Çok iyi okuyordu, hattâ matematikle, evrensel tarihten öğretmenleri Dardanelov'a bile baskın çıkabileceği söyleniyordu. Ama çocuk herkese burnunu havaya kaldırarak biraz yüksekten bakmakla birlikte iyi bir arkadaştı ve böbürlenmiyordu. Öğrencilerin kendisine gösterdikleri saygıyı hak ettiği bir şey olarak kabul ediyor, ama her zaman dostça bir tavır takınıyordu. En önemlisi her şeyde ölçüyü biliyordu. Gerekince kendini tutabiliyor ve okul müdürlüğüyle olan ilişkilerinde aşılması doğru olmayan son sınırı, hiç bir zaman aşmıyordu. Biliyordu ki, bu sınır aşılınca her davranış artık karışıklığa, isyana ve kanunsuzluğa dönen dayanılmaz bir şey oluyordu. Bununla birlikte, her fırsatta herhangi bir çocuk gibi yaramazlık etmiş olmak için değil, bir şeyler uydurmak, herkesi şaşırtmak, «gösteriş yapmak», dikkati çekmek ve başkalarında hayranlık uyandırmak için...
Aslında çok gururluydu. Annesini bile sanki o kendisine tabiymiş gibi bir duruma sokmuştu. Ona nerdeyse diktatörlük ediyordu. Annesi de ona boyun eğiyordu. Evet, çoktandır boyun eğiyordu ve ancak bir tek düşünceyi bir türlü kabul edemiyordu, o da oğlunun kendisini «az sevmesi» idi. Ona daima Kolya kendisine karşı «duygusuz»muş gibi görünüyordu. Hatta bu yüzden bazen bir isteri hastası gibi göz yaşı dökerek, kendisine karşı soğuk davrandığı için çocuğa sitem etmeğe
başlıyordu- Çocuk bundan hoşlanmıyordu ve kendisinden ne Kadar çok sevgi gösterisi beklenirse, mahsus yapar gibi o kadar inatçılık ediyordu. Ama bunu maksatlı olarak yapmıyordu, elinde olmayarak öyle oluyordu. Karakteri öyleydi zaten. Annesi yanılıyordu: Kolya annesini çok seviyordu. Sevmediği şey, yalnız öğrencilerin kullandıkları deyimle, «kuzu gibi sevilmekten» hoşlanmıyordu.
Babasının ölümünden sonra içinde birkaç kitap bulunan bir dolap kalmıştı; Kolya kitap okumaktan hoşlanırdı ve kendi kendine bu kitaplardan bazılarını okumuştu bile. Annesi bundan rahatsız olmuyordu. Yalnız, bazen nasıl olup da çocuk oyun oynamaya gidecek yerde dolabın başında elinde herhangi bir kitapla saatlerce duruyor diye hayret ederdi. Böylece Kolya, onun çağında bulunan bir çocuğun okumaması gereken bazı şeyleri okumuş bulunuyordu. Şunu da belirt-ıask gerekir ki, çocuk yaramazlıklarında gerçi belirli bir sınırı aşmaktan hoşlanmıyordu, ama son zamanlarda annesini ciddî olarak korkutan bazı yaramazlıklar yapmaya başlamıştı; gerçi bunlar ahlâksızca şeyler değildi, ama müthiş bir cesaretle yapılan tehlikeli şeylerdi.
O yaz, temmuz ayında, okullar tatilken ana oğul bir hafta için yetmiş verst ilerde bulunan başka bir ilde oturan uzak bir akrabalarına misafirliğe gitmişlerdi; bu kadının kocası demiryolu istasyonunda çalışıyordu. (Bu istasyon bizim kente en yakın olan ve bir ay kadar sonra İvan Fiyodoroviç Ka-ramazov'uıı Moskova'ya gitmek için uğradığı istasyondu). Kolya ilk iş olarak demiryolunu tüm ayrıntıları ile inceleyerek yönetmeliği iyice öğrendi; böylece eve dönünce, edindiği bilgilerle okul arkadaşlarım şaşırtabileceğini anlamıştı. Ama o sırada orada birkaç çocuk daha vardı. Kolya bunlarla arkadaşlık etmeğe başladı. Bu çocuklardan bazıları istasyonda, bazıları komşu evlerde oturuyorlardı. Hepsi küçük yaşlardaydı. On iki ilâ onbeş yaşlarında idiler. Altı yedi kişi bir araya gelmişlerdi; bunlardan ikisi de tesadüfen bizim kentdendi.
Çocuklar birlikte oyun oynuyor, yaramazlık ediyorlardı; iŞte Kolya'ların istasyonda misafir kaldıkları dördüncü ya da beşinci gün, budala çocuklar, iki rublesine akıl almaz bir bahse tutuştular: Hepsinin arasında hemen hemen en küçüğü olan, bu yüzden de daha büyükçe olanların yüksekten baktıkları , böbürlenmek için ya da gözünü budaktan esirgemedi-104
KARAMAZOV KARDEŞLER
ğini isbat etmek istediği için gece, on bir treni geçmeden önce rayların arasında yüzüstü yere yatacağını ve tren üzerinden yıldırım gibi geçinceye dek, hareketsiz yatacağını ileri sürdü.
• Gerçi önceden bir inceleme yapılmış ve bundan anlaşılmıştı iki, gerçekten rayların arasında bu şekilde uzanılır, yere iyice yapışarak yatılırsa tren altta yatana hiç dokunmadan geçip gidebilirdi. Ama öyle yatmak kolay mıydı! Kolya kesin bir
tavırla buna dayanacağını ileri sürüyordu. Önce onunla alay eettiler, yalancı olduğunu, böbürlendiğini söylediler, ama bü-tttün bunlar onu daha da kışkırttı.
İşin kötüsü o on beş yaşındaki çocuklar Kolya'nın karşı-ssında aşın derecede gururlu bir tavır takınıyorlardı. Hatta başlagıçta «yaşı küçük olduğu için onunla arkadaşlık bile etmek istememişlerdi. İşte bu, gururunu dayanılamıyacak de-rrecede yaralamıştı. Böylece tren istasyondan kalktıktan sonra sartık iyice hızını almış olsun diye, bir verst kadar ileriye git-nneye karar verildi. Tüm çocuklar bir araya toplandılar. Aysız bir geceydi; ortalık yalnız karanlık değil, hemen hemen kap-fekaraydı.
Koya, kararlaştırılan saatte, rayların arasına yattı. Bah-sse girişmiş olan öbür beş çocuk da, yürekleri ağızlarına gele-rrek, sonunda da artık korku ve pişmanlık içinde demiryolu-mun yan tarafındaki tümseğin altında, fundalıkların arasında bekliyorlardı. Sonunda istasyondan kalkmış olan trenin müt-l~hiş uğultusu duyuldu. Karanlıkta iki kırmızı farın ışığı gö-rründü ve gittikçe yaklaşan canavarın kulakları sağır eden gürültüsü duyuldu. Fundalıkların arasında korkudan neredeyse bayılmak üzere olan çocuklar: «Kaç, kaç, fırla rayların ara-ssından!» diye bağırdılar. Ama iş işten geçmişti: Tren yıldırım gibi gelmiş ve bir an içinde önlerinden kayıp gitmişti.
Çocuklar Kolya'ya doğru koştular: Kolya hareketsiz ya-tcıyordu. Çocuğu sarsmaya, yerden kaldırmaya başladılar. O zaman birden yerden kalktı ve hiç konuşmadan demiryolunun yan tarafındaki tümsekten aşağı indi. Aşağı inince çocuklara onları korkutmak için mahsus, sanki kendini kaybetmiş gibi yatmış olduğunu söyledi. Ama işin gerçeği başkaydı; uzun bir süre sonra annesine itiraf ettiği gibi, o sırada gerçekten ba-yvümıştı. Böylece «yaman bir çocuk» olarak ömrünün sonuna dek sürecek bir ün kazanmış oldu.
Eve, istasyona döndüğü vakit, yüzü kâğıt gibi bembeyaz-
KARAMAZOV KARDEŞLER
105
di. Ertesi günü kendisine sinirden hafif bir nöbet geldi, ama çok neşeli, sevinçli ve memnundu. Olay hemen değil, ana oğul artık kente döndükten sonra duyuldu. Hatta dedikodusu Pro-gimnazyaC) müdürlüğüne kadar geldi. Ama Kolya'nın annesi hemen müdürlüğe koştu ve oğlu için yalvarıp yakarmaya başladı, sonunda da herkesin saygı duyduğu ve sözü geçen bir öğretmen olan Dardanelov'un çocuğu savunmasını, onun için ricada bulunmasını sağladı. Böylece işi sanki hiç olmamış gibi hasır altı ettiler.
Bu Dardanelov, bekârdı ve yaşlı değildi. Bundan başka yıllardır garip bir şekilde bayan Krasotkina'ya âşıktı. Hatta bir yıl kadar önce çok saygılı bir tavırla ve çekingenlikten, nezaketinden yüreği ağzına gelerek ona evlenme teklif etmek cesaretinde bile bulunmuştu. Ama bayan Krasotkina bunu kabul etmenin oğluna ihanet sayılacağını düşünerek, kesin bir şekilde reddetmişti. Bununla birlikte, Dardanelov, bazı gizli belirtilerden o güzel, ama aşırı derecede temiz yürekli ve şefkatli dulun kendisinden hiç de nefret etmediğini hissederek umuda kapılmak hakkını kendisinde bulabilirdi.
Kolya'nın çılgınca yaramazlığı galiba aradaki soğukluğu kaldırmış ve Dardanelov'a çocuğu savunduğu için, çok belirsiz bir şekilde olmakla birlikte bir umut besliyebileceği ima edilmişti. Ama Dardanelov'un kendisi de şaşılacak bir temiz yüreklilik ve kibarlık örneği idi. Bu yüzden de şimdilik tam anlamıyla mutlu olması için, bu kadarı ona yetiyordu.
Çocuğu severdi. Bununla birlikte onun sevgisini kazanmağa çalışmayı kendisi için küçültücü bir şey sayıyor, bu yüzden de sınıfta Kolya'ya karşı sert ve titiz davranıyordu. Ama Kolya da kendisi ile onun arasında bir mesafe bırakıyor, saygı gösteriyor, derslerini üstün başarı ile yapıyordu. Sınıfta ikinciydi. Dardanelov'a karşı da soğuk davranıyor ve tüm sınıf özellikle evren tarihi konusunda Kolya'nın Dardanelov'u bile «bastıracak kadar» kuvvetli olduğuna inanıyordu.
Gerçekten de Kolya, ona sınıfta «Truva'yı kim kurdu?» diye sormuştu. Dardanelov bu soruya karşılık verirken genel olarak milletlerin uygarlığından, oradan oraya akın ve göç et-melerinden, bunların çağların derinliklerinde kaybolmuş şey-fcr olduğundan, efsanelerden söz etmiş ama Truva'nın kimin
(*) Orta öğrenim! sağlayan Gimnazya'ya hazırlayıcı okul.106
KARAMAZOV KARDEŞLER
KARAMAZOV KARDEŞLER
107
tarafından, yani hangi kişiler tarafından kurulmuş olduğunu söyleyememiş, hatta bu soruyu boş, hiç bir anlamı olmayan bir soru saymıştı. Ama çocuklar kesin olarak Dardanelov'un Tru-va'yı kimlerin kurmuş olduğunu bilmediği kanısına varmış, bu kanıları da değişmemişti. Kolya ise Truva'yı kimlerin kurduğunu, babasının ölümünden sonra kalan kitap dolu dolapta bulunan Smaragdov'un tarihinden öğrenmişti. İşin sonunda herkes, hatta çocuklar bile Truva'yı kim kurdu diye merak etmeye başladı. Ama Krasotkin sırrını açmadı ve «bilgili bir çocuk» olarak ünü hiç sarsılmadı.
Demiryolundaki olaydan sonra Kolya'nın annesine karşı olan ilişkilerinde belirsiz bir değişiklik olmuştu. Anna Fiyo-dorovna (dul bayan Krasotkina) oğlunun «başarısını» öğrendiği vakit az kalsın aklını kaçıracaktı. Bazen birkaç gün süren öyle korkunç isteri krizleri geçiriyordu ki, artık ciddî olarak korkuya kapılan Kolya ona bir daha böyle yaramazlıkların hiç bir zaman olmayacağını söyliyerek şerefinin üzerine söz verdi. Bayan Krasotkina'nın istediği gibi tasvirin önünde diz çökerek ölen babasının adına yemin etmişti. Bunu yaparken de o «gözünü budaktan esirgemeyen» Kolya da «duygulandığı için» tıpkı altı yasında bir çocuk gibi ağlamağa başlamıştı. O gün sabahtan aksama kadar ana oğul sık sık birbirlerini kucaklayarak içleri yana yana gözyaşı döktüler.
Ertesi günü, Kolya gene eskisi gibi «duygusuz» bir çocuk ola -rak uyandı. Bununla birlikte daha sessiz, daha ağırbaşlı, daha ciddî ve daha düşünceli olmuştu. Gerçi bir buçuk ay kadar sonra gene yaramazlık ederken az kalsın yakalanıyordu. Hatta bu yüzden adını bizim sulh yargıcımız bile işitti. Ama bu artık bambaşka bir çeşit yaramazlıktı. Gülünç ve budalaca bir şeydi. Zaten sonradan öğrenildiğine göre, bu yaramazlığı kendisi de yapmamıştı. Sadece o işe karışmıştı. Ama bundan, bir fırsatını bulup daha sonra söz edeceğiz.
Kolya'nın annesi tiril tiril titremeye ve üzülmeye devam ediyordu. Dardanelov ise genç kadın endişe duydukça daha çok umutlanıyordu. Bu arada şunu söylemek gerekir ki, Kolya bu bakımdan Dardanelov'un durumunu anlıyor ve neler duyduğunu seziyordu. Tabiî bu «duyguları» yüzünden ondan nefret ediyordu. Hatta daha eskiden bu nefretini annesinin önünde açıklayarak Dardanelov'un amacının ne olduğunu anladığını ima etmek nezaketsizliğini bile gösteriyordu. Ama demiryo-
lu olayından sonra bu bakımdan da tutumunu değiştirdi. Artık çok uzaktan bile imalar yapmayı doğru bulmuyordu ve annesinin yanında Dardanelov'dan daha saygılı bir şekilde söz etmeye başladı. Duygulu bir kadın olan Anna Fiyodorovna, bunu hemen ve yüreğinde derin bir minnet duyarak anlamıştı. Ama buna karşılık, herhangi bir yabancı misafir bile elinde olmayarak Dardanelov hakkında en küçük bir söz söylediği vakit, odada Kolya varsa, birden utancından yanakları gül gibi al al oluyordu. Kolya ise böyle anlarda ya kaşlarını çatarak pencereden dışarı bakar, ya acaba çizmeleri boya ister mi, diye onları gözden geçirir, ya da var kuvveti ile kıvırcık tüylü, oldukça iri ve cins olmayan «Çıngırak> adlı köpeğini çağırırdı. Bu köpeği bir ay kadar önce bir yerden bulup eve getirmişti. Nedense onu içerde gizli tutuyor, hiç bir arkadaşına göstermiyordu. Hayvana çeşitli oyunlar ve marifetler öğreterek fena halde eziyet ederdi. Zavallı köpeği öyle bir hale getirmişti ki, okula gitmek için evden ayrıldığı vakit, hayvan uluyup duruyor, döndüğü zaman ise sevincinden deli gibi kendini oraya buraya atıyor, ard ayakları üzerinde kalkıyor, kendini yere atarak ölü gibi yatıyor ve buna benzer şeyler yapıyordu. Sözün kısası, kendisine öğretilen ne varsa, hepsini birden ve artık emir üzerine değil de, sadece heyecandan ve minnet dolu, seven yüreğinden öyle geldiği için yapıyordu. Bu arada şunu söylemeyi unuttum: Kolya Krasotkin; artık okuyucunun tanıdığı İlyuşa'nın, emekli yüzbaşı Snegirev'in oğlu İlyuşa'nın, öğrencilerin «hamam lifi» diyerek alay ettikleri babasını savunurken kalçasından çakı ile yaralandığı çocuktu.
MİNİKLER
Böylece o soğuk, ve karlı kasım sabahı. Kolya Krasotkin evde oturuyordu. Günlerden pazardı ve okul yoktu. Ama saat on birdi, Kolya'nın ise «çok önemli olan bir iş için» muhakkak evden çıkması gerekiyordu. Oysa o sırada evde tek başına ve kesinlikle herşeye bakabilecek tek kişi olarak kalmıştı. Çünkü evin büyükleri birden meydana gelen acele ve çok garip bir108
KARAMAZOV KARDEŞLER
durum yüzünden çıkıp gitmişlerdi. Dul bayan Krasotkina'nın oturduğu dairenin karşısında, sofanın öbür tarafında, iki küçük odası olan kiralık bir tek daire vardı. Bu daireyi iki küçük çocuğu olan bir doktorun karısı kiralamıştı.
Bu doktorun karısı Anna Fiyodorovna'nın çok iyi bir arkadaşıydı. Doktorun kendisi ise bir yıl kadar önce Orenburg'a. ondan sonra da Taşkent'e gitmişti ve altı aydır kendisinden hiç bir haber yoktu. Denilebilir ki, eğer üzüntüsünü biraz olsun yumuşatan bayan Krasotkina'nın arkadaşlığı olmasaydı, doktorun karısı muhakkak derdinden ölürdü. İşte kaderin indirdiği tüm darbelerin üzerine tüy diker gibi, o cumartesiyi pazara bağlıyan gece, doktorun karısının tek hizmetçisi Ka-terina, birden hiç beklenmedik şekilde hanımına sabahleyin bir bebek dünyaya getirmek niyetinde olduğunu açıkladı. Nasıl olmuş da daha önceden hiç kimse bunu farketmemişti. Bu herkes için hemen hemen bilmece gibi bir şeydi.
Şaşkınlık içinde kalan doktorun karısı, daha vakit varken Katerina'yı bizim kentte «ebe nine»nin evinde bu gibi olaylar için açılmış olan özel bir kuruma götürmeğe karar verdi. Bu hizmetçisine çok değer veriyordu, onun için hemen planını yerine getirdi. Kadını oraya götürdü, üstelik kendisi de onun yanında kaldı. Sonra sabahleyin her nedense bayan Krasotkina'nın dostça desteğine ve yardımına ihtiyaç duyuldu; böyle bir olayda birine ricalarda bulunabilir ve bazen yardımlar sağlıyabilirdi. Bu yüzden her iki kadın da evden ayrılmış, bayan Krasotkina'nın kendi hizmetçisi köylü kadını Agafya ise pazara gitmişti. Kolya da bir zaman için doktorun karısının evde yalnız kalan «miniklerine» yani oğlu ile kızına bekçilik etmek ve evi beklemek zorunda kalmıştı.
Kolya evi beklemekten korkmuyordu. Zaten yanında bankın altında «hiç kımıldamadan» yatması emredilen Çıngırak da vardı. Hayvan odadan odaya dolaşan Kolya'nın her hole girişinde irkilerek başını kaldırıyor, efendisinden işaret bek-liyormus gibi kuyruğu ile bir iki kez yere vuruyor, ama ne yazık ki ıslık sesi bir türlü duyulmuyordu. Kolya, tehdit edici bir tavırla zavallı köpeğe bir göz atıyor, o da gene söz dinll-yerek dona kalmış gibi hareketsiz kalıyordu.
Kolya'yı endişelendiren tek şey «miniklerdi». Katerina'nın durup dururken başına gelen bu maceraya tabii derin bir tiksintiyle bakıyordu. Ama babasız kalmış «minikler»! çok sevl-
109
yordu. Onlara bir çocuk kitabı götürmüştü bile. Yaşı daha büyük olan sekiz yaşındaki Nastya, okumasını biliyordu, küçük oğlan yedi yaşındaki Kostya ise ablası ona masal okurken dinlemeye bayılırdı. Tabiî Krasotkin, çocukları daha ilginç şeylerle, yani ikisini yanyana koyup onlarla askerlik oyunu, ya da tüm evde saklambaç oynamakla avutabilirdi. Bunu daha önce de birkaç kez yapmıştı ve bundan kaçınmıyordu. O kadar ki bir gün sınıfta Krasotkin'in evde kiracısının küçük çocukları ile arabacılık oynadığı arabaya koşulu bir at gibi zıplayarak başını eğdiği dedikodusu ağızdan ağıza yayılmıştı. Ama Krasotkin gururlu bir tavırla bu suçlamaya karşı koymuş, kendi yaşıtları ile on üç yaşındaki çocuklarla gerçekten «çağımızda» arabacılık oynamanın ayıp sayılabileceğini, ama kendisinin bunu «miniklerin» hatırı için, onlar; sevdiğinden ötürü yaptığını, duygularının hesabını ise kimseye vermek zorunda olmadığım söylemişti.
Buna karşılık, her iki «minik» de onu taparcasına seviyorlardı. Ama o sırada, oyun düşünecek durumda değildi. Kendisini çok önemli, hatta bir bakıma esrarengiz bir iş bekliyordu. Oysa, bu arada zaman akıp gidiyor, çocukları bırakabileceği Agafya ise bir türlü pazardan dönmüyordu. Birkaç kez sofanın öbür tarafına geçerek doktorun karısının daire kapısını açmış ve verdiği emir üzerine oturup kitap okuyan «miniklere» bakmıştı. Onlar da her seferinde, Kolya kapıyı açar açmaz belki içeri girer de çok güzel ve eğlenceli bir şey yapar diye bekliyerek hiç konuşmadan neşeli neşeli gülüm-süyorlardı.
Ama Kolya'nın içinde bir huzursuzluk vardı, bu yüzden içeri girmiyordu. Sonunda saat on biri çaldı. O zaman Kolya, kesin olarak, eğer o «Allahın belâsı» Agafya on dakikaya kadar dönmezse, onu beklemeden evden çıkmaya karar verdi. Tabiî çıkmadan önce «miniklerden» korkmıyacaklarına, yaramazlık etmiyeceklerine ve korkudan ağlamıyacaklarma dair söz alacaktı. Bu düşünce ile sırtına yakası bir çeşit kunduz kürkünden yapılmış, pamuklu kışlık paltosunu giydi, çantasını omuzuna aldı ve annesinin daha önce kaç kez «bu soğukta» dışarıya çıkarken her zaman ayağına lâstiklerini geçirmesini söyleyip durmasına rağmen sadece onlara sofadan geçerken yukardan bakmakla yetindi ve dışarıya yalnız Bağında çizme ile çıktı.110
KARAMAZOV KARDEŞLER
Çıngırak, Kolya'nın giyinmiş olduğunu görünce sinirli sinirli tüm vücudunu titreterek kuyruğu ile döşemeyi şiddetle dövmeğe başladı. Hatta kendine acındırmak için ulur gibi bir ses çıkardı. Ama Kolya, köpeğinin bu kadar hevesli olduğunu görünce, bunun «disipline zarar verdiğini» düşündü ve hiç olmazsa bir dakika kadar onu bankın altında tuttu. Artık sofanın kapısını açtığı sırada birden ıslık çaldı.
Köpek deli gibi fırladı, çocuğun önünde sevinçten zıplamaya başladı. Kolya, sofadan geçerek «miniklerin» oturduğu dairenin kapısını açtı. İkisi de masada oturuyor, ama kitap okumuyor, aralarında heyecanlı heyecanlı bir şeyler tartışıyorlardı. Bu çocuklar sık sık hayatın çeşitli konularında tartışırlardı. Bu arada Nastya yaşça daha büyük olarak daima baskın çıkardı; Kostya ise ablasiyle anlaşamadığı zamanlarda daima Kolya Krasotkin'e gidip onun hakemlik etmesini ister ve artık o nasıl karar verirse, her iki taraf da onu tartışmasız bir şey olarak kabul ederlerdi. Bu sefer «miniklerin» tartışması Krasotkin'i oldukça ilgilendirdi. Bu yüzden kapıda durup onları dinledi. Çocuklar Kolya'nın kendilerini dinlediğini görünce, tartışmalarına daha büyük bir şiddetle devam ettiler.
Nastya:
— «Ben, «ebe ninelerin» çocukları bostanda, lahana kümeslerinin arasında bulduklarına hiç bir zaman, hiç bir zaman inanmam! diyordu. Şimdi artık kış! Bostanlarda öyle kümeler filân da yok. Bu yüzden, «ebe nine» Katerina'ya bir kız çocuk getiremez.
Kolya kendi kendine:
— füüt! diye bir ıslık çaldı.
— Yani senin anlıyacağm, şöyle oluyor: Bebekleri bir yerden alıp getiriyorlar, ama yalnız evlenenlere veriyorlar.
Kostya ısrarla Nastya'ya bakıyor, düşünceli düşünceli sözlerini dinliyor, zihninde bir şeyler tasarlıyordu. Sonunda heyecanlanmadan kesin bir tavırla:
— Sen ne aptalsın Nastya! dedi. Katerina'nın hiç çocuğu olabilir mi? Madem ki evli değil.
Nastya, fena halde heyecanlandı. Sinirli sinirli:
— Sen bir şey anlamıyorsun, diye sözünü kesti. Belki de kocası vardı, ama şimdi cezaevindedir. O da doğurdu işte.
Her şeyin esasını arayan Kostya, çok ciddî bir tavırla:
— Kocası cezaevinde mi onun? diye sordu.
KARAMAZOV KARDEŞLER
111
Nastya ilk ileri sürdüğü düşünceden vaz geçip onu hemen unutarak:
— Ya da şöyle olabilir, diye birden, tekrar kardeşinin sözünü kesti. Katerina'nın kocası yok, haklısın. Ama belki evlenmek istiyor ve hep bunu düşünüyordu. Belki hep bunu kuruyordu. İşte o kadar düşündü ki, sonunda kocası değil de çocuğu oldu.
Artık büsbütün yenilgiyi kabul eden Kostya:
— Ya, demek öyle ha? dedi. Ama sen bunu bana daha önce söylemedin ki! Ben bunu nereden bilebilirdim?
Kolya, birden odalarına girerek:
— Eee, çocuklar. Görüyorum ki, tehlikeli bir milletsiniz siz!
Kostya gülümseyerek:
— Çıngırak yanınızda mı? diye sordu ve parmaklarını şıkırdatarak Çıngırağı çağırmaya başladı.
Krasotkin, çok ciddî bir tavırla:
— Minikler, bir müşkülüm var, bana yardım eder misiniz? Agafya muhakkak ayağını kırmıştır, çünkü hâlâ dönmedi. Artık bu belli bir şey. Oysa benim muhakkak dışarı çıkmam gerekiyor. Gitmeme izin verip, benî bırakır mısınız?
Çocuklar düşünceli bir tavırla bakıştılar. Gülümsiyen yüzlerinde bir endişe belirdi. Bununla birlikte daha kendilerinden ne istendiğini anlamıyorlardı.
— Ben yokken yaramazlık etmezsiniz değil mi? Dolabın üzerine çıkmazsınız, ayaklarınızı kırmazsınız değil mi? Yalnız kaldığınız için korkudan ağlamıyacaksınız değil mi?
Çocukların yüzlerinde büyük bir üzüntü belirdi.
— Bunları yapmazsanız size öyle bir şey gösteririm ki! Küçümencik madenî bir top gösteririm. Sahici barutla ateş eden mini mini bir top.
Çocukların yüzü hemen aydınlandı. Kostya yüzü ışık sa-Çarak:
— Ne olur, topu gösterin, dedi.
Krasotkin elini çantasına soktu ve içinden küçük bronz bir top çıkararak onu masanın üzerine koydu.
— Gösteriyorum işte. Bak, tekerleri de var. Oyuncak topu masanın üzerinde gezdirdi:
— Bununla ateş edilebilir. İçi saçma ile doldurulur ve ateş edilir.
L112
KARAMAZOV KARDEŞLER
— Peki bu top insanı öldürür mü?
— Öldürür ya! Yalnız iyice nişan almalı.
Krasotkin bunu söyledikten sonra barutun nereye konulacağını, saçmanın nereye yerleştirileceğini ve top ağzı olarak kullanılan küçük deliği gösterdi, ayrıca «geri tepme» diye bir şey olduğunu anlattı. Çocuklar büyük bir merakla dinliyorlardı. Özellikle «geri tepme» diye bir şey olması hayallerini etkilemişti.
Nastya:
— Peki, sizde barut var mı? diye sordu.
— Var.
Nastya ışıl ışıl bir gülümseyişle:
— Barutu da gösterin ne olur! diye sözleri uzata »uzata yalvardı.
Krasotkin elini gene çantasına daldırdı ve içinde gerçekten biraz barut bulunan bir şişe çıkardı. Katlanmış bir kâğıdın içinde ise bir kaç saçma vardı. Kolya, çocuklarda bir etki yapsın diye şişeyi de açtı ve avucuna biraz barut döktü:
— Aman bir yerde ateş olmasın, yoksa öyle bir patlar ki, hepimizi parçalar.
Çocuklar, baruta büyük bir merakla bakıyor, bu zevklerini daha 'da arttırıyordu. Ama saçma Kostya'nın daha çok hoşuna gitti.
— Saçma da yanar mı? diye sordu.
— Saçma yanmaz.
Kostya yalvaran incecik bir sesle:
— Ne olur bana bir parçacık saçma hediye edin, dedi.
— Peki saçma da hediye edeyim. Al bakalım. Ama bunu verdiğimi annene söyleme, ben geri gelinceye kadar. Yoksa bunun barut olduğunu sanarak korkudan ödü patlar. Size de bir güzel dayak atar.
Nastya:
— Annem bize hiç dayak atmaz, dedi.
— Biliyorum. Ben lâf olsun diye söyledim. Annenizi de hiç bir zaman aldatmayın. Yalnız bu seferlik ben gelinceye kadar bir şey söylemeyin. Haydi söyleyin bakalım minikler, şimdi gidebilir miyim? Ben yokken korkudan ağlamazsınız ya?
Kostya, artık ağlamaya hazır bir halde:
— Ağ... la... nz... diye söylendi.
KARAMAZOV KARDEŞLER
113
Nastya, korkudan sözleri aceleyle söyliyerek:
— Ağlarız, tabi ağlarız! diye onu destekledi.
— Ah minikler, minikler. Sizin bu yaşlarınız ne kadar tehlikeli. Ama yapılacak bir şey yok, yavrularım. Madem öyle, sizinle kimbilir daha ne kadar zaman oturmam gerekecek! Oysa zaman, zaman öyle geçiyor ki! Ah!...
Kostya:
— Çıngırağa emretsenize, ölü gibi yatsın!
— Evet başka çare yok, Çıngırağa da baş vurmak gerekecek. îci(*), Çıngırak!
Sonra Kolya köpeğe emirler vermeğe, o da tüm bildiklerini yapmağa başladı. Bu uzun tüylü, alelade bir sokak köpeği büyüklüğünde ve tüyleri eflâtuna yakın garip kül renginde bir köpekti. Sağ gözü şaşı idi, sol kulağı ise nedense kesikti. Tiz bir sesle havlıyor, zıplıyor, arka ayaklan üzerinde duruyor ve o pozda yürüyor, sırtüstü yatıp dört ayağını dikiyor, ölü gibi hareketsiz yatıyordu. Bu son yaptığı oyun sırasında kapı açıldı ve bayan Krasotkina'nın pazardan dönen şişman hizmetçisi, kırk yaşlarında, çiçek bozuğu bir kadın olan Agaf-ya, kolunda aldığı yiyeceklerle dolu bir kese kâğıdı ile eşikte göründü. Durdu, kese kâğıdını aşağı doğru sarkıtarak köpeğin yaptıklarına bakmağa başladı. Kolya, Agafya'yı bu kadar beklemesine rağmen, gösteriyi yarıda kesmedi ve Çıngırağı belirli bir süre ölüymüş gibi yatırdıktan sonra, sonunda onu ıslıkla çağırdı: Hayvan fırladı ve görevini yaptığı için sevinçten zıplamaya başladı.