Bakara Sûresi / 40-44 .....................................................
40- Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana
verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece
benden korkun.
41- Sizin yanınızda bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak indirmiş
bulunduğum Kur'ân'a inanın ve onu inkâr edenlerin ilki olmayın.
Benim ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın; yalnız benden çekinin.
42- Bile bile hakkı batıl ile örtmeyin ve hakkı gizlemeyin.
43- Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve rükua varanlarla
birlikte siz de rükua varın.
44- İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Oysa
siz kitabı okuyorsunuz. Hiç düşünmüyor musunuz?
244 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
AYETLERİN AÇIKLAMASI
Yüce Allah, Yahudilerin tutumunu kınamak amacı ile yüz küsûr
ayette kendilerine bahşettiği nimetlerden, kendilerine kazandırdığı
seçkin ve onurlu konumdan, buna karşılık onların takındıkları
inkârcı ve başkaldırıcı tavırdan, sözlerinde durmamalarından,
inatçılıklarından ve dik başlılıklarından söz ediyor. Ulusal tarihleri
boyunca başlarından geçen serüvenleri içeren on iki kıssaya değinerek
onlara uyarıda bulunuyor. Denizi yarıp, Firavun'u ve ordusunu
suda boğmak suretiyle onları Firavunoğullarından kurtarması;
Musa ile gerçekleştirilen Tûr dağı randevusu; Musa'dan sonra buzağıya
tapınmaları ve Musa'nın onlara kendinizi öldürün emrini
vermesi; Hz. Musa'ya Allah'ı açıkça kendilerine göstermesini önerip
ardından korkunç bir yıldırıma çarpılmaları ve yüce Allah'ın
tekrar kendilerini diriltmesi gibi, onların yaşadığı birçok kıssaya
işaret ediliyor.
Bu olayların tümü, ilâhî lütfun ve Rabbani inayetin damgâsını
taşıyorlar. Bunun yanı sıra kıssalarda, yüce Allah'ın onlardan aldığı
sözlere, onlarınsa bu sözlerini tutmayıp kulak ardı edişlerine değiniliyor.
Kazandıkları günahlar, işledikleri suçlar, kendilerine indirilen
kitapta açıkça yasaklanmış olmasına rağmen bir türlü terk
etmedikleri iğrenç huylar hatırlatılıyor. Katı kalpli, taş yürekli ve
sapkın mizaçlı oldukları için akıllarını düşünmekten alıkoymaları
gündeme getiriliyor bu kıssalarda.
"Bana verdiğiniz sözü tutun." İfadenin orijinalinde geçen "a-hid"
kelimesi, köken olarak "korumak" demektir. Bu köken anlamından
hareketle birçok anlam da kullanılmıştır. Sözleşme, antlaşma,
yemin, vasiyet, buluşma ve konaklama gibi.
"Sadece benden korkun." İfadenin orijinalinde geçen "irhebû" fiilinin
kökü olan "er-rehbe" kelimesi, "korku" demektir ve bunun
karşıtı "er-rağbe"dir.
"Onu inkâr edenlerin ilki olmayın." Yani Ehlikitap toplulukları arasında
veya, kendi ulusunuzdan geçmiş ve gelecek kuşaklar içinde
ilk inkârcılar siz olmayın. Yoksa Mekkeli kâfirler onlardan önce
Kur'ân'ı inkâr etmişlerdi.
Bakara Sûresi / 45-46 ......................................................
45- Sabrederek ve namaz kılarak yardım dileyin. Ve kuşkusuz
o Allah'a saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir.
46- Onlar ki, Rableri ile buluşacaklarını, onun huzuruna döneceklerini
zannederler.
AYETLERİN AÇIKLAMASI
"Sabrederek ve namaz kılarak yardım dileyin." İfadenin orijinalinde
geçen "isteînû" fiilinin mastarı olan "istiane" kelimesi, yardım
istemek demektir. Bu istek ise, ancak insanın tek başına üstesinden
gelemediği görevler ve karşısında duramadığı felaketler açısından
söz konusu olabilir. Çünkü, gerçekte Allah'tan başka yardım
edebilecek kimse yoktur.
Şu hâlde, üstlendiği görevler açısından insana yardım etmek
ve onu sağlamlaştırmak, sürekli Allah ile iletişim hâlinde olmasını
sağlamakla olur. İnsanın zorlukların üstesinden gelebilmesi için
Allah'a yönelmesi, kendini O'na ve O'nun yoluna adaması gerekir.
Bu ise, sabır ve namazdır. Yardım dilemenin en güzel yolu bu iki
olgudur. Çünkü sabır her olağanüstü gelişmeyi, her felaketi insanın
gözünde küçültür, sıradanlaştırır. Allah'a yönelmek ve O'na sığınmakla
da iman ruhu uyanır ve insanın zihnine şu anlayış egemen
olur: İnsan yıkılmaz bir dayanağa ve yerinden kopmaz bir sebebe
dayanmaktadır.
"Ve, kuşkusuz o, Allah'a saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir."
İfadenin orijinalindeki "ha=o" zamiri "namaz"a dönüktür. Önceki
cümlenin "isteînû=yardım dileyin" ifadesinden hareketle, söz konusu
zamiri "istiane"ye dönük olarak kabul etmek, "Allah'a saygı
gösterenlerden başka" ifadesi ile uyuşmamaktadır. Çünkü "saygı"
kavramının orijinali olan "huşû" sabır olgusuyla fazla uyuşmamaktadır.
246 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
Her ikisi de ezikliği, düşüklüğü, ifade ediyor olmalarına rağmen
"huşû=saygı" ile "hudû=boyun bükme" kavramları arasında
niteliksel fark vardır. Çünkü hudû=boyun bükme, bedensel organlarla
ilgili bir kavramdır, huşû/saygı ise kalp ile ilgili bir kavramdır.
"Onlar ki, Rableri ile buluşacaklarını... zannederler." Bu meselede,
ahirete inanma meselesini kastediyorum, zanna ve karşıt düşünceyi
kesin olarak reddetmeyen sanıya dayalı bilginin hiçbir yararı
yoktur. Burada kesin bilgiye dayanan inanç zorunludur. Nitekim
yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ahirete de kesin olarak iman ederler."
(Bakara, 9)
Ancak burada mesele "huşû=saygı"nın gerçekleşmesi açısından
e-le alınmış olabilir. Aşamalı sebeplerin ürünü olan aşamalı
bilgilerde, söz konusu bilgiyi algılayan nefis, aşamalı olarak önce
sorunun farkına varır, sonra kuşkulanmaya başlar, ardından karşıt
düşüncelerden biri daha ağır basmaya başlar, bunu izleyen aşamada
karşı ihtimaller peyderpey devre dışı kalırlar ve nihayet kesin
kavrama gerçekleşir. İşte bilgi budur.
Bu tür bir bilgi nefsin sıkıntıya düşmesine, derinden ürpermesine
ve belli oranda bir kaos yaşamasına yol açan önemli bir meseleyle
ilgili olunca, huşû, yani içten ürpererek saygı duyma olayı,
ilmî kavrayışın tamamlanmasından önce, ihtimallerin tercihi söz
konusu olduğu andan itibaren gündeme gelir.
Şu hâlde kesin bilgiyi ilgilendiren bir meselede "zan" kavramının
kullanılmış olması, şu gerçeği vurgulama amacına yöneliktir:
Buluşabileceği ve huzuruna çıkabileceği bir Rabbi olduğunun farkına
varan bir insan, bu konuda kesin bilgi edinmek için fazla bir
şeye ihtiyaç duymaz. Bu zan, onu kesin bilgiye ulaştırmaya kâfi
gelir. Tıpkı şairin şu beytinde belirttiği gibi:
"Onlara, 'Müzehhec kabilesinden iki bin / zırhlı savaşçı düşünün.'
dedim."
Düşman ancak kesin olan bir şeyle korkutulabileceği hâlde
şair burada onlara düşünmelerini emrediyor. Çünkü, burada muhalefetten
vazgeçmeleri için, düşünmek, zannetmek bile yeterlidir.
Bunun için kesin bilgiye gerek yoktur. Onun için tehdit eden
şahıs, karşı tarafta kesin bilgi oluşturma zahmetine katlanmıyor.
Bakara Sûresi / 45-46 ...................................................... 247
Buradan hareketle diyebiliriz ki, bu ayet-i kerime, içerik olarak
şu ayeti kerimeye benzemektedir: "Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa,
salih amel işlesin." (Kehf, 110)
Bütün bunlar, "Rableri ile buluşacaklarını" sözündeki,
buluşmadan maksadın diriliş günü olduğu takdirde geçerlidir.
Ama eğer maksat, ileride A'râf suresinde ayrıntılı olarak
sunulacak durum ise, bu durumda hiçbir sorun kalmaz.
AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
el-Kâfi'de İmam Sadık'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Hz.
Ali korkunç bir hadise ile karşılaşınca, hemen namaza durur ve
'Sabrederek ve namaz kılarak yardım dileyin' ayetini okurdu."
[c.3, s.480, h: 1]
Yine el-Kâfi'de, bu ayetle ilgili olarak İmam Sadık'ın (a.s) şöyle
dediği belirtilir: "Bu ayette geçen 'sabır' kavramından maksat oruçtur."
Yine İmam Sadık (a.s) buyuruyor ki: "Bir adam zor bir durumla
karşılaştıysa veya başına bir musibet geldiyse, oruç tutsun.
Çünkü yüce Allah, 'Sabrederek... yardım dileyin.' buyuruyor." [c.4,
s.63, h: 7]
Ben derim ki: Bu iki hadisin içerdiği anlamı Tefsir'ul-Ayyâşî'de
de rivayet edilmiştir.1 Sabrı oruca yorumlamak, genel kavramı
örneklerine tatbik etmek babındandır.
Tefsir'ul-Ayyâşî'de söz konusu ayetle ilgili olarak İmam Rıza'-
dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Sabır, oruçtur. Bir adam zor bir durumla
karşılaştıysa veya başına bir musibet geldiyse, oruç tutsun.
Çünkü yüce Allah, 'Sabrederek ve namaz kılarak yardım dileyin.
Ve kuşkusuz o Allah'a huşû, edenler, saygı gösterenlerden başkasına
ağır gelir.' buyuruyor. Huşû eden, saygı gösteren ise, namaz
esnasında zelilliğinin bilincinde olup namaza rağbet eden
kimsedir. Bununla da Resulullah (s.a.a) ve Emir'ül-Müminin (a.s)
kastediliyor." [c.1, s.43, h: 41]
Ben derim ki: Bu rivayetten çıkan sonuç, felaketlerin ve zorlukların
baş gösterdikleri durumlarda oruç tutmanın ve namaz kılmanın
müstehap olduğudur. Aynı şekilde bu sırada Peygamber ve
--------
1- [c.1, s.43, h: 39-40]
248 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
veliye tevessül etmek de müstahaptır. Bu, oruç ve namazı
Resulullah ve Emir'ül-Müminin olarak yorumlamaktır.
Tefsir'ul-Ayyâşî'de Hz. Ali'nin, "Onlar ki, Rableri ile buluşacaklarını
zannederler." ayeti ile ilgili olarak, "Dirileceklerini kesin olarak
bilirler. Bu husustaki zanları, kesin bilgi konumundadır." dediği
rivayet edilir. [c.1, s.44, h: 42]
Şeyh Saduk da bunu rivayet etmiştir.
İbn-i Şehraşub İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet eder: "Bu
ayet Ali, Osman b. Maz'un, Ammar b. Yasir ve arkadaşları hakkında
inmiştir."
Dostları ilə paylaş: |