Evliya deneme


Ammâ ahvâl i Seydî Ahmed Paşa



Yüklə 4,3 Mb.
səhifə37/57
tarix17.01.2019
ölçüsü4,3 Mb.
#99316
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   57

Ammâ ahvâl i Seydî Ahmed Paşa;: Kendile­rinin takrîri üzre Abaza kavmi ile Çerâkise mâbey­ninde bir gûne kavm vardır. Dağıstânlar içinde olur. Abazaca ve Çerkesce lisânı bilirler. Sadşe kavmi derler bir şecî‘, yarâr, bahâdır, hırsız kavm i fetâ yiğitlerdir. Bu Seydî Ahmed Paşa anlardandır. Hattâ lehçe i mahsûsu ol kavmden olmasın gösterirdi. Ammâ bu Sadşe kavminin ekseriyyâ ihtilâtları Abaza tâ’ifeleriyledir. Zîrâ Abaza diyârı Karadeniz sâhilinde olmağıla iskeleleri vardır. Dağlarda olan Sadşe kavmi anınçün Abaza'ya muhtâclardır. Bir gün Abazalardan Melek Ahmed Paşa akrabâların­dan Zebhûs nâm-ı benâm nâmdârlar ile Sadşe dağlarına hırsızlığa gidüp Seydî Ahmed Paşa henüz on dördüne bâliğ olmadan Seydî Paşa'yı âlem i sabâ­vetde serîka edüp Melek Ahmed Paşa aşîreti olan (   ) kavm içinde bâliğ olup Abazalar bu Seydî'yi bir gün firâr eder deyü iskelede bâzargâna satarlar. Bâzargân dahi Mısır'a götürüp bir fertûte i Zü­leyhâ yı Mısr'a bey‘ eder. Anda yigirmisine bâliğ olunca cündîlik ve silâhşorluk fenninde ol kadar üs­tâd ı kâmil olur kim yüz yetmiş altı gûne lu‘bede-bâzlığı tekmîl i fünûn edüp ta‘tîl gün­le­rin­de cümle ahâlî i Mısr, hâric i Mısr'da mastabalarda cirîd oy­narken at üzre kırk sekiz gûne san‘at ile kırkar elli­şer dirhem tüfenk atmak ve kırk adım yirde at sıçra­dup rûy i arzda üç kelle postu urup ol teng ma­halde üç kerre üç silâh icrâ etmek ve Kavak meydâ­nında altun topa ok ve kurşum atmak ve urmak, tutmak ve kapmak ve asmak ve basmak ve at üzre yay kurup yasmak misillü ma‘rifetler ile şöhre i şehr i Mısr olup nâmdâr bir server olur. Hikmet i Hudâ mezkûr fertûte hâtûndan bu Seydî Paşa'yı (   ) (   ) bir kâşif alup bender i Süveyş'den bahr i Kulzum içre gemiler ile bender i Cidde'ye giderken bi-emr i Hudâ Şap deryâsında talattum ı deryâ ziyâ­de­siyle cûş [u] hurûşa gelüp cezîre i Hasan kurbunda Seydî'nin gemileri gark olup cümle âdemler helâk olup ancak Seydî bir tahta pâresiyle bir gün bir gice rûy ı deryâda şinâverlik edüp âhir leyle i Kadr'de kadre uğrayup beyt:

Be-deryâ der menâfi‘ bî şümârest

Eger hâhî selâmet ber-kenârest1

deyüp Müveylih nâm bir kal‘aya düşüp anda bir kaç gün ikâmet bulup bir beddîyeye gömlek ile elinde bir nobut ile azm i Mısır deyüp bir refîk dahi kendi tabî‘atine münâsib "Evvelü'r-refîk sümme't-tarîk"2 fehvâsınca bir refîk ı yâr ı sâdık bulup iki kişi deşt i hâmûn çölistân bu­dur deyü kat‘ ı menâzil ederken bir gün bunlara üç Arab at bırağup "Işlâh yâ arsate Karamânî"3 deyüp arkalarında olan kamîsların almak ister. Seydî eydür "Rûh annî yâ arsa hayyâl"4 dedikde Arabın biri Seydî'ye sinân havâle edince hemân Seydî cüst ü çâpük ve çâlâklık edüp bir san‘at ile Arabın elindeki cıdası zerkinden rehâ bulup Arabın kellesine eyle bir nobut ı kavvâsî urur kim Arabın kellesi Adana kabağı gibi hor olup tarfetü'l-ayn içre Arabın kısra­ğına Seydî süvâr olup Arabın cıdasıyla ol ân o bir iki Araba amân verme­yüp elindeki nîze ile iki Arabı dahi atlarından ak­darup üçünün dahi kellele- [335a] -rin beden­lerin­den cüdâ edüp üç aded urbânın esbâbların Seydî ve refîki olan Seydî Alî giyüp at sâhibi ve silâh sâhib­le­ri olup bir atı dahi yedeklerine alup yigirmi yedi gün Urbân ile ceng [ü] cidâl ve harb [u] kitâl ederek iki yiğit on bir re’s Arab kü­heylânı kısraklar ile Mısır'a geldiği hâlâ dâstân ı dûstândır. Kaçan kim bu Seydî Paşa bu çöl i çölistâ­nda Urbânlar ile ceng [ü] cidâlin ve Bahr i Kul­züm'de gark olup çekdiği âlâm-ı şedâ’idin ve Kasîre kal‘ası altında Abâbide Arabıyla cengin ve Elvâhât altında Za‘ğâ‘ Urbânıyla harb [u] kıtalin nakl etdükde âdemin aklı giderdi. Ba‘dehû Mısır'da (   ) (   ) hizmetinde olup Sultân İbrâhîm Hân'a Mısır cündîleri lâzım oldukda emr i şerîf ile (   ) Paşa on iki aded cündîler ile der i devlete bu Seydî Paşa'yı İbrâhîm Hân'a gönderüp ibtidâ Harem i hâsda seferliye, andan haftân altı ta‘bîr etdükleri merte­beye kadem basup andan nâm [u] şânıyla Hâ­sodaya girüp niçe kerre cirîdinin darbından ba‘zı cündîler hasm olup helâk oldular. Bir gün İbrâhîm Hân: "A Seydî! Benim musâhib­lerime sakın cirid vurma" buyururlar. Seydî eydür: "Valaha pâdişâ­ham! Onlar beni vururdur. Beni de onları hap vururdur. Cilîde horta yokıdır. Onlar beni baş vurursa, ben onları diş vurur" deyü Abazaca lehce i mahsû­siyle kelimât etdiğinden İbrâhîm Hân bin altun ve bir semmûr hil‘at i fâhire ihsân edüp masıtcıbaşı mertebesinde bıçaklı olur. Hikmet i Hudâ bir gün Çemensofa nâm meydân ı ma‘rekede cirît oynar­ken musâhib i şehriyârîlerden bir kaçı cirîd hamlesi teklîfinde Seydî ile azğaşup Seydî dahi birin avla­yup cirîd ile atından yıkup ol sâ‘at musâ­hib cân ve­rir. Ana kafadâr olan, Seydî'ye atamadan cirîd urunca hemân Seydî ana dahi at yıkup dizgin aşrı bir cirîd-i haşeb-meşe i pür-endîşe tarb ederse ol dahi atının tırnağına ser-nigûn [ve] ser ber-zemîn olup âbdestsiz secde edüp hele ânî çehresinde ansız meyyit i müteharrik kaldırup Sarây ı hâssa timarhâ­nesine götürdüklerinde hemân Sultân İbrâhîm Hân gazab-âlûd olup "Tiz Seydî'yi dahi bu meydânda atın­dan yıkup katl edin" deyü fermân edince huz­zâr ı meclisde olan musâhib i munsıflar eydür "Pâdişâ­hım! Hâlâ Seydî at üzre, başı kaba gözleri kızarmış ve ejder i heft-sere dönmüş, el gaddâreye urmuş ve uyluğunda on iki nîze i Dahhak'dan nişân verir hıştları dizmiş. Şimdi bir ânî katl edin deyince anı bu mahalde atından bin âdem indiremez. Çok âdem helâk edüp huzûr ı pâdişâhîde çok bednâmlık olur. Pâdişâhımdan ricâ ederiz, bir damla kanın afv edüp ba‘de zamân hakkından gelesiz" deyü ricâ ederler. Ricâları hayyiz i kabûlde vâki‘ olmayup yine Sul­tân İbrâhîm Hân dibelik âteş-pâre olup "Benim hu­zûrumda musâhiblerim öldürdü. Ben anı sağ kor muyum? Husûsan tenbîh etmişim kim benim musâ­hiblerimi vurma demişim", "Pâdişâhım! Bu meydân ı ma‘reke(d)e musâhib yüsâhib yeri değildir. Âr mey­dânı değildir, er meydânıdır. Bunda vuran, vurulan, ölen öldürülen birdir, kânûn ı Âl i Osmân budur ve bu cirîd cenginden bir şu’bedir" deyü niçe gûne hüsn i ta‘bîr ve tevcîhler etdik­le­rin­ce hünkâr musırr olup "Elbette katl edin" deyince beri tarafda Seydî'nin muhibb-i sâdıkları dilsiz işâ­reti edüp hemân Seydî at boynuna düşüp Çemen­sofa'dan fi­râr edüp Hâsâhûr kapusundan taşra çıkup andan Bâb ı Hümâyûn'u çıkup şehr i azîm İslâmbol içre güm-nâm olup bir köşede karâr edüp niçe musâhibler ricâ edüp bir kaç günden sonra Sarây ı hâsdan Çâş­nigîrbaşı pâyesiyle Sarây ı hâsdan çıkmış oldu. An­dan Budin'de Siyâ­vuş Paşa'ya gidüp Sa­me­torna san­câğın ihsân edüp Kopan sancağı ne­vâhî­le­rin­de ve Balatın gölü kenarında kal‘a i Fok ve kal‘a i Kemînvar ve kal‘a i Ekrivar küffârının Zer­rin­oğlu ve Yeganoğlu küffârlarıyla şeb [u] rûz ceng [ü] cidâl ve harb [u] kıtâl edüp Orta Macar diyârına vâveylâ salup şebhûnlar ile dâr ı diyârlar ve dârü'l-bevârların harâb u yebâb edüp güzîde Macar dilîr­le­ri ve kapu­danların esîr edüp kâfiristân Hıristi­yân­la­rı­na mâtem salardı. Ba‘dehû Üstolni-Belgrad san­ca­ğı­na muta­sarrıf olup tâ nehr i Raba ve nehr i Rayçe ke­nar­la­rına varınca çapgunlar salup mâl ı ganâ’im­ler alup kal‘a i Tata ve kal‘a i Papa ve kal‘a yı Pires­pirim ve kal‘a i Çobaniçe ve kal‘a i Ni‘met i Uy­var ve kal‘a i Senmartin ve kal‘a i Yanık ve kal‘a i Kom­ran nevâhîlerden aslâ bir küffâr baş çı­kar­mağa kâdir olmayup Nemse Çasarı bir kaç kerre "Sulha muğâ­yir Seydî Paşa iş eder" deyü der i devlete arz etdi. Âhir kâfirin Pirespirim kal‘asının ka­pu­danıyla hasm olup Üstolni-Belgrad'ın ale'l-gafle yetmiş aded "Benim dîger [335b] nist" diyen müşvârı belli çete ve söz sâhibi başı telli yiğit ile nısfu'l-leylde çatal atlar ile çıkup doğru kal‘a i Pirestpirim kurbuna vardıkda altmış beş yiğidi bir hıyâbân içre pusuya koyup Seydî ile beş yiğit-i yekke-süvâr kal‘a i Pires­pirim kapusu şems i âteş-tâb kulle i felekden baş gösterdikde kal‘a kapusu, küşâde olunca kal‘a ka­pudanı kal‘a kapusunun iç yüzünde elinde asâsıyla niçe yüz kâfir karşusunda el kavşurup sabâh dîvâ­nında hükm i hükûmet ederken hemândem Seydî Paşa handak üzre cisrden at koparup kapudana bir hışt ı pehlivânî ile urur kim terzi iğnesi atlâsdan gü­zer eder gibi kâfirin sîne i pür-kînesinden geçüp sâ’ir küffârlar derûn ı kal‘aya firâr edüp beş atlı kal‘a içre meymene ve meysere küffârları kırarak kapu­danın başın Seydî kesüp ve on yedi kelle dahi kesüp bî-bâk ü bî-pervâ kal‘adan taşra çıkup giderken kal‘adan toplar atılup cümle küffâr atlanup üç yüz mikdârı küffâr Seydî Paşa'yı kovarak Seydî pusuyu geçince kemîngâhda olan altmış beş nefer gâzîler bir ağızdan "Allah Allah" deyüp üç yüz kâfire kılıç korken Seydî dahi gerü dönüp "Koma kurdum" deyü üç yüz kâfirden yüz ellisini dendân ı tîğdan geçirüp ellisi firâr edüp yüz aded kâfirleri üç aded kapudanlarıyla kayd-bend esîr edüp mürdele­rin âlât ı silâhlarıyla ve küheylân katana Sene Martin atlarıyla ertesi ale's-sabâh kal‘a i İstolni'ye dâhil olup ertesi Siyâvuş Paşa'dan bir semmûr hil‘at i fâ­hire ve bir çeleng ve bir murassa‘ zeynli at ve üç kîse nakd i murâd ih­sân geldi. Günden güne Seydî Paşa serhadd i Ka­ni­je'de ve Budin ve Egre'de iştihâr bulup nâmdâr ol­du. Bu Pirespirim kapudanın ve bu kadar küffârı kır­dığın Nemse Çasarı pâdişâha bildi­rüp gördüler kim sulha mugâyir Seydî işler ediyor. Ammâ ne çâre, âhir sene (   ) târîhinde Revân tara­fında kızıl­ba­şın isyân [u] tuğyâna müte‘allık işleri şâyi‘ olup Sadrıa‘zam Sâlih Paşa, Defterdârzâ­de'ye eyâlet i Erzurûm'u ve Seydî Ahmed Paşa'ya İspir-Tortum sancağın ihsân edüp Acem serhaddinde ne işlerlerse işlesinler deyü istimâletler verilüp sa‘â­detlü pâdi­şâh ı Cem-azamet Sultân İbrâhîm Hân, Seydî Ah­med Paşa'nın defter i cerâyimine nazar etmeyüp huzûrunda musâhiblerin katl etdüğünü afv edüp bir kîse altun ve bir otâk ı nüh-tâk ve on katar-ı katır ve on katar şütür bariyle ihsân edüp tuğ ve tabl [u] alemlerin mücedded hazîne­den cümle levâ­zı­mâtın ve yedi küheyl at bisâtlarıyla yedek atların ih­sân edüp "Beni sevenler Seydî Paşa'ma ri‘âyet ey­lesiz" deyüp Seydî Paşa'ya hayr-du‘â edüp arkasın İbrâ­hîm Hân yepeleyüp "Yürü Allah işin onara, göre­yim seni. Acem serhaddinde niçe gazâlar edersin" deyü Tortum sancâğına gönderüp Üskü­dar'a çık­dıkda cümle vezîr ü vüzerâ ve a‘yân [u] ki­bâr ı İslâmbol'dan ol kadar bisât u mal [u] menâl geldi kim Seydî Paşa bir vezîr dârâtı kadar aza­met [u] dârâta mâlik olup mükemmel kapusuyla kat‘ ı me­nâzil Tortum sancâğına gidüp kal‘a i Şuşik gazâ­sında ve Gönye ve Mikrilistân fütûhâtlarında cihân cihân görüşüp rûz-merre cemî‘î ahvâline vakıf ı es­râr idim. Zîrâ Defterdârzâde Mehemmed Paşa efen­di­miz kendüyi gâyetü'l-gâye sevip Tortum san­ca­ğı­na gönder­me­yüp ekser evkâtda Seydî Paşa ile soh­bet i hâs edüp mâh-be-mâh birer kîse ceyb harcı ih­sân edüp Erzurûm'da sâkin olup bu hakîr de ol tak­rîb ile âşnâlık kesb edüp niçe zamân hakîr ile hüsn i ülfet ederdik.

Hattâ cirîd meydânında hakîre latîfe yüzünden bir cirîd atup yüzüme isâbet edüp dörd aded dişlerim boğazıma dıkup Defterdârzâde efendimiz hayli müte’ellim olup dörd dişimin kısâ­sına karşılık bir kîse cerîme ve bir küheylân esb i fetâh bile cerîme verüp sulh olduk. Ammâ Hazret i Kur’ân ı Azîmi ve Furkân ı Mecîdi tilâvet ederken mehâric i hurûfun savt ı sağîr ile edâ olunur, sîn ve şın ve sâd ve zâ ve dâl misillü hurûfların kemâ hüve hakkahu edâ yı mehâric i hurûf edemez ol­duk. Ammâ dişlerim kırdığı yine Seydî Paşa'ya helâl olsun. Yedi küheylân at ve yedi Gürcî gulâm ve iki kîse ve niçe hil‘at ı fâhire ihsânlarını görmişim, bir sahî, sâhib i kerem ve gıll [u] gışdan berî ve kîn u kibr u buğz adâvet u hased ü nifâkdan müberrâ bir halûk ve halîm ve selîm ve garîb-dost ve sebük-rûh ve sâde-dil ve saf-derûn ve tevâbi‘ u levâhık-perver, asker-keş ve adüv-küş ve server-i hünerver ve dilâver, er kişi idi. Gerçi ilm u fazîlet u bâhire sâhibi değil idi, ammâ şehbâzlık ile kuvvet i kâhire sâhibi bir Arab evli Hâtem i Tây-meşreb deryâ-dil ü hoş-sohbet ve sebük-rûh [u] hoş-ışret [336a] merd i meydân, fârisü'l-hayl, pehlivân ve zekiyyü't-tab‘ [ve] hâkim i cerrî kimesne idi. Ve cemî‘î menâhîden müberrâ, pâk-i‘tikâd müslim ve muvahhid ve mu­hibb i ulemâ ve sulehâ ve muhibb i guzât ı müsli­mîn ve mücâhid-i fî-sebilillahdır. Gerçi herkes ile hüsn i ülfet içün güler ve oynar ve sarık bozup gü­leş eder ve murâdı üzre satranc oynarken piyâde yerine şâhı verüp atı fil gibi oynardı. Şahı vezîr yerine verüp "ben sağ olayım" derdi. Bu dahi lâtîfe gûne bir hüsn i hulku idi. Ammâ cümle ah­lâk ı hamîdesiyle muttasıf olduğundan memdûh şey-i garîb gurebâya at ve bisât ve ihsân u in‘âm edüp çerâğ etmesi ve bây u gedâya ni‘meti dâ’imâ mebzûl olması cümle evsâf ı cemîlesinden memdûhdur. Hudâ cümle müşkil işlerin âsân ide.



Evsâf ı ahlâk ı Ketağaç Paşa; (   ) (   ) (   ) perveriş bulmuş Boltakay kabîlesinden Çer­keziyyü'l-asl yarar ve nâmdâr ve şecî‘ ve dilîr bir mîr-livâ idi. Şam-ı Tarabulus hâkinde ekseriyyâ Hama ve Humus sancaklarına mutasarrıf olup Urbânın ol taraflarda ırkın kesmiş bir paşa idi. Âdil ve re‘âyâ-perver, asakir-kes server ve dilâver idi. Ammâ aslâ Türkçe bilmezdi. Hemân kılıç u at ve zırh u mu‘teberât bilirdi. Hattâ Humus hâricinde nehr i Âsî kenarında Çöl Urbânın kırup hâlâ üstühânları püşte püşte yığılup "Ketağaç Paşa Depesi" nâmıyla ma‘rûf bir kemikden depedir. Ve bu Ketağaç Paşa'nın hânesi Antakiyye şehri içre bir sarây ı azîmdir. Kapusunda hân zencîri gibi zencîr çekilmiş idi. Bir kerre Antâkıyye hâricinde Urbân geldi derler, hemân atına tevâbi‘leriyle süvâr olup sarâyı­nın kapusunda zencîri küşâde etmeğe bevvâb bulmayup hemân Ketağaç Paşa dal-kılıç olup zencîre eyle bir satûr ı Ketağaç urur kim hâlâ zencîrin pâreleri bâ­bının kemeri üzre maslûb durur. Âyende vü revendeye temâşâgâh makdûr ı beşer değildir. Ve bizimle bu sefer i zafer-me’ser olan Gönye gazâsında ve Mikrilistân nehb ü gâretinde etdüğü yararlığı bir er etmemişdir. Hudâ cemî‘î murâdât [u] maksûdın hâsıl ide.

Ammâ Menâkıb ı Deli Dilâver Paşa;: Fâtih i Bağdâd Sultân Murâd vezîri Kara Mus­tafâ Paşa dahi Yeniçeri Ocağında ta‘lîmhânecibaşı iken bu Dilâver Paşa anın mem­lûklerinden Gürcîyyü'l-asl Açıkbaş kabîlesinden deli-dolu Deli Dilâver nâm bir server iken Kara Mustafâ Paşa sadrıa‘zam oldukda ibtidâ bir tuğ ile bu Dilâver Paşa'ya Tortum sancağın ihsân edüp ba‘dehû Tortum, Seydî Paşa'ya ihsân olun­dukda ma‘zûlen Şuşik kal‘ası fethinde ve Gönye fethinde ve Mikrilistân nehb ü gâretinde bulunup ol di­yâr hâki olmağıla Mikrilistân'dan hayli zî-kıymet üsârâlar destine girüp hayli küffârı den­dân ı tîğdan geçirüp bahâdırlıklar etdi. Hîlesizce deliy-yi veli şekilli âdem idi.

Ammâ hîn i ma‘re­ke­de gözün çöpden ve budakdan sakınmaz fârisü'l-hayl ve cündî ve tü­fenk-endâz ve ke­mân­dâr ve yarar er idi. Ammâ cümleden hikâye i udhıkesi oldur kim; bir kerre Re­vân hâ­nı tarafından Tokmak Alî Hân nâmında bir nâmdâr ve müte‘azzım, azîm tuhaf u te­fâ­rûklar ile hedâyâlar getirüp muhabbetnâmeli bir elçi geldi. Ve Paşa efendimize cemî‘î he­dâ­yâ­la­rın arz ı kâlây kılup her metâ‘ları makbûl ı vezîr olup kârhâne işi şâh kılıçlarından bir mü­cevher ve murassa‘ gılâflı bir şemşîr i zer-nişân verdi kim hakkâ ki şemşîr i âteş-tâb idi. Elçi dahi bu tîğı uryân kılup paşa huzûrunda ol kadar kılıcı mahtadı kim gûyâ ol şem­şîr Sey­fü Zül-yezen idi. Paşa dahi mezkûr Deli Dilâver Paşa'ya hitâb edüp eydür "Paşa karın­daşım! Kılıcın yahşîsin­den tanır mısın?" dedi. Paşa dahi "Kılıcın eyisi diş tutmayandır, göreyim şu kılıcı" dedikde, kılıcı paşa­nın eline verdiklerinde heman kılıcı dişiyle kütür kütür kırup "Şey değil imiş", deyü meydân ı muhab­bete bırakdıkda fakîr elçi Tokmak Hân, âlem i hay­retde bî-cân kalup kılıcı medh etdüğüne peşîmân oldu. Ba‘de't-ta‘âm Dilâver Paşa'ya mah­sûs kâse­siyle bir kâse kaynar kahve gelüp bir demde yek­lemeden nûş ederdi. Ba‘dehû buhûr ve gülâb gel­dükde gülâbı nûş edüp râyiha i tayyibe­den sonra buhûrdânın kapağın açup cümle âteşleri tenâvül etdüğüne elçi hayrân kalup eydür "Sultân­ım! Bunların ism i şerîfleri nedir?" dedi. Defter­[dâr]­zâde eyitdi: "Dilâver Paşa karındaşımız­dır" dedi. Elçi eydür "Yoh bunlara Semender Paşa demek gerekdir kim âteş yimek murg ı semen­dere mah­sûsdur" deyü vâfir latîfe-gûne şakalar olundu. Ammâ bu Dilâver Paşa dahi şecî‘ ve gâzî i yektâ idi. Vonık Ahmed Paşa kapudan iken Kara Foça cenginde etdüğü yararlık­ları Bîjen ü Şağat etmemişdir. [336b] Hamd i Hudâ böyle gâzî ve mîr i mîrânlar ile niçe gazâlarda bulunduk, tekabbel yâ Kadîme'l-ihsân.

Lâkin Seydî Ahmed Paşa cümleden şecî‘ ve bahâdır ve zor-âver, server [ve] dilâver ve ince belli, yassı yağ­rınlı, kıtîfleri vâsi‘, bâzûları kalın, par­mak­ları iri ars­lan pençeli idi, ammâ mah­bû­bu'l-vech değil idi. Mı­sır'da mezkûr hâtûnun abd i müşterâsıy­ken çiçek çı­karup bir hâne i muzlimde üç ay zelîl [ü] zebûn girde-bâliş i muhadde üzre nâliş edüp çiçeğin yer­lerin nâhunlarıyla koparup vech i mü­nev­veri dâne dâne çiçek nişâneli olup esmerü'l-levn, melîhu'l-manzar, hande-rûy, mahbûbü'l-kulûb idi. Dîn i mübînin avânı, zamânın Rüstem i Sâm-akrânı, mey­dân ı ma‘rekenin fâris [ü] pehlivânı idi. Hafazekal­lahu Te‘âlâ.

Der-sitâyiş i veliyyü'n-ni‘am Defterdârzâde Mehemmed Paşa;, sellemehullah. Defterdârzâde Mehemmed Paşa efendimiz ol vezîr i dilîrdir kim sene (   ) târîhinde Sultân Murâd Hân ı Râbi‘in defterdârı keremkâr Mustafâ Paşa'nın nûr ı dîdesi idi. Pederleri Bosnaviyyü'l-asl Hersek sancağında Novesin nâm kasaba i hâk i amber-i pâkden gelüp Ekmekçizâde Ahmed Paşa hizmetinde olup Sultân Ahmed Hânî'de başbakıkulu, andan Murâd Hânî'de müstakil defterdâr paşa oldu. Ba‘dehû sene (   ) mâh ı Şa‘bân ı mu‘azzamının yigirmisinde Sadrı­a‘zam Receb Paşa ve Şeyhülislâm Hüseyin Efendi telkîniyle Yeniçeri Ağası Hüseyin Halîfeyi ve Mûsâ Çelebi kim musâhib i şehriyârî idi, anı ve Defterdâr Mustafâ Paşa kim efendimiz Mehemmed Paşa'nın peder i azîzidir, bu üç mazlûmu kul eşkıyâları bi-gayr i hakkın katl edüp Defterdârı Atmeydânı'ndaki çınar ı müntehâya habl i tavîller ile sinirinden baş aşağı salb etdiler. Ve niçe mazlûmun hûn ı nâ-hak­kın Atmeydânı'nda beyâz kar üzre döküp vücûd ı insân, kar ile yeksân olup Atmeydânı'yken et meydâ­nı olup azîm gulgule ve fitne ve fesâdlar olup efendimiz Defterdâr Paşa'nın Süleymâniyye'deki sa­râyın ve Hisâr'daki yalısın nehb ü gâret etdiler. Efendimiz Mehemmed Paşa bu sa‘îd, şehîd [ve] maslûb ı pâ Mustafâ Paşa'nın ferzend i ferhunde-ahteridir. Vâlidesi, efendimiz Melek Ahmed Paşa'­nın akrabâlarından olmağıla bu hakîrin dahi vâli­de i müşfikamız ile hâlite-duhterleri idi. Mehemmed Paşa efendimizle üns [ü] ülfetimiz ol ci­hetdendir. Kendüler Süleymâniyye'de müte­vellid olup hâk i İslâmbol'dandır. Rûznâmeci İbrâhîm Efendi, paşayı on dördüne bâliğ iken hıfz [u] hırâset ile terbiye edüp ilm ü kemâl ü ma‘rifet sâhibi olup bir pençe i âfitâb, nûr ı İlâhî bir civân ı mâh-tâb idi. Pederlerinin çerâğ ı efrûhtesi Hasan Beğ terbiye ile kûşe-be-kûşe pinhân ederek sâhib i rîş olup bir tüvâ­nâ fetâ yı âlî-vakâr idi. Cemî‘î ulûmdan haberdâr olup ilm i kitâbet ve ilm i inşâda ve ilm i lûgatda ve ilm i arûzda bahr i ma‘ânî ve erbâb ı ma‘ârif sil­kine münselik olup Kara Mustafâ Paşa kendülere Kâğız emâneti ihsân edüp erbâb ı dîvân­dan olup üst hil‘at ile sâ’ir hâceler gibi dîvân kurar­dı. Ba‘dehû Anadolu muhâsebecisi olup İbrâhîm Hân cülûsu evâ’ilinde serbevvâbân ı dergâh ı âlî {olup} cümle kapucubaşılara tasaddur edüp ser-efrâz [u] mümtâz ı cihân oldu.

Ba‘dehû Sâlîh Paşa, Civân Kapucubaşı vezîrin azlinden sonra sadrıa‘zam olup paşaya yeniçeri ağalığı ihsân edüp ağalığı kabûl etmeyüp Erzurûm eyâletin ihsân eyleyüp bu hakîr dahi karâbetimiz takrîbiyle ma‘an gitmeğe me’mûr olup hayme ve hargâhımızı ve bâr ı bengâhımızı ve üç at ve bir Gürcî gulâm ı memlûk ve bir yorga mu‘teber at ve üç yüz guruş ihsân edüp Sadrıa‘zam Sâlih Paşa dahi bu hakîre iki yüz altun ve bir semmûr kürk i nazîf ihsân edüp kat‘ ı menâzil ve tayy ı merâhil ederek bâlâda tahrîr olunduğu üzre yetmiş günde kal‘a i Erzurûm'a dâhil {olup} adl-i adâletle cemî‘î re‘âyâ vü berâyâ âsûde-hâl oldu­lar. Ammâ intihâ i serhad­lerde olan Acem hânları ve sultânları ve Gürcîstân ve Mikrilistân beğleri as­kerinin çoklu­ğun­dan hazz etmeyüp her bâr her ta­rafdan hedâ­yâlar ile nâmdâr elçiler gelirdi. Dârât [u] azametde ve mehâbet ve salâbetde ve vecîh [u] melâhatde ve zarâfet u felâhatde bî-nazîr bir vezîr i dilîr idi. Ve vecâhet [ü] nümâyişi bî-mânend bir şehbâz [u] şehlevend, fârisü'l-hayl, meydân ı bezm [ü] rezm i arbede-gîr bir şîr i dilîr, cemî‘î bisâtı uy­ğun ve bâzûsunda bâz [u] toykun ile şikâr-bâz, şeh­bâz, ser-efrâz [u] mümtâz vezîr i mahbûb [u] dilir Âsaf ı Berhayâ-vâr bir halûk [ve] kerîmü'ş-şân vezîr idi. Anın mat­ba­hında tabh olunan ta‘âm ı ni‘met i nefîse i sük­kerîyi bir vüzerâ sofrasında görmedim, illâ Bayrâm Paşa merhûmda görüp dâhil i meclis olup ni‘metin tenâvül etdik.

Ammâ bunun âlât ı bi­sât-âvânîsi, sîm sinileri ve sîm suhûnları ve yüz aded Mertebânî [337a] ve yüz aded fağfûr ı çînleri ve sâ’ir zerdûz makramaları ve peşkirleri ve sîm [ü] zeheb-mutallâ taşt u abârîkları ve gülâbdân ve buh­ûrdânları ve cemî‘î eşribe kâse­leri bir vüzerâ sofra­sında görmedim. İllâ Cânpolâd­zâde Mustafâ Paşa, kapudan iken meclis i şerîfine dâhil olup ânı dahi ankâ-sıfat bir kevkeb ü baht [u] sa‘âdet sâhibi pâk akl ı Aristo vezîr i dilîr gördüm. Rahmetullahi aleyh.

Bu Erzurûm'da Tabanıyassı Mehemmed Paşa şehîd edüp Erzingân kapusu hâricinde Deveçeşmesi cenbinde medfundur. Rahmetullahi aleyh. Ammâ bu Mehemmed Paşa efendimizin ta‘âmı anlardan vefret üzre tabh olunup cemî‘î zamânda sefer u ha­zarda matbahına asel ve mî‘âd sükkeri girmemişdir. Cümle Şâm'ın nebât ı hamavî ki katu şekeridir, zülbiyyât [u] hulviyyâtı ve baklavası ve pâlûdesi ve muhallebisi ve sayf [u] şitâda üçer kâse gûnâ-gûn hoş-âbı cümle Şâm nebâtından idi. Ve cümle sefer­lerde bile şeb [u] rûz yigirmişer fağfûrî sâfî tereyağlı muttabak böreği ve çöreği ve mümessek ta‘âamı memdûd idi. Ve bunda olan âlât ı âvânî-i sımât ı zî-kıymet bir vezîrde yok, bî-kıymet [ü] pâk eşyâ yı âvânî­leri vardır. Ve sofrabaşı hizmetine me’mûr reşîd ve necîb, mümtâz [u] müstesnâ, cüst ü çâpük-i çâlâk pençe i âfitâb, şîb ü zerbâfa müstağ­rak huddâmları vardır kim her biri birer işgâle meş­gûl me’mûr gıl­mân ı hâsları vardır. Ve bir hasleti dahi bu idi kim matbahında cümle kırk aded aşçı var idi. Yolda olsa yigirmisi konakcıyla ileri gider, anlara halîfe-i baş olurdu. Yigirmisi gerüde aşçıba­şıy­la gerü kalup ba‘zı menâ­zilde âb ı revânlar sâhi­linde meks edüp sayd [u] şi­kâr olunan mâhîleri ve vahşî âhûları ve keklik ve turrâc ve süğlün ve çili ve gayrı şikâr olunan eşyaları bişirirlerdi.



Bu mezkûr aşçıların mîrîden yigirmi aded sarrâcları aşbâzların atların eğerlerdi. Vay ol aşçının hâline kim at eğerliye. Hemân hâzır bulup süvâr olurlar. Ve beş aded mîrî seyisleri var idi. Ve cümle aşçılara on tengtar çadır ve on nefer çadır mihteri var idi. Havar ol aşçının hâline kim at eğerleyüp at timar edüp çadır kurup boza ve odun pâreleye. Başka âteş-bâzları var idi. Ve ekseriyyâ aşbâzların elleri eldivanlı idi. Tâ bu mertebe pâk gezerlerdi. Zîrâ nâ-pâk olsalar yüz deyenek yemek mukarrer idi. Ammâ yılda iki kerre yıllık bâz-gûnları serâpâ beyâz sâdelere müstağrak olurlardı. Iydiyyeleri serâpâ sâye çuka ve atlas ı fâhire i gûnâ-gûn idi. İç ağa­larına ne vech üzre libâs verilirse cümle kırk aded aşbâza eyle libâs ihsân olunurdu. Zîrâ çoğu kendi memlûkları idi. Üç ayda bir ulûfeleri çıkup aşçı­başıya yevmiyye birer guruş, halîfeye nîm guruş, hamurcubaşıya ve kebâbcıya ve yahniciye ve dat­lıcıya ve çorbacıbaşıya hâsıl ı kelâm yedi üstâda birer rub‘ yevmiyye, mâ‘adâsına onar akçe yevmiyye, ama çenci başıda bir katar deve yükü kâseler ve fağ­fûrîler ve Mertebânîler olmağıla başka cerge sâhibi olup taşra kilârcıbaşı cergesiyle ve vekîl-harc ağa cer­gesiyle ve ekmekçibaşı cergesiyle ve matbah emîni cergesiyle ve çâşnigîrbaşı cergesiyle cümle kara­kollukcular ağaları ve aşçıbaşı cergesiyle ard kapu tarafında konup bu mezkûr ağaların aşçı­başıdan mâ‘adâsının birer rub‘ yevmiyye ulûfeleri var idi. Ve cümleye üç ayda bir peştemâlları ve sa­bunları ve pâbuçları ve mestleri ve siyâh tomakları verilirdi. Ve her aşçı isti‘dâdına göre bir lezîz ve nev-peydâ bir ta‘âm getirse ana ihsân olunurdu. Ve dolmacı ve kıymacı ve köfte kebâbcıların balık ağından yapılmış sık çadırları var idi. Eti ol ağ çadır içinde koyup aslâ sinek giremezdi. Ve her ta‘âm çıkdıkca cümle Mertebânîler ile vekîl-harc ağa ve çâşnigîrbaşı ve aşçıbaşı ve başhalîfe ve kebâbcıbaşı ve hamurcubaşı ve çorbacıbaşı bunlar paşa huzûrunda pâk mülebbes ve muhteşem hançerleri ve çifte zencîrli bıçaklarıyla sofra başına hâzır olup dururlar. Bir ta‘âmı beğenmese anlara ıtâb ederdi. Ve her mansıba varsa ibtidâ atdan nüzûl etdiği gibi dîvânı savup sarâ­yın hammâmın ve hazîne ve kilârı ve iç ağaları hücrelerin seyr [ü] temâşâ edüp herkesi yerli yerince yerleşdirüp andan piyâdece matbaha girüp gö­rürdü. Eğer müsellemin matbahı imâr etdüğün be­ğenmediyse ol matbaha neccâr ve bennâlar üşürüp eyle ma‘mûr u müzeyyen beyâz kıbâblar ve her üstâda birer dezgâh yerleri edüp gûyâ matbah ı Keykâvûs ve matbah ı Ba‘lbek i Süleymân ederdi. Cümle der-i dîvârları ve bacaları ve kırk elli aded ocakları beyâz kireç ile sığayup dürr i beyz-âsâ etdirirdi. Ve iki üç günde bir ale'l-gafle matbahı ba­sup gayrı âdem görse bir aşbazın esbâb [u] eskalin ve tırnakların [337b] ve sâ’ir âlât ı bisâtı ve matbahı nâ-pâk görse ve birinin camedânında kirli esbâb görse vây aşçıbaşının haline! Vây eli, kolu ve tırnak­ları kirli aşçının hâli ve ahvâline kim iki yüz kızılcık deyeneği hoşâbın, aşçıların tabanında pişirüp içir­mek mukarrerdir. Camedânında ve eyninde pâk u pâkize esbâbların görse ihsân u in‘âmlar edüp ulû­fe­sine te­rakkîler ederdi. Âlem i sabâvetden berü hilkati böyle pâk olmağıla şöhre i şehr olmış idi. Cümle iç ağavâtları ve dış ağavâtları dolu cümle böyle pâk ü pâkize ağavâtlardır. Ve rûz-merre sefer ve hazarda ale's-sa­bâh tahte'l-kahve yigirmi fağfûrî mümessek ve sük­kerî ta‘âmlar gelüp râyiha i tay­yi­besinden âdemin demâğı mu‘attar olurdu. Ve yine ale's-seher yedi yire dahi onar fağfûrî kahvealtı ta‘âm çekilirdi. Ve hazînedâr ve silâhdâr ve çukadâr ve nişâncı ve mü­hürdâra ve'l-hâsıl yedi iç ağaları mertebe sâhiblerine beşer sahan kahvealtı ta‘âm çıkup anlar ile cümle iç ağaları tahte'l-kahve futûr ederlerdi. İmâm efendiye ve bu hakîr Evliyâ'ya ve iç mehterbaşıya ve çalıcı mehterbaşıya ve kapucular bölükbaşısına dahi tah­te'l-kahve giderdi. Ammâ masrûfları çok idi. Ve herkese keremkârlık ederdi. Dâ’imâ mu‘tâdları al ve kırmızı ve yeşil libâs ı fâhirelere mâ’il idi.

Ammâ beyne'l-halk gaddâr derlerdi kim paşa mağrûr u müdemmağ ve hod-bîn u hod-pesend ve gazûbdur deyü dahl [u] ta‘arruz ederlerdi. Gerçi dârât [u] azamet sâhibi olmağıla iki cânibine selâmı kalîl idi. Bu cihetden yine halk ta‘yîb edüp "Paşanın taht ı nazarında kat‘â benî Âdem halk olunma­mı­şdır. Bu selâma cümle el bağlayup duran ibâdullah cemâdât [u] haşerât makûlesi imiş. Eğer benî Âdem olsalar paşa dahi adam gibi selâm verirdi" deyü efvâh ı nâsda dehhâl u ta‘ân âdemler bu gûne güft u gû ederlerdi. Ammâ Paşa yı zî-şân halkın anladığı gibi değil idi. Halvethânesinde akrâniyle ve musâ­hib nedîm­le­riyle ve Seydî Ahmed Paşa ve Bâkî Paşa ve Ketağaç Paşa ve Deli Dilâver Paşa ile pâ-bürehne ve ser-bürehne olup gürzbâz ve matrakbâz ve şemşîrbâ­zlık edüp gûnâ-gûn silâhşorluklar ile niçe gûne lu‘bedebâzlıklar ve curcuna ve küşte-gîrlikler edüp libâsları ve pây i tahtlarında olan halıçeler çâk çâk ve yüzleri pây-mâl i hâk olup tenhâlarında bu gûne şûh-şengüllük ederlerdi. Ammâ dîvân ı pâdi­şâ­hîde ırz ı vüzerâyı edâ edüp herkese rîş-hand etmeyüp her âdemin isti‘dâdına göre ri‘âyet edüp hükm i hükû­mât mahallinde mahalle münâsib hal­ka kâh rıfk ile ve kâh mudârâ ile kâh kec-nigâh et­me ve at­ma ve dutma ve asma ve basma ve urmak ve kes­me ta‘zîri evzâ‘ların etdükde sadâsın istimâ‘ eden müc­rim âdemlerin zehresi çâk ve başlarına hâk olup bir da‘vâyı ol sâ‘at kat‘ ı alâka ve fasl ı husû­met eder­di. Bir da‘vâyı aslâ süründürmezdi ve şâ­hid i zor ile da‘vâ edeni sevindirmezdi ve da‘vâ yı bâtılı kavl i za‘îf ile hükm edüp mazlûmları yerin­dir­mezdi. Zîra ilm u fazîletde deryâ yı amîk idi. İlm i ferâ’izde ve ilm i fıkhda bin altmış aded mesâ’il i şer’iyye ve Kudûrî ve Mültekâü'l-ebhûr hıfzında idi. Ve niçe ul­ûmlar dahi hâtır [u] yâddaşı idi. Ve akrân [u] emsâ­liyle dâ’ima hüsn i zindegânî ederdi. Ammâ evâ’il i hâllerinde biri fazîlet i bâhire sâhibi olmak iddi‘âsında olsalar ve haddinden tecâ­vüz edüp yuka­rudan aşağı mu‘âmelesin edenleri ele alup her ne mertebede ise ana haddin bildirüp Ah­feş i mü’elli­fin keçisine bindirüp ol vaz‘ ı nâ-hem­vâr ile mevsûf olan âdemi rüsvây ı âm edüp mısra‘:



"Gerekdir ken­düzin bilmezlere kendüyi bildirmek"

deyüp bed-nâm edüp merkûm mısra‘ı terennüm ederdi. Ve gâyet şecî‘ ve bahâdır ve sâhib i kerem idi kim bir kaç kerre süvâr olduğu esb i sabâ-sür‘ati âlât [u] bisâtıyla ednâ bir fakîr i hakîre ihsân ederdi. Ve meydân ı ma‘rekede serdârlık edüp asker cem‘ edüp cüyûş ı muvahhidîni cenge tergîb edüp firâvân ihsânlar edüp herkes yolunda cân ve baş fedâ edüp uğuruna ölür­lerdi.



Zîra "El-insânu ve abîdü'l-ihsân"1 mazmûn ı kelâmı mazbûtu idi. Hattâ bu hakîr Evliyâ yı bî-riyâ yı pür-taksîr sene (   ) târîhinde Paşa efendi­mizden me’zûn olup Beyt i Şerîfe revâne olmak içün harc-ı râh, hakîre beş yüz altun ve iki kısrak ih­sân edüp Sultân Mehemmed Hân ı Râbi‘in hîn ı cülûsunda, Atmeydânı cenginde, Silâhdâr Murtazâ Paşa'ya Mevlevî Vezîr Mehemmed Paşa, Şâm eyâ­letin ihsân edüp Murtazâ Paşa ile kat‘ ı menâzil ederek Şâm ı cennet-meşâma dâhil olup hakîri Murtazâ Paşa ılgar ile İslâmbol'a gönderüp Mevlevî Vezîri bi-gayr i hakkın katl edüp sene 1058 târî­hinde Kara Murâd Paşa vezîria‘zam olup Üsküdar'a hakîr vardıkda ol mahalle müsâdif oldu kim asâkir i Âl i Osmân Üsküdar'da Gürcî Nebî ve Katırcıoğlu [338a] ve Akyakalıoğlu ve Çomar Bölükbaşı nâ­mân eşkıyâ yı celâlî ve cemâlîler kırk yedi bin as­ker i cemâpûr ile Âl i Osmân askeri kütâ-küt ceng i sultânîlerine hakîr râst gelüp me’âl i kelâm Defter­dârzâde Mehemmed Paşa efendimiz Âl i Osmân askerine talî‘a i asker olup üç bin yiğit ile çarhacılık hizmetine me’mûr olup ol gün Üsküdar'dan Bul­kurlu ve Çamlıca dağlarına varınca Katırcıoğlu'nun askeri üstüne yedi kerre hücûm edüp tarafeynden niçe yüz âdemler düşüp âhir hâh-nâ-hâh Katırcı­oğlun ve Gürcî Nebî celâlînin inhizâmına sebeb i mem­dûh olan Mehem­med Paşa efendimiz sebeb olup Gürcî Nebî'nin askeri akabince kova kıra Ka­yışbınarı'na ve Sarıkadı nâm ziyâretgâh ı ünâs kar­yesine varınca münhezim celâlîden niçe kelle ve dil ile sadrıa‘zam huzûruna gelüp semmûr hil‘at i fâhi­reler ve serine çelenk otâğalar sançılup kendüye (   ) (   ) mansıbı ihsân olundu. Ol gün bu paşa efen­dimizin etdüğü ceng i azîmi bir serdâr ı mu‘az­zam etmemişdir. İnşâalah bu cengi ve sâ’ir mahal­lerde etdüğü cür’etleri ve şecâ‘atları mahal­liyle tah­rîr ederiz ve billahi't-tevfîk. Hamd i Hudâ böyle şecî‘ [u] dilîr vezîr i bî-nazîrler ile ve Seydî Ahmed Paşa ve Bâkî Paşa ve Ketağaç Paşa, Dilâver Paşa gibi Rüstem i Sâm-akrânlar ile niçe gazâlarda bulunduk. Hâzâ min fazlı Rabbî1.

Ez-în-cânib Erzurûm sahrâsında efendimiz Me­hem­med Paşa ile Revân derneği içün deryâ-misâl as­ker cem‘ olmuşken rûz ı Kasım gelüp şiddet i şi­tâ­dan cem‘iyyet i asâkir târmâr olup Sâlih Paşa'nın katli haberi gelmeğile paşa dahi müte’ellim olup mahkeme i şer‘ i Resûl i mübînde rûz ı Kâsım si­cille kayd edüp paşa efendimiz cümle eyâlet livâla­rına destûr verüp herkes sancaklarına gidüp paşa efendimiz dahi kendi tevâbi‘iyle kal‘a i Erzurûm'a dâhil olup yanında ancak Seydî Ahmed Paşa kaldı. Lâkin Âsitâne tarafından Hezârpâre Ahmed Paşa ta­rafından gûnâ-gûn ta‘n-âmiz mek­tûb­lar ve emirler gelmeğe başladı. Bir gün bir ulak Âsitâne tarafından gelüp Koca Vâlide'den ve Uzun Alî Ağa'dan ve Ro­dosî Mehemmed Efendi'den ve Kuşcu Mahmûd Ağa'dan niçe yüz gûne mekâtibler gelüp "Paşa efendim! Başına tedârik gör. İşte Sâlih Paşa merhû­mun ibtidâ hazînedârı ve ba‘dehû kethüdâsı olan Bağdâd valisi İbrâhîm Paşa katline âdem gitdi. Sen dahi Sâlih Paşa çelebisisin ve ma‘lûmunuzdur kim hâlâ Sadrıa‘zam Ahmed Paşa, Bâkî Beğ ve Mestân Beğ oğul­larıyçün sana ne kadar adâveti vardır. Gâfil me-bâş, başına asker cem‘ edüp başına bir tedârik gör. Sana da elbette ma‘zûlluk mukarrerdir. Ana göre amel idesin ve Varvar Alî Paşa, İpşir Paşa'nın karısın İbrâ­hîm Hân'a nâ-şer‘î vermedüğü içün Sivas'dan Var­varı ma‘zûl edüp katline âdemler gitmişdir. Sakın hâ! Tenbîhü'l-gâfilîndir, başına tedârik gör" deyü bu gûne nasîhat-âmiz mektûblar gelince paşa yı âkıbet-endîş bu haberleri güm edüp âlem i ağyârdan bî-haber iken ziyâfet tarîkıyle bir gice niçe umûr-dîde ağalarıyla kasembillah billah edüp Kelâm ı İzzet'e ve tuza,-ekmeğe, levendânca sır saklamak içün ahd i emân edüp paşa eydür: "Ağa­lar, hâlim budur kim ben Erzurûm'da Abaza Paşa gibi bu kış-kıyâmet di­yârda celâlî olup Ana­dolu hazîneleri ve hizmetlerin zabt etdirüp bu kal‘ada kapanmak isterim, ne der­siz" dedikde cümle ağavât "semi‘nâ ve eta‘nâ" deyü bir gicede kemendler ile iki yüz çengâlli nerdübân­lar ve iki bin serdengeçdi yarar, benâm nâmdârlar­dan Nakışlı Bölükbaşı ve Acem Bölükbaşı ve Kürd Bölükbaşı ve Saçlı Bölük­başı cümlesi âmâde pür si­lâh olup vakt i Şâfi‘î'de cümle serdengeçdiler ner­dübânlar ile şeb i muz­limde iç kal‘aya gitmek üzre iken derûn ı kal‘ada müstahfızân yeniçeriler haber­dâr olup bir ağızdan cümle "Allah yekdir, yek" de­yüp "Alarka! Vura-dura-duta" deyü feryâd [u] fiğân­lara başlayup kal‘a­nın cânib i erba‘asında der-i dîvârların meş‘a­le­ler ile çerâğân edüp gülbâng i Mu­hamme­dîler çek­diler. Ve iç kal‘ada cümle topları sarâya havâle kılup taşra varoşda olan yeni­çe­rileri cümle iç hisâra alup taşra kal‘anın kapuların açma­yıp paşanın cümle askeri ve hizmetlerde olan ağa­vâtları taşrada kalup pa­şa ancak iki bin mikdârı âdemleri ile sarâyda kal­dı. Hikmet i Hudâ cümle tedbîrimiz taksîr olup kal‘a­dan sarây tuyulmağa şürû‘ edecek mahalde ale's-sabâh Ali Çorbacı mâ­beyne bir kaç a‘yân [u] eşrâfdan muslihîn girüp "Bre aslı yokdur" deyü yeniçeri ağasına ve niçe yeniçeri çorbacısına ve elli bir cemâ‘at Halîl Ağa çorbacıya hil‘at i fâhi­reler ve on kîse hakk ı sükût ihsânlar edüp def‘ i fesâd oldu. Bu ma‘reke on gün mürûr edüp sene (   ) târî­hin­de mâh ı Zilka‘de'nin onuncı gününde bir âdem Erzin­cân kapusundan içeri keçe külâhıyla ve bir hımâr yükü pürçüklü [338b] ya‘nî havucuyla mah­ke­me i şer‘ i Resûl i mübîn olan Emîr Buhârî şeyhi dâmâdı el-mevlâ fazîletlü Molla (   ) (   ) Efendi huzûruna girüp "Sultânım! Bir hımâr yükü havuç getirdim. Eşeğim bağırmadan, kal‘adan yeni­çe­riler çağırmadan, paşa kulların ba­şına kığırmadan, benim şu kızıl ağacıma narh ver" deyince Molla ve gayrı huddâm ı mah­ke­me end-bend olup "Âdem! Murâ­dın nedir?" "Sultânım! Mu­râdım bu Erzurûm'u mü­sel­lemliğile zabt etmekdir" deyince hemân Kadı "Safâ geldiniz Müsellim Ağa, hoş geldiniz" deyü ayağa kalkup der-akab Erzurûm kal‘asının kapu­la­rın sedd etdirüp yeniçeri ağasına ve cemî‘î çor­ba­cılara ve a‘yân ı vilâyete haber olup paşaya haber etdiler. Zîrâ paşadan havf ederlerdi kim gelen müsellimi salb edüp eyâlet i Erzurûm'u zabt ide. Andan havf [u] haşyete düşmüşlerdi. Ba‘dehû müsellimi havuccu re‘âyâsı kılığından çıka­rup bir kat semmûr libâslar bulup esbâb [u] ihtişâ­mıyla cümle yeniçeri ocağıyla paşa dîvânına gelüp hatt ı şerîf ve emr i pâdişâhlar tilâvet olunup eyâ­let i Erzurûm'u Gürcî Koca Mehemmed Paşa'ya ih­sân buyurulmuş. Paşa "Allah mübârek eyleye" deyü müsellime hil‘at i fâhire giydirüp fakîr müsellim mü’eddebâne gerü gerü giderken hil‘atin eteğine basup tepesi üzre zîr i zeber oldukda garîb müsel­lim "Amân sultânım! Ben bir emir kuluyum. Benim suçum yokdur. Azîz başunçün beni makaraya asup katl etme" deyü feryâd etdi. Meğer Paşa dîvân­hâne kemerlerinde bir makara ihdâs edüp her şeb anda kırk elli kanâdiller çerâğân olurdu. Âsitâne ta­rafında böyle istimâ‘ olunur kim varan müsellimi paşa salb etmek içün dîvânhâne vasatında bir makara icâd etdi, haberi şâyî‘ olmağıla fakîr müsellim teb­dîl i câme mahkemeye hımâr ile havuccu kıyâfetiyle gel­me­sinin aslı ol imiş. Hemân Paşa "Kaldırın mü­sellim ağa­yı" deyince Müsellim "Amân! Amân!" deyü fer­yâd etdi. Müsellimin koltuğuna girüp yine ri‘â­yet­ler etmişken müsellim gördü kim kendi düşdü, he­mân aklı başına gelüp eydür: "Hemân Sultânım! Ya­rın ale's-sabâh kal‘adan taşra çıkup üç günde tedâ­rik görün. Elbette bu şehirden çıkarsız" deyince hemân paşa "Bre vurun şu kahbe hîz gi­diyi" bu kerre fakîr müsellim gerçekden düşüp cânı azm i bevâr ide yazdı. "Bak a mel‘ûnun teklîf i mâlâ yutâ­kına. Ben düstûr ı mükerrem olam, bana böyle ib­râm [u] ilhâh eder" deyü gâyetü'l-gâye gazab-âlûd olup elli bir cemâ‘at çorbacısı Halîl Ağa mâbeyne gi­rüp paşa derûn ı kal‘ada kâmil bir hafta tekâ‘üd edüp cânib i erba‘a hizmetlerinde olan cümle bay­raklar ve ağavâtlar gürûh gürûh gelüp cümle ma‘ûnetler görülüp,

İşbu bin elli yedi mâh ı Zilka‘desinin on sekizinci günü Erzurûm'dan ol şiddet i şitâda İslâmbol'a revâne olup çekdiğimiz âlâm-ı şedâ’idleri beyân eder

Evvelâ Revân Hânı tarafından üç bin baş kârbân gelüp ser-sevdâgerânları Şâh ortağı Yezdânbaş nâm başı alaca ve gönlü karaca bir kızılbaş idi. Anın cümle pârçe yükleri ve tenbelîdlerin çözüp kânûn ı şer‘î deyü gümrüğün alup gümrük emîni Tatus nâm Ermeni feryâd idegördü. Cümle-i cümele dörd yüz kırk kîse gümrük alup şehirden kat‘ ı âlâka edüp alay ı azîm ile Erzincân kapusundan taşra çı­kup Bâ­zârbaşı Değirmânları nâm ferah-fezâda meks edüp cümle Erzurûm a‘yânından ol kadar at ve katır ve şütür ve koyun ve kuzu yemleri(?) hedâ­yâ­lar geldi kim cümle ağavâtlar dahi hedâyâlardan hisse­mend olup muğtenim oldular. Ve cânib i erba‘adan gün­den güne ağavâtlar gelüp dâ’ire i âzîm oldu. Kâmil Erzurûm hâricinde kâhîce kar, boran, kâhîce küşâde hevâ ile meks ederken Bağdâd Vâlisi Sâlih Paşa kethüdâsı İbrâhîm Paşa'nın katli haberiyle cümle yüz elli iç ağaları ve yetmiş aded kapucubaşı­ları ve yedi bayrak ve yedi yüz yiğit sarıcası ve üç bayrak sek­bânı gelüp cümlesin alup "safâ geldiniz, hoş geldi­niz" deyü cümleye müstevfâ ta‘yînâtların ihsân edüp mazlûm İbrâhîm Paşa içün hayli bükâ etdi. Ve ertesi gün der-i devlet tarafından Tokmak Haseki nâm bir ulak-ı kolak-ı solak yelerek gelüp bir emr i şerîf getirüp "Sen ki, vezîrim Mehemmed Paşasın! Mu­kaddemâ selefin Süleymân Paşa, kızıl­baş ı bed-ma‘âşın ısyân [u] tuğyânın arz etmeğile seni eyâletin askeriyle Revân derneğine me’mûr etmişdim. Batîu'l-harekelik edüp gitmeğe tekâsül etmişsin. Ge­rekdir kim emr i şerîfim vardık­da bir ân ve bir sâ’at durmayup ber-vech i arpalık sana Kars eyâletin ih­sân etdim. Elbette eyâletine gidüp ol ser­hadleri hıfz [u] hırâset üzre olup alâ­met i şerîfime i‘timâd ide­sin" [339a] deyü emr i şerîf kırâ’at olu­nup "Emir Pâdişâhımın" deyü harc-ı râh üç kîse guruş ihsân edüp Ha­seki Ağa'yı Âsitâne tarafına gönderüp "Her çi bâd-âbâd" deyüp Kars cânibine gitmeyüp,

Âsitâne tarafına müteveccih olduğumuz menâ­zilleri ayân u beyân ider

Evvelâ Bismillah ile Er­zurûm'dan cânib i garba 3 sâ‘atde,


Yüklə 4,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   57




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin