Eserin özgün adı: تحلیل زبان قرآن و روش شناسی فهم آن


Kur’an’ın Fikrî, Kültürel Etkileri



Yüklə 5,76 Mb.
səhifə14/43
tarix07.04.2018
ölçüsü5,76 Mb.
#47037
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   43

Kur’an’ın Fikrî, Kültürel Etkileri

1. Dinî Düşüncenin Donukluğu Değil, Gelişimi

İslam âlemindeki dinî-kültürel alanlara dikkat edildiğinde dinî durgunluk için atmosfer oluşamayacak olması bir yana, bu kültürün yatağının dinî düşüncenin serpilip gelişmesine geniş bir hareket alanı açtığı görülecektir. Kur’an-ı Kerim, Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) risaletini beşeriyetin vurulduğu zincirleri kırmak olarak betimlemekte ve şöyle buyurmaktadır:

 لَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 

(Ellerinde bulunan Tevrat ve İncil’de özelliklerini bulabilecekleri, onları iyiliğe çağıran ve kötülükten uzak tutan, temiz olan şeyleri onlara helal kılan, pis olanları ise haram eden, üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırıp atan Allah’ın elçisine, ümmi peygambere tabi olurlar. Ona iman eder, onu destekler ve ona yardım ederler; ona indirilmiş nura tabi olurlar. İşte onlar kurtulmuş olanlardır.)”542

İslam’ın öğretileri başlangıcından itibaren Müslümanlara din işinde tahkik ve içtihat yapmalarını öğretti. Çünkü usûl-i dinde araştırmaksızın kabul etmek ve taklit reddedilmiş; furû-i dinde de içtihad imkânı varsa yine taklit kabul edilmemiştir.

2. Bilimsel Durgunluk Değil, Gelişme

Kur’an-ı Kerim ve İslam Peygamberi’nin ilme ve âlime verdiği değer ve kutsallığı, bilgiyi özü itibariyle fazilete sahip görmesini gözönünde bulundurarak Müslümanlar başından beri bilgiyi edinmeye çokça önem vermişlerdir. Kur’an-ı Kerim’in terbiyesi ışığında bilgi edinme ve ilim biriktirmeyi Allah’a ve imanın kemaline yaklaşmanın vesilesi kabul etmişlerdir:

 إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء 

Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar.”543

 يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ 

Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.”544

Bu sebeple, Müslümanlar Allah’ın kitabına ve Peygamber’in dinine bağlı kaldıkça serpilip gelişme alanları önlerinde açıktı ve onlar için asla durgunluk ve geri kalmışlık ihtimali sözkonusu değildi.

3. Akılcılık İftiharı ve İslam Felsefesi

Hikmeti insanın en üstün özelliği sayan;



( وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا )545 Kur’an-ı Kerim’in öğretileri ışığında ve Kur’an’ın tevhidi dünya görüşünün kendi içinde akılcı mantık ve delillendirme taşıdığı; Kur’an’ın tevhide ilişkin 546 لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ gibi ayetleri, bilginin çeşitli araçlarını ve her birinin işe yaradığı sahaları belirten 547 لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الأَبْصَارَ gibi ayetler, insanları sürekli varlık âleminin fenomenleri ve teşrii ayetler üzerinde düşünmeye çağıran
548 وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ şeklindeki ayetler dikkate alındığında İslam âleminde felsefi akılcılık ve kanıta dayanan düşüncenin gelişmesi ve bununla gurur duyulması doğaldır.

Burada dinî önderlerin, özellikle de Allah’ın kitabının en önemli müfessiri olan Emirulmüminin Ali b. Ebi Talib’in (a.s) rolünü gözden kaçırmamak gerekir. O büyük insanın hikmetli sözleri, Müslümanların, özellikle de Şiilerin akılcı gelişimi üzerinde dikkate değer bir etki göstermiştir:

 أَوَّلُ الدِّينِ مَعْرِفَتُهُ ، وَ كَمَالُ مَعْرِفَتِهِ التَّصْدِيقُ بِهِ ، وَ كَمَالُ التَّصْدِيقِ بِهِ تَوْحِيدُهُ ، وَ كَمَالُ تَوْحِيدِهِ الْإِخْلَاصُ لَهُ ، وَ كَمَالُ الْإِخْلَاصِ لَهُ نَفْيُ الصِّفَاتِ عَنْهُ ، لِشَهَادَةِ كُلِّ صِفَةٍ أَنَّهَا غَيْرُ الْمَوْصُوفِ 

“Dinin başı Allah’ı tanımaktır. Tanımanın kemali O’nu tasdik etmektir. Tasdik etmenin kemali, O’nu tevhid etmektir. Tevhid etmenin kemali, ihlas, ihlasın kemali O’nu sıfatlandırmayı reddetmektir. Çünkü her sıfat, sıfatlandırılandan ayrı olduğuna şahitlik eder.”549

Hulasa Kur’an ve İslam, özü itibariyle, akıl ve vahyin birbirine bağlılığını ve bu iki bilgi türünün insanın gelişimi düzlemindeki varlığını zaruri görmektedir. İslam, vahyin insan kaderinde kılavuzluk etmesini gerekli gördüğü gibi, aklın kılavuzluğunu da zorunlu saymaktadır. Çünkü akıl kullanılmazsa vahyin mesajı meyvesini vermeyecektir:

Ey Hişam! Allah Tebarek ve Teâla insanlar için hüccetlerini akıllar vesilesiyle kemale erdirmiştir.

Kendi içinde aklı Allah’ın hücceti olarak tanımlayan bir dinde aklın bastırılması ihtimalinin asla bulunmaması çok doğaldır. Bu çerçevede İslam kültür iklimi, akılcılığın ve mantıksal düşüncenin geliştiği ve bununla gurur duyulduğu bir iklimdir.

Olumsuz Tepkiler İçin Zeminin Bulunmaması

1.
Bilim ve Dinin Karşı Karşıya Gelmek Yerine Birbirini Tamamlayıcı Olması ve Gerektirmesi

Eğer bilimden kasdettiğimiz şey, mutlak manada malumat ve bilgi değil de, gözlem ve deney yoluyla tabiat âlemi ve insanlık toplumuna dair bilgi edinmek ise, bu durumda (deneysel) bilgi, insan için duyu ve tecrübe araçlarıyla sağlanan, tabiat âlemini keşfetme ve toplumsal davranışı tanımanın metodundan ibaret olacaktır.

Dinden maksadımız da, nebevi vahiy yoluyla insana ulaşmış ilahi hidayet mesajı, yahut evren ve insana dair, ahlak ve ibadet emirlerine ilişkin öğretiler toplamıdır. Dolayısıyla din ve vahiy de, kendi metninde (haber veya hüküm önermeleri olarak) tecrübe edilebilir hakikatlerin geniş sahasını keşfetme ve insana tanıtma iddiasındadır. Çünkü insana kılavuzluk, bilgi olmaksızın kolay değildir. Bu yüzden bilim ve dinin her biri, paralel ve birbirinin tamamlayıcısı olarak ilişkide bulunan ve hiçbiri bir diğerine sahayı daraltmayan akıl ve gözlem metotlarının yanında her biri kendine özgü düzlemde hareket eden, kendi mevzularıyla ve ilgilendikleri şeyle uyumlu olarak hakikati tanımanın birer metodudur. Deneysel bilgi-aklî bilgi-keşif bilgisi-dinî bilgi (vahiy bilgisi).

Söylenenlerin ışığında, bilimsel ve dinî bilginin her birinin kendisine has yeri bulunduğu, bilgi olarak tanıtılan şeyin eğer kesin öncülleri varsa ve gerçekten de bilgiyse, bunun yanısıra din adı altında tanıtılan şey de gerçek manada Allah’ın münzel vahyi ise bu ikisinin anlam ve içeriğinin asla karşı karşıya gelmeyeceği, bilakis bu ikisinin ilişkisinin birbirini gerektirme, yardımlaşma ve birbirini tamamlama ilişkisi olacağı anlaşılmaktadır.

Tabii ki bilim ve dinin beşeri hayatın tarihi boyunca birbirinden ayrılması çokça yaşanmış bir şeydir. Ama bilim ve din arasında çatışmanın ortaya çıkması Tanrı, gayp, vahiy, mucize ve benzeri dinî kavramların, bilim karşıtı ve hurafe sanılmasına yol açan yanlış yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır. Bazen de metotların birbirine karıştırılması ve doğru olmayan beklentiler bilim ve dinin çatıştığı tasavvuruna sebep olmuştur. Bazı kimseler hakikate ulaşmanın tek yönteminin deneysel metot olduğunu varsaymış ve bu epistemolojik temelin ışığında her hakikati kabul edebilmeyi deneye bağlamıştır. Bu yüzden dinî hakikatlerin bilim dışı veya bilim karşıtı olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Hâlbuki bu temelin kendisi çürüktür.

2. Cahilliklerin Boşluğunu Kapatan Değil, Kayyum Allah

Batının dinî kültüründe dinî kavramların yetersizliği ve metafiziğin zayıflığı nedeniyle Tanrı’nın varlığı ve varlık âlemindeki rolü konusunda temel bir hata sözkonusudur: İnsanın yetersizlikleri ve cahilliklerinin boşluğunu kapatmak. Sahih olmayan bu anlayışa göre tabiat âleminin çeşitli açılarını tanıdıktan ve ona egemen olduktan sonra kimileri artık Tanrı için bir rol kalmadığını sandılar. Bu varsayım, herşeyden çok, nominatif sebep, nedensellikler ve şartlara dair net bir bilgisi bulunmayan batının metafizik zaafından geliyordu. Sonuçta Allah’ın rolü ve özne oluşunu da doğal sebepler düzeyine indirgediler.

Kur’an’ın dünya görüşü açısından mümkün evrenin tüm mevcudatı, kendi özünde hiçbir şeye sahip olmayan yalın yoksulluktur. Allah ise mutlak anlamda ihtiyaçsızdır ve görünür olan mevcudata her an varlık bahşeder:

 أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ وَاللّٰهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ 

Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise zengin ve her hamde lâyıktır.”550

Bu görüşte bütün varlıklar Allah’ın yarattıklarıdır ve onun tedbiri altındadır:

 خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ 

O, her şeyin yaratanıdır.”551

 أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ 552

İyi biliniz ki yaratma ve emir O’nundur.”

Bu görüşe göre evrende varlık bulan ve tezahür eden bütün fiiller, hatta irade sahibi varlıkların fiilleri bile Allah’ın dilemesi ve iradesi alanında ve onun fail olduğu doğrultudadır:

 وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ 

Halbuki sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.”553

Bu görüşe göre Allah mutlak anlamda çok cömerttir ve bütün varlıklar üzerinde vaziyet ederek554 hazır bulunması daima saklıdır:

 كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ 

O, her gün yeni bir iştedir.”555

 وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ 

Nerede olsanız O sizinle beraberdir.”556

 داخل فی الاشیاء لا بالممازجة و خارج عنها لا بالمزایلة 

İçiçe girmeksizin eşyanın içinde, ondan kopuk olmaksızın dışındadır.”557

Böyle bir kültürde Allah, insanlığın yetersizlikleri ve cahilliklerinin boşluğunu kapatan bir Tanrı değildir. Bilakis insan, bilgisi arttığı ölçüde Allah’ı daha fazla tanıyacaktır ve Allah’ın özne oluşu, ister sebepleri bilinen fenomenlerde, ister sebepleri belirsiz fenomenlerde olsun doğal nedenselliğin dışında, felsefi anlamıyla varlık kazandıran nominatiftir.

3. Dinin, Beşeri Onarıma Mani Kemali

Yahudi-Hıristiyan dinî kültür, çeşitli beşeri düşünceler ve İsrailoğulları peygamberlerinden nakledilen sözlerin karışımıdır. Buna rağmen kilisenin dogmatik sistemi yüzyıllarca taassup içinde bütün bu karışık, çelişkili ve akıl dışı metinleri din adı altında takdim edebildi. Buna ilaveten kilise babalarının hoşa gitmeyen davranış ve sözleri de din olarak sunuluyordu. Yozlaşma, soyluluk, servet yığma, dini dünyaya satma vs. hepsi, bu atmosferde ciddi bir elden geçirme ve esaslı reformun gerekliliğini dayatıyordu. Ama vahiy metninin beşeri müdahaleyle hiçbir değişme ve başkalaşma yaşamadığı İslam dininin kültür ikliminde indirilmiş dinin kendisinde reform herhangi bir anlam taşımıyordu. Bildiğimiz gibi, dinin öğretileri veya Allah’ın varlığı, tevhid, ahiret, peygamberliğin zarureti, nebiyi tanıma gibi kesinlikli akılla ispatlanan şeyler aynı zamanda dinî metinde de vurgulanmış, ayrıntısıyla açıklanmış ve delillendirilmiştir. Yahut nassın zaruretiyle veya Kur’an’ın zâhirinden elde edilen, senet bakımından tevatürden üstün ve kesin hüccet olan öğretiler veyahut da sünnet yoluyla Masumlardan alınmış ve ispatlanmış, yani Masumların sözü, fiili ve teyidi olan öğretilerdir. Sünnette öncelikle senedin dayanağı ve Masumlara aidiyeti ispatlanmalı, daha sonra delalet açısından inceleme konusu yapılmalıdır.

Dinin öğretileri ve metni üzerinde reformun sözkonusu edilmesi -kimilerinin bahsettiği gibi- hiçbir şekilde anlam ve içerik taşımamaktadır. Şeriatın sona ermiş ve tamamlanmış olması, dinin genel ilkeleri ve zaruri detayları üzerinde her türlü gözden geçirme, ekleme veya çıkarma ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Emirulmüminin Ali (a.s) şöyle buyurur: Allah eksik bir din gönderdi de onu tamamlamak için onlardan yardım mı istedi? Yoksa onlar, söz söylemeye hakları olan ve Allah’ın da buna rıza göstermesi gerekecek biçimde Allah’ın ortakları mıdır? Yahut da Allah dini tamamlanmış olarak gönderdi ama Peygamber onu iletmede yetersiz mi kaldı?! Oysa Allah şöyle buyuruyor: “Kur’an’da [beyandan] hiçbir şeyi [insanın hidayetiyle ilgili] ihmal etmedik.” Yine şöyle buyuruyor: “Kur’an’da herşeyin [insanın hidayetiyle ilgili] beyanı gelmiştir.” Kur’an ayetlerinin birbirini tasdik ettiği ve aralarında ihtilaf bulunmadığı hatırlatılmıştır. Nitekim şöyle buyurulmuştur: “Kur’an eğer Allah’tan başkasından olsaydı onda pek çok ihtilaf bulunurdu. Kur’an, güzel ve şaşırtıcı bir zâhire, derin ve manidar bir bâtına sahiptir. Hayret verici yönleri yok olup gitmez, gizli sırları sona ermez. Cahillikler ve bilgisizlikler o vesile olmadıkça ortadan kalkmaz.558

Emirulmüminin Ali (a.s) başka bir konuşmasında da şöyle buyurur:

Size, herşeyi aydınlatan bir kitap indirdi. Peygamberini aranıza, onun ve sizin için beğendiği ve semavi kitabını dillendirdiği dini tamamladığı sırada gönderdi. Allah’ın emir ve yasakları, hoşnut ve mutsuz eden şeyleri onun dilinden beyan etti. Mazeret kapısını kapattı ve hücceti tamamladı.559

İmam (a.s) taş gibi ağır bir konuşmasında da şöyle buyurur:

Kur’an, engelleyen bir buyruk vericidir, konuşan bir suskundur, Allah’ın insanlar üzerindeki hüccetidir. Allah, kullarından Kur’an ile -fıtratla- amel etme sözü aldı ve onları buyruklarının rehini yaptı. Nurunu tamamladı ve dinini kemale erdirdi. Kur’an’ın insanlar üzerindeki hükümleri ve hidayeti nihayete erdiğinde Peygamberini bu dünyadan çağırdı.560

Dini anlama yönteminde reform, dinde manevi tahrif, bidat ve sapmaların ortaya çıkmasının önlenmesi, dinin tüm istekleri ve boyutlarıyla amel ve davranışta reform, dinin öğretileri ve değişik yönlerinin bir bölümünde ifrattan kaçınma, diğer bir kısmını ise iptal tabii ki kaçınılmaz bir şeydir. Nitekim Hüseyin b. Ali’nin (a.s) kıyamı işte bu amaçla, yani Beni Umeyye egemenlerinin Muhammedî (s.a.a) şeriatta meydana getirdikleri bidatleri, sapmaları ve tahrifatı ortadan kaldırmak içindi:

 انما خرجت لطلب الاصلاح فی امة جدی 

“Gerçek şu ki dedemin ümmetini ıslah etmek istediğim için kıyam ettim.”561



4. Akıl Temelli Felsefe ve Varlığa Kuşatıcı Bakış

İnsanlar sahip oldukları tüm farklılıklara rağmen hepsi de düşünme yeteneğinden yararlanmada ortaktır ve bu, diyaloglarının müşterek mantığıdır.

Hakikati hayalden, iyiliği kötülükten, hakkı batıldan ayırma gücü, insanoğlunun fıtri özelliklerindendir. Peygamberlerin insanlar için gönderiliş ve ortaya çıkış felsefesi de, elçilerin sözünü anlayıp teşhis edebilmeyi sağlayan insanların içindeki bu mayanın varlığıdır.

İslam, insan topluluklarına bu bakışıyla, muhataplarından en üstün mertebede aklı kullanma ve fikrî gelişim talebinde bulundu. Yani insanın akıl kuvvetinin hareket kudretine sahip olduğu alanda düşünmek için hiçbir sınırlamaya gitmemelerini istedi. Kur’an’ın hitap ve diyalog tarzı, insanın varlığının özünün ve onun akletme kuvvetini diyaloga çağırmaktadır ve dinî önderlerin, özellikle de Emirulmüminin Ali’nin (a.s) fikrî hattı da Müslümanların düşüncelerinin araştırmaya ve derinleşmeye yönelmesine sebep olmuştur. Bu yüzden İslam dininin genç varlığına rağmen İslam âleminde felsefi düşünce gözalıcı biçimde ve çok boyutlu olarak gelişmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in, Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) ve onun çok değerli Ehl-i Beyti’nin öğretiler doğrultusunda özellikle Peygamber’in ailesini takip edenler; deneysel, felsefi ve irfani bilgi mecralarının tümünden ve vahyin taliminden yararlanmaya, ifrat-tefrite ve fikrî sapmalara yakalanmamaya çalıştılar.

Bu bölümde, genel olarak, diyanetin, yani Yahudi-Hıristiyan dinî kültürün fikrî ve kültürel kökleri, temelleri ve çıkış noktalarını İslam’la karşılaştırmaya gayret gösterdik. Bu mukayesenin sonucu şudur ki, batı kültüründe yeni dinî dile ilişkin muhtelif görüşler o coğrafyanın gereklerinden, konumundan ve fikrî zemininden kaynaklanmışsa ve kaçınılmazsa da bu, aynı yaklaşımların Müslümanların dinî kültür ve düşüncesi ve onun asli metni olan Kur’an için de geçerli olabileceğinin delili değildir.

Altıncı Bölüm

İslamî İlimler Sürecinde Kur’an’ın Dili



Kur’an’ın Dili, İç Zorunluluklar

Dinin dili bahsiyle Kur’an’ın dili arasındaki temel ve köklü farklılıkları gördükten sonra Kur’an’ın dilini; Kur’an’ın ne tür bir dile sahip olduğu, acaba bir tek dili mi, yoksa birçok dili mi bulunduğu, Kur’an dilinin özelliklerinin neler olduğu gibi soruların cevabını araştırmak pek çok bakımdan zaruri görünmektedir. Çünkü bir yandan Kur’an’ın diğer dinlerin metinleriyle köklü farklılıkları bulunmakla birlikte batı kültürünü takip eden ve ondan etkilenen kimilerinin, bilerek veya bilmeyerek batıdaki bazı dinî dil yaklaşımlarını Kur’an diline de uyguladıkları ve dayattıkları gözlemlenmektedir. Bu sebeple bu tür fikrî hata ve sapmalara dikkat etmek bizim için zorunlu bir iştir.

Öte yandan Kur’an’ın dilini araştırma üzerinde çalışılması Kur’an’a özgü ve bir iç zorunluluktur. Çünkü Kur’an’ın zâhir ve bâtın, tefsir ve tevil, muhkem ve müteşabih, temsil, kinaye, istiare, hurufu mukattaa vs. gibi unsurları vardır. Bu özellikler ve diğer etkenler gözönünde bulundurulduğunda metnin değişik anlayışları için kapı açılmış olacaktır. Dolayısıyla Kur’an dilini tanımak için dikkatli ve ayrıştırıcı bakış, Kur’an’ı anlamaya ulaşmanın anahtarı ve Kur’an tefsirinde çeşitli görüşleri değerlendirmek için kriterdir.

Böylelikle sonraki Müslüman nesillerin kendi kültürlerinin eski metinlerinden yararlanmada gösterdiği olağanüstü gaflete rağmen Müslümanların bilimsel-manevi mirası risalet, sahabe ve tabiin döneminden itibaren vahyin yatağında akmaya devam etti, Kur’an’ın lafzi metni ile anlamını ahenk içinde tilavet etmenin temelini attı ve meyveler yeşertti, Arapça’ya yeni bir hayat ve kimlik kazandırdı; Ali’nin (a.s) Nehcu’l-Belağa’sı gibi şaheserler, Sahife-i Seccadiye’de Ali b. Hüseyin’in (a.s) yakarışları gibi nazım ve nesir eserler ortaya çıkarabildi.

Ondan sonra da, kıraat, tefsir, Kur’an ilimleri ve edebi ilimlerden kelam, felsefe, mantık, tasavvuf ve fıkıh usülüne kadar, Müslüman düşünürler ve Kur’an’ın müminlerinin, Kur’an’ın evrenini anlama ve savunma doğrultusunda gerçekleşmiş gayret ve koşuşturmasını gösteren din havzasında linguistik ince eleyip sık dokumayla birikmiş İslam ilimlerinin çeşitli alanları yer yer ortaya çıkmaya başladı. Binlerce değerli ve gurur verici eser bu bariz çabanın ürünüdür.

Günümüzdeki araştırmalarda dinin dili ve dinî metin alanlarında sadece yabancı düşünürlerin fikrî birikimiyle yetinemeyeceğimize göre, geçici de olsa, Müslümanların dil ve dinin buluştuğu noktaya dair fikrî ve bilimsel alanlardaki bazı kaynaklarına değineceğiz.

İslam Kültüründe Din ve Dilin Bağı

Dil ve din arasındaki bağ, özellikle de Kur’an’ın metniyle olanı, İslam kültüründe oldukça derin ve sağlamdır. Herşeyden önce Kur’an metninin, ayetlerin ve surelerin yapısının ilahi vahyin ürünü olduğuna ve Kur’an’ın Allah tarafından lafız ve anlam olarak indirildiğine ilişkin net beyanı, bu derinlik için özel bir sebeptir. Hatta Kur’an’ın mucizesi ve muhataplarına meydan okuyuşunun esası da aynı noktanın ışığında değerlendirilebilir. Bu devasa gerçeklik, dost ve düşmanın, İslam Peygamberi’nin davetinin kendisi olan Kur’an’ın sapasağlam metni ve ruhu okşayan üslübu sahasına odaklanmasının nedenidir.

Kur’an’ın gönlü celbeden cazibesine ilaveten Müslümanlar bu Kitab-ı Şerif’e itikadi nüfuz cüzdanları ve iman kimliğinin inancı olarak görmüşler, dünya ve ahiret mutluluğu ve iyiliğini onun ışığında aramışlar ve ruhlarını onun berraklığında neşelendirmişlerdir. Müslümanların ilk ilmî-imanî mahfili olan “Dâru’l-Kurra”da Allah Rasulü’nün (s.a.a) hazır bulunması ve teşrifiyle, Kur’an’la meşgul olanlar dikkat ve sıkı çalışmayla Allah’ın kelamının doğru kıraatinin eğitim ve öğretimine önem veriyorlardı.

Kur’an-ı Kerim, bizzat kendisi, aklı kullanmanın yanısıra hoş ve ahenkli kıraat, tertil ve tilavet vurgu yapmıştı:

 وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا 

Kur’an’ı tane tane oku.. “562

Allah’ın Peygamberi de (s.a.a) müminlere şöyle tavsiye buyurmuştu:

 اقرؤا القرآن بلحون العرب وأصواتها 

“Kur’an’ı Arapların ahengiyle ve onun sesleriyle okuyun.”563

Dostlarından Kur’an’ı kendisine okumalarını istiyor ve kârilere övgüler yağdırıyordu.564



Yüklə 5,76 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin