Edebiyatimizda balkan acilari hayriye Memoğlu-Süleymanoğlu Ankara-2009


EDEBİYATIMIZDA BALKAN GÖÇMENLERİ’NİN TÜRKİYE KOŞULLARINA UYUMU



Yüklə 0,78 Mb.
səhifə27/41
tarix05.01.2022
ölçüsü0,78 Mb.
#70580
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   41
EDEBİYATIMIZDA BALKAN GÖÇMENLERİ’NİN TÜRKİYE KOŞULLARINA UYUMU

Balkanlar’ın Osmanlı Devleti sınırları dışında kalmasının acısını bu topraklarda yaşayan Türkler, Müslümanlar çekmiştir. Alın teriyle şenlendirilmiş ana-baba yurtlarını, bağ-bahçelerini, memleketin doğal güzelliklerini, yakınlarının aziz mezarlarını bırakıp da göç yollarına düşmek kolay değildir. Tarihçi İlber Ortaylı’nın da belirttiği gibi, Balkan göçmenleri toprak kaybetmemişler, vatan kaybetmişlerdir. Onlar çoğu zaman düzenli ordulardan değil, çetecilerden, komitacılardan kaçıp canlarını kurtarmaya çalışmışlardır.

Savaşlar, baskı ve zulümler insanlarımızı göç etmek zorunda bırakmıştır. Yüz binlerce Rumeli Türkü acımasızca öldürülmüş, hayatta kalanların da çoğu açlık, kötü hava koşulları, hastalıklar yüzünden göç yollarında can vermişlerdir. Selâmete kavuşabilenler ise anavatanda sıkıntılarla dolu uzun bir uyum süreci yaşamışlardır.

Sayıları yüz binlere varan göçmenlerin pek çoğunun ilk durak yeri İstanbul olmuştur. Doksanüç Harbi’nde göçmenler İstanbul'a kara, deniz ve demiryoluyla akın akın gelmiş, asıl göç akını ise demiryolu ile olmuştur. Gelen göçmenlerin çoğunluğunu kadın, çocuk ve ihtiyarlar oluşturmuştur. Bu yersiz yurtsuz, aç ve çıplak insanların yiyecek giyecek ve yatacak yer sorunlarının çözümü için çeşitli tedbirler alınmış ve geçici olarak başlıca cami ve mescitlere, tekke ve zaviyelere, boş binalara, hanlara ve köşklere yerleştirilmişlerdir.90 Yerleştirilemeyen binlerce göçmen ise arabaları, hayvanlarıyla günlerce meydanlarda, sokaklarda kalmışlardır. Büyük ve müthiş ”Rumeli Muhacereti“ ile İstanbul’a gelen Eski Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi, İstanbul’daki göçmen manzarasını şöyle gözler önüne sermiştir:

˝Rumeli’den boşanan yüz binlerce ahali, araba, hayvan, şimendiferle yahut yaya olarak gece ve gündüz demeyip İstanbul’a döküldüler. Son nefesteki canlarını emin diyar ve dertliler sığınağı olan Pâyitaht-ı Saltanata ve Dersaadet ahalisinin Âğû-u merhametlerine attılar.

Sirkeci mevkii, Ayasofya, Ahmediye, Yenicami, Nuruosmaniye ve diğer camii şeriflerle birçok mektep ve binaların avluları ve bütün meydanlar, mahşer alanından bir numûne-i dehşet oldular.

Şimendifer katarları tasavvur olunmaz bir hâlde geliyordu. Vagonların içi ve üstü, erkek kadın, kucak kucağa istif olmuş, yanları hatta ön ve arkadaki zincirlerin üstleri insan kesilmiş idi. Soğuktan donarak düşenler istasyonlarda hasta kalanlar hesapsızdı. Bunların büyük kısmı açlıktan ve soğuktan telef oldular.

Allah’ın hikmeti, o günlerde şiddetli fırtınalar kar ve yağmurlar durmayıp devam ederek hep o bîçârelerin üzerinden geçti.

Vagonlarda, öyle sıkışıklık ve ıstırap içinde loğusaların bulunması ise düşünceyi kan ağlatır. Bakılamadığından nice anneler ve mâsum yavruları telef olup gittiler...Gazabından Allah’a sığınırız! Müslümanlar üzerine belâ yağmakta felâket akmakta idi!...

İstanbul ahalisinin zengini fakiri Sirkeci istasyonuna indiler. Yardım, merhamet ve şefkat göstererek âciz ve bîçâreleri evlerine aldılar; iltifat ve ikram eylediler. Çok zaman misafirlerini beslediler, muazzez tuttular.

İngilizlerin, Şefkat-i Osmâni Cemiyeti ile Hilâl-i Ahmer heyeti tarafından muhacirler giydirip doyuruldu.

Asâkir-i Milliye efrâdı-ki Dersaadet’in bütün Müslüman ahalisinden teşkil olunmuştu-gece gündüz, yağmur kar demeyip, muhacirleri yerleştirmeye kendilerini vakfettiler.

Ellerine dolu mendil almayan kibar zâdeler, hiç kimseyi ayırt etmeden ihtiyarları ve mâsumları, sırtlarıyla ve kucaklarıyla taşıdılar.

İşbu fedakârlıklar, İstanbul’un düşman atlarının altına düşmesine karşı, bir sedd-i mânevî oldu.

Dedeağaç, Gelibolu, Tekfurdağı, Karaağaç ve sair iskelelerden Anadolu, Mısır ve Arabistan’a vapurlarla muhacirler gitti. Her yerde bunların iskân ve iâşesine gayret olundu.

Ama ne çare, yollarda çekilen zahmet ve şiddetli soğuktan ve izdihamdan, humma ve tifo hastalıklarına tutularak ve pek tabii bakılmayarak binlerce aileler az zamanda mahvoldu. Kargaşalıkta zevç, zevcesini ve oğul, baba ve anasını kaybederek nice aileler perişan oldu. O sırada, Kıbrıs açığında bir de vapur batıp dört yüz muhacir tamamen helâk olup gitti!.

Hülâsa, Rumeli kıta’sının hercümerci, dört asırdan beri emsâli görülmedik feci bir vakıa ve müthiş bir inkılâptır.

Bu felâket yüzünden Rumeli Müslüman nüfusundan yarım milyon telefat ve malca milyonlarca lira zayiat verildiğini kayda lüzum bile yoktur.”91


Göçmenlerin İstanbul'da oluşturduğu bu manzara Balkan Savaşında da tekrarlanmıştır. Zamanın yayın organlarının hepsi İstanbul'a gelen göçmenlerin sefaletini anlatan yazılarla dolmuştur. Ahmet Halaçoğlu bir eserinde Ahmet Rasim'in yazdığı "Hal ve Mevki" adlı köşe yazısından şu cümleleri aktararak Doksan üç Harbinin devam ettiği gibi görünen manzarayı özetlemeye çalışmıştır: "Dikkatimi bir şey çekti" diyor Ahmet Rasim yazısında. "O gördüğüm göçmen kâfileleri bundan 35 sene önceki göçmenlerin aynısı...Arabaları, hasır örtüleri, kıyafetleri, yürüyüşleri, mandaları ve öküzleri yine o...Hiç değişmemişler. Öyle ki 35 seneden beri devam eden bir uykudan uyanan biri kalksa, hâlâ Rus muharebesinin devam ettiğine kani olur. Yoksa yine öyle de ben mi uyanıyorum?..."92
İlhan Bardakçı'nın bir eserinde de şu satırlar var: "Binlerce, on binlerce kişilik muhacir kâfileleri Sirkeci garından itibaren şehri tamamen doldurmuşlardı. Öküzlerin çektiği kağnı arabaları köprüden yukarılara, tâ Beyoğlu'na kadar uzanıyorlardı... Rumeli'den ölülerini bile getirenler vardı. Onlar gâvur toprağında kalmasınlar, burada yatsınlar diyorlardı..."93
Balkan Savaşında ölümden kaçanların yaşadıklarına yabancı gözlemciler de lâkayt kalamamıştır. Fransız gazeteci Stephane Lauzanne, Balkan Acıları adlı kitabında İstanbul'un yakınında göçmen kafilesine rastladığını ve gördüğü manzarayı şöyle anlatıyor: "Demiryolu yaralıları getirirken göçmenler de yolları dolduruyordu. Yavaş yavaş İstanbul kapılarında acaip bir kalabalık göründü. Bütün mülteciler toplanmışlardı. Bir müddet sonra İstanbul'un yolları geçilmez bir hal aldı. Kaba bir örtü ile örtülmüş öküz arabası konvoyu gözalabildiğine uzanıyordu. Her arabada, sandıklar arasında bir saman yığını üzerine kadınlar ve çocuklar uzanmış, yatıyorlardı. Bütün bu zavallılar savaştan kaçmışlar, köylerini terk ederek İstanbul'a canlarını zor atmışlar, sokaklarda, meydanlarda ve cami civarlarında açıkta uyuyorlardı.

Aynı zamanda Sirkeci garı da başkente akın eden göçmenlerle doluydu. Biz, bunları uçuk beniz, perişan tavırla soğuk Kasım rüzgârına maruz kalarak şehrin meydanlarından, sokaklarından geçişlerini görüyorduk. İşte bunlar askerî yenilginin göçe zorladığı insanlardı.

Bunların hikâyeleri acıydı. Savaşın fecaatini hemen gözler önüne seriyordu.

İstanbul’un 1 milyon 500 bin nüfusunun bir milyona yakınının Rum, Levanten, Yahudi ve Avrupalı olduğu dikkate alınacak olursa doğaldır ki burada birlik ruhundan bahsedilemez. Bununla birlikte Levantenler son derece rahat hareket edebilirler. Hiçbir Rum dükkânını kapatmağa, hiçbir Levanten Cafe Şantan’larını terk etmeğe, hiçbir Avrupalı çay zamanındaki valsten vazgeçmeğe razı olmamıştı.

Benzi uçuk, titreye titreye Beyoğlu yokuşlarını tırmanan yaralılar ise onların orkestra gürültüleri arasından geçiyorlardı. Bunun daha beteri vardı. Birtakım kimseler Türkler’in yenilmesini bekliyor, uyduruyorlardı.

Türkiye bu muameleye lâyık değildi. Türkiye, savaş meydanlarında düşmanları tarafından mağlûp edilmeden önce, kendi başkentinde kendi halkı tarafından mağlûp ilân edilmek durumunda kalmıştı. Ancak ne olursa olsun bu feci olaylara tanıklık edenler için bu durum ne acı bir dersti. Bundan ibret aldım… Vatanımızın, içini ve dışını güçlü bir şekilde koruyalım. Yabancıların içimize fazla yerleşmelerine izin vermeyelim…

Hükümet bu akıl almayan göçe karşı şüphesiz lâzım gelen tedbiri almış birçok kayıklar, vapurlar göçmenlerin taşınmalarını tahsis edilmişti. Bir kısmı Bursa civarına, bir kısmı da Karadeniz sahillerine indirildi. Avrupa’da Osmanlı nüfusu azaldıkça, Asya’daki nüfus çoğaldı… Asya sahillerinde Bedevi kabilelerine benzer köyler meydana geliyordu.”94

Yürekleri sızlatan göçmen manzaralarına daha savaş aylarında destan ve türküler hasredilmiştir. Aka Gündüz'ün Halka Doğru dergide yayımladığı Muhacir Türküsü adlı eserde Rumeli göçmenlerinin uğradığı mezalim ve çektikleri sıkıntılar dile getirilmektedir:



Yüklə 0,78 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin