El-esmâul-hüSNÂ



Yüklə 2,56 Mb.
səhifə34/81
tarix03.01.2019
ölçüsü2,56 Mb.
#89394
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   81

33. EL-AZÎM

Zatı ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu,895 pek azametli. 896

"O, yücedir, büyüktür." 897

"Azîm", izam, kökünden büyüklük manasında bir sıfat olup büyüklükte mübalağa ifade etmektedir. İzam, büyük, aziz, ulu, yüce ve kibriya manalarına gelmektedir.

Her türlü noksanlıklardan münezzeh olan aza­met sahibi yüce Allah, mecid ve değeri çok yüksek sı­fatlara layıktır.

Sübhan Tealâ'nın büyüklük sıfat ve azametine akıllar erişemez, O'nun künhünü gözler kuşatamaz.

Bütün noksanlıklardan münezzeh olan yüce Al­lah'ın varlığı zorunludur.

Sübhanellahil-azim, her şeye gücü yeten sonsuz kudret sahibidir. O, öyle bir güç kudret sahibidir ki hiçbir şey onu aciz bırakamaz.

Yüce Allah, yaratılmış olanların sahip olacakları sıfatlardan münezzeh, her türlü sena ve övgüye la­yıktır.

Peygamber (s.a.v) bir üzüntü anında şöyle derdi.

"Allah ki, Ondan başka ilah yoktur. Büyük ar­şın sahibidir." 898

Peygamberimiz (s.a.):

"Kim bir hastanın huzuru­na girer de, hastanın eceli henüz gelmemişse (hasta­ya), yüce arşın sahibi, azamet sahibi Allah'tan sana şifa vermesini niyaz ediyorum" der de bunu yedi defa tekrarlarsa Allah'ın izniyle o kimse şifa bulur.

Allah en yüce mesel sahibidir. Allah Resulü Muhammed (a.s.)'ın mü'minlere şu müjdesi kafidir:

"Her kim ilim öğrenir ve öğretirse, bununla göğün melekutunda "azim" diye çağırılır."

"El-Azim" ismi Kur'ân-ı Kerim'de altı defa zikre­dilmiştir. Bunlar, el-Bakara: 2/256, Şûara, 26/4, Va­kıa, 56/74, 96, Hakka, 69/33, 52.

"O halde, ulu Rabbi'nin adını yüceltip nok­sanlıklardan tenzih et." 899

Allah Teâlâ şöyle buyurur:



"Gökleri ve yeri koruyup gözetmek Allah'a zor gelmez. O, yücedir, büyüktür." 900

Allah Teâlâ büyüktür. Tazimi gerektiren bütün vasıf ve anlamlar O'na aittir. Hiçbir yaratık O'nu layık olduğu şekilde övemez ve O'na yapılması gereken övgüleri sayamaz. Bilakis O, kendisini nasıl övmüşse öyledir. Kulların övgülerinin üstündedir.

Biliniz ki Allah için sabit olan ta'zimin iki türlü anlamı vardır:

Birincisi; O, bütün kemal sıfatlarla muttasıftır. Bu sıfatların da en mükemmellerine, en büyüklerine ve en kapsamlılarına sahiptir. Herşeyi kuşatıcı ilim O'nundur. Geçerli ve nüfuz edici güç, kuvvet, azamet ve büyüklük O'na aittir. İbnu Abbas ve başkalarının da söylediği gibi; gökler ve yerin, Rahman'ın avucunda sanki bir hardal tanesinden daha küçük mesabede olması O'nun azametindendir. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur:

"Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun avucundadır." 901

"Şüphesiz Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor. Eğer onların nizamı bir bozulursa kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz." 902

"...O yücedir, uludur. O'nun azametinden, yukarılarından neredeyse gökler çatlayacak..." 903

Rasûlullah'tan (s.a.v.) gelen sahih bir hadiste söyle buyurulur;

"Allah Teâlâ buyurur ki; kibriya benim ridamdır, azamet ise izârımdır. 904 Kim ki benimle bunlardan birisi için yarışıp çekişirse ben onu azabımla cezalandırırım." 905

Büyüklük ve azamet Allah'a mahsustur. Bu iki safatın hakkını takdir etmek ve künhüne vakıf olmak mümkün değildir.

Allah'ın azametinin anlamlarından ikincisi; yaratıklardan hiç kimse Allah'a yapılan ta'zim gibi bir ta'zime müstehak değildir. O'nun kullarının O'na kalpleriyle, dilleriyle ve bütün azalarıyla ta'zim göstermeleri gerekir, bu, O'nu tanımak ve sevmek hususunda bütün gücü sarfetmekle, O'na itaat etmek ve boyun eğmekle, O'ndan korkmakla, dil ile O'nu anmak ve bütün azalarıyla O'na olan şükrünü ve kulluğunu yerine getirmekle olur. O'na hakkıyla saygı göstermek, itaat edip karşı gelmemek, zikredip unutmamak, şükredip nankörlük etmemek de O'na ta'zimin gereklerindendir. O'nun hürmetli kıldığı ve meşrulaştırdığı zaman, mekan ve amellere saygı göstermek de Allah'a saygı göstermek demektir.

"Bu böyledir. Her kim Allah'ın nişanelerine hürmet gösterirse şüphesiz bu, kalplerin Allah'a karşı gelmekten sakınmasındandır." 906

"İşte böyle; her kim Allah'ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında onun iyiliğinedir." 907

O'nun yarattığı hiçbir şeye ve koyduğu hiçbir kurala itiraz edilmemesi O'na saygıdandır. 908

Azamet, büyüklük ma'nâsınadır. Hakikî büyüklük Allah'a mahsustur. Yerde, gökte, bütün varlık içinde mutlak ve ekmel büyüklük ancak O'nundur ve herşey O'nun büyüklüğüne şahit­tir. Bu sıfatta da Allah'a herhangi bir denk bulunması muhal­dir. Çünkü her şey, her an ve her hususta, Allah'a ihtiyacını gösterip dururken büyüklük bahis mevzuu olur mu? İhtiyâç ile büyüklük birbirine zıt şeylerdir. Varlığımızı O'na borçlu olduğumuz gibi, kafamızda ve kasamızda ne varsa, onları da O'na borçluyuz. İhtiyaçlarımızın husulü O'nun lûtf ve kere­mine bağlı, maksatlarımızın meydana gelmesi O'nun irâdesi­ne mütevakkıftır. 909



Mahlûkun Büyüklüğü:

Yaradılmışlar kendi aralarında içlerinden bâzıları hakkın­da "büyük" sözünü kullanırlar. Meselâ, zaferler kazanmış bir komutana büyük asker, bilgi şubelerinin her hangi birinde yepyeni mevzular açana büyük âlim, Süleymâniye camii gibi seyrânı bile insana hayranlık veren eserler kurana büyük mi­mar... derler. Kendilerine büyüklük ünvânı verilen bu zâtların büyüklüklerini isbat eden alâmet, şüphe yok ki, her birinin ortaya koyduğu eserdir. Bu eserlere ne kadar nüfuz edilirse, on­ların büyüklük dereceleri o kadar iyi anlaşılmış olur ve o nisbette de gönüllerde kendilerine karşı bir sevgi ve tazim hissi uyanır. Fakat bu eserlere nüfuz edebilmek de bilgiye bağlıdır. Süleymâniye câmiinin bir âbide-i san’at olduğunu ben de gö­rüyorsam da, san'atın bütün inceliklerine vâkıf olan bir mimar-mühendis kadar zevk alamam. 910



Allâhu Teâlâ Büyükler Büyüğüdür:

İyice düşünülünce tasdik edilir ki, büyük dediğimiz bu adamları bir damlacık sudan meydana getiren ve onlara büyük­lük vasfını kazandıran, kudret ve kabiliyet bağışlıyan, büyük­ler büyüğü Allahu teâlâ, daha evvel sezilmek, sevgi ve saygı­nın en yükseği ona tahsis edilmek iktizâ eder. Her göz attığı­mız noktada, Allah'ın yarattığı, bir değil, milyarlarca eser gö­rüyoruz.

Bir çimen yaprağı, Allah teâlâ'nın sun'undaki büyüklüğü gösteren bir kitaptır. Ufak bir çimen yaprağında, Süleymâniye camiinden ziyâde san'at esrârı bulunduğuna şüphe yoktur. Ben bir nebatat mütehassısı olmadığım halde, kaba görüşle­rimle, bu çimen yaprağındaki esrara tamâmiyle nüfuz edilerek künhüne, son haddine ulaşıp, son esrara el dokundurmanın imkânsızlığına kaniim.

Evet, yaprağın eb'âdı, üst ve arka satıhlarının kuruluşu, rengi, biçimi, dokunuşu, cilâsı, kokusu... birer bahis değilmidir? Sonra görüyoruz ki, yaprağın tam ortasında uzanmış bir ana damardan iki tarafa nasıl birçok damarlar ayrılmış ve her ayrılan damar mütemadiyen çatallanıp gitmiştir. Öyle ki, bu çatallanmalar gözle ve hattâ mikroskopla görülemiyecek kadar incelmiştir. Allahu teâlâ o yaprağa gıdalanma ve nemâlanma kuvvetleri bahşetmiştir. O kuvvetlerle toprakların al­tında kendine yarayan ve dağınık bir halde bulunan gıda madde­lerini bir hortum gibi nasıl kendine çekiyor. Bu gıda zerreleri ırmaklar gibi o damarlardan akıyor. Yaprağın her zerresi bun­dan nasibini alarak, süt emen yavrucaklar gibi o da büyüyüp gidiyor.

Muhakkak ki, o yaprağın içinde ve dışında çok geniş bir teşkilât var... Alan, veren, çeken, toplayan, saklayan, bağla­yan, ıslatan, kurutan, dokuyan cihazlar, teller, düğmeler var. Bunlar Allahu teâlâ'nın emir ve takdiri ile durmadan işleyip duruyor. İnsan bunların ne ince, ne acaip şeyler olduğunu öğ­renmeğe kalkışsa, sonu acze varır dayanır, işte Allahu teâlâ'nın büyüklüğünü görmek ve öğrenmek isteyenler için bir çimen yaprağı, bir kitap kadar derin ve geniştir. 911

Kula Gereken Şey:

Küçük bir yaprağın yaradılışındaki esrara nüfuz edemiyeceğini anlayan bir insan, onu yeryüzünde henüz ismini, cis­mini öğrenemediğimiz milyarlarca çeşit nebatata, yüksek dağlara, engin denizlere ve o denizlerde yaşıyan hadsiz hesap­sız acâip mahlûkâta ölçmeli de, kâinatın yaradılışındaki hik­met ve esrârın zihinler yırtıcı heybeti karşısında Yaradan'a secdeye kapanmalı ve "Yâ Rabbe'l-âlemîn! Büyüksün, büyük­sün. Büyüklük, ancak Sen'in şânındır. Bizi ancak Sana kulluk edip, rızâna eren kullarına kat! Câhillerin, Sen'in şânına yaraşmıyan sözlerinden Sen'i tenzih ve takdis ederiz. Bizi onlar­la beraber tutma" diye dâima lûtf ve merhametini istemeli­dir. 912




Yüklə 2,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   81




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin