Emperyalizme Faşizme Karşı



Yüklə 495,67 Kb.
səhifə5/9
tarix02.11.2017
ölçüsü495,67 Kb.
#26649
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9

424(413+421) ‘e uzanan yol

141-142 ve 163. maddelerin kaldırılmasına yönelik tartışmaların başlaması doğu bloku ülkelerindeki hızlı değişime denk düşünce Türkiye'nin siyasal rejiminde demokratik hak ve özgürlüklerin genişlemesine doğru bir gelişme olacağı beklentisi ortaya çıktı.

Yine…… üzerindeki baskıların basında ve parlamentoda tartışılmaya başlanması böyle bir demokratik gelişme umudunun güçlenmesine hizmet etti. Türkiye burjuvazisinin AT'a tam üyelik konusunda ısrarlı olması, bu konuda toplumun değişik kesimlerinde farklı nedenlerden yola çıkılıyor da olsa bir konsensüsün oluşması, Türkiye'de AT standartlarına uygun bir demokrasinin gerçekleşeceği beklentilerini güçlendiren diğer faktörlerdi.

Ancak……. ulusal hareketinin kazandığı yeni boyut resmi ideolojinin sınırlarını zorla

maya başlayınca bu umutlu hava hızla dağılmaya başladı. Yumuşama görüntüsü yerini yeni bir baskı ortamına bıraktı. Aslında böyle bir politika değişiminin zorlandığı, buna uygun bir toplumsal psikolojinin yaratılmaya çalışıldığı görülebiliyordu. Özellikle toplumun terörize edilmesine yol açan Aksoy ve Emeç cinayetleri yeni baskı tedbirlerinin gündeme getirilmesine uygun bir psikoloji doğurdu. Ardından …..'daki gerilla mücadelesinin kazanmış olduğu başarı ve olayların bir halk ayaklanmasına dönüşme potansiyeli egemen sınıflar açısından tam bir telaş yarattı. Sonuçta…… sorunun giderek tartışma gündemine gelmesi ve Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin gelişmesi yeni bir baskı ortamının bahanesi yapıldı.

Siyaset bir anlamda güçler dengesini hesaba katma sanatıdır. Hatta burjuva siyaset biliminin temel kavramlarından biri olan "kuvvetler ayrılığı" bir tür güç dengesi hesabının ideolojik düzlemde ifadesi olarak da görülebilir. Yine teorik düzlemde sınıf ilişki ve çelişkileri olarak formüle edilen marksist tanımlama da yine güçler dengesinin açıklanmasına bir yaklaşım ortaya koyar.

"Güçler dengesi"nin hesaba katılması, siyasi analizlerde güncel yönelimlerin saptanmasında önemli açılımlar sağlar. Bir kural olarak, siyasi analiz güçler dengesinin saptanmasıdır. Bu saptama gerçek ilişkilerin üzerinde yükselen doğru bir saptama olduğu sürece güncel politikanın olası yönelimleri doğru olarak değerlendirilebilir. Ancak bugün Türkiye'deki güncel politik gelişmelere ilişkin yapılacak analizlerde kural bozulmaktadır. Ortada bir güçler dengesinden daha çok kendi iktidarını "güçsüzlükler dengesi" üzerinde sürdüren bir yönetimden söz etmek gerekir. Güçsüzlükler dengesinin de bir tür güç dengesi olduğu, onun tersinden ifade edilmesi anlamına geldiği söylenebilirse de, politik arenada "güçsüzlüğün" temel motif haline gelmiş olması bu çağrışım yoluyla ortaya konulan "güçsüzlükler dengesi" kavramını bir kelime oyunu olmaktan çıkartmaktadır.

Bütün bu gelişmeleri anlayabilmek için sürecin başlangıcına dönmek gerekiyor.

26 Mart seçimlerinden beri sürekli güç kaybeden ANAP halk üzerindeki bütün etkisini yitirmesine karşın parlamento aritmetiği açısından tartışmasız bir üstünlüğe sahip olmaya ve ülkeyi istediği gibi yönetmeye devam etti. ANAP'ın oy desteği ile ters orantılı bir parlamento gücüne sahip olması bütün muhalefet perspektifi parlamento ile sınırlı olan diğer düzen partilerinin manevra olanaklarını ortadan kaldırıyordu. ANAP artık halk desteği sürekli eriyen ve ilk genel seçimlerde iktidar olma şansını kaybetmiş bir iktidar partisi olmasına karşın kendini iktidardan indirebilecek bir gücün yokluğunda egemenliğini devam ettirdi.

Bugünkü iktidar karşısında burjuva anlamda bir muhalefet yapma becerisini bile gösteremeyen SHP ve DYP'nin konumları, bu "temsil krizi" olarak nitelendirilebilecek durumu derinleştiren diğer önemli faktördür.

Daha farklı bir ekonomik program ortaya koyacakları doğrultusunda tek bir olumlu sinyal bile veremeyen, demokratikleşme konusunda toplumsal muhalefeti yönlendirebilecek dinamiklerden yoksun ve yine bir sıcak savaş biçimine bürünen………direnişi karşısında en az ANAP kadar koyu bir şovenizm sergileyen SHP ise, büyük bir atalet içinde muhalefeti "parlamento genelgeleri "ne sıkıştırmanın ötesinde hiç bir şey yapmamaktadır. Kendi iç çekişmelerinin parçalanma noktasına geldiği bir durumda politikasızlığı bir politika olarak belirleyen SHP'nin adeta muhalefet rolüne razı olduğu söylenebilir. En genelde SHP, yönetimiyle tabanı arasındaki nispi farklılığın da katkısıyla tekelci burjuvazi ile bir halk muhalefeti yürütmenin gerekleri arasına sıkışmış durumdadır. Ve halk muhalefetinin her yükselişi karşısında bu sıkışmanın sınırlarında tekelci burjuvaziye doğru genişlemektedir.

DYP ise kendi açısından sağ bir iktidara karşı sağ bir muhalefet partisi olmanın bütün handikaplarını yaşamaktadır. Demirel'in muhalefet yapmadaki bütün kişisel becerisine karşın, ÂNAP'la aynı sınıfsal konumu paylaşan DYP'nin muhalefeti bir kısır çekişmenin ötesine gidememektedir. "Ben ANAP'ın yaptıklarının daha iyisini yaparım" demekle bugünkü Türkiye’nin sorunlarının çözülemeyeceği açıktır. Ayrıca Türkiye'deki seçmen kitlesinin siyasal bölünüşünün tarihsel ve geleneksel anlamda saflaşmış olduğu düşünüldüğünde DYP muhalefetinin büyüme potansiyelinin sınırları kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bir DYP iktidarı ancak ANAP ‘ın siyasal arenadan silinmesiyle mümkündür.

Bir mantık ve politika kuralıdır: güç kaybeden mevzi kaybeder. Ama Özal bu kuralı bozarak güç kaybetmesine karşın mevzi kazanarak Çankaya'nın yeni sahibi oldu, ANAP'ın meclis çoğunluğuna dayanarak kendini Cumhurbaşkanı seçtirtti. Cumhurbaşkanlığı krizlerini genellikle askeri darbelerle veya ordu ültimatomlarıyla çözmeye alışmış Türkiye bu kez farklı bir durumla bir parlamento krizi ile karşılaştı. Özal'ın bu atağını engellemek için bir çaba harcamayan hatta belirli hesaplarla hayırhah bir tutum takınan burjuva muhalefet partileri Özal'ın Cumhurbaşkanlığını tanımadıklarını ilan ettiler. Bu durumda "temsil krizinin" çözümünde burjuva muhalefetinin gösterdiği çözüm bir "erken seçim" talebini veya "milli mutabakat hükümeti" gibi olağandışı önerileri aşama-maktadır. Ayrıca bir erken seçimin iktidarsız bir Türkiye ile sonuçlanmasının mümkün olduğu düşünüldüğünde düğüm daha da karmaşıklaşacaktır. Temsil düzleminde yaşanan bu kördüğümün ortasına terör, bıçak gibi saplandı ya da saplatıldı. Terör sendromundan yeni yeni sıyrılan toplum kesimleri yeniden terörize edilerek etkisizleştirilmeye çalışıldı.

Türkiye’nin doğusunda devletin resmi organları tarafından "terörizm" olarak sunulan fiili bir savaş 84'ten beri sürüyordu. Ancak bu savaş batıdaki insanların yaşantısını doğrudan bir tarzda etkilemekten uzaktı. Ama İstanbul ve Ankara’da gerçekleştirilen iki sansasyonel cinayet Aksoy ve Emeç’in öldürülmeleri toplumda tam şaşkınlık yarattı. TRT ve burjuva basın organları bir anda dehşetengiz bir terör ortamının yeniden başladığını zihinlere pompalamaya başladılar.

Terör en genel anlamda Türk toplumuna ve Türkiye'nin tarihine yabancı bir olgu değil. ABD Büyükelçiliğinin deyimiyle Türk toplumunun "şedit bir toplum" olduğu söylenebilir. Ancak sözkonusu eylemlerin yarattığı şoku anlayabilmek için pek öyle uzağa gitmek ve sosyolojik tahliller yapmak gerekmiyor. Çünkü "terör" Türkiyeli insanların belleğinde çok canlı bir olgu ve son derece yakın bir geçmişin anıları olarak yaşıyor, 12 Eylül öncesine cepheleri belli olmayan bir iç savaş yaşamış, 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte toplumun bütün dokularına yayılan sınırsız bir devlet terörü ile karşılaşmış olan insanlar geçmişi çağrıştıran olaylar gündeme geldiğinde, bu sürecin yeni bir askeri darbe ile sonuçlanacağı duygusuyla büyük bir karamsarlığa kapılıyorlar.

Aksoy ve Emeç cinayetleriyle yaratılan koşullar ne kadar 12 Eylül öncesine benzemektedir? Ve bu olayların ardından başlatılan "terör ve anarşi" yaygaraları ne kadar 12 Eylül gibi bir askeri darbenin ön koşullarını yaratmaya yöneliktir. Bu sorulara verilecek yanıtlar Emeç ve Aksoy'un kimler tarafından öldürüldüğünden daha önemlidir.

Her şeyden önce şu söylenmelidir ki, TC'nin batısında sokaktaki adamın günlük yaşantısını doğrudan etkileyen ve silahlı biçimler alan bir çatışma ortamı bulunmuyor. Yani onca "anarşi-terör" demogojisi gerçek bir karşılığa sahip değil. Ancak bir takım güçler gerçek hayatta olmayan bu "çatışma" ortamını tepeden yaratmaya çalışıyorlar. Bu noktada Aksoy ve Emeç cinayetleriyle yaratılan ve birçok devrimci-demokrat insanın bilincini de etkileyen hastalıklı havayı bir tür psikosomatik hastalık olarak değerlendirmek mümkün. Ortada bir çatışma ortamı olmamasına karşın bir takım eylemlerle toplumun belleğindeki "terör" sahneleri çağrılarak "terör yeniden hortladı" havası yaratılabiliyor. Böylece toplum bu kez değişik bir tarzda terörize ediliyor. Ancak insanların bu yolla terörize edilmelerinin nedeni sadece 12 Eylül öncesini yaşamış olmaları değildir. Türkiye bir de 12 Eylül'ü yaşadı. Binlerce hapis, işkence, yitirilen haklar, yoğun bir baskı ve terör ortamı belkide insanların kafasında daha canlı. Türkiye 12 Eylül'ü bir kez daha yaşamak istemiyor. 12 Eylül'ün en büyük bahanesi terörün önlenmesiydi. Şimdi terörün yeniden uç verdiğinin söylenmesi bu olayların bir askeri darbe bahanesi olabileceğini de doğuruyor. Böylece toplumun en geniş katmanlarında bir askeri darbenin önlenmesi için alındığı/alınacağı söylenen her tür özgürlükleri kısıtlayıcı tedbirin desteklenmesi türünden eğilimler ortaya çıkıyor. Toplumun refleksleri bu yolla köreltiliyor. Bunun kanıtlarını gerek…..'nın eylemleri bahane edilerek gerçekleştirilen liderler zirvesinde İnönü ve Demirel'in içine sürüklendikleri açmazda gerekse de her cinayetin terörün önlenmesi işini devlete havale eden açıklamalarda bulabilmek mümkündür.

Bütün bu gelişmelere…… 'da yaşanan olaylar da eklenince artık bir politika değişiminin gündeme geleceği ortaya çıktı. Bir düğüm haline gelen sorunlar, "ülke bütünlüğünün" tehdit edildiği düşüncesi etrafında yaratılan ortak mutabakatın da desteği ile yine baskı ve terör yoluyla çözülmeye çalışıldı. Bir hükümet kararnamesi ile yoğun bir sansür uygulaması devreye sokuldu. Ordu yeniden ve açık bir tarzda politika arenasına doğrudan bir biçimde girdi. Bugün Türkiye-de sivil bir vitrine sahip olan ancak arka planında ordunun bulunduğu bir siyasal rejimin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Rejimin çerçevesinde gündeme gelen sertleşme doğrultusundaki değişimin ilk kapsamlı görüntüsü 1 Mayıs'ta ortaya çıktı ve 1 Mayıs tam bir devlet terörü fırtınasına sahne oldu. Buna karşın, 1 Mayıs'tan hemen birkaç gün sonra, H.Kutlu ve N.Sargın tahliye edildiler. Bu durum yeni dönem politikaları açısından tipik bir gösterge niteliğindeydi. Bu dönemde, o hep bilinen, "havuç ve sopa politikası" yine gündemde. 1 Mayıs'ta "yaramazlık" yapanlara sopa; uslu solculuk yapanlara ise tahliye, yani havuç düşüyordu. Benzer bir politika …..sorununda da işlenmeye çalışılıyor. Önce, ilk ürünleri onlarca ölüyle alman terör fırtınasıyla direnişi ezmek, ardından da kısmi tavizlere yönelineceğinin işaretlerini vermek.

Sonuç olarak, kararnameyle girilen yeni sürecin henüz tüm yönleriyle biçimlenmediği alınan tedbirlerin kapsamlı olarak uygulanmasına şimdilik gerek görülmemesinden anlaşılmaktadır. Bugün sınıflar mücadelesinin karmaşık ve kaygan zemini, olası gelişmelerin orta ve uzun vadeli hangi doğrultuda biçimleneceğini kestirmeyi güçleştirirken bu gelişmeleri etkileyecek taraflardan birisi olan toplumsal muhalefetin konumunu da ayrıca detaylı olarak ele almayı gerektirmektedir.


GENÇLİK MÜCADELESİ VE ÖRGÜTLENMELERİ ÜZERİNE

Demokratik Öğrenci Hareketinin örgütlenmesinde yeni bir aşamaya giriliyor. Gençlik mücadelesindeki politikleşme, hareketin başlangıç döneminde, eylem birliğini sağlama görevine göre oluşturulan koordinasyon platformlarını aşmanın koşullarını olgunlaştırıyor. Eylem birliğine programa tik bir temel kazandırılması ve Demokratik Öğrenci Hareketinin nitelik değiştirmesine işaret eden bu adıma örgütsel bir biçim verilmesi bu günün gündemini oluşturuyor.

Birliğin içeriği ve biçiminde hedeflenen ileri noktaya doğru atılan adımın başarıya ulaştırılabilmesinde en önemli unsur amaç birliğidir. Ortak bir amaç için birlikte mücadele isteği ve iradesi oluşmaksızın "birlik" sürecinden başarıyla çıkmak olanaklı değildir. Demokratik Öğrenci Hareketinin mücadele motiflerindeki ortaklaşmadan hareketle böylesi bir amaç birliğinin nesnel temelinin mevcut olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bu hareketin bünyesinde, ideolojik birlik temeli üzerinde şekillenen politik yapıların aynı düzlem üzerinde birbirlerine (deyim yerindeyse) "rakip" iddialar taşıyarak yer aldıkları da gözden ırak tutulamayacak bir gerçektir. Bu iddialar, gençlik mücadelesinde devrimci çizgiyi temsil etmek ve mücadelenin önderliğini ele geçirmeyi hedeflemek gibi konular üzerinde düğümlenince, birliğin genel amacı ile, birliğe katılanların özel amaçları arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiği ciddi bir sorun olarak karşımıza dikilmektedir.

Tarihsel deneyim, politik yapıların, temsil etme iddiasında oldukları "devrimci çizgi"yi kitle hareketine egemen kılma isteklerinin (ki bu istek, söz konusu iddianın doğal ve zorunlu bir sonucudur) kimi zaman hareketin birliğini tehdit eden sorunlara yol açtığını göstermektedir. Önümüzdeki süreçte ortaya çıkması ihtimal dahilinde olan (ve bir uçtan beliren) bu tip sorunları göğüsleyebilmek için gençlik mücadelesi içerisinde beliren farklı örgütlenme düzeylerini birbirinden ayırt etmek; hareketin birliği ile politik kümelenmelerin varlığını koşullayan temellerin birbirleriyle yok edici bir çelişkiye düşmeden nasıl varolabileceklerini/varolması gerektiğini araştırmak ve bilince çıkarmak zorunlu görünmektedir.

Gençlik, Politika ve Politik Örgüt

Toplumsal bir kategori olarak gençlik, iktidar mücadelesi yürüten/iktidarı elinde tutan bütün örgütler/partiler için belli başlı etkinlik alanlarından birisidir.

Yaşama atılırken kendisine sunulan geleceğin belirsizlik ve adaletsizlikleri karşısında tepki gösterme gereksinimi duyan genç insan, sosyal etkinliklere yoğun bir ilgi gösterir. Kurulu düzenin sürmesinden yana olan güçler bu eğilimi düzenin emebileceği kanallara aktarmaya çalışırlar. Kültürler, eğitsel, sportif etkinlikleri ve çeşitli himaye yöntemleriyle pekiştirilmiş “sosyal kurumlar" genç insana, düzen içerisinde tutunabilme olanakları olarak sunulur, politikaya olan ilgisini bile, gelecekteki kariyeri için bir yatırım duygusuyla değerlendirmeye yönlendirilir. Egemen sınıflar için gençlik, kurulu düzene kazanılması gereken bir "eğitim nesnesi"dir. Bu nedenle egemenler, gençliğin ayrı bir toplumsal kesim olarak örgütlenmesi ve politik süreçlere bu örgütlenmeleri aracılığıyla etkin olarak katılmasını önlemeye çalışırlar; gençlik örgütlerini, düzenin "güvenilir" kurumlarına (üniversite senatolarına, çeşitli bakanlıklara, vakıflar v.b. yarı-resmi örgütlere) bağımlı kılmayı ve işlevlerini düzenle uyumlulaştırmayı hedeflerler.

Devrimci partiler için ise gençliğin kurulu düzeni sorgulama kapasitesi, emekçi sınıfların tepki ve taleplerine devrimci bir yön kazandırmak için açığa çıkarılması gereken en önemli güçlerden birisini oluşturur. Bu nedenle, gençliğin politik süreçlere doğrudan katılımı devrimci partilerin politik gündeminin ön sıralarında yer alır.

İşçi sınıfı partisi, gençlik içerisindeki çalışmasında çok yönlü hedeflere sahiptir: Genç devrimcileri devrimin kalıcı kadroları haline getirmek ve böylece devrimci örgütlenmenin sürekliliğini güvence altına almak; toplumun değişen koşullarının ve çelişkilerinin bu en yeni ve radikal eleştiricilerini içine alarak partiye dinamizm kazandırmak; bütün muhalefet odaklarına ulaşmak ve bunları devrime seferber etmek amacına bağlı olarak, gençlik hareketleriyle parti arasında canlı bir ilişki kurmak; devrimci girişkenliğin gerektirdiği aktif-hareketli organların oluşturulmasına yetenekli bir üye bileşimini sağlamak bu hedeflerin başlıcalarıdır.

Devrimci parti, bu hedeflere ulaşabilmek için genç üye ve taraftarlarını özel bir örgütlenme içerisinde bir araya getirir, işte bu özel örgütlenme komsomoldur.

Komsomolun temel çalışma alanını "gençlik mücadelesi" oluşturur. Bu nedenle komsomol, devrimci partinin gençlik mücadelesi içerisindeki örgütüdür. Etkinliğinin toplumsal temelini çeşitli halk sınıflarından gençlik oluşturur. Komsomolun proletarya partisiyle ilişkisi esas olarak gençlik mücadelesinin toplumsal devrimin etkin bir parçası haline getirilmesi faaliyeti üzerinden kurulur. Bu ise, komsomol örgütlenmesinin ekseninin devrimci gençlik hareketinin gücünü alacağı temel toplumsal gençlik kesimi (işçi gençlik/öğrenci gençlik/köylü gençlik vd.) üzerinde biçimlendirilmesini gerekli kılar.

Gençlik mücadelesinin toplumsal devrimin bir parçası haline getirilmesi, bu mücadelenin politik içeriğinin devrimcileştirilmesiyle mümkündür. Dolayısıyla komsomol etkinliği, politik mücadeleyi esas alır. Gençlik mücadelesinin diğer bütün (ideolojik, akademik) yönleri, ancak mücadelenin politik içeriğinin devrimcileştirilmesi halinde kökten ve bütünlüklü bir çözüm düzlemine girerler. Ancak ideolojik ve akademik mücadelenin politik mücadeleyle olan bu ilişkisi, mücadelenin bu yönlerinin dönem dönem öne çıkabileceği (çıkartılması gerekeceğinin) yadsınması olarak ele alınmamalıdır. Aksine, özellikle toplumsal muhalefetin gerilediği dönemlerde, bu, sık sık karşılaşılabilecek bir durumdur. (Böylesi dönemlerde politik şiarlara yapılacak aşırı vurgu, gençlik eyleminden kopmaya, daha da kötüsü, bu eylemi devrimcileştirme olanağını yitirmeye neden olabilir.)

Komsomol, ideolojik birlik esasına göre örgütlenir. Politik eylemin birliğine temel oluşturan ideolojik birlik, kendisini komsomol örgütlenmesinin merkez organında somutlar ve yukarıdan aşağı, örgütlenmenin bütün organlarına biçim verir.

Sonuç olarak komsomol, devrimci partinin disiplinine (özel bir biçimde) tabi, ideolojik birliğe sahip, yukardan aşağı örgütlenen ve politik mücadeleyi esas alan devrimci gençlik örgütlenmesidir.

Devrimci partinin bulunmadığı koşullarda oluşumunu tamamlamış bir komsomoldan bahsetmek mümkün değildir. Ancak bu yalnızca sözkonusu oluşum sürecinin partileşme süreciyle birlikte ele alınması gerektiği anlamına gelir.(2) Halk güçlerini, sınıflar mücadelesinin devrimci tarafı olarak örgütlendirme ve harekete geçirme pratiği içerisinde ideolojik-politik-örgütsel gelişimini proleter devrimci bir parti yaratma hedefine yönelten devrimci kadrolar, gençlik mücadelesi içerisinde de aynı ikili sürecin görevlerini yerine getirmek durumundadır.

Mücadelenin devrimcileştirilmesi

Gençlik mücadelesinin politik içeriğinin devrimcileştirilmesinden söz etmek, her şeyden önce, bir toplumsal kategoriye, devrimci bir toplumsal varlık kazandırmaktan söz etmektir. Bu noktada genel soyut sözlerle yetinilemez, uslamlama, somut toplumsal gerçekliğin bilimsel analizine dayanan somut saptamalarla yürütülmelidir.

Ülkemizde gençlik mücadelesi esas olarak öğrenci gençliğe, özel olarak da yüksek öğrenim gençliğine dayanmaktadır. Dolayısıyla "mücadelesinin içeriği devrimcileştirilecek", "devrimci bir toplumsal varlık kazandırılacak" olan temel gençlik kesimi, yüksek öğrenim gençliğidir(3) Bu nedenle devrimci gençlik örgütlenmesinin yüksek öğrenim gençliği içerisinde odaklaşması zorunlu ve kaçınılmazdır.

Egemen sınıfların yüksek öğrenime yükledikleri siyasal işlev, riayetkar işçi, memur ve teknik elemanlar yetiştirmek olunca, doğaldır ki gelişmiş kapitalist ülkelerde görülebilen inceltilmiş, dolaylı uyumlulaştırma yöntemleri, siyasal sistemin tahammül sınırlarını aşmaktadır. Örgütlenme ve yönetime katılma pratiğinin en geri biçimleri bile, öğrenci insiyatifinin egemen sınıfların denetimi dışına taşmasına zemin oluşturmaktadır. Bu nedenle egemen sınıfların politik insiyatifine boyun eğmeyi kabullenen güçler, değil gençlik örgütlenmesine politik bir yön kazandırmaya çalışmak, gençliğin örgütlendirilmesinden bile büyük bir kaygı duymaktadırlar.) (Yani, "gençlik örgütlenmesine politik bir karakter kazandırılmamalıdır" diyenlerin buna bazı "solcularımız” da dahildir söylediklerine uygun olarak "politik olmayan" bir gençlik örgütlenmesine girişmeyişleri tesadüf değildir.) Yüksek öğrenim gençliğinin kendi özlük sorunları etrafında örgütlenmesi dahi devrimci bir insiyatif gerektirmektedir. Akademik mücadele örgütlerinin daha başlangıçtan itibaren demokratik örgütlenmeler olarak belirişinin temelinde bu olgu bulunmaktadır.

Bu durumda yüksek öğrenim gençliğine devrimci bir toplumsal varoluş kazandırmanın en geniş zeminini akademik-demokratik mücadele ve bu mücadelenin örgütleri içerisinde bulmaktayız.

Akademik-demokratik mücadele alanı, üniversite yaşamının demokratikleştirilmesi için mücadele alanıdır ve öğrenci gençliğin "öğrenci" olmaktan gelen çıkarlarına denk düşer. Bu mücadele temelinde aşağıdan yukarıya örgütlenen demokratik öğrenci örgütleri heterojen bir tabana sahiptirler. Bu heterojenliğin sınırını akademik-demokratik mücadelenin temel çerçevesi (demokratik bir üniversiteden yana olmak) oluşturmaktadır.

Akademik-demokratik mücadelenin örgütlendirilmesinde devrimci insiyatifin rolü, sondan başa doğru gidilerek, bu örgütlerin kendiliğinden devrimci gençlik örgütleri olarak ele alınmasına yol açmaktadır. Oysa demokratik kitle örgütlerine devrimcilerin önderlik etmesi, bu örgütlerin doğaları gereği devrimci olduğunun kanıtı değildir. Bu örgütlenmelere devrimci bir içerik kazandıran, akademik-demokratik mücadelenin pratik sürecidir. Akademik-demokratik mücadelede yerini alan herkesin oldukça kısa bir süre içerisinde, bu mücadelenin devrimci bir politik perspektifle yürütülmesi halinde hedefine ilerleyebileceğini gördüğü (ve politik bir tercih sorunu yaşadığı) ortadadır; ancak, bunun için önce akademik-demokratik mücadeleye katılması gerekmektedir.

Bu nedenle, bugün akademik-demokratik mücadele alanı, geniş gençlik yığınlarını reformlarla avutarak frenleyen ya da kendiliğinden devrimcileştiren değil, devrimci siyasal eğitiminin ilk adımını oluşturan bir alan durumundadır.

Kitleler, toplumsal bir devrimin gerekli ve kaçınılmaz olduğunun bilincine yalnızca devrimci propagandayla ulaştırılamazlar (bununla sınırlı bir çalışma, imanı tam müritlerden başka bir şey yaratmaz). Bu bilinç, ancak basitten karmaşığa doğru ilerleyen bir mücadele pratiğinin eğitici etkisine paralel olarak kazandırılabilir.

İşte, gençliğin akademik-demokratik mücadelesinin örgütlendirilmesinde en temel sorunlardan biri de, bu ilk ve basit mücadelelerin eğitici etkisini en yüksek düzeyine çıkaracak bir örgütsel ilişki pratiğine en uygun modelin saptanmasıdır. Devrimci insiyatifin tayin edici bir rol oynadığı ikinci nokta burasıdır.

Demokratik öğrenci hareketinde en geniş demokrasi! Yani, karar süreçlerine en geniş doğrudan katılım; yani, tüm organların seçimle teşkili; yani, kitle denetimi, yani -program hedefleriyle sınırlı- doğrudan insiyatif özgürlüğü; yani, eleştiri ve propaganda hakkı ve bunların üzerinde yükselen bir merkeziyetçilik, azınlığın çoğunluğa tabiyeti, eylem disiplini kitleleri kendi doğrudan deneyimlerinin politik bilgisine ulaştırmanın en güçlü araçları bunlardır. Bütün bunların yaşama geçirilmesi, güçlü bir devrimci insiyatifin varlığını şart koşar.

Bu insiyatif ancak ve yalnızca mücadele içerisindeki kitlelerden, onlara, demokratik bir örgütlenmenin gerekli ve zorunlu olduğunu kavratarak alınabilir. Çünkü devrimci bir demokrasi kitlelerin kendisi tarafından var edilebilir.

Kitle Örgütü-Politik Örgüt

Görüldüğü gibi, akademik-demokratik mücadele örgütleri, daha örgütlenmesinin başlangıcından itibaren politik insiyatiflerin varlığını gereksinmektedirler. Birbirinden farklı bu iki örgütlenme düzeyi arasındaki ilişki nasıl kurulmalıdır.

Akademik-demokratik haklar için mücadele temelinde aşağıdan yukarı bir biçimde kurulan ve heterojen bir kitleyi kapsayan bir yapı ile politik mücadele temelinde, ideolojik-politik birlik esasına göre yukarıdan aşağı örgütlenen bir yapı arasındaki ilişki temel olarak örgütsel ilişkiler düzeyinde kurulamaz. Çünkü söz konusu olan iki ayrı örgütlenme düzeyi, iki ayrı amaçlar dizisidir. Bu ilişki ideolojik-politik düzeyde kurulabilir.

Akademik-demokratik mücadelenin kitlesel örgütleri bünyesinde politik etkinlik yürütülmesi mümkün ve gereklidir. Kaçınılmaz olarak politik bir perspektife denk düşen somut mücadele hedeflerinin saptanmasında, farklı çizgilerin farklı tezleri egemen kılmak üzere birbirleriyle ideolojik mücadele yürütmelerinden doğal bir şey de olamaz. Bu mücadelenin koşulları örgüt içi demokrasi ile (üyelerin grup kurma, -amaçla çelişmeyen- politik etkinliklerde bulunma, propaganda ve eleştiri özgürlüğü vb.) oluşturulur. Kitle örgütleri ile politik örgütler arasındaki ideolojik-politik ilişkinin maddi temelini ise üyelik formasyonu (üyelerin hak ve sorumlulukları) sağlar. Kitle örgütlerinde politik etkinlik örgüte zarar veren bir unsur olarak sunulamaz. Zararlı olan, kitle örgütlenmelerin-deki etkinliklerinde birbirlerine karşı konumlanan politik grupların, bu konumlanışlarını demokratik kitle örgütünün bütününe genişletmeleri eğilimidir. Öte yandan, politik etkinliğin kitle örgütlenmesine "zararlı" olduğu inancıyla, üyelerin politik kimliklerini kapının dışında bıraktırmaya kalkışıldığında üyelerin politik etkinlikleri engellenmiş olmaz, yalnızca eşitsiz ve sağlıksız bir ideolojik mücadele atmosferi doğar.

Asıl tehlike, kitle örgütlerinin, politik bir örgütlenmeye, örgütsel olarak tabi kılınmasındadır. Bu durumun doğrudan sonucu, yukardan aşağı örgütlenmedir ki, bu da, kitle örgütünün siyasal örgüte dönüştürülmesinden başka bir anlama gelmez.

Kitle örgütlerinde devrimci çizginin egemen kılınmasında yalnızca bir tek araç, ideolojik mücadele düzlemini dayanılmalıdır. Ve güçlü bir politik iradeyi gereksinen mücadelenin bu ihtiyacına karşılık vermenin tek yolu ideolojik mücadeleyi tüm kitleyi içine alan açık ve ortak bir etkinlik düzlemi olarak sağlam (demokratik) bir biçimde kurmaktır.


Yüklə 495,67 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin