11–13 YAŞLAR
Düşünce
-
Somut düşünceden soyut düşünceye geçerler. Ayırt edici ve seçici soyut kelimeler kullanırlar.
-
Eleştirel yönde düşünmeye başlar. Bağımsızlığına düşkündür.
-
Problem çözerken mantıksal yollar kullanır, parçadan tüme varış yöntemi en çok kullanılan yöntemdir.
-
Problem çözerken alternatifleri de göz önünde bulundurur.
Dil
-
Etkin bir şekilde yazma ve konuşma yeteneğine sahiptir.
-
Dil yeteneği fazla gelişmemişse, akademik başarısı ve kişiler arası iletişimi gelişmeyebilir.
-
Grup içerisinde duyguların tartışılması, kendini daha iyi anlamasına yardımcı olur.
ÇOCUKLARI DESTEKLEMEK İÇİN NELER YAPABİLİRSİNİZ?
-
Çocuğu düşünme düzeyinin üzerinde bilgi edinmesi için zorlamayın.
-
Bellekleri kısa sürelidir. Öğretilecek bilgiler bölüm bölüm açıklanmalıdır.
-
Çocuğa bilgiyi hazır olarak vermek yerine, deneme yanılmalarla veya araştırmaya yönelterek kendinin bulmasını sağlayın.
-
Çocuğu öğrenmeye güdüleyin.
-
Algılama, kavram geliştirme, bellek ve hatırlama gücü vb. zihinsel süreçleri kullanmada bir sorun yaşıyorsa, organik bozukluk olasılığını da dikkate alın.
-
Öğrenmeye hazır olduğunda ilgili materyal ve ortamı hazırlayarak etkinliği yapmasına fırsat verin.
-
Çocuğun nesnelerle deneyimini arttırmak için algılarının gelişmesinde önemli olan araçları çevresinde yeterince bulundurun.
-
Oyun, yaratıcı düşünceyi geliştirdiğinden, oyun oynamalarına izin verin.
-
Dramatizasyon, yaratıcılık başta olmak üzere, çocuğun algılamasını problem çözmesini ve dil gelişimini desteklediğinden, onu bu tür etkinliklere yöneltin.
-
Çocuğun bağımsız düşünce geliştirmesine yardımcı olun.
-
Çocuğa, özgürce kendisini ifade edebileceği bir ortam hazırlayın. Çalışmalarına müdahale etmeyin ancak gerektiğinde rehberlik edin.
-
Sanata olan ilgisini arttırmaya çalışın. çünkü sanat, kişisel duyguları ifade etmenin en iyi yoludur ve sorunları çözme, düşünce üretme ve iletişim kurmaya yarayan etkinlikleri içerir.
-
Çocuğa çevresindeki nesne ve olaylarla ilgili sorular sorun ve onların sorularına basit, anlaşılır yanıtlar verin.
-
Çocuğa bol bol kitap okuyun. Dinlediği öykü ile ilgili sorular sorun. Resimlerine bakarak onun da öyküyü anlamasını sağlayın.
-
Çeşitli durum ve olayları ifade eden resimleri kesme- yapıştırma ile bir araya getirmesine ve bunun üzerinde konuşmasına fırsat erin.
-
Onunla dil bilgisi kurallarına uygun cümlelerle, düzgün bir şekilde konuşarak iyi bir model olun.
-
Çocukla birlikte yapabileceğiniz etkinliklerle iletişim kurun.
-
Çocuğun duygu ve düşüncelerini yada gereksinimlerini ifade edebilmesi için fırsat verin. Bu onu konuşmaya özendirecektir.
KİŞİLİK GELİŞİMİ
KİŞİLİK
Kişiliğin ne olduğu hakkında çoğunluğunun açık bir fikri yoktur. Çünkü bu terim, günlük dilde çok çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır. Örneğin kişiliği kuvvetli veya zayıf insanlardan söz edilir. Bazen kişiler için ‘’iyi adam ama belirli bir kişiliği yok’’ yada ‘’uzaktan çok çekici bir kişiliği var ama yakından tanıyacak olursanız boş bir insandır’’ denir. Hatta kişilik, insanlardan başka durumlar için de kullanılır. Bir parti liderinin bir başka partiyi eleştirirken, ‘’ kişiliği olmayan bir politika güdüldüğünden’’ söz edebilmektedir.
Bu konuda zihni karıştıran bir husus da, kişilikle zaman zaman eş anlamlı kullanılan çeşitli terimlerin bulunmasıdır. Örneğin, karakter ve mizaç sözcükleri sık sık kişilik anlamında kullanılmaktadır.
Karakter terimini kişilikten ayıran en önemli husus, karakter sözcüğünün çoğunluk tarafından pek sık ahlaksal özellikleri anlatmak üzere kullanılmasıdır. Toplumda karakterli ve karaktersiz insanlardan söz edilir. Davranışlarını toplumda değer verilen ahlak kurallarına uygun olarak yönetebilen, sosyal değerler sistemini benimsemiş olan kişilere karakterli denilmektedir. Karakter, ilk yaşlardan itibaren sosyal yaşantılar sonunda bir takım değer yargılarının benimsenmesi ile gelişir. Benimsenen değerler, elbette kişiliğin bir yanını oluşturur. Bu bakımdan karakter sözünün kişilik ile ilişkisi vardır. Ancak kişilik, karakteri de içine alan ve insanın kendine özgü fiziksel ve ruhsal bütün niteliklerini içeren daha kapsamlı bir terimdir.
Kişilik ile karıştırılan başka bir kavram da, mizaçtır. Bugün mizaç, bir insanın duygusal ve devimsel hayatının özelliklerinin tümü olarak kabul edilmektedir. O halde mizaç ta, karakter gibi, insan kişiliğinin bütününü değil, ancak bir yanını oluşturur. Bazı kimseler mizacı, duyguların çabuk uyanıp uyanmaması, sürekli olup olmaması, derin duyulup duyulmaması niteliklerinin tümü olarak açıklamaktadır. Kısaca mizaç, duygusal denge durumunun özellikleri olarak tanımlanabilir.
KİŞİLİĞİN TANIMI
Psikolojide kişilik, kapsamı en geniş olan bir kavramdır. Kişilik bir insanın bütün ilgilerini, tutumlarını, yeteneklerini, konuşma tarzının, dış görünüşünün ve çevresine uyum biçiminin özelliklerini içeren bir terimdir.
Kişiliğin Davranışsal Tanımı: Özellikle davranışçı psikologlar kişiliği, bir insanın kendisine özgü ve az çok her zaman gözlenebilen davranış ve alışkanlıkların tümü olarak tanımlarlar. Örneğin, Watson, kişiliği, ‘’Bir insanın alışkanlıklarının yada alışkanlık sistemlerinin toplamı’’ olarak açıklamaktadır.
Sosyal Uyarıcı Olarak Kişilik: Mark May’ e göre, kişilik, insanın sosyal uyarıcı olma bakımından nitelikleridir. Kişilik, bir bakıma insanın toplumda oynadığı çeşitli roller ve bu rollerin başkaları üzerinde bıraktığı etkilerin tümüdür. Elbette başkaları insanın kişilik niteliklerini değerlendirmede bazen yanılabilirler.
Derinlik Psikologlarına Göre Kişilik: Bunlara göre insanın gözlenebilir ve ölçülebilir bütün özellikleri bir takım iç etmenlerden ileri gelmektedir. Bir insanın gerçek kişiliği iç hayatındaki dinamik güçlerin kendine has özellikleri ile açıklanabilir. Allport’ un tanımı bu kategoriye girer. Kendisi kişiliği, bireyin çevresine kendine özgü biçimde uymasını sağlayan psikofizik iç güçlerin dinamik bir örüntüsü, olarak tanımlamaktadır.
Bütün bu değişik açılardan görüşleri dikkate alarak kısa bir özetme yapacak olursak, kişilik, bir insanın duyuş, düşünüş, davranış tarzlarını etkileyen faktörlerin kendisine özgü bir örüntüsüdür. Kişilik çok kapsamlı bir kavram olup, bireyin, biyolojik ve psikolojik, kalıtsal ve edinik bütün yeteneklerini, güdülerini, duygularını, isteklerini, alışkanlıklarını ve bütün davranış özelliklerini içine alır. Kişilik devamlı olarak içten ve dış çevreden gelen uyarıcıların etkisi altındadır. Kişiliğin son yıllarda vurgulanmakta olan bir yanı da, sürekli bir değişim süreci içinde olmasıdır. Kişilik bitmiş duruk bir ürün değildir; doğuştan yaşamın sonuna kadar bir oluşum süreci içindedir.
BENLİK
Son yıllarda kişiliği etkileyen güçlü bir faktör olarak, benlik kavramı, psikologlara tarafından büyük bir ilgi ile incelenmeye başlanmıştır. Bir insanın kendisini ve çevresini algılayış tarzının, onun genel tutumunu ve davranışlarını büyük ölçüde etkilediği dikkat çekmiştir. Benlik, kişiliği çok etkilemekle birlikte, kişilikten biraz farklı bir anlam taşımaktadır. Benlik, kendi kişiliğimize ilişkin kanılarımız ve kendi kendimizi görüş tarzımızdan oluşur. Bu bakımdan benlik, kişiliğin öznel yanı olarak tanımlanabilir.
İç varlığımızın bütününü teşkil eden benlik, kişilik gibi karmaşık bir kavramdır. Bu karmaşık kavramı çözümleyecek olursak, benlik belki şu soruların cevaplarını içerir.
-
Ben neyim? ‘’Ben beceriksizim, aptalım, çirkinim veya güzelim, sevimliyim’’ gibi
-
Ben ne yapabilirim? Ben de ne gibi yetenekler var? Kendimizde ne gibi yetenekler olduğuna ilişkin kanılarımız, benliğin bir yanını oluşturur. Benliğin bu yanı da bireyin kendisi tarafından olumlu, yada olumsuz olarak değerlendirilmiş olabilir.
-
Benim için neler değerlidir? Ben ne yapmalıyım yada ne yapmamalıyım? Bireyin içinde bulunduğu toplumdan kendine göre edindiği az çok olumlu yada olumsuz yargılardan meydana gelen bir değerler sistemi vardır. İşte bu da benliğin önemli bir yanıdır.
-
Hayatta ne istiyorum? Doktor, öğretmen, evcimen bir aile reisi gibi.
Böylece benlik, bireyin özellikleri, yetenekleri, değer yargıları, emel ve ideallerine ilişkin kanılarının dinamik örüntüsüdür. Benlik üzerinde beden özelliklerinin ve yapısının, etkisi olursa da, benlik birinci derecede psişik ve ikinci derecede tensel bir kavramdır.
BENLİĞİN GELİŞİMİ
Benlik bir takım yaşantılar sonunda kazanılan edinik bir yapı, bir oluşumdur. Başlangıçta çocuk kendi varlığının farklında değildir. Doğuşta çocuk ‘’ben’’ ile ‘’ben olmayanı’’ birbirinden ayırt edemez. Onun için dünya, dıştan mı içten mi geldiğini bilmediği bir izlenimler karmaşası gibidir. Çünkü duyum mekanizması yoluyla bir çok ışıklar, renkler, şekiller görmekte, sesler duymakta; soğukluk, sıcaklık, koku uyaranlarının etkisi altında kalmakta, bedeninden acı,sızı, rahatlık, açlık gibi çeşitli duyumlar almakta, fakat bunları anlama ve bütünü ile kavrama zamanla oluşmaktadır. Henüz o kendi bedenini bile dış çevreden ayıramamakta, nerede kendisinin bittiğini ve nerede dış çevrenin başladığını bilememektedir.
Benlik, çocuk doğduğu andan itibaren, başından geçen sayısız olaylarla, çevresinde değindiği kişilerin etkisiyle yavaş yavaş oluşur. Çocuk, çevresiyle olan etkileşiminden önce bedeninin sınırlarını öğrenmeye başlar. İlk aylarda parmağı ağzından çıktığı zaman ağlayan çocuk, bir süre deney ve çeşitli yaşantılardan sonra parmağını istediği zaman ağzından çıkarabileceğini, bunun gibi el ve ayaklarının kendisine ait olduğunu ve bunları kendi isteğiyle hareket ettirebileceğini keşfeder. İkinci yılın başlangıcında çocuğun ilgileri genişler ve o, kendisini fikirleri, duyuşları ve ilgileri olan ayrı bir kişi olarak çevresinden ayırt etmeye başlar. Psikososyal benliği böylece gelişme yoluna giren çocuk, önce ailesi üyeleri ile sosyal bağlar kurar, daha sonra kendi akranları ve yaşıtları dünyasını keşfeder. Önce ev, sonra mahalle, daha sonra okul ve başka çevrelerle ilişkiler kurarak, bireyin benliği gittikçe genişleyen halkalar halinde gelişmeye devam eder.
Benliğin gelişmesinde kişiler arası ilişkilerin büyük önemi vardır. Çevremizdeki insanların bize karşı tepkileri benliğin muhtevasını etkiler. Bizim için önemli kişilerin bizi beğenip beğenmemeleri, bizimle övünmeleri yada bizden utanmaları, bu kişilerin hakkımızda söyledikleri şeyler benliğin alacağı şekli etkiler. Kendisini güzel becerikli, çalışkan ve iyi bulan yakınları arasında çocuk, gerçekten kendisini böyle değerli bir kişi olarak görmeğe ve buna uygun davranış örüntüleri geliştirmeye başlar.
Başkalarının bizden beklentileri ve bizi değerlendiriş tarzları ile birlikte.
|
Başkalarının beklentilerini ve hakkımızdaki değer yargılarını bizim algılayış tarzımız.
|
Benlik kavramımızın içlemini, değerler sistemimiz saptar.
|
Bunlar da: davranışlarımızı, çevremizdeki olayları, başkalarını algılayışımızı ve başarımızı etkiler.
|
BENLİĞİN ÖNEMİ
Benlik, içimizde kendimizi gözetleyen, yargılayan, değerlendiren ve davranışlarımızı düzene koyup bizi yöneten bir güçtür. Bu fikri, daha somut açıklamak için şu örnekler üzerinde duralım: bir genç kendisini bir sporcu olarak kabul ediyorsa, bütün çabalarını spora yöneltir; bir sporcu gibi giyinir; bir sporcu gibi konuşur; bir sporcu gibi yemesine içmesine, uykusuna dikkat eder ve belki de sigara gibi spor başarısına zarar verebilecek alışkanlıklardan kaçınır. Kendisini çalışkan bir öğrenci olarak kabul eden bir gençte, zamanının büyük bir kısmını derslerini çalışmaya verir, bir öğrenciye yakışır şekilde giyinmeye çalışır, derste öğretmenlerini can kulağıyla dinler.
Lecky, iyi bir ruh sağlığı için benlik tasarımı ile, özellikle ideal benlikile gerçek yaşantıları arasında iyi bir ahenk ve tutarlılık olmasının önemine dikkat çekmiştir. Bir insan ne kadar benlik tasarımına uygun davranabilirse, kendisini o kadar rahat hissedebilir. İdeal benliğine ne kadar ters düşen yaşantıların etkisinde kalırsa, o kadar huzuru kaçar ve kaygılanır. Kendi değer yargıları ve ideallerine uygun davranmak insanın kendine olan saygısını, güvenini ve mutluluğunu arttırır. Ruh sağlığı yerinde bir kimse kendi benlik tasarımına az çok uyarlı davranabilen kimsedir.
Gerçek yaşantıları benlik tasarımına uygun olmayan kişilerde şöyle bir takım kaygılar ve huzursuzluklar belirir: ‘’Çalışmama lazım ama bir türlü derse oturmak istemiyorum,’’ ‘’ iyi bir evlat gibi ana babamı sevmem ve onlara saygı duymam gerek, ama bir türlü yapamıyorum’’.
Bu alanda yapılan yeni araştırmalar benlik tasarımının, okul başarısını en azından zeka kadar etkilediğini ortaya çıkarmıştır. Çoğu zaman kabiliyeti ölçüsünde başarı gösteremeyen kişilerde, kendilerinin bir şey yapamayacaklarına inanan olumsuz bir benlik tasarımının gelişmiş olduğu görülür. Benlik ve kişilik nitelikleri ile öğrenme arasında yakın bir ilişki vardır. Bu bakımdan çocukların küçük yaştan itibaren sağlıklı ve olumlu bir benlik geliştirmesine önem verilmek gerekir. Bunun için de çocuğun hayatının ilk yıllarından itibaren, sevilme, korunma, benimsenme, kendine uygun işlerde başarılı olabilme gibi temel ihtiyaçlarının uygun ölçülerde karşılanmasının büyük bir önemi vardır.
KİŞİLİĞİ OLUŞTURAN TEMEL FAKTÖRLER
Kişiliği oluşturan birçok değişken vardır. Kuramcılar, bu konuda bazı görüş ayrılıklarına sahiptirler. Kişiliği oluşturan temel faktörleri aşağıdaki şekilde gruplandırabiliriz.
1. Bedensel (fizyolojik-biyolojik) faktörler:
Kişilerin fizyolojik yapı ve özellikleri ile kişilik yapıları ve kişiliğin davranışsal yönü arasında ilişki vardır. Kişilik ile ilgili çalışmalar yapan bazı kuramcılar, bireyin cinsiyeti, yaşı, bedensel yapısı ile kişiliği arasında ilişki olduğunu ileri sürerler. Her ne kadar cinsiyet ve yaşla ilgili davranışlar kültürel yapıya göre belirleniyorsa da cinsiyet ve yaşla kişilik arasında bir ilişki kurmak mümkündür. Bireylerin cinsiyetlerine göre yapabilecekleri ya da yapamayacakları davranışlar, kişiliğin oluşmasında etkili olacaktır. Ayrıca toplumun farklı yaş gruplarından beklentileri ile toplum üyelerinin davranışları arasında bir uyum olacaktır. Böylesi bir uyum da kişilik özelliklerinin ortaya çıkmasına katkıda bulunacaktır. Bazı toplumlar çocuklara ve yaşlılara korunması gereken gruplar olarak bakarken, bazı toplumlar çocukları yetiştirilmesi gereken grup, yaşlıları ise zihinsel olarak faydalanılması gereken grup olarak görür. Böyle bir yaklaşım, şüphesiz, yaşlılar ve gençlerden bekleyişleri etkileyecektir. O halde kimlik ile yaş arasında da bir bağ kurmak mümkündür.
Yaş ile ilgili bir başka yaklaşım da yaşlandıkça bilgi ve tecrübenin artacağı, davranış ve düşüncelerde yenileşmelerin olacağı şeklindedir. Bireyin bulunduğu yaş dilimine göre sahip olduğu zihinsel ve bedensel yapısı ile kişiliği arasında ilişki kurmak doğaldır.
Bazı psikologlar kişilik gelişiminin kesintisiz devamlı bir süreç olduğunu ileri sürerken; karşıt görüşlü bazı örgütsel davranış teorisyenleri (Levinson,Hall,Argyris) kişilik gelişimini belli yaş dönemlerine ayırmıştır.
Daniel Levinson’a göre dört durağan periyod (max. 2-3 yıl farklılıkların olabileceği) vardır.
-Yetişkinliğe geçiş (22-28 yaşlar arası)
-Yerleşme, oturma (33-40 yaşlar arası)
-Orta yaş çağına giriş (40-50 yaşlar arası)
-Orta yaş çağının doruğu (55-60 yaşlar arası)
Levinson, ayrıca 4 adet geçiş periyodu tespitlemiştir.
- 30 yaş geçişi (28-33 yaşlar arası)
-Orta yaş geçişi (40-45 yaşlar arası)
-50 yaş geçişi (50-55 yaşlar arası)
-yaşlılığa geçiş (60-65 yaşlar arası)
Luthans, fiziksel görüntünün (uzun yada kısa boy, şişman yada zayıf, yakışıklı yada çirkin siyah-beyaz oluşunun) diğerleri üzerindeki etkisinin farklı olacağını dolayısıyla da kendi kişiliğini etkileyeceğini söylemektedir.
Bütün kişilik teorilerinde vücut yapısının temel etken olduğu belirtilmiştir. Sheldon’un klasik teorisinde vücut yapısı (endomorphic, mesomorphic ve ectomorphic) ile spesifik kişilik tedavi arasında kesin bağ kurması buna bir örnektir. Birçok modern psikiyatristler, Sheldon gibi düşünmese de fiziksel karakteristiklerin en azından kişiliğe etkisi olduğunda hemfikirdirler. Kalıtımın insanın oluşumunda çok önemli etken olduğu bilinmesine rağmen, gen bilim henüz yeterince anlaşılamamış bir alandır. Hayvanlar üzerinde yapılan birçok araştırma psikolojik ve fizyolojik karakteristiklerin genlerle geçtiğini tespit etmişlerdir. Yine; birçok araştırmalar sonucunda bazı davranış bilimciler, yöneticilerin diğer insanlardan farklı düşündüklerini ortaya koymuşlardır. Mintzberg, sol yarımkürenin planlama; sağ yarımkürenin ise yönetme üzerine olduğunu öne sürmüştür. Fizyolog ve psikologlar, bio-feedback eğitimin sonuçları ile bilinçli kontrolden çok beyin dalga modelleri(brain-wave patterns), gastrik salgılar, kan basıncı düzensizliği ve deri ısısı gibi biyolojik fonksiyonların öncelikli olduğunu fark etmişlerdir. Kişiliğin biyolojik temelleri üzerine diğer bir çalışma ise, fiziksel karakteristiklerin etki analizi ve olgunlaşma yaşıdır. Genetik, beyin ve bio-feedback üzerine çalışmalar kişiliğe etkisini kanıtlamıştır.
2. Kültürel Faktörler:
Her bireyin içinde bulunduğu kültürel yapı vardır ve bu yapıdan yaşam boyu etkilenir. Bireyin idealleri, ilgileri kültürel yapı tarafından şekillendirilir. Bu idealler ve ilgiler ise kişiliğin oluşumunda etkendir. Bazı davranışsal özellikler ise kültürel yapıyla birlikte değişir ve gelişir.
Geleneklere göre kişiliğin oluşumunda kültürel faktörler biyolojik faktörlerden daha önemli mütalaa edilir. Öğrenme kişilik gelişiminde en önemli rolü oynar.
3. Aile Faktörü:
Bireyin yetiştiği aile ortamı, aile fertleri ile olan ilişkileri kişiliğin oluşmasında çok önemli bir role sahiptir. Luthans, “kişilik gelişiminde muhtemelen aile, sonrada sosyalleşme prosesi en önemli etkendir” demektedir.
Anne- babanın demokratik bir yapıya sahip olması, çocuğun daha rahat yetişmesine, objektiflik kazanmasına, rasyonel davranmasına ve zamanla daha aktif olup daha kolay sosyal ilişki kurmasına olanak sağladığı saptanmıştır. Yine anne-babanın, çocuğun zihinsel yapısının şekillenmesinde de etken olduğu saptanmıştır. Aile bireyleri, çocuğa çeşitli yollarla deneyimlerini aktardıklarından dolayı ailenin yetiştirme biçimi de kişiliği belirleyici bir unsurdur. Ayrıca kız ve erkek kardeşlerin de kişilik oluşumunda etkili oldukları belirtilmektedir.
4. Sosyalleşme Süreci (sosyal yapı ve sosyal sınıf):
Yukarıda saydığımız faktörlerin yanında bireyin çevresindeki kişiler, gruplar ve özellikle örgütler kişiliğin oluşumunda büyük etkiye sahiptirler. Yaygın olarak sosyalleşme süreci olarak isimlendirilen bu süreç, özellikle örgütsel davranış açısından çok önemlidir. Çünkü çocukluk dönemlerinden ziyade, tüm yaşamı içine alır.
Sosyalleşme, çalışanların davranışlarını en iyi yorumlama yollarından biri olabilir Edgar Schein’a göre “yönetimsel bilgi ve başarı, örgütlerin sosyal sistemler olduğu gerçeğinden hareket eden örgüt çevresindeki güçte odaklanır. Şayet, biz, örgütsel-sosyal gücü öğrenip analiz ve kontrol edemezsek, temel yönetimsel sorumluluklarımızdan vazgeçmiş oluruz”.
Son çalışmalar göstermiştir ki, örgütlerde sosyalleşme taktikleri kullanma (yenilere bilgi sağlar, yeni gelen elemanlara geniş öğrenme deneyimleri yaratır) hedeflere vuruşu (ulaşma) sağlar. Farklı sosyalleşme modelleri, yenilerin uyumu için farklı modellerin kullanımına yol açar. Sosyalleşme anne ile başlar. Bebeklikten sonra ailenin diğer üyeleri, yakın akrabalar, aile arkadaşları, komşular ve sosyal gruplar (yaşıtlar,okul arkadaşları ve çalışma grubu üyeleri) önemli rol oynar. Schein’ e göre, bu süreç değerleri, normları ve davranış kalıplarını öğrenmeyi sağlar. Örgütün ve çalışma gruplarının bakış açılarını öğrenmek yeni örgüt üyeleri için gereklidir.
Çalışanların örgütsel sosyalleşme karakteristikleri yaygın olarak aşağıdaki gibi özetlenebilir.
—Tutum, değer ve davranış farklılıkları
—Sosyalleşmenin devamlılığı
—Yeni iş ve çalışma gruplarıyla örgütsel kurallara uyum sağlama
—Yeni elemanlar ve onların yöneticileri arasında karşılıklı etkileşim
—İlk sosyalleşme periyodunun ciddiyeti
Belli bir sosyal yapı içinde her bireyin eğitim ve benzeri gelişme faktörleri açısından farklı olanaklara sahip olması, kişilik farklılıklarını doğurmada da etkendir. Bireylerin, sosyal gruplara bağlılık dereceleri kişiliklerinin şekillenmesinde faktördür.
Bireyin bazı özellikleri bağlı oldukları sosyal grup ya da gruplar bilinmeden tahlil edilebilir. Ancak bazı özellikler bunu gerekli kılar.
5. Durumsallık Faktörü:
Sosyalleşme süreci durumsallık faktörü ile yakından ilgili olarak değerlendirilmektedir. Kültür ve aile kişiliğin sosyalleşme sürecinde çok önemlidir. Ancak, durumsallık daha önemli bir yer tutmaktadır. Uzun ve yoğun (sıkı) çalışma uygulamalarında görülmüştür ki, o gün istekler artmakta ve çalışanların kişilik ve davranışları etkilenmektedir. Örneğin, yetki ve başarı ihtiyacında olan ve böyle yönlendirilen bir kişiyi yoğun olduğu iş durumuna getirip koyduğunuzda hayal kırıklığına uğratmış olursunuz ve kişi lakayt ve agresif olur. Böylece çalışan, tembel ve sorunlu bir görüntü verir. İnsan ve durumsallığın sayısız kombinasyonları vardır ve sadece kişinin geçmişteki gelişimine baksak ta tam olarak bireyin davranışlarını tahmin etmek mümkün değildir.
6.Diğer Faktörler:
Kişiliğin oluşumunda sayılabilecek bu beş faktörün dışında kalan başka etkileyiciler de vardır. Kitle yayın organları, kitaplar, dergiler, genel anlamda medya giderek önemini arttırmaktadır.
Alfred Adler’ e göre bireyin doğum sırası da kişilik üzerine etkilidir. Bu kurama göre, ilk doğan çocuk daha zeki ve yetenekli olacak, daha kolay sosyal ilişkiler kuracaktır.
GELİŞİM SÜRECİ
Bebeğin önemli bir özelliği tümüyle kendi gereksinimlerini gidermeye yönelik olmasıdır. Bu özelliğine egosantrik de diyebiliriz. Ancak burada söz konusu olan bencillik bilinçli olarak kendi gereksinimlerini en ön planda tutmak değildir. Bebek ilk ilişkisini bu çerçeve içinde annesi ya da annelik görevini yapan kişi ile kurar. Çocuğun bu ilişki içinde iki temel gereksinimi vardır: fiziksel bakım ( doyurma ve korunma ) ve sosyal bakım ( sevgi ve duygusal yakınlık ). Bu iki temel gereksinimin nasıl ve ne ölçüde yerine getirildiğini bilirsek çocuğun ilerdeki kişiliğinin temeli hakkında çok şey öğrenmiş oluruz. Önce fiziksel bakımı ele alalım. Olumlu bir anne çocuk ilişkisinde çocuk zamanla annesini ve ona doyum veren, onu koruyan, rahat ettiren bir kişiyi bir ödül kaynağı olarak beller, ona değer verir. Anne yokken arar, görünce sevinir, ona bağlılık duyar ve bağlanır. Bebeğin kısa süre de olsa annenin gözden uzaklaşmasına dayanabilmesi bebeğin öz benliğine de varlığı artık kesinlik kazanmış bir anne tasarımının bulunduğunu gösterir. Anne bir süre gözden uzaklaşmış olabilir, fakat az sonra gelecektir, çünkü gözden şu anda silinmesi tümden yok olması değildir. Demek ki düzenli alma verme ilişkisi bebeğin zihninde annenin sürekliliğini sağlar. Anne çocuğa karşı tutarlı ve olumlu ise çocukta genel olarak yaşamda doyum bulacağına ilişkin bir temel güven duygusu oluşmaya başlar. Ama anne tutarsız, olumsuz ya da kaygılı ise çocuk bu temel güveni oluşturmakta zorluk çeker.
Fiziksel bakım eksiksiz de olsa temel güveni oluşturmada tek başına yeterli değil. Sevgi ve duygusal yakınlık görmeyen çocuğun kişiliği bu durumdan olumsuz etkilenir. Hatta bakım evlerinde yaşayan çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar yeterli fiziksel bakım gören ama sevilip okşanmayan, konuşulmayan çocukların önce çevreden ilgi aradıkları, fakat zamanla adeta yaşama küsüp çevreyle ilişkilerini kestiklerini ortaya koymuşturlar. Oysa sevgi ve duygusal yakınlık gören çocuk insanlarla ilişki kurmayı tatmin edici bir olay olarak görür. Annesinin ona değer vermesi onda değerli olduğu kanısını uyandırır. Genellikle insanlarca sevileceğine, sevilmeye değer bir insan olduğuna ilişkin temel güven oluşturur. İşte, anne çocuk ilişkisindeki bu süreklilik, tutarlılık ve aynılık çocukta “temel güven duygusunun” özünü oluşturur.
İlk hafta ve aylarda anne-baba ile bebek arasında karşılıklı olarak birbirlerine kenetlenme, bağlanma şeklinde davranış örüntüleri gözlenir. Gerçek bir bağın oluşması için zamana ve denemelere ihtiyaç vardır. Bu süreç sakin bir şekilde yürüdükçe ve anne-baba çocuklarının ihtiyaçlarını sezmeye başladıkça, anne-babalık görevi daha doyumlu olmaya başlar ve bebeklerine olan bağları kuvvetlenir.
Babaların çocuklarına olan bağlarının annelere benzediği, fakat doğumdan birkaç ay sonra(genellikle 3. Ay), babaların annelerden farklı bir rol üstlendikleri araştırmalarda saptanmıştır. Annelerin çocukların bakımını üstlendikleri gibi, onlarla daha fazla konuştukları, daha fazla kucaklarına aldıkları, daha fazla şefkat gösterdikleri ve daha sakin bir etkileşime girdikleri görülmüş; babaların ise daha çok çocuklarıyla fiziksel boğuşma davranışına girdikleri ve daha çok oyun oynadıkları gözlenmiş, bunun da bebekle etkileşim örüntüsünde pek etkili olmadığı bulunmuştur.
13 -15 ay arası dönemde çocuğunuz sizin tüm ilginizi ona yöneltmenizi ister. Oyuncaklarını, yiyeceklerini ve özellikle de sizin ilginizi; yani sevdiği şeyleri başkalarıyla paylaşmaktan hoşlanmaz. Yaşıtı olan çocuklarla bir arada olduğu ortamlarda da diğer çocuklarla iletişim kurmaya ya da onlarla birlikte oyun oynamaya pek hevesli olmadığını görebilirsiniz.
Sizler, anne ve baba olarak hala bebeğinizin hayatındaki en önemli insanlarsınız, bu sebeple sizin ilginize çok ihtiyacı vardır, sizinle olan yakın ve doyurucu iletişimi kendisine olan güvenini de artırır. Sizin ilginizi çekebilmek için de elinden geleni yapar; size gülümser, dokunur, iter ya da dürter, bağırır, sızlanır veya ağlar. Bu çabalarına karşı verdiğiniz tepkiler onun bundan sonraki davranışlarında belirleyici rol oynayabilir. Örneğin istediği ilgiyi ağlamak veya bağırmak yerine gülümsediği ya da olumlu bir davranışla belirttiği takdirde elde ettiğini birkaç denemeden sonra öğrenip, ağlama ve bağırma huylarından vazgeçebilir. Eğer onun çeşitli davranışlarına verdiğiniz tepkilerde istikrarlı olursanız kısa sürede o da hangi davranışlarının iyi hangilerinin kötü olduğunu öğrenebilir.
Sizin ilginize ve varlığınıza hala bu denli ihtiyaç duymasına rağmen yavaş yavaş bağımsızlığını ve kendine güvenini de geliştirdiğini fark edeceksiniz.
Çocuklar etraflarında gördükleri tüm yeni objeleri dokunarak tanımaya çalışırlar; dokunmak bu dönem çocukları için önemli bir öğrenme aracıdır. Bu yüzden herhangi bir tehlike söz konusu olmadığı müddetçe, etraftaki nesneleri dokunarak tanımaya çalışmasını engellemeyin.
Artık çocuğunuz sadece komik şeylere gülmekle kalmaz, sizi güldüren davranışlarının da farkına varıp bu davranışları tekrarlamaya başlayabilir. Yani artık sadece eğlendirilmeyi beklemez, sizi eğlendirmeye çalışır.
Çocuğunuz artık daha anlaşılır kelime ve hareketlerle kendini ifade etmeye başlayacaktır. Onu iletişim kurmaya teşvik edin; onunla konuşurken uzun ve karmaşık cümleler yerine kısa, net, anlaşılması kolay cümleleri tercih edin. Bu dönemin sonuna doğru çocuğunuz sorulduğunda gözlerinin, burnunun ya da ağzının yerini işaret edebilir.
Çocuğunuz bu dönemde sıklıkla duygu değişimleri yaşar (kızgınlık, mutluluk, korku gibi). Bu duygularına onun yanındayken isim verip tekrarlarsanız, bir müddet sonra çocuğunuz kendi hislerini ifade etmede bu kelimeleri kullanmaya başlayacaktır. Örneğin bir kutuyu açamadığında ya da topu istediği yere yuvarlayamadığında kızıyorsa hemen “Bu seni kızdırıyor” diyerek o an içinde bulunduğu duygusal durumu isimlendirin.
Bu dönemde çocuğunuz tanımadığı insanlara karşı ürkek ve endişeli davranışlar sergileyebilir, bu son derece normaldir. Onu bu konuda zorlamayın; yabancılara alışması ve kendini yeni insanların arasında daha rahat hissetmesi için ona zaman tanıyın. Tanımadığı insanlar ona yaklaşıp sevmek istediğinde, bu insanları bebeği ürkütmeyecek şekilde davranmaları konusunda uyarın. İlk kez girdiği, tanımadığı ortamlarda bebeğinizi yalnız bırakmayın, en azından ilk başlarda onu kucağınızda tutup kendini güvende hissetmesini sağlayın. Değişik sosyal ortamlara onunla birlikte katılın ve sizi bu ortamlarda gözlemlemesine olanak tanıyın. Örneğin markette, parklarda ya da hayvanat bahçesinde sizin diğer insanlarla rahatlıkla iletişim kurduğunuzu görmek onu da rahatlatacaktır.
Artık çocuğunuzu giydirirken onun da size yardımcı olmaya çalıştığını fark edeceksiniz (örneğin kolunu uzatabilir).
Bebeklerin bir kısmı 15. aya kadar yürümeye başlamasa da bebeğiniz büyük ihtimalle artık kendi kendine yürümeye başlamış ve hareketlenmiştir. Objeleri keşfetme davranışı belirginleşir çünkü artık hareketlenmenin yanında uzanma, yakalama ve bırakma artık hemen hemen tam olarak gelişmiştir. Bebeğiniz bu ayda ebeveynlerini ve kendinden büyük çocukları taklit etmeye başlar.
Dostları ilə paylaş: |