Emine Özkan şenliKOĞLU



Yüklə 0,8 Mb.
səhifə11/17
tarix28.10.2017
ölçüsü0,8 Mb.
#17885
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   17

159


den sokmaya kalksanız sokamazsınız. Girmez... Çok küçük. Çok çok küçük hava alınacak yer.

"Şak" diye bir ses. Kapı üstümüze kapanıyor. İçerde yani bu bahsettiğim yerde, iki üç mahkûm oturuyor. Soğuk buz gibi... Ve yola giriyor mahkûmlar. Hücreden sesleniyorsun:

—Asker susadım.

—Aaaa. Burası buzhane mi be...

Yeniden sesleniyorsun:

—Kardeşim... Heyy, öbür asker!

Vicdansızlar, kitapsızlaaar.. Böylesine hücreleri olan ülkeleri medeni seviyelere layık gördüklerini söylerler. Argo deyimle, "Külahıma anlatsınlar"... Belki cezaevine girmeyenler biraz yutar bunu ama, gerçi onlar da uyandı ya. Sevk arabaları bu anlattığımdan biraz daha merhametli, hava deliği aynı genişlikte fakat burası dört adım uzunluğunda, dört adım -genişliğinde... ama bu sefer buraya konserve kutusundaki o sıra sıra dizilen balıklar gibi kadın mahkûmlar, üst üste dizildi. Ben se çok hastayım ve yola girdik. Yolda tabii ki şarkı söyleyen mahkûmlar... Karışmaya hakkımız yok... onlar şarkı söylerlerken ona: "Kardeşim, susarmısın, başım ağrıyor." dersen...

—Aa, mahkûm mahkûmu tahakküm altına alamaz, kimse kimseye karışamaz denir,deniyordu.

Fakat ben bir Kur'an okusam da birisi "Okumayın ben rahatsız oluyorum" demiş olsa ortalık karışır. Neden biliyor-musunuz? Çünkü çqV korktukları irtica (!) sesleri, korktukları Kur'an sesleri rahatsız ettiğinden o korkunun arkasına gizleniyorlar. "Mahkûmları rahatsız edemezsin, böyle Kur'an okuyamazsın" diyorlar.

Dışardan sesler geliyor. Sağımız neresi solumuz neresi? Biz ne tarafa gidiyoruz? îstanbulun neresindeyiz? Dışarısı yağmurlumu, güneşlimi bilmiyoruz. Bu şekilde gidiyoruz karanlıkta. Düşünebiliyormusunuz, gündüz vakti, biz karanlıkta gidiyoruz. Yanımda gerçekten suçlu olan yatıyor, çeksin cezasını diyelim. Bir yerde öyle diyorsun, bir yerde de yine eğitim kurbanı diyebiliyorsun tabii ki... Öbür tarafımda bir başkasını öldürmüş eroin satmış birçok insanı zehirlemiş farz ede-

160
lim "Senmisin gençliği zehirleyen, hadi yat" dedik. Ama iş kendime gelince kendi kendime soruyorum: "Emine sen ne yaptın?" Müslüman, cevap ver ben ne yaptım ki buradayım? Senin sevdiklerin acaba beni neden buraya attılar? Neden jur-nallediler? Kendi kendime birçok duygular içerisinde, İstan-buldan çıktık, ilk durak Bursaya geldik. Bursa olduğunu tabi yine onlardan duydum. İstanbul'dan Bursa'ya kadar düşünün tabiiki. korkunç derecede sıcak. Daha önce anlattığım meseledeki dört tekerlekli daracık yerdeki hücreye bindiğimde korkunç derecde soğuktu. O gün, ertesi gün hatta bir hafta ayaklarımı şöyle uzatıp veya toparlayıp istediğim anda hareket ettiremedim. Korkunç bir ağrı. Bu sefer Çanakkale'ye giderken sıcaktan bayılıyoruz. Bursa'ya geldik dedim ki "susuzluktan bayılacağım ne olur bir bardak su" su getirdiler mahkûm kadınlara... Tabii güzel mahkum kadınlarla verdiler. Bazı güzellere, su istedikleri zaman su geliyor yemek istedikleri zaman yemek alınıyor bazı asker tarafından. Komutan hücreyi durdurursa. Komutan da o korkunç eserin, yirminci asrın korkunç teknolojisinin ön tarafında oturuyor. Askere dedim ki: "Benim namazımı kılmam lâzım".. Öğlen namazı geçiyor, ikindiye yanaştık, abdest almam lazım.

Asker:


—Kaza yaparsın kaza... Burası cami değil. Mescit değil..

— Asker, bak hem çok hastayım, hem çok yorgunum. Fakat bu şekilde konuşmayınız, siz böyle konuşursanız benim hastalığım gidiyor ama beynim bir tuhaf oluyor. Asker, sen kimin evlâdısın? Baban Ebu Cehil mi asker? Müslüman evladı değilmisin ki sen burada beş dakika fazla kalacağım diye tutuyorsun bana 'Burası mescit değil burası cami değil" diyorsun. Senin dinin kitabın yok mu asker?

—Var... Ama seninki gibi irtica değil.

—Sana beni irtica gibi tanıtan gerçek irticalar var ya o kitapsızlar varya, korkuyorlar seninle benim aram düzelirse, sen beni bir abla olarak ben seni bir kardeş olarak görürsem, biz elele verirsek çok şeyler olur, kafalarına geçiririz dünyayı diye korkuyorlar. Aramıza girmek istiyorlar. Asker gel bunlara aldanma sen... Biraz sonra asker komutana gitti. Ben duyuyorum:

161

—Komutanım, içerde bir kadın var, hastamıdır nedir. Bana acaib nutuklar atıyor.



Üzüldüm tabii... Çünkü ben ona o kelimeleri söylerken, yüreğimin taa derinliklerinden acı duyarak bir his duyarak, tarihi düşünerek, bir çok manevi sahayı, mesuliyetlerimizi, ahireti, "müslümanlar kardeştir" ayetini, bir çok hadisi şerifleri düşünerek söylediğim halde gidiyor bu asker, o kadar çok emin ki benim saçmaladığımdan, hasta olduğumdan "Komutanım içerde bir kadın var hastamıdır nedir, bir şeyler sayıklıyor nutuk atar gibi bir hali var" diyor. Sonra birden toparlandım. Dedim ki: "Emine neden bu kadar sinirleniyorsun? Ayıb ediyorsun doğrusu... Düşünsene bu asker 20 yaşında anasından doğduğu günden bu güne 20 sene geçmiş, 20 seneden bu yana gerçek müslümana düşman olarak yetiştirilmiş. Sen ona bir gerici, bir yobaz bir irtica, bir vahşet bir örümcek kafalı olarak tanıtılmışsın. Nasıl olur da bu asker iki kelimeyle veya iki dakikada veya iki saatte, yirmi senelik öğrendiklerini, siler ve seni gerçek olarak anlayabilir? Mümkün değil bu. O zaman sinirlenme Emine... Eğer böyle sinirlenirsen, çok hızlı giden uçak, çok hızlı giden bir taksi asla hedefine ulaşamaz. Taksi uçurumlarda uçar, uçak gökten yeryüzüne çakılır kalır. Onun için sinirlenme, yavaş yavaş işle... Askerin ne durumda yetiştiğini bilerek, bunu göz önüne alarak konuş." Bunları kendi kendime söylüyorum. Bir taraftan kendi kendimi teselli ediyorum ama, bilirmisin kardeşim? oralar kalabalıkta tenha, yapayalnız, bir yer. Sadece bir müslü-man olarak sen varsın. Kendini yalnız hissediyorsun. Bir din kardeşin yok, nasıl yapalım? Şöyle şöyle yapıyorlar bize şunu şunu söylüyorlar, sence nasıl istişare yapalım? Komünistlerin birbirine istişare edecekleri birbirine soracakları arkadaşları bir sürü... Ama benim yok.

Evet komutanı o zamana kadar görmemiştim. Baktım askere pek birşey söylemedi. Asker geldi "nasıl oh ya seni şikayet ettim ya aklın başına gelsin" gibilerden ters ters bana bakıyor. İçimden:

—Ahh, senin komutan gibi bir milyon komutan gelse korkmam ama...

Gittim subayın yanına, teğmenmiş galiba.

162

—Komutan, ne talihsizlik sizin için, galiba askerlerinizin çoğu kitapsız. Hiç biri namazın ne olduğunu bilmiyor ve çok kızıyorlar.



—Aaa... Estağfirullah. Onlar müslümandırlar.

—Nasıl müslümanlarsa benim namaz kılmamı istemiyorlar.

—Hepsi mi?

—Bir kaçı öyle. En fazla da şu (askeri işaret ederek) karşımızdaki. Komutan biliyormusunuz gerçek manada hükmeden bir komutan var ve hepimiz ona döneceğiz. Şu askerlere söylermisiniz, rica ediyorum, dudağına , ruj sürmek için bir mahkûm tuvalete gidiyor, ihtiyacım var diyerek süsleniyor taranıyor, rujlanıyor geliyor da, bir müslüman beş dakika ab-dest alacak bir zaman niçin istemiyor? İstediği zaman niçin verilmiyor? Askere bu şekilde düşünmen çok a> ,ptır diye bir ikazda bulunurmusunuz?

Komutan:

—Burası laik devlettir. Namaz için duramayız. Söyleyemeyiz.

—Peki laik devlette bunu söyleyemiyorsanız, laik devlette namaz kılan bir mahkuma asker hakaret eder diye bir madde varmı ki ruhunda dinsizlik olan bize yükleniyor. Cahil bir insan namaz kılınca ona seccade seriyor, bilinçli bir müslüman namaz kılınca onun namazından korkuyor. Ve müslü-manın lehinde olmayan maddeyi istediği şekle çevirip istediği gibi anlatıyor ve istediği gibi hükmedebiliyor... Pek bozuk çalmadığına göre "Bunda biraz iş var" dedim ve:

—Komutan, müsaade edermisiniz... Ben abdest alıp namaz kılmak istiyorum.

—Tabii., dedi. Ve yanıma bir asker verdi. Askere: —Dikkat et, biliyorsun dosyası... dedi.

—Daha önce anlatmıştım. Dosyamda terörist yazıyor. Ahhh terörist! Yazsınlar bakalım. Sonra Bursa cezaevi kapısından girerken, Şule Yüksel Şenler abla geldi aklıma, orda yatmıştı... Hemen gardiyanın birisine sordum "Şule Yüksel'i tanıyormusunuz?" dedim.

163

—Evet tanıyorum. Şurada yatıyordu isterseniz size yattığı yeri gezdireyim.



Asker bu bacıyı şuraya götür.

Bize gösterilen yere doğru gidiyorduk. Katil arkadaş Nur-sel ile beraberiz. Asker:

—Abla, ben bu dünyanın işine hiç akıl erdiremedim, sen akıl erdirdin mi?

—Yok, ben de erdiremedim. Biraz aklım erer gibi oluyor, ama aklım ermesin diye kafama bir şey indiriyorlar.

—Abla üstü kapalı konuşuyorsun bazan, ama ben anladım sen müslüman bir kadınsın. Neden girdin sen içeri? Diyorlar ki askerler, sen Atatürk'e devlete karşı gelmişsin. Sen normal müslüman değilmişsin. Sen irticacı imişsin. Sen gerici bir kadmmışsın, ama benim kalbim o kadar kötü değil diyor.

—Kardeşim kalbin değil, senin ruhun onu söylüyor. Senin ruhun benim ruhumu tanıdı, tanıdığı için de bir kardeş olarak sevdi. Onların ruhu da beni tanıdı, çünkü ruhları da artık ruhsuzlaşmış, onlar da onun için gıcık oluyorlar.

Asker biraz şaşkın, saf temiz bir doğulu... Köyünde kentinde böyle bir şey görmemiş.

—Abla be... Biliyormusun ben askere gelene kadar tıpkı bir koyun gibiydim. Ama inanki askere geldikten sonra öyle gözüm açıldı, öyle gözüm açıldı ki abla inan Türkiyede korktuğum, saygı duyduğum bir çok P.......lar var ki. Ben askere

gelene kadar onlara çok saygı duyar, hürmetle eğilirdim önlerinde... Şimdi gördüm ki onların hiçbirisi saygıya layık değilmiş. Ve inanırmısın abla daha önce mukaddes zannettiğim birçok şeylerden nefret ederek memleketime gidiyorum ve şimdi anlıyorum ki ben askere gerçek bir müslüman olarak gelmemişim. Sizin dediğiniz gibi eğitimsiz, kendi kendine büyüyen, cahil cühela, askere gelmişim. Rahmetli nişanlım "merak ediyorum, hangi medeniyete göre bana eş olacaksın, İs-lâmı hiç bilmiyorsun" demişti. Bazılarına göre kaba olan bu konuları konuşarak cezaevine girdik. Gayet güzel her taraf. Sağmacılara göre burası çok çok güzel. Abdest aldım, namazımı kıldım ve tekrar dört tekerlekli hücreye geldik.

Asker: 164

—Abla, o asker var ya sana çok fena kancayı taktı, bir daha bir şey söylerse onu tersle... Nerdeyse döveceğim. Artık dayanamıyorum. Çünkü sen benim ablamsın, sen bir müslüman kadınsın, bizde müslümanlara saygı vardır dedi.

Bu asker Siirtli... Zannediyorum kurt bir kardeşimiz... Tabii çok duygulandım. O anda karşıma bir müslümamn çıkışı, bana sahip çıkması bana yalnız değilmişim hissini verdi.

Geri döndüğümüzde o bana kancayı takan kitapsız soruyor:

—Senin yaptığın müslümanlık mı? Bu kadar insan seni bekliyor. Ne oluyor peki, bizim hakkimizi yemedin mi sen şimdi?

Artık sabrım taşıyor tabii.

—Askeer, bak beni çok sinirlendiriyorsun. Sen diğer mahkûm arkadaşlar rujlanırken, taranırken bekliyorsun, hiç bir-şey söylemiyorsun da, ben beş dakika abdest alıp namaz kılmışım, o mu senin gözüne battı?

Ne söylersek söyleyelim kâr etmiyor adamlara. Yorgun argın yolumuza devam etmeye başladık. Nereye gidiyorum meçhul. Yolda araba bozulmuş... Bize bozulduğunu söylemiyorlar. Araba gidiyormu, duruyormu? Bazan "hah gidiyor" diyoruz bakıyoruz durmuş. Anlamıyoruz. Acıktık, susadık, perişan bir hal... Bir ara araba sallanır gibi oldu, dedik "tamam uçuruma gidiyoruz". O anda düşünebiliyormusunuz, karanlık bir yerdesiniz mahkûmlar sağa sola yalpa yapıyor. Hani kasa içinde şişe vardır insanlar taşırken görürüz ya, insan şöyle bir hızlı gittiğinde şişeler hep aynı tarafa gider, biz mahkûmlar da öyle. O zaman bayağı duygulandım. İyi ki annem babam sevdiklerim, kardeşim, kardeşlerim, beni böyle görmüyorlar, görseler halime gerçekten çok çok üzülürler. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum, ikindi namazını kılmam lazım, askere sesleniyorum (askerler dış kısımdalar, arada bir kapı var, kapının anahtarı komutanda, komutan geliyor ve kapı askerlerle beraber açılıyor. Hayret bu konuda tam haremlik selamlık uyguluyorlar).

—Asker, bizim namaz kılma saatimiz geldi, arkadaşlardan susayanlar da var. Bir yerde durabilirmisiniz?

165

Asker


—Emredersiniz hanımefendi, tabii ne demek.

—Benim namazım geçiyor. Bile bile benim namazımı geçirirseniz iner inmez sizi mahkemeye vereceğim, çünkü herkese su veriyorsunuz herkese ekmek veriyorsunuz, istediğini veriyorsunuz, istediğiniz zaman.

Tabii komutandan da pek sert tepki gelmiyor. Hani demokrat tiplerden, "ben de müslümanım" diyen cinsler vardır ya onlardan.

Baktım namazım geçiyor.. O zaman dedim ki: "Ya Rabbi ben uyurken namazımı geçirmiş olabilirim, ama gözüm göre göre ya Rabbi kendi ülkemde ikindi namazımı geçirirsem ben ne yaparım. Bir insan kendi gafletiyle bir hata yapmasıyla, başkasının baskısıyla hataya sürüklenmesi arasında dağlar kadar fark vardır. Bu insanı kahrediyor. Anlıyorsun değilmi kardeşim. Kahrediyor insanı. Sonra nasıl oldu bilmiyorum, akşama bir saat kala araba tekrar durdu.

Asker'e:

—Ben abdest alıp namaz kılmak istiyorum, komutanını çağırırmısın?

O Ebu Cehil torunu olan asker var ya: O cevap veriyor.

—Sende ammada ileri gidiyorsun be... Bu kadar da olmaz ki... Öğle namazında abdest aldın.

—Eeee, uyudum kardeşim.

—Uyumasaydın, bana sordunda mı uyudun?

—Ben sana neden sorayım? Sormak mecburiyetindemi-yim? Uykum geldi uyudum. Zaten bu küçücük yerde hepimiz yan baygın vaziyetteyiz. Kimimiz uyuyor kimimiz uyanıyor. Astımı olan bir kadında sık sık feryad ediyor ama hiçbiriniz aldırmıyorsunuz. Söylesene sen bu üniformayı giyin-cemi böyle ruhsuzlaştın, yoksa bu üniformanın içine zaten ruhsuz bir beden mi koymuşlardı?

Olayı komutana ilettim. Yine pek birşey demiyor. Biraz ılımlı., belki müslüman da... Bana müslüman damgası vurmasınlar diye kendini saklayanlardan da olabilir. Çünkü bazı doktorlar memurlar böyle yapıyormuş... Hey AUahım ne

166

günlere kaldık... Komutan da bana refakat etsin diye bula bula o Ebu Cehil torununu vermesin mi.. Gittik abdest alacağız... Kardeşlerim aslında bunu anlatmak istemezdim ama ben bu kitabı müslümanlar buralara geldikleri zaman, hangi şartlarla karşılaşacaklarını bilsinler diye olduğu gibi anlatıyorum. İyi gardiyan, kötü gardiyan, iyi savcı, kötü savcı, iyi binbaşı, kötü binbaşı iyi subay, kötü subay, iyi asker, kötü asker. Her zaman var ama, kötü düzenlerde balık baştan koktuğu için iyiler çok çok az. Sonra abdest alacağım yere vardık. Yönetmeliğe göre kollarımdaki kelepçelerin çözülmesi lazım, fakat kelepçeleri çözmüyor. Çok sinirli olduğum ve de kin dolu olduğum halde:



—Asker, şu kelepçelerimi açarmısın, abdest alacağım.

—Açamam.


O beni hiç bir şeyden anlamaz birisi yerine koyarak konuşuyor. Düşündüm bu adamın Allah'tan korktuğu kitabtan anladığı yok, tek korktuğu komutan bu sefer; komutanı öne sürerek dedim ki:

—Bak açmazsan komutana gideceğim.

—Tamam açayım...

Kelepçeyi açtı... Abdest alacak yerde bir musluk var, bir de orayı dışarıdan ayıran bir kapı var. Normalde askerin kapıda beklemesi lazım, fakat o başıma dikildi bekliyor... Ve:

—Benim yanımda abdest alacaksın, sen şu pencereden de kaçabilirsin diyor.

Pencere dediği yer ne kadar biliyormusunuz? Size nasıl tarif etsem. Yaklaşık 20 ve 25'er santim ebadında bir delik gibi olan pencereden kaçacakmışım... Dedim ki:

—Asker, gerçekten akıllımısın? Çok mu akıllısında böyle deli numarası yapıyorsun. Yoksa sen gerçekten delimisin?

—Bana hakaret edemezsin.

—Ederim, ederim daha da çok ederim fakat terbiyem müsaade etmiyor. Asker bak ben abdest alacağım lütfen dışarı çık. Ben senin yanında abdest alamam, çık yoksa bana ummadığın işi yaptıracaksın.

—Hayır efendim ben elimde silah ile seni bekleyeceğim.

167

—Ben başımda silah ile beni beklemeni gerektiren hiç bir suç yapmadım. Sen beni kendi ülkemde nasıl böyle elinde silahla başımda beklersin!!!



—Bana söyleme, bana bu görevi verenlere söyle... Ben mecburum. Ben askerim emir kuluyum.

—Sen ne kadar emir kulu olursan ol, şu anda başımdan gidebilirsin. Ayrıca söyle bir mesele daha var, hiç bir yönetmelikte abdest alan mahkumun başında durulacak diye bir madde yoktur. Müslümanın aleyhinde lastikli, olan maddeleri, sen de işine geldiği gibi çekiyorsun, çekiyorsun ve bana uyguluyorsun, asker sen dışarı çık, çok hastayım, sinirlerim son derece bozuk, bak asker ummadığın bir şey yapabilirim dedim.

—Sen mi? Ne yapabilirsin... Şu tüfeği görüyormusun? Kafana yedin mi aklın başına gelir... Seni hokus pokusçu büyücü yobaz seni... Gitmiyorum lan.. Ne gidecekmişim.. Sizin gibilere bu cezalar az bile... Siz akıllanın ki, insanlara devamlı din aşılamayın. Ne o be? Almanyada teyzemin kızı gitti çarşaflı geldi. Amcamın oğlu, popüler bir genç idi o da beş vakit namazında sizin gibi örümcek kafalı oldu.

Bunları dedi ve inatla başımda dikilmeye devam etti. Birden tepem attı. İnsan o anda ne yaptığını tam kestiremez, askeri yakasından iteklediğim gibi on metre kadar dışarıya fırlattım. Diğer askerler de biraz ilerde duruyorlar, zannediyorum durumu farketmişler. Neyse ben abdestimi aldım. Çünkü kararlı olduğumu anlayan asker daha müdahale etmedi. Abdestten sonra namaz için geri döndüm. Bu asker de süt dökmüş kediye döndü. Askerlerin yanında konuyu açmıyor, sanırım biraz önceki yaptığımın duyulmasından, prestijinin sarsılmasından korkuyor. Neyse ki sustu.

İstanbul'dan Çanakkale'ye 6 saatlik yolu o cezaevine uğra bu cezaevine uğra, yaklaşık 32 saatte gittik. Bir cezaevinde misafir kaldık. Orası da çok enteresan. Eskişehir Cezaevine girdiğimizde hepimizin hali perişandı. Ayaklarım şişmişti. Ayakkabılarımın arkalarını kırıp üzerine basıyordum. Diğer mahkûmlar da benim gibiydiler fakat benim tansiyonumda düşük olduğundan epeyce fenaydım. Cezaevinde yatacağız, ne yorgan var ne birşey, hadi diyelim yaz olduğu için yorgan-

168


sız idare ederiz, altı tahtalı bir ranza gösterdiler. Bu arada yol-boyu benimle alay eden bir mahkûm vardı.'; Sizi kimse adam yerine koymaz" gibilerden konuşmuştu da biraz tartışmıştık. [ Ben bu arada namazımı kılıp tahta mahta demeden biraz uza-1 nayım dedim. Hemen de yorgunluktan uyuyacağımı biliyordum. O arada yatmadan birine bir şey söyledim, şimdi hatırlamıyorum: Birden birisi:

—Aaaa... Bu Emine ablamın sesi. diyerek yanıma geldi. Bir de baktım ki adli tıp için gelen, cezaevinde tanıştığımız bir mahkûm arkadaş. Neyse sarıldık ve hoşbeş faslından sonra "sana yatağımdan bir şeyler vereyim" diyerek bana battaniyesini verdi. Bu arada dışarıya haber verdi. Erkekler tarafıda benim geldiğimi duymuşlar. Bir çoğu hoşgeldin diye haber gönderdiler. Battaniye ve yiyecek gönderdiler.

Bayağı insan duygulanıyor. İnsanırf ummadığı bir yerde din kardeşi ile karşılaşması ne kadar güzeldir bilirmisiniz? Eğer böyle bir olay yaşamadınızsa bilemezsiniz...

Daha sonra üçüncü cezaevine vardık. Orada durduk. Biz cezaevine girerken orada bir binbaşı vardı kapıda duruyordu. Ben diğer mahkûm arkadaşlarla beraber içeri girerken beni durdurdu:

—Şu irtica Emine Şenlikoğlu sen (misin? dedi.

—Evet ama irtica değilim dedi.

—Kız sana ne oluyorda kendi başına işler yapıyorsun?

—Ne yapmışım?

—İRTİCA

—Müslümanlardan irticacı olmaz. Müslüman olmayanlardır irtica (İslama göre). İrtica Arapça bir kelimedir. Cahi-liyet devrine dönenlere denir. Cahiîiyet devrinde İslâm yaşanmazdı.



Konuyu değiştirerek:

—Sen Şule Yüksel'i tanıyormusun?

—Türkiye'de Şule Yüksel'i tanımayan var mı?

—Ne oldu o öldü mü?

—Hayır ölmedi, sadece hasta olduğu için şimdilik yazamıyor.

169


—Yooo. Sen öyle bil onu biz susturduk, susturduk cezaevine girdikten sonra.

—Cezaevinde işkence mi yapmıştınız ona?

Birkaç dakika sonra

—Ya onu nasıl susturduksa bir gün seni de susturacağız.

—Öyle kafam bozuldu ki, kinle yüzüne bakarak ama ben susmayacağım dedim. Bu sözüme karşılık binbaşı hiç

birşey demedi. Sadece kinle dolu olarak baka kaldı.

Sonunda Çanakkale cezaevine vardık. Pek anlatmayacağım bu cezaevinde komünistler içine attılar beni tabii. Devlet bunu benini yıpranmam için yapıyor. Bunu biliyorum. Ama Allah'ın izni ile yıpranmıyacağım. Kapıdan girer girmez ikinci müdür sordu:

—Nerede kaldınız? Burada ülkücüler var, senin geleceğini duymuşlar "Bacımız nerede kaldı" diye sorup duruyorlar. Sen şeriatçısın onlar ülkücü seni niye sordular bilemiyorum. Nerde kaldınız?..

—Yolda bir cezaevinde kaldık dedim.

—Haaa onlara söyleyelim de üzülmesinler.

İçeri girdim. Tabii oranın atmosferi oldukça değişik. Tahmin edeceğinizi zannediyorum.

Neyse aradan bir müddet geçtikten sonra bir gün birde baktım videoda o açık saçık rezil filimlerden birisi var.

Yemekhaneye iniyorum bir de bakıyorum televizyon rezalet... Kafamı her ne kadar çevirsem de bunu hazmedemedim. Benim ülkemde, üstelik cezaevinde tamamen devlet kontrolünde bir yerde böyle bir filmin oynaması utanç verecek bir konu. Müdüre söyledim:

—Müdür bey, kötü filmler oynatılıyor videoda...

—Bayan bayan o filmler yasak olsa devlet onları yurda hiç sokturmazdı. Devletin kontrolünden geçiyor o filmler, devlet o filmlerden vergi alıyor.

Devlet dediği kontrol ediyor dediği gümrük memurundan kaç kişi cezaevinde?!

170

Baktım olacak gibi değil. Ertesi gün yine öyle bir filmde hırsımdan oturup ağladım. Ağladım... Hatta devrimci kızlar benimle alay ettiler:



—Amaaan siz de ne tuhafsınız, ne var ki bu filmde bu kadar etkileniyorsunuz?

Onların inançları başka benimki başka idi. Beni anlamaları mümkün değildi.

Bu cezaevine geleli beş ay olmuştu, nihayet müdüre yani birinci müdüre bir dilekçe verdim. Bunun akabinde beni görüşmeye çağırdılar, yanımızda ikinci ve üçüncü müdür de var.

Şimdilik cezaevine ait pek birşey söylemiyorum. Bir gün belki bir kitab yani bir roman yazmayı düşünüyorum. Yaza-bilirsem, kısmet olursa.

Müdür beye dedim ki:

—Müdür bey bakın size şunu söylemek istiyorum. Ben çıkınca buradaki ahlâksızlıkları yazacağım. Evet bana bir çok iyilikleriniz dokundu, biliyorum ama bunu şimdiden size söylüyorum ki sonra Emine hanım bize kalleşlik etti demeyiniz.

Birinci müdür, hâlen orda imiş. (Mehmet Gözüuykulu) —Ben söylüyorum ama, yine de getiriyorlar. İkinci müdür söze karşıtı:

—Ne yapalım? Mahkûmlar bu tür filmleri istiyorlar. Dedim ki:

—Müdür bey, oradaki çıplak kadını mahkûmlar canlı olarak isterlerse de götürecek misiniz? Canlısını götürünce

Pez.........lik oluyor da videoyla götürünce P...........lik olmuyor

mu? Bu da videolu P.........lik değil midir? Bu nasıl iştir böyle?

—Ama Emine hanım ne yapalım, zaman gerektiriyor. Mahkûmlar istiyor da...

—O zaman mahkûmlardan hiç mi dini filmi isteyen olmadı? O zaman neden dini film konmuyor? Daha bir hafta evvel gelen kankoca mahkûmlardan Hasan, bu videoları seyrettikten sonra benim yanımda kalan karısına şöyle demiş: "Yahu Ayşe ben de seni kadın zannederdim, videodaki kadınlara bakılırsa sen ayağa çarık bile olamazsın" demiş. Buradaki bir sürü erkeğe fahişelik eğitiminden geçmiş bu artist-

171


leri gösteriyorsunuz. Bu adamların köylerde tarlalarda bin türlü eziyet içinde çalışan kadınlarına bakacak gönlü kalır mı? Onları nasıl beğenirler? Siz iyilik mi yapıyorsunuz, kötülük mü yapıyorsunuz? Madem ki mahkûmlar için koyuyorsunuz o halde faydalı bir film koyun da faydalansınlar. Yazacağım, elimden ne geliyorsa yapacağım. Şu ana kadar bir şey yapa-madıysam, rahatsızlığımdan dolayı yapamadım. Ama mutlaka elimden geleni yapacağım. Ben Çanakkaleye yeniden düşeceğimi bilsem bile...

Gözü uykulu müdür bazılarına kötü davranıyormuş ama bu konuda bana saygılı davrandı... Dedi ki:

—Emine hanım hiç merak etme, kaldıracağız bundan sonra. Hakikaten iyi olmuyor. Çoluk çocuğu, devletin bütün gençleri eğitmesi lâzım. Bende eğitimden yanayım. İçimden:

"Hangi devlet eğitecek? Bu filmleri Türkiyedeki gençlere gösteren devlet mi eğitecek? Bir defa inancı buna müsait değil. Hangi inançla neyi öğretecek? Ben şu cezaevinde otururken onu okuyup baksam acaba gençliğine neler öğretmeyi planlamış? Şairin dediği gibi "Ben okumamışım" ama şimdi okumak istiyorum. Nedir bu eğitim kitabının adı, hangi kitaba göre eğitim verecekler... Hayat düsturu nedir?" Tabii müdür bunları düşünecek çapta değil... Bu kültür seviyesinde olsa veya bu düşüncede olsa orada müdür olurmuydu. Bana son olarak dedi ki:


Yüklə 0,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin