Eserin özgün adı: روش تفسیر قران Reveş-i Tefsir-i Kur’an Yayın Yönetmeni



Yüklə 3,24 Mb.
səhifə25/41
tarix30.11.2017
ölçüsü3,24 Mb.
#33403
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   41

Sarf İlmi

Bazen “tasrif ilmi” unvanı ile de anılan bu ilim, Kurân’ı anlama ve tefsir etmede önemli rolü olan edebi ilimlerden birisidir. Bu yüzden muhakkik ve müfessirler onu tefsirde ihtiyaç duyulan ilimlerden biri olarak saymışlardır.

Sarf ve tasrif, lügatte değiştirmek, başkalaştırmak manasına gelir. Istılahta ise; “Kastedilen manayı elde etmek maksadıyla kelimenin muhtelif suretlere evrilip çevrilmesinden söz eden ilimdir.”1015

Sarf ilminin faydası ise; Arapça kelimelerinin yapısını ve manalarını bilmek, kastedilen manalar için uygun sözcükler türetebilmek ve Arapça kelimelerde meydana gelmiş değişimleri anlamaktan ibarettir.



Tefsirde Sarf İlmine Müracaat Etmenin Zarureti

Kelimelerin yapısı ile manaları arasındaki irtibat dikkate alındığında şu çok açık olarak anlaşılmaktadır; ayetlerin tefsirinde ve Allah’ın maksadını anlamak için Kurân lafızlarının beyanında sarf ilmine ihtiyacımız vardır. Tefsir kaidelerinden bahsettiğimizde şu konuya işaret etmiştik: Her dilde olduğu gibi Arapçada da kelimelerin heyeti muayyen kaide ve kurallara dayanmak suretiyle belli bir mana veya manalar için vaz’edilmiştir. Binaenaleyh bir ayetin tefsirinde ve lafızların manasını bulmada, sözcüklerin kök manalarının yanı sıra kelimelerin yapısıyla da aşina olmak bir zarurettir. Tefsirde bu ilme ihtiyaç duyulmasının sebebi ise kelimelerin yapılarındaki çeşitlilikler ve bunlara uygun manaları anlamada müfessirin elini güçlendirmesidir.

Ayetler hakkında beyan edilmiş görüşleri değerlendirme konusunda da bu ilmin kaidelerinden yararlanılabilir. Bazı tefsirlerde görülen hataların bu ilimden nasipsizlik veya yeterli ölçüde derinleşmemiş olmanın sonucu olarak ortaya çıktığı gözden kaçmamıştır ve bu ilmin kaideleri dikkate alındığında yapılan hata oldukça aşikârdır. Mesela;

يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ/O gün insanlardan her topluluğu kendi imamlarıyla çağırırız”1016 ayetinde geçen “imam” kelimesini “üm” kelimesinin çoğulu olarak mana etmişlerdir. Hâlbuki “imam” kelimesi “üm” sözcüğünün çoğulu olmamakla birlikte tekil bir kelimedir ve “önder” anlamına gelir. Zamehşeri’nin de naklettiği bu zan, sarf ilmini bilmemekten kaynaklanmıştır.1017



Gerek Olmadığı Şüphesi

Kurân tefsirinde sarf ilminin önemine rağmen bazı müfessirler, tefsirdeki zarureti hususunda şüphe ortaya atmışlar, müfessirin lügat ve nahiv ilmi bilmesinin onu sarf ilminden müstağni kılacağını düşünmüşlerdir.1018 Ancak bu ilimlerden her birinin görevlerinin dikkate alınması ve kullanım alanlarının ayrıştırılması ile çok net olarak anlaşılmaktadır ki diğer edebi ilimlerden faydalanmak bizi sarf ilminden müstağni kılmaz. Zira lügat ilmi sadece lafızların kök manasını, nahiv ilmiyse kelimelerin terkip şeklini ele almaktadır ve bu iki ilim hiçbir zaman kelimenin iştikakı ve onda meydana gelen değişikliklerin incelenmesi açısından müfessire cevap vermez. Başka bir ifadeyle sarf ilmi ya sadece kelimelerin bir kökten nasıl türetildiğini ve geçirdiği değişimleri veya aldığı muhtelif şekilleri incelemektedir ve sadece fiilden türetilmiş fiili ve ismi kalıpları konu edinmiştir ve bu kalıpların manalarını beyan etmek onun alanı dışındadır ya da kalıpların yapılış şeklini beyan etmenin yanı sıra onların muhtelif manalarını da uhdesine almıştır.1019 İkinci durumda sarf ilminden faydalanmanın zarureti, tefsirin lügat ilmine ihtiyacında geçen aynı delille aşikârdır ve bu alanda sarf ilmiyle lügat ilmi arasında hiçbir fark yoktur.

Birinci durum hakkında ise şunu söylemek mümkündür: Kalıpların manasını bilmek kalıpları bilmeye bağlıdır. Eğer müfessir sarf ilmini bilmezse muhtelif kalıpları anlamada hataya düşecek ve kalıbı yanlış anlayacağından onun manasını anlamada da hata yapacak, dolayısıyla da ayetlerin mefhumunu yanlış algılayacağından Yüce Allah’ın maksadına ulaşamayacaktır. Binaenaleyh her halükarda sarf ilmini bilmek tefsirin mukaddimelerinin bir parçasıdır. Şayet Alusi ve Suyuti gibi âlimlerin maksadı Kurân ayetlerinde kullanılmış olan kalıpların çok açık olduğu ve onların manalarının lügat kitaplarında, özellikle de Kurân’a özel lügat kitaplarında beyan edildiği, bu yüzden pratikte sarf ilmine ihtiyaç hissedilmemesidir. Fakat bu, sadece bir iddiadır ve ispatına dair açık bir delil bulunmamaktadır. Lügat kitaplarında getirilmiş olan açıklamalar daha önce de geçtiği gibi dilbilimcilerin içtihadından uzak değildir ve onların manaları üzerinde kesin bir ittifak sağlanmamıştır. Dolayısıyla bu bölümde doğruyu teşhis edebilmek ve ihtilaflı yerlerde ise karar verip, seçim yapabilmek için sarf ilmine ihtiyacımız vardır.

Sarf İlminin Tefsirdeki Kullanım Yerleri

1- Yapılan açıklamalar dikkate alındığında sarf ilminin en önemli rolü, kelimelerin manalarını anlayabilmek için onların heyet ve yapısını tanımaktır. Şunu bilmekteyiz ki kelimeler için öngörülmüş her bir yapıda özel bir mana dikkate alınmıştır. Mesela; sıfat-ı müşebbehe sübuta delalet etmektedir; mübalağa vezinleri, vasıflandırmada büyük ve çok göstermeye delalet etmektedir; tasgir, fert veya bir şeyi küçük göstermek ve bazen de (“buneyye/oğulcuğum!” kelimesinde olduğu gibi) mahabbet ve sevgi için kullanılır.

Aynı şekilde vezinlerden her birinin özel bir manası vardır. O halde müfessir, Kurân lafızlarının manalarını bulmanın peşinde olduğuna göre hem lügat ilminden faydalanarak kelimelerin kök manasını elde etmeli, hem de sarf ilminden istifade ederek kalıpların manasına ulaşmalıdır.

2- Diğer dillerde olduğu gibi Arapçada da kelimeler birbirinden türetilmektedir. Binaenaleyh bir kelimenin asıl manasına ulaşabilmek, o kelimenin kökenini tanımaya bağlıdır. Bazen bir kelimenin kökeni üzerindeki ihtilaftan dolayı manasında da ihtilaf meydana gelmektedir. İşte bu konu, bazı kelimelerin tefsirinde ihtilaf ve tereddüdün oluşmasına yol açmıştır. Mesela; “Halil” sözcüğünün, mahabbet ve sevgi manasına gelen “hulleh” veya ihtiyaç anlamına gelen “helleh” kökeninden türetildiğini söylemişlerdir. Bu ihtilaf, وَاتَّخَذَ اللَّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلً/Allah İbrahim’i kendisine dost edindi”1020 ayetinin tefsirinde müfessirlerin ihtilafa düşmesine sebep olmuştur. Müfessirlerin çoğu, ayette geçen “Halil” kelimesine “dost” manasını vermişlerdir.1021 Allame Tabatabai’nin de aralarında bulunduğu başka bir grup müfessir ise onu, “ihtiyaç sahibi” olarak tefsir etmişlerdir.1022

Aynı şekilde “Mesih” kelimesi “siyahet” veya “mesh” kelimelerinin birinden türetilmiş olabilir ve her birine göre birbirinden ayrı anlamlara gelmektedir.1023 Bu şekilde kelimenin kökenini bulmak sarfa dayalı tahlil gerektirir ve Yalnızca sarf ilmindeki kaideler yoluyla kelimenin kökü ve manasına ulaşılabilir.

Bu aşinalığın yanı sıra Kurân’daki قِ1024 veya مُدَّكِرٍ1025 gibi bazı kelimeler hususunda daha fazla zaruret doğmaktadır. Zira bu kelimelerde vücuda gelmiş çeşitli değişimler onlardaki durumu diğer kelimelerden biraz daha karmaşık hale getirmiştir. Binaenaleyh bu kelimelerin mastar ve kökünü anlamak ve geçirdiği değişimleri tanımanın sarf ilmine dayalı tahlile ihtiyacı vardır. Bu da sarf ilminden faydalanmak için bu ilimde derinleşmenin zaruretini ikiye katlamaktadır.

Elbette yukarıdaki açıklamadan kelimenin kökenini bulmanın her yerde etkili olduğu manasını çıkarmamak gerekir. Çünkü birçok yerde kelimelerin kökenini bulmanın Allah’ın maksadını anlamada hiçbir rolü olmadığı gibi bazen de asıl maksattan saptırıcı olabilmektedir.

3- Daha önce işaret edildiği gibi (ister isim olsun ister fiil) Arapça kelimelerin yapısı özel vezinler üzerine bina edilmiştir ve bunlardan her birinde özel mana ve nükteler vardır. Bunun yanı sıra bazı babların, özellikle de mezid olan babların müteaddit manaları vardır ve bunların hepsine aşina olmak Kurân’da kastedilen manayı bulmak için bir zarurettir.1026

Kurân-ı Kerim’de bazı fiillerin muhtelif bablarda farklı anlam ve nükteler taşıdığı bir gerçektir. Mesela; “tef’il” babında geçen “nezzele” fiili ile “if’al” babında geçen “enzele” fiili iki farklı manaya gelmiştir. Kökeni “nezele” olan bu fiil, “tef’il” babında Kurân’ın tedrici olarak nazil olduğuna, “if’al” babında ise Kurân’ın bir defada indirildiğine delalet etmiştir.1027

Aynı şekilde bazen müşahhas bir manası olan bir lafız muhtelif bablara gittiği için birbirine zıt manalar verebilmektedir. Mesela; “kıst” kökeninden ism-i fail olan “kasıt”1028 “zalim” anlamına gelirken başka bir heyetinde (“eksitu”1029 kelimesinde olduğu gibi) “adalet” anlamına gelmektedir.1030

4- Bir sözcüğün kullanım şeklini ve özel bir cer harfi ile müteaddi oluşunu bilmek; sözcüğün kendi asli harfleriyle mi yoksa başında kullanılan özel cer harfiyle mi tediye edildiğini, ona yüklenen manayı anlamak; ikinci durumda hangi mananın ona işrab edildiğine ulaşmak.

Sarf ilminde ifade edildiği gibi lazım (özneyle tamamlanan) fiil birkaç yolla1031, başta cer harfleri ile müteaddi (tümleç gerektiren) fiile dönüşür. Burada her fiil kendisine münasip manadaki cer harflerinden biriyle birliktedir ve çoğunlukla da o fiilin müteaddi oluşu bu harfle gerçekleşir.1032 Bazen bazı fiiller kendisine münasip harflerle müteaddi olmaz. Bu nokta o fiilin, bir başka fiilin manasını zımnına aldığına ve birinci zahiri anlamının kastedilmediğine karine olur. İşte bu yüzden de başka bir cer harfiyle birliktedir. Binaenaleyh fiillerin müteaddi oluş şeklini dikkate almak, kelimeden kastedilmiş manaya ulaşmak için zaruridir. Mesela;


أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ/Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı sert ve onurludurlar…”1033 ayetinde tazmin gerçekleşmiştir. Zira “zelle” fiili “lam” harfi ile müteaddi olmalıdır. “Zelle lehu” denilmektedir. Fakat bu ayette şefkat manasını zımnına aldığı için “ala” harfi ile müteaddi olmuştur. Yani müminlere karşı son derece şefkatli ve mütevazidirler.

عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ/Bir kaynak ki Allah’ın kulları ondan içerler…”1034 ayetinde de tazmin gerçekleşmiştir. Zira “yeşrabu” fiili “min” harfi ile müteaddi olur. Fakat burada “ba” harfi ile müteaddi olduğunu görüyoruz. Çünkü “yerva/sirab olurlar” manasını zımnında bulundurmaktadır.1035



Nahiv İlmi

Müfessirin ihtiyaç duyduğu ve Kurân-ı Kerim’i anlamada temel rollerden birisini ifa eden büyük öneme haiz edebi ilimlerden birisi de nahiv ilmidir. Bu ilim, kelimelerin yalnızca bireysel heyetine nazır olan lügat ve sarf ilminin aksine onların terkipsel heyetini incelemekte ve cümle içindeki konumunu belirlemektedir. Nahvin tanımında şöyle denilmiştir: “Arapça kelimelerin terkip anında irab ve bina cihetinden durumlarının anlaşılmasına vesile olan kaideleri bilmektir.”1036

Daha önce de belirtildiği gibi Arap dili en başından bu nahiv kaideleri ve dilbilgisi kuralları üzerine kurulmuştur. Doğal ve fıtri olarak Arap kavmi bu kaidelere riayet etmiştir. Bu kural ve kaideler başlangıçta düzenli bir şekilde tedvin edilip kitap haline getirilmemişti ama zamanla bu kaidelerin tedvin edilmesi için gerekli şartlar oluştu ve bu dile ait metinleri anlamak isteyen herkesin bunları bilmesi bir zarurete dönüştü.

Tefsirde Nahiv İlmine İhtiyacın Sebebi

Tefsirde lügat ve sarf ilmini bilmek, kelimelerin kök ve yapısına ulaşıp onların manalarını anlamak nasıl bir zaruretse, Kurân ayetlerindeki doğru manaya ulaşmada kelimelerin terkipsel yapılarını anlamak için nahiv ilmini bilmek de öyle bir zarurettir. Bu ilmin kaidelerini bilmeden Kurân ayetlerinin manasını anlamak imkânsızdır.

Bu zaruret, Kurân irabının büyük ehemmiyet arz etmesine sebep olmuş; yalnızca (ayetleri tefsir ettiklerinde Kurân kelimelerinin irabını açıklayan ve tefsirlerinin bir bölümünü bu konuya tahsis eden)1037 müfessirlerin değil, diğer bazı âlimlerin de Kurân irabı alanında müstakil kitap ve makaleler yazmalarına ve hususiyetle Kurân irabını genişçe beyan etmelerine neden olmuştur.1038

Nahiv İlminin Tefsirdeki Kullanım Yerleri

Nahiv ilminin tefsirde kullanıldığı yerleri genel olarak üç alanda özetlemek mümkündür:

Birincisi; muteber olan kıraati dikkate almak suretiyle nahiv kaidelerinin ışığında ayetlerin manasını anlamak. Örneğin;

إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ1039 ayetinde yaygın olan kıraate göre “Allah” kelimesi mensub ve “el-ulema” kelimesi ise merfu olarak okunmuştur; bunun aksi şeklindeki kıraat ise şazdır. Dolayısıyla ayeti şöyle anlıyoruz: “Allah’tan kulları içinden ancak âlim olanlar korkar.” Şaz kıraatin manası yanlıştır. Çünkü bu kıraat muteber olmamakla birlikte eğer onu nahiv kurallarına göre mana edecek olursak zahirde yanlış ve batıl bir anlam ortaya çıkar ki bu, dini ve akli açıdan müsellem olan ilkelerle bağdaşmaz.

İkincisi; Kurân, olağanüstü bir fesahat ve belagate sahiptir. Sözün fesahat ve belagat kriterlerinden biri onun müsellem ve bilinen nahiv kaidelerine uygun olmasıdır. Dolayısıyla Kurân ayetlerini, müsellem nahiv kurallarına muhalif bir kıraati kabul etmek zorunda kalacağımız ve ayetin ondan başka tefsiri kaldıramayacağı şekilde tefsir edemeyiz. İşte bu tür yerlerde müfessirlerin tefsirdeki görüşünü kabul veya reddetmede nahiv ilminin rolü kendisini gösterir ve belli bir görüşün kabulü veya reddinde elimize bir ölçü verir. Şaz kıraatlerin beyanında bu tür durumlar görülmektedir. Bazı müfessirler bu kıraatlerin doğru olmadığına, nahiv kaidelerine aykırı oluşuyla istidlal etmişlerdir.

Üçüncüsü: Bazen bir ayetin bir bölümünde tek bir kıraat vardır ve bu kıraat da muteberdir. Fakat bununla birlikte bazı nahiv kaideleri gereği iki muhtelif mana elde edilmektedir ve bu da ayetin manasının bu hadde müphem ve mücmel kalmasına yol açmaktadır. Fakat diğer kaidelerin de dikkate alınmasıyla bir mananın sıhhati veya en azından tercihi ispatlanmış olur ve ayetin anlamı ortaya çıkar. Buna Abdest ayeti olarak bilinen

 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ 1040

ayeti örnek verilebilir. Şii ve Sünni müfessirler arasında bu ayetin


وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِbölümü üzerinde görüş farkı vardır.

Bu ayetin manası üzerinde görüş farklılıkları var1041 ama bizim maksadımız bu ayette geçen “وَأَرْجُلَكُمْkelimesinin irabını incelemek ve onun atfedildiği yeri bulmaktır. Şia müfessirleri onu “بِرُءُوسِكُمْifadesine atfetmişlerdir.1042 Bunun neticesi olarak ayakların da baş gibi meshedilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Fakat Ehl-i Sünnet onu mensup olduğu gerekçesiyle “وُجُوهَكُمْkelimesine atfetmiş ve ayakların da (meshedilmesi değil) yıkanması gerektiğini söylemiştir.

Yukarıdaki konuda Şii ve Sünni müfessirlerin arasında görülen bu ihtilafın giderilmesi ve ayetin sahih manasının bulunması, birtakım karinelere bağlıdır ve bunlardan biri nahiv kaidelerini bilmek ve onun sahih vechini bulmaktır.1043

Belagat İlimleri

Belagat ilimleri, tefsir ve Kurân kavramlarının açıklamasında ihtiyaç duyulan edebi ilimlerdendir. Bugün Arapçada önemli edebi ilimlerden sayılan bu bölümdeki ilimler, başlangıçta Arap kavmi arasında Arap dilinin belagat özelliklerini anlamak için ortaya çıktı.

Tefsirde ihtiyaç duyulan ilimlerin ortaya çıkış sebeplerinde zikredildiği gibi fesahat ve belagat Arap kavmi için sabit iken yabancı kavimlerle kurduğu irtibat ve ilişkiler sonucu sarsıntıya uğradı ve onun riayeti gittikçe zorlaştı.1044 Bu yüzden belagat ilimlerinin tedvin edilmesine başlandı ve Arapçadaki belagatli metinleri, başta (en belagatli metin sayılan) Kurân-ı Kerim’i anlamak için bu ilimleri bilmek bir zarurete dönüştü. Böylece bu ilimler de müfessirler ve Kurân araştırmacılarının vurguladığı tefsirde zaruri olan ilimlerin zümresinden sayıldı.1045

Tefsirde ihtiyaç duyulan belagat ilimlerinden maksat, meani ve beyandan oluşan iki ilimdir. Meani ilmi, Arap kelamından riayet edilmesi halinde, kelamın hal muktezasına mutabık ve konuşmacının beyan ettiği konudaki hedefiyle muvafık olmasını sağlayacak birtakım usul ve kaideleri tanımaktır.1046

Beyan ilmi ise bir mananın beyan tarzının (beyanındaki açıklık ve etkinlik yönünden bu manadan farklı) çeşitli suretlerde anlaşılmasına vesile olan birtakım kaidelerdir.1047

Bedi ilmi her ne kadar belagat ilimlerinden sayılsa da şu bir gerçektir ki; bu ilim, kullanılması halinde sadece kelamın güzelliğini artıracak bir takım vücuh ve meziyetlerden bahsettiğinden mananın anlaşılmasında her hangi bir rolü bulunmadığı için1048 tefsirde ihtiyaç duyulan ilimlerden sayılmamıştır.



İhtiyaç Tarzı

Belagat âlimleri, kelamın fesahat ve belagatini tanımayı, belagat ilimlerinin en önemli ve kapsamlı hedefi saymışlardır. Bu iki ilim (fesahat ve belagat) hem kelam kalıbının akıcı ve güzel görünmesini hem de kelam terkibinin açık ve maksadı ulaştırıcı olmasını sağlar. Hatta bunların sayesinde manayı çok dakik bir şekilde anlatırken dinleyici üzerinde de azami etkiyi bırakarak konuyu onun zihnine yerleştirmek mümkündür.

Bu amaçla konuşmacı manaları beyan ederken kullandığı lafızlar ve terkiplerin akıcı ve güzel olmasına ek olarak muhatapların durumunun muktezasına mutabık bir tabir kullanmaya da dikkat etmelidir. Belagat ilimleri içinden meani ilmi bu görevi üstlenmiş; konuşmacı ve dinleyiciye “meani-yi saneviye/ikinci manalar” diye ifade edilen manaları anlatma veya anlama konusunda yardımcı olmaktadır.

Bir bakıma meani ilminin konusu da olan “ikinci manalar1049 kavramından maksat, konuşmacının asıl konuyu anlatırken muhataplarının durumuna göre açıklama gereği duyduğu bazı noktalardır ve bu yüzden sözünde vurgu, önceleme, hasr, icaz, kasr, mecaz vb… hususiyetlerden faydalanır ve bu şekilde maksadını onlara tam olarak anlatır.

Buna ilave olarak konuşmacı manaların beyanında maksadını en belagatli şekilde, hiçbir sıkıntı ve düğüm olmaksızın dinleyiciye ulaştıracak terkiplerden istifade etmelidir. Bu maksatla beyan ilmi; teşbih, istiare, mecaz ve kinaye gibi çeşitli teknikleri ve anlatım üsluplarıyla, konuşmacıya bu yolla maksadını en etkili biçimde diğerlerine aktarmayı öğretir. Bilindiği üzere bu tekniklerden birini kullanarak bir manayı beyan etmek, aynı manayı direkt olarak beyan etmekten daha etkilidir.1050

Buraya kadar anlatılanlar dikkate alındığında Kurân-ı Kerim’in fesahat ve belagat konusunda en üst merhalede bulunması, tefsirin belagat ilimlerine şiddetli ölçüde manevi ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Kurân-ı Kerim, kendi gerçeklerini açıklarken Arap kavminin beyan üslubunu seçmiştir. Mana, nükte ve inceliklerinin bir kısmını ulaştırmada bilinen üslup ve terkiplerden faydalanmış ama belagat üslubunda cahiliye Arabının edebi tekniklerine benzemekle birlikte Kurân’ın kendine özgü fesahat ve belagatı öyle bir düzeydedir ki vahyin indiği asırda onun surelerine benzer bir sure getirmek mümkün olmamış ve bu acziyet şu anda da mevcuttur.

Kurân’ı okumak ve onun belagat nükteleri üzerinde durmak şunu göstermektedir; Kurân ayetleri, muhataplarının durumunun muktezasına mutabık olmakla birlikte bu ayetler vurgu, takdim, teşbih, istiare, kinaye vb. birçok nükte ve özelliklerle doludur.

Şu çok açıktır ki onlarda gizli olan manaları bulmak için atılacak ilk adım, bunlara ulaştıracak kaide ve tekniklerle aşina olmaktır. Müfessirlerin, tefsire girmeden önce bu ilimler konusunda yeterlilik kazanmanın gereğini vurgulamaları bu hedefin temini içindir ve buna daha önce işaret edildi. Bu teknik konusunda bir hayli donanımlı olan Zamehşeri (467-528 Hicri), Keşşaf tefsirinde birçok noktaya değinmiştir. O, bu hususta şöyle demiştir:

Fakih, fetva verme ilminde ve ahkâmın beyanında kendi emsallerine üst olsa da… mütekellim, kelam ilminde herkese galip gelse de, birçok hikâye ve haberleri hıfzetmiş olsa da… hatip ve dilbilimci her ne kadar bu dallarda kemal haddine ulaşmış olsalar da bunlardan hiçbirisi, Kurân ve onun tefsirine, onun hakikat okyanusuna meani ve beyan ilmini öğrenmeden dalmamalıdır. Kurân’a özel olan bu iki ilim konusunda müfessir kemal haddinde malumat sahibi olmalıdır.”1051

Kurân’daki Belagat Noktalarından Bazı Örnekler

1- Tekit ve üsteleme. Kurân, çeşitli ayetlerde muhatapların haline münasip şekilde beyanını vurgulamıştır. Mesela inkâr emarelerinin görüldüğü yerde ayet vurgulu şekilde gelmiştir. Mesela; “إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ/Şüphesiz, Rabbin gözetlemededir.”1052

 قَالُوا نَشْهَدُ إِنَّكَ لَرَسُولُ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِنَّكَ لَرَسُولُهُ وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَكَاذِبُونَ 

Biz senin Allah’ın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz” derler. Allah, senin kendi peygamberi olduğunu bilir. Allah, münafıkların yalancı olduklarına şahitlik eder”1053 ayetinde de makamın iktizasına uygun olarak üç defa cümleleri vurgulu getirmiştir.1054

2- Takdim ve Tehir ya da önceleme ve öteleme. إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
/Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz”1055 ayetinde takdim/önceleme gerçekleşmiştir ve mamul amilinin önüne geçmiştir. Gerçi takdimin çeşitli amaçları vardır1056 lakin buradaki amaç ihtisas manasıdır.1057

3- İstiare. Örnek olarak; وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْبًا/Yaşlılıktan başım ağardı…”1058 ayetinde istiare sanatı kullanılmıştır. Bu cümlenin normal şekli şöyledir: “Veşte’ela şeybun’ir-Ra’se/Yaşlılık saçımı ağarttı.” Fakat bu yalnızca yaşlanma anlamını ifade eder ve mübalağa manasını taşımaz. Hâlbuki birinci tabirde mübalağa manası vardır ve yaşlılık vesilesiyle başın tümünün ağardığı ifade edilmiştir.1059

4- Teşbih. Kurân’da bolca kullanılan bu teknikten genellikle tavsif ve mübalağa için istifade edilir. Mesela; هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَأَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّ/Onlar size elbisedir, siz de onlara elbisesiniz”1060 ayetinde kadınlar ve erkekler evlilik hayatında birbirlerinin elbisesine benzetilmişlerdir. Müfessirler ayetteki teşbihin vechini beyan ederken faydalı noktalara değinmişlerdir 1061 ve bunların tümü bu belagat tekniğinin bilinmesinin mahsulüdür.

Bunların dışında da Kurân-ı Kerim’de birçok ayette mecaz, kinaye ve diğer belagat tekniklerinin işlendiği ayetler de vardır. Bu noktaları anlamak için belagat tekniklerine aşina olmak gereklidir.1062

Bunun yanı sıra Kurân’daki belagat tekniklerini bilmemek müfessiri ayetlerden istifade noktasında yanlışa düşürebilir. Nitekim bazı müfessirler Kurân ayetlerinden istifade ve istinbat konusunda hataya düşmüşler ve hatta dini inanç noktasında yanlış sonuç almışlardır. Mesela; Allah’ın kudreti, hâkimiyeti veya istilâsı manasının beyanı için kinaye olarak “O’nun elleri açıktır1063, “Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir1064 ve “Rahman arşa istiva etti”1065 gibi ayetlerde geçen “el” ve “istiva” kelimelerini zahiri anlamında kullanarak Yüce Allah için cismani özellikler olduğuna kanaat getirmişlerdir.1066

Zamehşeri’nin ifadesine göre bu ilimden nasipsizlik, onların bu tür ayetlerin tevilinden basiretsiz kalmalarına ve hatta bu ayetlere itiraz edenlere cevap vermekten aciz duruma düşmelerine sebep olmuştur.1067



Yüklə 3,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin