Alyoşa, mümkün olduğu kadar candan bir tavırla:
— Hayır! Allah korusun, ne münasebet! Sizi can kulağı ile dinliyorum, dedi.
O alıngan Kolya, hemen cesaret buldu. Karamazov bu karşılığı verir vermez hemen acele ile ve sevinçle:
— Benim basit ve apaçık bir teorim var, diye söze devam etti. Ben halka inanırım ve daima hakkını vermeye hazı-nm, ama bunu ona şımartmadan yapmak isterim, bu sine «qua.(*) Ha, evet kazı anlatıyordum. İşte o aptala doğru dönerek ona, «işte acaba kaz ne düşünüyor, diye düşünüyorum» dedim. Yüzüme saf, saf baktı:
— Peki, ne düşünür kaz? diye sordu.
— Bak görüyor musun? Üzeri yulafla dolu bir araba duruyor. Çuvaldan, yulaf dökülüyor, kaz da boynunu tam tekerin dibinden ileri doğru uzatmış yulafı gagalıyor, görüyor olusun? dedim.
— Evet, hem de çok iyi görüyorum diye karşılık verdi.
— Şimdi, araba azıcık ileriye doğru itilirse, tekerlek ka-kazın boynunu koparır mı, koparmaz mı?
— Tabiî koparır, dedi. Bunu söylerken ağzı kulaklarına varıyordu, zevkinden eriyordu sanki.
— Öyleyse haydi gel gidip itelim, delikanlı, dedim. — Haydi, dedi.
Bu bir prensiptir, anlamında (Lâtince).150
İşi becermek için uzun bir süre çaba göstermemize gerek lilik kalmadı. Delikanlı hiç belli etmeden atın dizginini tuta' bilecek şekilde yanına gitti, ben de kazı o yöne göndermek için yanında durdum. Köylü ise o sırada biri ile konuşur öyle bir dalmıştı ki, kazı oraya sürmeme bile ihtiyaç kal madı: Kaz kendiliğinden boynunu yulaf tanelerini almak için öyle bir uzatmıştı ki, boynu tam arabanın altına, teker-leğin alt tarafına geliyordu. . Delikanlıya göz kırptım, o da dizgini çekti ve birden... Gırç! Gıfç! Kazın boynu tekerleğin altında kalarak ezildi! Tam o sırada aksilik olmasın mı? Tura köylüler bizi görüp, her bir ağızdan:
— Bunu mahsus yaptın! diye bağırmaya başladılar.
— Hayır mahsus yapmadım, hayır mahsus yapmadım! dediyse de, hepsi: «Mahkemeye götürelim!» diye bağırıyorlar-di. Beni de yakalayıp «madem sen de hurdaydın, demek bu işte yardımcı oldun, bütün pazardakiler ne mal olduğunu biliyor!» dediler.
Kolya bunu anlatırken kendinden memnun bir tavırla:
— Beni ise, gerçekten tüm pazardakiler tanıyordu, diye devam etti. Hepimiz sürü sepet hâkimin huzuruna çıktık. Kazı bile götürüyorlardı. Baktım bizim delikanlı korkmuş, ağlamaya başlamış... Vallahi kadın gibi ağlıyordu. Toptancı: «Böyle bir metotla dünya kadar kaz ezilebilir!» diye bağırıyordu.
Tabiî tanıklar da vardı. Sulh yargıcı bir dakikada işi bitirdi: Kaza karşılık toptancıya bir ruble verilecekti, kazı ise delikanlı alacaktı. Bundan böyle de, böyle şakalar yapmayacaktı. Delikanlı ise hep kadın gibi ağlıyor:
— Beni o kışkırttı, beni o kışkırttı! diyerek beni işaret ediyordu.
Ben tam bir serinkanlılıkla ona bunu hiç de öğretmediğimi, yalnız ana fikri verdiğimi ve sadece teorik olarak Konuştuğumu söyledim. Sulh yargıcı Nefedov, hafifçe güldü v böyle güldüğü için de kendi kendine kızdı. Bana:
— Bundan böyle bu çeşit plânlar yapmaktansa, kitapların basma oturup ders çalışasınız diye, bu işi hemen raporla oklunuzun müdürlüğüne bildireceğim, dedi.
Gerçi müdürlüğe rapor falan vermedi, bunu şaka söy lemisti, ama iş gerçekten dallandı, budaklandı ve idarede lerin kulağına kadar geldi: Onların kulakları da delik mi, ilktir! En çok da klâsik edebiyat öğretmeni Kolbasnikov
151
«gürültü etti. Ama Dardanelov beni gene savundu. Şimdi ise Kolbasnikov, hepimize azgın bir eşek gibi köpürüp duruyor. gen Kolbasnikov'un evlendiğini işitmiş miydin? Mihailov'lar-dan bin ruble drahoma aldı, gelini görsen, suratsızın, çirkinin biri. Üçüncü sınıftakiler hemen ona bir taşlama yazmışlar:
Üçüncü sınıf şaştı bu habere Pasaklı Kolbasnikov evlendi diye.
Gerisi çok komiktir, sonra bunu sana yazılı olarak getiririm. Bak Dardanelov için hiç bir şey söylemiyorum: O gerçekten bilgili adamdır. Kesin olarak söyleyebilirim bunu, bilgili adamdır. Ben böyle insanlara karşı saygı duyarım, ayrıca hiç de beni savunduğu için değil...
Smurov, o anda kesin olarak Krasotkin'le arkadaşlık ettiği için gurur duyarak:
—. Öyle ama «Truva'yı kim kurdu?» diye sorarak onu fena halde sıkıştırmıştın! diye söze karıştı.
Krasotkin'in anlattığı kaz hikâyesi çok hoşuna gitmişti.
Yüzbaşı, Krasotkin'in gururunu okşamak istediğini belli eden bir tavırla:
• — Gerçekten sıkıştırdınız ha? diye sordu. Demek Truva'yı kim kurdu diye sorarak onu şaşırttınız, öyle mi? Bunu daha önce de işitmiştik, fena halde bozmuşsunuz onu. İlyuşeçka bunu bana daha o zaman anlatmıştı.
İlyuşeçka söze karıştı:
— A, o her şeyi bilir. Bizim arkadaşlar arasında her şeyi şeyi o bilir! Mahsus öyle bilmiyormuş gibi davranıyor. Bi-Bizim sınıfta bütün derslerden birinci...
ilyuşa sınırsız bir mutluluk içinde Kolya'ya bakıyordu.
— Canım, o Truva hikâyesi saçma, boş bir şey. Ben bile bu konuyu önemsiz sanıyorum.
Kolya, bunu gururlu bir tevazu içinde söylemişti. Artık kendini toplamıştı. Bununla birlikte, içinde hâlâ bir huzur-suzluk da vardı: Hissediyordu ki, büyük bir heyecan içindey-
ve örneğin o kaz hikâyesini anlatırken her şeyi aşın bir açık yüreklilikle açığa vurmuştu. Alyoşa'nın ise bütün bu hl-**yeyi dinlerken sustuğunu ve çok ciddî bir tavırla dinlediğini
etmişti.. Gururuna düşkün bir çocuk olduğu için, içinde ını kaçıran bir düşünce uyanmıştı: «Yoksa bu işten ötü-kendimi başkalarına beğendirmek istediğimi sandığı için152
mi susuyor? Eğer böyle bir şey düşünmek cesaretini gösteri. yorsa o halde ben...»
Birden tekrar gururlu bir tavırla:
— Ben bu konuyu kesin olarak önemsiz buluyorum! diye kestirip attı.
Birden, o ana kadar hiç konuşmayan, on bir yaşlarında, çok güzel ve çekingen olduğu her halinden belli, soyadı da Kartaşov olan ve zaten konuşmasını pek sevmeyen bir çocuk, beklenmedik bir şekilde:
— Ama ben Truva'yı kimin kurduğunu biliyorum, dedi.
Tâ kapının yanında oturuyordu. Kolya şaşkınlıkla ve ciddî bir tavırla ona baktı. Çünkü: «Truva'yı kim kurdu?» sorusu bütün sınıflarda bir sır gibi gizli bir şey sayılıyordu. Bu sırrı çözmek için de Smaragdov'un kitabını okumak gerekiyordu. Ama Kolya'dan başka hiç kimsede Smaragdov'un kitabı yoktu. İşte Kartaşov adındaki çocuk, bir gün Kolya'da iken, onun arkasını döndüğü bir sırada, fırsattan yararlanarak, hemencecik kitapların arasında bulunan Smaragdov'un kitabına gizlice bir göz atmış, tam da Truva'yı kurmuş olanlardan söz edilen bölümü görmüş, onu bir çırpıda okumuştu. Bunun üzerinden epey bir süre geçmişti. Ama çocuk hâlâ garip bir utanç duyuyor ve Truva'yı kimlerin kurmuş olduğunu herkesin içinde açıklamaktan korkuyordu; böyle bir şey yaparsa, basma bir şey gelir ya da Kolya, bu yüzden onu utandırır diye çekiniyordu. Oysa, şimdi birden nedense kendini tutamamış ve bildiğini söylemişti. Zaten bunu çoktandır istiyordu.
Kolya, çocuğun yüzüne bakar bakmaz onun bunu gerçekten bildiğini anlayarak ve tabiî hemen bundan çıkabilecek sonuçlara kendini hazırlayarak yüksekten bakan, küçümseyen bir tavırla:
— Söyle .bakalım kim kurmuş? diye sordu.
Ortada huzur bozan bir hava meydana gelmişti. Çocuk:
— Truva, Teucer, Dardanus, İllius ve Frocius tarafından kurulmuştur, diye bir çırpıda hepsini ortaya döktü ve bir anda kıpkırmızı oldu. O kadar kızarmıştı ki, insan ona bakınca-içinden bir acıma duyuyordu.
Ama, çocukların hepsi ona dik dik bakıyorlardı. Bir dakika kadar böyle baktıktan sonra birden bütün bu dik bakan çocuklar, bir anda Kolya'ya doğru döndüler. hâlâ küçümseyen serinkanlı bir ifadeyle böyle bir cüret
KARAMAZOV KARDEŞLER
153
iş olan çocuğu tepeden tırnağa süzüyordu. Sonunda tenezzül göstererek:
__ Nasıl kurmuşlar yani? diye sordu. Hem bir kenti ya da bir devleti kurmak ne demektir? Ne yani? Gelip teker te-Ker bir tuğlayı öteki tuğlanın üzerine koyarak mı kurdular?
Gülüşmeler duyuldu. Suçlu çocuğun yanakları pembe iken koyu kırmızı oldu. Susuyordu, nerdeyse ağlıyacaktı. Kolya, onu bu durumda bir dakika daha bekletti, sonra öğüt olsun diye sert bir tavırla sözleri kesin bir şekilde söyleyerek:
— Bir milletin kuruluşu gibi tarihî olaylardan söz edebilmek için, önce bunun ne demek olduğunu bilmek gerekir, dedi. Zaten ben bütün bu kadınlara yakışır masallara önem vermiyorum, evren tarihi konusuna da hiç saygım yok.
Bunu birden kayıtsız bir tavırla ve artık genel olarak herkese hitap ederek söylemişti. Yüzbaşı, birden garip bir endişe ile:
— Yani evren tarihini önemsiz mi sayıyorsunuz? diye sordu.
Kolya: «Evet, evren tarihini. Zaten bu tarih insanlığın yaptığı bir dizi budalalıkları öğrenmekten başka bir şey delildir ki! Ben yalnız matematiğe ve doğa ile ilgili bilim dallarına saygı duyarım!» diye gösteriş yapar gibi konuştu ve yan gözle Alyoşa'ya baktı; orada bulunanlar arasında yalnız onun düşüncesinden çekiniyordu.
Ama Alyoşa hep susuyor ve ciddî bir tavırla bakıyordu. Eğer, o sırada bir şey söylemiş olsaydı, iş bununla kapanır Merdi. Ama Alyoşa hep susuyordu, «bu susuşu da bir kü-Çutnseme anlamı taşıyabilirdi.» Bu ise Kolya'nın büsbütün si-nirini bozuyordu.
— Bizde öğretilen eski klâsik diller de öyle: saçmalıktan başka bir şey değil... Siz galiba gene benimle aynı düşünce-
de değilsiniz, öyle mi Karamazov? Alyoşa, ağır başlı bir tavırla gülümsedi:
— Aynı düşüncede değilim, dedi.
Kolya, konuşurken yavaş yavaş gene nefesi tıkanır gibi
a başlamıştı.
a ~~ Klâsik diller konusundaki düşüncemi sorarsanız, ben-
b unlar sadece polis baskısı gibi bir şey olsun diye program-
lara alınmış, diye devam etti. Bunlar insanın canını sıkıyor
itenekleri körletiyor diye programlara almışlar. Zaten
154
155
programlar sıkıcıydı, daha sıkıcı olmalarını sağlamak için başka ne yapılabilirdi? Zaten programlar saçmaydı, daha saç. ma olmalarını sağlamak için yapılacak başka bir şey vat mıydı? İşte bunu düşünerek sonunda klâsik dilleri ortaya at-tılar. Benim bu diller konusunda asıl düşüncem budur ve öyle sanıyorum ki, bu düşüncemi hiç bir zaman değiştirmeyeceğim.
Kolya, sözünü sert bir tavırla bitirmişti. Her iki yanağında iki leke halinde kırmızılık belirmişti. Çocuğun sözlerini dikkatle dinleyen Smurov, kesin ve gür bir sesle:
— Doğru söylüyor! dedi. Kalabalığın arasından birden bir çocuk:
— Oysa, Lâtinceden kendisi birinci oldu! diye bağırdı, llyuşa:
— Evet baba, kendisi öyle söylüyor ama, bizim sınıfta lâ-tinceden birincidir.
Kolya, onu övmelerinden hoşlandığı halde, kendini savunmak ihtiyacım duyarak:
— Bundan ne çıkar? dedi. Lâtinceyi, öyle gerekiyor da onun için ezberliyorum, anneme lâtince kursunu bitireceğime söz verdim diye, bundan başka, bence insan eline bir şey aldı mı, artık onu iyi yapmalı. Ama bunu yaptığım halde içimden bütün bu klâsik edebiyattan ve tüm bu adiliklerden nefret ediyorum... Benimle aynı düşüncede değil misiniz, Ka-ramazov?
Alyoşa, gene hafifçe gülerek:
— Canım, neden «adilikler» diyorsunuz? diye sordu.
— Ama rica ederim, tüm klâsikler artık bütün dillere Çev rilmiştir. Demek ki lâtinceyi okullarda öğretmek gereklilik" ni klâsiklerin anlaşılması için duymamışlardır. Bunu sadece bir polis baskısı gibi kullanmak ve yetenekleri körletmek İÇin programlara koydular. Tüm bunlardan sonra artık buna «adi lik» denmez de ne denir?
Alyoşa, sonunda hayretle:
— Bütün bunları size kim öğretti Allahaşkma? diye yük sek sesle sordu.
— Bir kez, ben bunu kendim de anlayabilirim, bunu bana öğretmesi gerekli değil, ikincisi demin size sikler bütün dillere çevrildi dedim ya, bunu öğretmen basnikov, üçüncü sınıfa açıkça kendisi söylemiştir...
Bütün bu süre içinde susmuş olan Ninoçka:
— Doktor geldi, diye bağırdı.
Gerçekten evin kapısı önünde bayan Hohlakova'nın arabası durmuştu. Tüm o sabah doktoru beklemiş olan yüzbaşı, yıldırım gibi onu karşılamaya koştu. «Annecik» oturduğu yerde toparlandı ve çok ciddî bir tavır takındı. Alyoşa, İlyuşa'nın yanına gitti ve yastığını düzeltmeye başladı. Ninoçka, oturduğu koltuktan huzursuzluk içinde Alyoşa'nın yatağı nasıl düzelttiğine bakıyordu. Çocuklar acele ile veda etmeğe başladılar. Bazıları o akşam geleceklerini söylüyorlardı Kolya, Çıngırak'a seslendi, o da karyolanın üzerinden aşağı atladı.
Kolya, acele ile llyuşa'ya:
— Ben gitmeyeceğim! Ben gitmeyeceğim! diyordu. Sofada bekleyeceğim, doktor gidince, gene gelirim. Çıngırakla birlikte gelirim!
Ama sırtında ayı postundan yapılmış kürkü, koyu renk favorileri ile önemli bir kişi olduğu hemen belli olan, sinek kaydı tıraş olmuş doktor içeriye girmişti bile. Adımını eşikten içeriye atar atmaz birden şaşırmış gibi durakladı. Herhalde yanlış yere geldiğini sanmıştı. Kürkünü ve siperliği de kürklü olan kasketini çıkarmadan:
— Nedir bu? Nereye girdim ben? diye mırıldandı.
içerdeki kalabalık, odanın fakir döşemesi, köşede ipe dizilmiş olan çamaşır onu şaşırtmıştı. Yüzbaşı, doktorun karşıda yerlere kadar eğildi. El etek öper gibi bir tavırla:
— Burası efendim, burası efendim! diye mırıldandı. Bura-sı benim evim efendim. Bize geldiniz, zaten bize gelecektiniz, «endim.
Doktor, önemli bir kişi olduğunu belirten bir tavırla ve yüksek sesle:
Snegirev? diye sordu. Bay Snegirev siz misiniz? ~~ Benim efendim.
— Ya!
doktor bir kez daha küçümseyen bir tavırla odaya göz gez-daki sonra kürkünü sırtından attı. O zaman herkes boynundaki pırıl Pırıl nişanı gördü. Yüzbaşı doktorun fırlattığı kür-havada yakalamıştı. Doktor kasketini de çıkardı. Yüksek
e ciddî bir tavırla:
Hasta nerde? diye sordu.156 KARAMAZOV KARDEŞLER
VI VAKİTSİZ GELİŞME
Kolya, acele ile konuşarak:
— Acaba doktor ona ne diyecek? diye sordu. Amma da berbat bir suratı var, öyle değil mi? Ben tıptan nefret ederim!
Alyoşa hüzünle:
— İlyuşa ölecek. Bana öyle geliyor ki, bu artık kesin bir şey.
— Alçaklar! Bu tıp, adilikten başka bir şey değil! Bununla birlikte sizi tanıdığıma memnunum, Karamazov. Sizinle çoktandır tanışmak istiyordum. Yalnız yazık ki, böyle hüzünlü bir günde tanıştık...
Kolya, daha içten, daha gösterişli bir şey söylemek istiyordu, ama nedense içini ürperten bir şey vardı. Alyoşa, bunu farketti ve gülümseyerek elini sıktı. Kolya:
— Size, nadir rastlanan bir varlık olarak saygı duymayı öğrendim, diye mırıldandı.
Gene söyleyeceği sözü şaşırıyor, kekeliyordu:
— Sizin bir mistik olduğunuzu ve manastırda bulunduğunuzu işittim. Mistik olduğunuzu biliyorum, ama... bu beni sizle tanışmaktan alıkoymadı. Gerçeklerle yüzyüze gelme sizin bu mistik yanınızı tedavi edecektir... Sizin gibi yaratılmış olan insanlarda başka türlü olmaz.
Alyoşa, biraz şaşırmış olarak:
— Sizin mistik dediğiniz şey nedir? Neyimi tedavi edecektir gerçekler?
— İşte canım Tanrı, falan, filân.
— Ne diyorsunuz? Siz tanrıya inanmıyor musunuz?
— Yok canım, benim Tanrı'ya karşı hiç bir kötü düşüncem yok. Tabii Tanrı sadece bir hipotezdir... Ama... Kabul ederim ki, düzeni korumak için... Evet, evrendeki düzeni korumak için gereklidir, falan, filân. Eğer Tanrı olmasaydı, «O nu icat etmek gerekirdi.
Kolya, bu son sözü söylerken kızarmaya başlamıştı. Bir den Alyoşa'nın şimdi onun hakkında «bilgilerini ortaya dök mek ve ne kadar büyük olduğunu göstermek istiyor» diye düşündüğünü sandı. Öfkeyle: «Oysa ben hiç de bilgilerimi c
157
taya dökerek gösteriş yapmak istemiyorum» diye düşündü. Birden içinde müthiş bir can sıkıntısı duydu.
— Şunu açıklamak isterim ki, tüm bu tartışmalara girişmekten nefret ederim 'diye, kestirip attı. İnsan Tanrı'ya inanmadan da insanlığı sevebilir, değil mi? Siz ne dersiniz? Vol-taire de Tanrı'ya inanmıyordu, öyleyken insanlığı seviyordu, öyle değil mi?
Bunu söylerken «bilgiçlik taslıyorum gene» diye düşün-
dü.
Alyoşa, sanki kendisi İle yaşıt, hatta kendisinden daha yaşlı olan bir insanla konuşur gibi ağır başlı bir tavırla ve alçak sesle, çok tabiî bir şey söyler gibi:
— - Voltaire, Tanrı'ya inanıyordu, ama galiba inancı azdı. Ve bana öyle geliyor ki insanlığı da, az seviyordu.
Kolya, Alyoşa'nın Voltaire hakkındaki düşüncesinde fark edilen kararsızlığa ve onun bu sorunun çözümlenmesini yaşça kendisinden küçük olan kendisine bırakmasına hayret etti. Alyoşa:
— Siz Voltaire'i okudunuz demek, öyle mi? dedi,
— Hayır, buna okudum denmez... Bununla birlikte Can-dide'di okudum, tabiî Rusça çevirisini... Eski berbat, gülünç bir çeviri idi...
Kendi kendine «gene, gene aynı şeyi yapıyorum!» diye düşündü.
— Peki, okuduğunuzu anladınız mı?
— Aaa, tabiî hepsini anladım... Benim bunu anlayamayacağımı neden düşünüyorsunuz? Tabiî bu kitapta birçok açık saçık berbat şeyler var... Ama tabiî bunun felsefesi olan bir roman olduğunu ve bir ideyi ortaya atmak için yazıldığını anlıyorum...
Kolya, artık iyiden iyiye ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Bir-den hiç ilgisi yokken:
— Ben bir sosyalistim, Bay Karamazov, tedavi kabul et-mez bir sosyalist.
Alyoşa güldü:
~- Sosyalist misiniz? Canım sosyalist olmaya ne zaman akit buldunuz? Galiba sadece on üç yaşındasınız, öyle de-
kolya, içine bir iğne batmış gibi oldu. Kıpkırmızı kesildi. Bir kez on üç değil, on dört yaşındayım. İki hafta son-r
158
KARAMAZOV KARDEŞLER
159
ra on'dört yaşında olacağım, dedi. İkincisi bu işle yaşımın ne ilgisi var? Burada önemli olan kaç yaşında olduğum değil beslediğim kanılardır, öyle değil mi? Alyoşa uysal ve sakin bir tavırla:
— Biraz daha büyüdüğünüz vakit, yaşın insanın kanılan üzerinde nasıl bir etki yaptığını anlarsınız. Ayrıca bana öyle geliyor ki, bu söylediğiniz sözler kendi sözleriniz değil, dedi.
Ama Kolya heyecanla sözünü kesti:
— Rica ederim, sizin istediğiniz şey, insanların boyun eğmesi ve mistisizmdir. Şunu kabul edin ki, örneğin Hıristiyan dini sadece alt sınıfların zenginlere ve ünlü kişilere köle olmasına hizmet etmiştir, öyle değil mi?
Alyoşa:
— Bunu nerde okuduğunuzu biliyorum, size bunu muhakkak biri öğretmiştir!
— Rica ederim, neden bunu muhakkak bir yerde okuduğumu sanıyorsunuz? Hem bana kimse bunu öğretmedi. Zaten kendim de bunları düşünebilirim... İşin doğrusunu isterseniz, İsa'ya karşı değilim. O gerçekten insancıl bir kişiydi ve eğer çağımızda yaşamış olsaydı, muhakkak ihtilâlcilere katılırdı, hatta belki de önemli bir rol oynardı... Hem de muhakkak öyle olurdu.
Alyoşa:
— Canım, canım nereden kaptınız bu düşünceleri? Hangi budala ile ilişki kurdunuz?
— Rica ederim, gerçekler saklanamaz. Tabiî bir yolunu bulduğum için sık sık bay Rakitin ile konuşuyorum... Ama diyorlar ki, bunu ihtiyar Belinskiy bile söylemiş.
— Belinskiy mi söylemiş? Hatırlamıyorum. Belinskiy böyle bir şeyi hiç bir eserinde yazmamıştır.
— Yazmadı ise bile anlattıklarına göre bunu söylemiş. Bunu birinden işittim... Hem canım, Allah kahretsin!...
— Siz, Belinskiy'i okudunuz mu?
— Bakın size size söyleyeyim... Hayır... Buna okudum denmez. Yalnız... Tatyana için yazdıklarını, "Tatyana'nın neden Onyeginle(') gitmediğini anlatan bölümü okudum.
— Nasıl Onyegin'le gitmediğini? Hay Allah! siz bunu mı... anlıyorsunuz?
da
(*} Puşkln'ın Yevgenly Onyegln isimli eserinin kahramanları.
Kolya, sinirli sinirli gülümsedi.
_ Rica ederim, siz galiba beni küçük Smurov sanıyorsunuz, dedi. Hem benim lütfen öyle azılı bir ihtilâlci olduğumu sanmayın, Rakitinle sık sık anlaşmazlığa düşüyoruz. Tatya-na'ya gelince, ben hiç de kadınların özgürlüğe kavuşmasını savunuyor değilim. Şunu kabul ediyorum ki, kadın başkasına bağlı bir varlıktır ve söz dinlemesi gerekir. Napolyon'un dediği gibi, varsın Leş femmes tricottent (*)
Kolya bunu söylerken nedense hafifçe gülmüştü:
— Hiç olmazsa bu konuda o, sözümona büyük adamın kanısını tam olarak paylaşıyorum. Aynı zamanda örneğin vatanı terk edip Amerika'ya kaçmanın bir adilik, hatta adilikten de beter bir şey, bir budalalık olduğunu düşünüyorum. Bizde de insanlığa yararlı birçok şeyler yapılırken, ne diye Amerika'ya kaçmalı? Hem de özellikle şu sırada. Şimdi verimli olabilecek ve yapılması gereken o kadar çok şey var ki. Zaten ben de öyle karşılık veriyordum.
— Nasıl karşılık veriyordunuz? Kime? Biri sizi daha önce Amerika'ya davet mi etti?
— Size şunu açıklayayım ki, beni gerçekten öyle bir şey yapmam için kandırmak istediler, ama ben reddettim. Tabiî bu aramızda kalsın," Karamazov, işitiyor musunuz? Hiç kimseye bir tek söz söylemeyeceksiniz bu konuda. Ben yalnız size söylüyorum bunu. Hiç de «üçüncü şubenin» (**) eline düşmek ve Zincirli Köprü'nün orada ders almak istemiyorum.
Anısını silemezsin zihninden Zincirli Köprü'deki binanın!
... ~~ Hatırlıyor musunuz? Ne güzel söylemişler! Neden gü-toyorsunuz? Yoksa siz hep söylediklerimin yalan mı olduğu-nu sanıyorsunuz?
Kolya'nın zihninden bir anda, ama içini ürperterek bir Düşünce geçti. «Ya babamın dolabında Çan dergisinin yalnız bir tek sayısının bulunduğunu ve benim başka hiç bir şey okumadığımı öğrenirse, o zaman ne olacak?»
— Yok canım, gülmüyorum, bana yalan söylediğinizi de
um, İşin asıl önemli noktası da bu. öyle bir şey dü-
(*) Fransızca: Kadınlar örgü örsünler (evde otursunlar) anlamında. (*) Çar polisinde siyasi şubeye verilen ad.160
1
161
sunmuyorum, çünkü bütün bunlar ne yazık ki çok doğru!
di söyleyin bakayım, Puşkin'i okudunuz mu? Yani Onyegin'i...
Bakın demin Tatyana'dan söz ettiniz.
— Hayır daha okumadım, ama okumak istiyorum. Benim hiç bir ön yargım yok Karamazov. Ben hem bir tarafı, hem öbür tarafı dinlemek isterim. Neden sordunuz?
— Hiç, öyle... Kolya birden:
— Söyleyin, benden çok nefret ediyorsunuz değil mi Karamazov? dedi ve Alyoşa'nın karşısında sanki hazırol durumuna girmiş gibi dimdik durdu. Lütfen sözü dolandırmadan söyleyin!
Alyoşa hayretle yüzüne baktı.
— Sizden nefret mi ediyorum? Canım neden nefret edeyim? Yalnız sizin gibi daha yeni yazmağa başlayan çok güzel bir varlık daha şimdiden bu kaba saçmalıklarla bozulmuş diye acıyorum.
Kolya, kendinden memnun bir tavırla sözünü kesti:
— Siz benim varlığım için üzülmeyin, dedi. Alıngan olduğuma gelince bu doğru, gerçekten öyleyim. Aptalca, budalaca bir alınganlığım var. Demin hafifçe güldünüz ya, bana öyle geldi ki sanki siz...
— A... ben bambaşka bir şeye güldüm. Bakın söyleyeyim size niye güldüğümü. Kısa bir süre önce Rusya'da oturmuş bir yabancının, bir Alman'ın şimdiki okuyan gençliğimiz konusundaki düşüncelerini okudum da. Adam... «Bir Rus öğrencisine gökyüzündeki yıldızları gösteren bir harita verin, öğrenci o zamana dek hiç görmediği bu haritayı ertesi günü size düzeltilmiş olarak geri verecektir!» diye yazmış. Alman, Rus öğrencisinde hiç bir bilgi olmadığını, buna karşılık sınırsız bir «kendi değerini gözünde büyütme» sevdasının bulunduğunu belirtmek istemiş.
Kolya, birden kahkahalarla gülmeye başladı.
— Ha, evet. Ama bu gerçekten çok doğru bir şey! Çok doğru! Aferin o Alman'a! Yalnız gâvur herif iyi yönleri farke-dememiş, öyle değil mi, ne dersiniz? Kendi değerini gözünde büyütme gerçekten vardır ama olsun! Bu gençlikten ileri ge len bir şey. Eğer düzeltilmesi gerekiyorsa, zamanla düzelir Ama buna karşılık bizde özgür bir ruh vardır, hem de neler deyse ta çocukluktan... Buna karşılık cesaretle düşünceleri
ni, kanılarını açıklama yeteneği de var... Onlardaki gibi, o salamcılar gibi otoritelerin karşısında kölelere yakışır bir bo-yuneğme yoktur... Her neyse Alman güzel söylemiş! Aferin Almana! Gerçi tüm Alman'ları gene de gebertmeli ama... Varsın bilim dallarında bu kadar güçlü olsunlar, gene de gebertmeli onları...
Alyoşa gülümsedi:
— Neden gebertmeli canım?
— Eh diyelim ki, saçmaladım, kabul ediyorum. Bazen çok çocukça davranıyorum, bir şeye sevindiğim zaman, bir türlü kendimi tutamıyor, o zaman saçmalayıp duruyorum. Ama dinleyin, biz sizinle burada boş şeylerden söz edip duruyoruz. Oysa doktor içerde epey uzun bir süre kaldı. Belki de «Anneciği» bir de o ayaksız Ninoçka'yı muayene ediyordur. Biliyor musunuz, bu Ninoçka, hoşuma gitti, içeriye girdiğim sırada birden bana «Daha önce neden gelmediniz?» diye fısıldadı. Hem de öyle bir sesle, öyle bir sitemle söylemişti ki, bunu! Bana öyle geliyor ki, çok iyi kalpli, zavallı bir kızcağız o...