boru biçiminde çiçeklerin oluşturduğu 90 cm uzunluğunda başakları vardır. Avrupa'nın güneydoğusundaki dağlarda yetişen Pterocephalus parnassi eflatun renkli çiçekleri olan alçak boylu ve çokyıllık bir bitkidir. Biryıllık bir bitki olan pelemir ya da acımık (Cephalaria syriaca), mavimsi renkli çiçekler verir; protein içeren tohumlan bazı yörelerde ekmek ununa kanştınlır. Çokyıllık ve mavi çiçekli bir tür olan Succisa pratensis Avrupa'nın çayır ve tarlalannda kendiliğinden yetişir. Öval ya da ince şerit biçiminde olan yapraklarının kenarları tam ya da hafif lopİudur. Dördüncü familya olan Adoxaceae, misk]- otu (Adoxa moschatellina) adıyla bilinen, Kuzey Kutup kuşağına yayılmış tek bir türü içerir. Miskotu, yapraklan alçak boylu bir gövdenin dibinden çıkan çokyıllık bir bitkidir. Adından da anlaşıldığı gibi çok güzel kokan bu bitki bazen kaya bahçelerinde süs bitkisi olarak yetiştirilir. Bu takımın bazı bitkileri köksaplan aracılığıyla eşeysiz olarak, bazıları da tohumla çoğalır. Çiçeklerde dört beş tane çanakyap- rak, taçyaprak ve erkekorgan bulunur. Bazı çiçeklerin çanakyaprakları birleşerek huni biçiminde bir çanak oluşturur; taçyapraklar ise çoğu kez taç biçimindedir. Erkekorgan- lar taçyapraklann dibine bağlıdır. İki ya da daha çok sayıda meyveyaprağından oluşan dişiorganın şişkin bir yumurtalığı, ince bir boyuncuğu ve çiçektozlarını tutan tepeciği vardır. Tepeciklerin sayısı kadar gözden oluşan yumurtalıkların her bir gözünde bir tohumtaslağı bulunur. Dipsacales takımının ayırt edici özelliği, çiçeğin bütün parçalan- nın yumurtalığın üstünden çıkmasıdır (alt durumlu yumurtalık). Dipsacales takımında tozlaşma genellikle böcekler aracılığıyla olur; yalnız bazı türlerde, örneğin ABD'nin batısında yetişen hanımeli türlerinde tozlaşmayı kolibri kuşları sağlar. Tozlaşma ve döllenmeden sonra tohumtaslağı tohuma, yumurtalık da meyveye dönüşür. Takım içinde, üzümsü ve eriksi meyveler ile açılan (kapsül) ve açılmayan (aken) kuru meyve biçimlerine rastlanır. Etli meyvelerin ve tohumlarının çevreye dağılmasını kuşlar sağlar. Dipsacaceae familyasındaki bazı türlerin dikenli meyveleri ise hayvanların üstüne yapışarak geniş bir alana yayılır. Karşılıklı dizilmiş yapraklar, simoz çiçek- durumu (ilk açan çiçekler en tepede bulunur), birleşik taçyapraklar, birbirinden ayn başçıklar (anter) ve alt durumlu yumurtalık Dipsacales takımındaki familyalardan çoğunun ortak özelliğidir. Cinslerin çoğunda taçyapraklar benzer biçimdeyse de, takımın bazı üyeleri, bir yansı öbür yarısının ayna görüntüsü olan (iki yanlı bakışım) iki dudaklı çiçekler verir.

Dipsacus bak. tarakotu dipsiz kayaç bak. batolit



Diptera bak. çiftkanatlılar

Dipterocarpaceae, Theales takımından, Güney Asya ve Afrika kökenli 22 ağaç cinsini içeren familya. Bu familyadaki türlerin çoğu, kışın yapraklarını dökmeyen ve kokulu reçine içeren yüksek boylu ağaçlardır. Derimsi yapraklan ve salkım oluşturan hoş kokulu çiçekleri vardır; çiçekler kıvnk biçimli beş taçyapraktan oluşur. Dipterocar- pus cinsinden ağaçlann kerestesi değerlidir; ayrıca Dipterocarpus glandulosa'dan ilaç olarak kullanılan bir balsam (gurjun balsamı) çıkarılır. Shorea cinsinin çeşitli türlerinden (örn. salağacı, Shorea robusta) kereste ve reçine elde edilir. Dryobalanops aromati- ca, Doğu Asya'da ilaç, cila ve tahnitleme maddesi olarak kullanılan Borneo kâfurunun kaynağıdır. Vateria indica, Hint kopali olarak bilinen zamklı bir reçine verir; V. acuminata da reçineli bir ağaçtır. Vatica, Hopea, Marquesa ve Monotes cinslerinden de değerli keresteler elde edilir.

Dipterus, akciğerlibalıkların çok ilkel ve soyu tükenmiş cinsi. Avrupa ve Kuzey Amerika'daki Devoniyen Dönem (y. 395- 345 milyon yıl önce) kayaçlannda fosilleşmiş olan bu balıklar akciğerlibalıkların bilinen en eski örnekleridir. İlk amfibyum- lann atası olan Crossopterygii (saçakyüz- geçliler) takımından balıklara çok benzeyen Dipterus cinsinin üyeleri, iki sırt yüzgeci ve saçaklı bir yüzgeci andıran kuyruk gibi birçok ilkel özelliği korumuştur. Tatlı sularda yaşayan ve büyük olasılıkla akciğer solunumu yapan bu balıkların kafatası, küçük kemiklerden oluşmuş bir mozaik biçiminde, ama gene de ilkel yapıdadır; daha üstün yapılı akciğerlibalıklara özgü kemik yapısı Dipterus cinsiyle başlamıştır. Bu nedenle Dipterus, iskelet yapısında kemikleşmenin giderek ortadan kalktığı akciğerlibalıkların ilk evrelerini simgeler. Avustralya'da yaşayan, Neoceratodus cinsinden akciğerlibalıkların doğrudan doğruya Dipterus cinsinden türediği sanılmaktadır.

diptik (Yunanca diptykhos: di "iki" ve ptykhos "kat"), iki kanatlı altar panosu. Ayrıca bak. altar panosu.

Dirac, P(aul) A(drien) M(aurice) (d. 8

Ağustos 1902, Bristol, Gloucestershire, İngiltere - ö. 20 Ekim 1984, Tallahassee, Florida, ABD), kuvantum mekaniği alanın-

Dirac, 1960

Ramsey & Muspratt Ltd.. Cambridge


daki çalışmaları ve elektron spinine ilişkin kuramıyla tanınan İngiliz kuramsal fizikçi. 1933'te Nobel Fizik Ödülü'nü, Avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger ile paylaşmıştır. Matematiğe olan yeteneğini çok genç yaşlarda belli eden Dirac'ı, Bristol'da öğrenim gördüğü dönemde öğretmenleri yaşıtlarının düzeyinin daha ilerisindeki matematik konulan üzerine çalışmaya yönelttiler. Aynı okulda Fransızca öğretmenliği yapan İsviçre asıllı babası da, oğlunu bu çalışmaları doğrultusunda özendirdi, ayrıca ona Fransızca öğretti. Arkadaşlıklar kur- maktansa tek başına çalışmayı yeğleyen Dirac'ın boş zamanlarındaki tek eğlencesi, gene kendi başına yaptığı uzun yürüyüşlerdi.

Bristol Üniversitesi'nde elektrik mühendisliği öğrenimi gören Dirac, bu dönemde kullanmayı öğrendiği yaklaştırma yöntemlerinden ilerki çalışmalarında önemli ölçüde yararlanacak, problem çözümlerinde sezgisel yaklaşıma hep güvenecekti. Dirac, elde bulunan bilgilerden çok, sezgiye dayalı olarak yapılacak bir dizi yaklaştırmalar sonucunda, doğanın temel ilkelerini açıklayan bir kuramın geliştirilebileceğine inanıyordu. Ona göre, fazlasıyla karmaşık olan gerçekliğe ilişkin olguları katı kurallarla açıklamak olanaklı değildi ve bir fizikçi çalışmalannı gerçekliğin yaklaşık bilgileriyle sürdürmeliydi.

1921'de üniversiteden mezun olduktan hemen sonra kuramsal fizik çalışmalanna başlayan Dirac, iki yıl kadar da matematik okudu. Daha sonra kuramsal fizik alanında bulduğu bir bursla Cambridge'deki St. John's College'a girdi. Burada atom fiziğinin öncülerinden Niels Bohr ile birlikte çalışmış olan fakülte dekanı R. H. Fovvler'- dan bu daldaki son gelişmeleri öğrendi.

Dirac'ın fiziğe ilk temel katkısı, 1926'da yazdığı bir makalede, atom parçacıklannın devinimine egemen olan yasalara ilişkin bir kuvantum mekaniği anlayışı geliştirmesi oldu. Almanya'da Max Born, Pascual Jor- dan gibi bazı fizikçiler, Dirac'tan birkaç ay önce benzer bir model geliştirmişlerdi. Ama Dirac'ın kuvantum mekaniği, çok daha kapsayıcı ve mantıksal açıdan daha basitti.

Dirac, atom yasalarını ince bir matematik diliyle formülleştirebilmek için, Einstein'm özel görelilik kuramını kuvantum mekaniğine uyguladı. Bir elektronun, eşzamanlı dört diferansiyel denklemi sağlayan dört dalga fonksiyonuyla tanımlanabileceğini ortaya koyarak bu alanda yeni bir çığır başlattı. Bu denklemlerden kalkarak, elektronun kendi ekseni çevresinde döndüğünü (bu düşünce başka fizikçiler tarafından da geliştirilmişti) ve negatif enerji düzeylerinin bulunması gerektiğini öne sürdü. Bu ikinci savının, fiziksel gerçekliğe uyup uymadığı oldukça tartışmalıydı. Ama daha sonraki makalelerinden birinde Dirac, negatif enerji düzeylerinden birinde bir elektronun eksik olması durumunda, ortamın kısa ömürlü pozitif yüklü bir parçacık gibi davranacağını savunarak, kuramını geliştirdi. Bu görüşü, Cari David Anderson'ın çektiği sis odası fotoğraflarında, pozitronlann (kütleleri elektro- nunkine eşit, yükleri zıt olan parçacıklar) varlığının belirlenmesiyle kanıtlandı. Bu olgunun deneysel olarak kanıtlanmasına yönelik çalışmalann sonucunda da, Dirac'ın kuramının zayıf yanları aşıldı ve kuram tam bir başarıya ulaştı.



The Principals of Quantum Mechanics (4. bas., 1958; Kuvantum Mekaniğinin İlkeleri) adlı yapıtında Dirac, bir değişkenler kümesinde, belirlenmemiş bazı değişkenlerin istatistiksel dağılımının hesaplanmasına yönelik, kuvantum mekanik dönüşüm kuramını geliştirdi. Aynı yapıtında aynca, kuramsal fiziğe ilişkin felsefi görüşlerini açıkladı. Ona göre, doğanın temel yasalan, "olgulann temelinde yatan ama insanların hiçbir zaman zihinlerinde tam olarak canlandırama- yacakları bir tözü denetliyordu." Dirac hiçbir çalışmasında, matematiksel simgelerle tanımladığı olguların görüntüsel modelini

Yüklə 2,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin