3 - VAHDET AYNASINDA
Osmanlı Tasavvuf Metinlerinden Seçmeler
( İnsan Yayınları – 2001 )
RİSALE-İ MİR’AT-ÜŞ ŞUHUD
MES’ELET-İ VAHDET-İ VÜCUD
Mustafa Fevzi Efendi
( Mustafa Fevzi Efendi :
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî hazretlerinin önde gelen talebelerindendir. Efendidir. 1871 tarihinde Erzincan Kemaliye (Eğin)'de doğdu. 1924 tarihinde İstanbul'da vefât etti
Mustafa Fevzi Efendi çocukken İstanbul'a geldi. İlk tahsilini tamamladıktan sonra İstanbul'un meşhur vaizlerinden Kasapzâde Efendinin derslerine katıldı. Medresedeki kitapları sıra ile okuyup bitirdi. Bahriye Dairesine tayinle Kalyon Kȃtipliği ve Kolağalığına yükseldi ve daha sonra kendi isteğiyle emekli oldu.
Mustafa Fevzi Efendi, evliyânın büyüklerinden Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddîn Efendi hazretlerini tanımak ve sohbetlerini dinlemekle şereflendi. Onun âhirete irtihâlinden sonra son halîfesi Hasan Hilmi Efendinin sohbetleriyle olgunlaştı ve ondan icâzet, aldı. Mustafa Fevzi Efendi, mânevî bir coşkunlukla hikmetli şiirler söyledi.
Mustafa Fevzi Efendinin eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) Menâkıb-ı Ziyâiyye, 2) Menâkıb-ı Hasaniyye, 3) İsbât-ül-Mesâlik, 4) Mir'ât-üş-Şühûdî, 5) Mîzân-ül- İrfân, 6) Şems-üs-Safâ fî Evsâf-il-Mustafa, 7) İzhâr-ı Hakîkat, 8) Orduya Arz-ı Hâl.
Not: Şiir şeklinde olan eser, Tahir Hafızalioğlu tarafından sadeleştirilerek nesir halinde kitaba konulmuştur. )
***
VAHDET-İ VÜCUD MESELESİNDE ŞUHUD AYNASI
Hayy, Kerim, Berr, ve Rahim olan Allah’ım, sana hamdler şükürler olsun. Bütün yaratılmışların en hayırlısı ve Ruh’ül Mübin olan Peygamber Efendimize ve ashabına salat ü selamlar olsun.
Ey kardeşim, Hakk’ın tevhidini, şeriat ve tarikati sana güzelce, tam olarak anlatacağım.
Tarikatleri birbirinden farklı sanma, hepsinin aslı aynıdır. Tevhid hakkında ve Hakk’a ulaşma yollarına düşmek demek olan seyir ve sülȗk konusunda velilerin söylediklerini dinle ve içindeki şüpheleri kaldır. Kȃinatın yaratıcısı eşsiz, emsalsiz, yüce, tek zȃt, gizli ve açık her şeyi bilen Allah-ü Teȃlȃ’nın sıfatlarını İhlas suresi açıklar: O Allah Ehad’dır. Yani eşi ve benzeri olmayan BİR’dir. Zȃt’ını hiçbir kimse bilemez, idrȃk edemez. Samed’dir, onun içinde ve dışında kendisinden başka bir şey yoktur. O, bir şeyden doğmamış, çıkmamış, hȃsıl olmamış ve O’ndan da bir şey doğmamış, çıkmamış ve hȃsıl olmamıştır. O’nu bu baş gözüyle görmek mümkün değildir. Ama O’na ulaşmak, erişmek kapısı açıktır.
…Zȃtını bilmeye yol ve yol gösterici yoktur.
Hakk’ı bulmak için yola girenlere gerekli olan şey; Hakk Teȃlȃ’nın şu sözünü söylemektir: “Allah Teȃlȃ’nın misli, benzeri yoktur. Kȃinatın içinde de dışında da değildir. O’na bitişmek ve O’ndan ayrılmak yoktur.” Yaratılmış olan her şey, bütün ȃlemler masivadır.
İşte bu inanç, ehl-i sünnet inancıdır. Allah, ölmez, zeval bulmaz, yok olmaz. Bütün ȃlemlerden müstağni ve münezzehtir. ALLAH ismi kalplere yazılmıştır. ALLAH, ALLAH diye zikretmek kalbin gıdasıdır.
Özetle; yer, gök ve içindekiler, kȃinatın her zerresi, bu sırrı söylemekte ve ister istemez O’nu her an zikretmektedir. Basireti yani kalp gözü açık olanlar bunu açıkça görürler
Yaradan’a, yarattıklarını tefekkür ederek erişmeye çalış. Buna eserden müessire geçmek denir. Bu gördüklerimiz O’nun eserlerinin eserleridir. Onları yaratanın ne kadar eşsiz ve ne kadar kudretli olduğunu düşün. Her neye baksan gördüğün hep Hakk’ın sanatıdır. Sanatından o kudretli sanatkȃrı anlamaya çalış!
Bu ȃlemler hep Hakk’ın aynasıdır. Öncelikle insanı araştır. Çünkü onda çok ince sırlar vardır. Hakk’ın zȃtının ve sıfatının aynası insandır. Hakk’ın yüce kudretine bir delil olmak üzere ahsen-i takvim yani en güzel eseri olan insanı, bir damla sudan yaratmış olduğuna dikkat et! İbret ararken hiç uzağa gitmeye, dokuz feleği dolaşmaya lüzum yok. İnsanın tohumuna dikkat et yeter. İnsanda var olan bütün sıfatlar ona ruh üflenirken verilir. Kȃinatta olan her şey insanda mevcuttur. Hatta kȃinatta olmayan şeyler de insanda vardır. Hakk Teȃlȃ’nın yüce san’atı şafak gibi insanda peyda olmuş, onda ortaya çıkmıştır. Hakk san’atının en büyüğü olan insan, Hakk’ın varlığına, birliğine delil ve Hakk’a ulaşma yolunun göstericisi olmuştur.
İnsanda hem açık, hem gizli bir sır vardır ki bunu gönlü temiz, saf olanlar anlar. Zahmet çekip boşa yorulmadan bunu sen de anlayabilirsin. Rab’bin sırlarını kalbinde ortaya çıkararak anlamalı, görmelisin. İnsan vücudu bütün kȃinatın özüdür, yaratılan ne varsa hepsi, her şey insanın hizmetindedir. İnsanın iki ȃlemde de yani dünya ve ahirette, üstün bir yeri vardır. İnsana hizmet eden saadet bulur, bahtiyar olur.
Ancak her insan şeklinde olan, insan değildir, hele kötü ahlaklı kişiler hiç değil. Bu üstün vasıflara herkes layık olamaz. Aşağılık kişiler iki ȃlemde de kabul görmezler, makbul tutulmazlar.
Burada övülmeye değer olarak bahsettiğimiz ve üstünlüğünü anlatmaya çalıştığımız; peygamberlerdir. Özellikle Resulu Ekrem Efendimiz(s.a.s) ve onun manevi varisleridir. Zȃhir ve bȃtında Kur’an ve sünnete uygun yaşayan, ahlak ve ilmini O’ndan alıp O’na her yönden varis olanlardır. Bunlar her zaman vardır. Gerçi biz de insan şeklindeyiz ama acaba hakikatte neyiz?
Muhammed(s.a.s) yerin ve göklerin övündüğü padişahlar padişahıdır. İnsanların ve meleklerin en seçkini, iki ȃlemin nuru, göklerin parlaklığıdır. Ȃlemlerin her birinde Ahmed, Mahmud ve tek seçilmiş olarak meşhur ve aşikȃrdır. “Levlak” ana caddesinin incisidir yani “Sen olmasaydın ȃlemleri yaratmazdım” kudsi hadis’inin belirttiği gibi bütün kȃinatın yaratılma sebebidir. O ilahi sırların mahremidir. Çünkü bütün Hakk’a vuslat yolları O’nda sona ermektedir. Bunca ȃlemleri ve insanı yaratmaktan maksat ancak O’dur. O’nun kadr’ü kıymetini, aslını, yüksek ve ince özelliklerini, ferd olarak zatını ve diğer yaratılmışların aslı ve menşei olmak hususiyetini, manevi varislerini ancak Allah Teȃlȃ bilir. Hiçbir insan ve melek O’nun yüce şanını tam olarak takdir edemez. Çünkü kȃinatın ve her şeyin yoktan var edilip ortaya çıkmasına sebep odur. Her şey O’nun nurunun zerresinden yaratılmıştır.
*
Önce tevhidi anlatalım. Kelam ȃlimleri tevhidin dört çeşit olduğunu söylemişlerdir. Birincisi eserlerin tevhidi, ikincisi fiillerin tevhidi, üçüncüsü sıfat tevhidi, dördüncüsü zȃt tevhididir. Bu tevhidler birbirinden farklı değildir, birbirinden ayrılmaz. Tevhid ilmini bütün Müslümanlar bilirler. Bunu bize Kur’an öğretmektedir. Tevhid bilmeyen Müslüman olamaz. Bu hususta laf üretmek doğru değildir. Açıklamalarını akaid yani kelam kitaplarında bulabilirsiniz. Benim özetle anlatacağımı kitaplardan yavaş yavaş öğrenebilirsiniz.
Allah’ım, vahdet sırrı aşkına, habibin Muhammed(s.a.s) hürmetine bizleri tevhid sırrına eriştir ki insan-ı kȃmil olalım. Tevhid ile sana yalvaralım, bu yolda varlığımızı, canımızı verelim, yok olalım. Tevhidini güzelce bileyim ki Sen’den başka bir varlık görmeyeyim. Senin varlığını idrak edeyim başka şeylerin ve kendimin gerçekte yok olduğunu anlayayım. Yarabbi bütün müminlere rahmet nazarıyla bak… Allah rızası için ben zavallı, aciz ve suçluya dua edin ki yalnız Allah’a kul olup O’na kulluk edeyim. Her nefeste Allah adını zikredeyim. Gözümde bütün yaratılmışlar yok gibi değersiz olsun, kalbimde yalnızca Allah’ın zatı ve sıfatı kalsın. Sözlerim ve düşüncelerim hep Hakk olsun, masivaya yani Hakk’tan gayrı ne varsa hiç birine önem ve değer vermeyeyim. Dışım halk ile, içim Hakk ile olsun. Tevhid şuuru bende o kadar hakim olsun ki tevhidi göreyim, yaşayayım, senden ayrı ve uzak hiçbir düşüncem olmasın. Nurül Mübin olan Efendimiz’e(s.a.s) ve ehl-i beyti ve ashabına salat ve selamlar olsun.
AVAM TEVHİDİ VE EHL-İ SÜNNET İTİKADI
Sözü uzattık şimdi mevzumuz olan tevhidi özetle anlatalım. Allah birdir. Bunun bilinmesi tevhidin özüdür. Cenȃb-ı Hakk ortaksız ve benzersizdir. Bütün eserler, fiiller, sıfatlar, kȃinat ve içindeki var olan ve görünenlerin hepsi, her şey O’nun isimlerinin eserleridir. Kendine bak seni yaratan O’dur. Varlığına asla şüphe yoktur. Çünkü Allah’ın varlığı bütün bu varlıkların gereğidir. O’nun varlığıyla madde ve mȃna ȃlemleri var olmuş, can ve beden ortaya çıkmıştır. Allah’ın varlığı başka varlıklara benzemez; O’ndan gayri her şey sonradan olmuş şeylerdir hȃlbuki Allah’ın varlığı ezelidir. O’nun için zaman yoktur, zamandan münezzehtir. Mekȃndan münezzehtir, ebedidir, kadimdir. Allah için başlangıç ve son düşünülemez, cihetlerden, yönlerden de münezzehtir. O’nun zȃtını hayal ve tasavvur etmek muhaldir., akla fikre gelen şey yaratılmış şeylerdir. O sonradan meydana gelen şeylere benzemez.
Allah için maddi yakınlık, uzaklık, girme, çıkma bahis konusu olamaz. Akılların O’na yolu, hayrette son bulur. O, cisim, cevher ve araz değildir. Birleşme, kavuşma, ulaşmadan münezzehtir. Allah’a yakınlık ve vuslat tabirleri bir rıza mȃnasını Allahın razı olması anlamını ifade eder. His, idrak gayb, müşahede, zevk, ilim irfan O’nun zȃtına erişemez, görünen, görünmeyen, bilinen, bilinmeyen ne varsa hiçbir şeye benzemez.
Varlıklar gerçi Allah’ın san’at eserleridir ve baştanbaşa hepsi O’ndandır, ama O değildir. Her yerde her zaman hazır ve nazırdır ama bir yerde mesken tutmaz. Varlığı kendindendir. Başka bir şeye var olmak için muhtaç değildir.
Allah’ın subutiye sıfatlarını öğren. Ehl-i sünnet itikadına göre bu sıfatları Zȃt’ının aynı değildir, gayrı da değildir. Çünkü bu sıfatların her biri aynı Zȃt’a aittir başka başka zȃtlara değil. Her sıfat için ayrı zȃt düşünen din dışına çıkar. Bu sıfatların birbirine önceliği yoktur. Onların Zȃt’tan ayrı varlıkları yoktur, ancak Zȃt ile var olurlar. O yüzden Zȃt’tan ayrıdır veya gayrıdır denilemez.
İtikadda mezhebimiz Maturidiye mezhebine göre Allah-ü Teȃlȃ’nın subutiye sıfatları sekizdir:(Diri olması, Bilmesi, İşitmesi, Görmesi, İradesi, Gücü yetmesi, Söylemesi, Yaratması )
Gökyüzünde güneşi görüyoruz. Güneşin ışığı yeryüzünü ve yeryüzündeki her şeyi aydınlatır. Her yere ve her şeye tesir eder. İşte bu yerlerdeki aydınlık ve ışık; gökyüzündeki güneşin aynısı mıdır? Şüphe yok ki yerlerdeki ışık gökteki güneşin aynı değildir. Peki, bu ışık başka bir şeyden midir? Hayır, o güneştendir. Bu ışık gökteki güneşle kaimdir. Yani güneş olmazsa ışık da görünmez. Demek ki ışık güneşten gayrı da değildir. İşte bu misal sıfatın Zȃt’ın aynı ve gayrı olmaması keyfiyetini güzel açıklar.
SEÇKİN KULLARIN(HAVASIN) TEVHİDİ
Mutasavvıflar, varlığı yalnız Hakk’a verdiler. Hakk’tan başka hiçbir şey yoktur diyerek Allah’tan gayrı her şeyi unuttular. Onlar, bunu söylerken kȃinatı tamamen inkȃr etmediler
Kȃinatta birçok şeyler görürsün. Bunlara kesret denir. Bu görünen kesretin bir perdesi vardır ki, perdenin arkasında yalnız O vardır. Bu kesret olarak gördüğün de gerçekte vahdetten ibarettir. Kesreti vahdet olarak görmek için Bir’lik gözüyle bakmak lazımdır.
Gizli bir hazine olan eşsiz, ortaksız, benzersiz Hakk Teȃlȃ, kendini bildirmek için önce kendi nurundan bir hakikat yarattı ki, işte bu ilk cevher Hazret-i Muhammed Mustafa’nın nuru idi. Bunu bütün Hakk dostları bilir. İşte kȃinatın mayası, yaratılma sermayesi ve gayesi bu nur ve bu hakikattir.
Bu ilk yaratmaya Vahidiyet mertebesi denir.
TAAYYÜN-Ü EVVEL VE TAAYYÜN-Ü SANİ
Vahidiyet mertebesinden önce bir taayyün(belirme) daha vardır. Buna vahdet ya da uluhiyyet mertebesi denir ki Hakk’ın ilmidir yani kendi isim ve sıfatlarını bilmesidir. Cenȃb-ı Hakk’ın Zȃt’ı bu mertebe ve taayyünden de mukaddestir ki ona lȃ taayyün denir. Hakk’ın Zȃt’ı taayyünden beridir, münezzehtir. İşte bu mertebeye nazaran sofiler Hakk’tan başka varlık görmediler. O’ndan başka yok dediler. Yoksa kȃinatı ve insanı inkȃr eyleyip yok saymadılar. Eğer ȃlemleri ve insanı hayal ve vehim kabul etselerdi şeriatı da hayal ve vehim kabul etmeleri gerekirdi. Kendileri de hayal ve vehim olmak lazım gelirdi. İnsan hakikat olmasa şeriatin emir ve yasaklarına lüzum kalmazdı.
ESERLERİN TEVHİDİ
Salikler Hakk yolunun yolcuları, bu varlıkların aslını basiret gözüyle görürler. Kȃinatta ne varsa hepsinin Hakk’ın sıfatlarının eserleri olduğunu müşahede ederler. Hakk Teȃlȃ’nın fiilleri olmasa yokluk hüküm sürer, hiçbir şey ortaya çıkmaz diyerek her şeyi Hakk’ın fiili olarak idrak ederler. Eserle uğraşmaz Hakk’ın fiiline bakarlar. (Zȃt, sıfatıyla, sıfat isimler olarak, isimler fiilleriyle ve fiiller de eserleriyle görünür…mebay)
FİİLLERİN TEVHİDİ
Eşyayı böyle fiillerin eseri olarak görüp yavaş yavaş fiillere geçer. Eserden Hakk’ın fiillerine geçince yani her şeyin Hakk’ın fiillerinin eseri olduğunu idrak edince eserlerle meşgul olmayı bırakır, her zerrede Hakk’ın fiilini görmeye başlar, başka bir fail tanımaz olur. Kulların, yaratılmışların fiillerini Hakk’a izafe eder. Her işi Hakk’ın fiili olarak telakki etmeye başlayınca tevhid-i efal meydana çıkar.
SIFAT TEVHİDİ
Hakk’ın fiillerine dikkat edince Hakk’ın bir sıfatını farkeder. Mesela ekmek gördüğünde onun rızık olduğuna bakarak Hakk’ın rızık veren sıfatını yani razıkiyetini idrak eder. Yoktan ortaya çıkanları görüp Hakk’ın yaratıcılık sıfatını, halıkiyetini müşahede eder. Ateşin yaktığını, aletin kestiğini gördüğünde Hakk’ın şiddet sıfatı olan celalet sıfatını anlar. Müminleri Hakk’ın emirlerine itaatkȃr görünce onları doğru yola ileten, Hakk’ın Hadi isminin eseri olduğunu bilir, v.d… Hakk’ın sıfatından başka bir şey görmeyen, düşünmeyen bu salik, tevhid-i sıfata ermiş demektir.
HAVASS ÜL HAVASIN TEVHİDİ, ZȂT TEVHİDİ
Arif olan kişi sıfat tevhidinde kalmaz, tevhid-i zȃt’a geçer. Zȃt tevhidinde her işi Hakk Teȃlȃ’dan bilir. O zaman kalbi rahat eder, huzura kavuşur. Her neyi görse Hakk’ın zȃt’ını düşünür. Masivadan etkilenmez. Kahrı, lütfu bir görür, yani dert hastalık v.s. gibi müptelalara uğradığında hiç itiraz ve şikayet etmez, nimetlere eriştiğinde sevinmez. Her şeyi hoş karşılar.
ŞUHUD TEVHİDİ
Hakk dostu olmuş veliler her anda Hakk’ı müşahede eder ve masivayı tamamen unuturlar. Esma ve sıfat aklına bile gelmez olur, kalbinde daima Allah vardır. Bu mertebe yakin mertebesidir. Eşyanın hakikati bunlara açılır. Maddi, manevi, her şeyi ve hadiseyi apaçık görürler. Zaman ve mekȃn onlara engel olamaz.
VÜCUD TEVHİDİ
Bu mertebede bazı Hakk meczubları “ben Hakk’ım” gibi sözler söylerler. Bu sözlerden maksatları Hakk’ın birliğini ifade etmektir. Çünkü Hakk’tan başka her şeyi unutmuşlardır. Allah’tan başka bir şey bilmemektedirler. Kalbine Hakk’ı yerleştirmiş kendini dahi unutmuştur.
SEYR-İ SÜLȖKÜN MÜHİM YERLERİ
Hakk’a giden yolun bütün sermayesi ve özü kötü ahlaktan kurtulmak ve iyi ahlak kazanmaktır. Bu hȃl kesret içinde vahdete ermektir. Yani halkın içinde bulunmakla birlikte gönlünü Hakk’a bağlı tutmaktır.
İmam-ı azam Ebu Hanife’nin yolundan ayrılma. Himmetini o kadar yüksek tut ki yani niyet ve hedefin o kadar yüksekte olsun ki Bahaddin Nakşibend’in manevi yakınlığı üzerinde görünsün. Hakk’ın cezbesiyle Mevlana hazretleri gibi, güneşi ve ayı yıldırım hızıyla geç, geride bırak. İbrahim Ethem gibi manevi hȃlini öyle gizle ki kimse senin bu yanını bilmesin. Aşkın sarhoşu ol, eller seni içkiden sarhoş olmuş sansın, ne avam bilsin bu durumunu ne havas. Hiç abdestsiz durma takva üzere ol ama din ve tasavvuf konusunda konuşma. Takvada kayıtsızlık göster, takvalı yaşadığını belli etme, nefs arzusu için hırsa kapılma. Vesveselerden temizlen, ilham almaya bak. Su gibi mütavazı ol, herkesin yardımına koş. Kalbini tertemiz edip parlak bir ayna gibi yap ki Muhammed Mustafa Efendimizin(s.a.s) sevgisiyle, safasıyla dolsun.
Vahdet noktasından hiçbir an gönlünü ayırma, o noktanın çevresinde dön dolaş, gönlün Hakk cemȃlinin hayret nuru olsun. Uzleti kalbinle yap yani dışta halk arasında olduğun halde, kalbin Hakk’la olsun. Hakkı zikretmekten bir an geri durma, Allah’ı hiç unutma. Gönlünle daima Allah’ı zikret ve tefekkür et. Daimi zikir halinde bulun ama bunu kimseye farkettirme. Gafil olarak yani Allah’ı unutmuş olarak bir nefes dahi alma, ölünceye kadar böyle davran.
GİZLİ ZİKİR VE HUZUR
Kȃmil insan, peygamber efendimizin tarif ettiği ihsan üzere ibadet eder. İhsan; Hakk Teȃlȃ’yı görüyormuş gibi, O’nun huzurunda bulunuyormuşsun gibi zikir ve ibadet etmektir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni daim görmektedir. Bu huzuru hiçbir zaman terk etmemek gerekir. Bu yolda acelecilik olmaz. Kulun sermayasi çalışmak, gayret etmekten ibarettir.
İLAHİ KAPILARIN BİRBİRİNE TATBİKİ
Şeriat; harflerdir, hakikat; mȃnalardır, bunların arasında bağ kuran vasıta ise telaffuz gibi olan tarikattır ki mȃna ondan anlaşılır. Harf olmazsa telaffuz nasıl olsun? Harf ve söz olmazsa mȃna nasıl anlaşılsın? Eğer mȃna surete yani harfe ters düşerse o dalalettir, orda vuslata erilmez. Çünkü mȃna, suretin perdesi altında gizlidir. Manevi ȃlemde sultan olan veliler mȃnayı bildiler. Suretler onlara mȃna oldu, o kudsi canlara suret diye bir şey, bir perde kalmadı. Fakat yine de sureti yani şeriati terk etmediler, onda ebedi bir sır buldular.
***
Dostları ilə paylaş: |