1.1.2.14. Gelinli Kaya
Çukurova’yı İç Anadolu bölgesine bağlayan sarp kayaların geçit verdiği bir yerde yani Gülek Boğazı’nda geçmiş şöyle bir efsane vardır.
Gülek Boğazı’na gelindiğinde boğazın Adana tarafındaki yolun kenarındaki lokantalardan karşı kayalara baktığımızda gelin elbisesi giymiş, insan şekline benzeyen bir taş görürüz. Bunun hikayesi o yörelerce şöyle anlatılır.
Ağanın çok güzel olan kızı ağanın çobanına aşık olur. Çobanla ağanın kızı birbirlerini çok severler ve evlenmek için sözleşirler. Civardaki başka bir ağanın oğlu da bu kızı görür ve çok sevdiğini anlar. Babasına bu kızla evlenmek istediğini anlatır. Babası da bu kıza dünürcü gider ve kızı ister. Kızın babası da “Benim kızım senin gibi bir ağanın oğluna layıktır.”diyerek kızını verir. Söz keserler. Söz kesildikten sona ağa kızına: “Bak kızım, seni falan ağanın oğluna verdim. Artık bundan sonra onların helalisin”der. Kız babasına karşı gelmez. Örf ve âdetlerinden dolayı karşı gelse bile affedilmeyeceğini bilir ve sesini çıkaramaz. Sabahleyin sevgilisine haber gönderir. Kendisini kaçırmasını, buradan götürmesini ister. Çoban ile kız buluşurlar. El ele tutuşarak o obadan kaçarlar. Kızının kaçtığını duyan köyün ağası etrafındaki adamlarını toplar, silahlandırır ve onların peşlerine gönderir. “Bulduğunuz yerde vurun, öldürün” talimatını verir. Ağanın adamları bunları takip etmeye başlar. Çobanla kız kaçarlarken karşılarına sarp bir kayalık, bir dağ çıkar. İşte bu dağın olduğu yer şimdiki Gülek Boğazı’nın olduğu yerdir. Arkadan da ağanın adamları onları yani kız ile oğlanı öldürmek için yaklaşmaktadırlar. Arkada ağanın adamları, önünde sarp kayalık ne kaçacak ne de saklanacak bir yerleri vardır. En sonunda ağanın adamları tarafından öldürülmektense intihar etmeyi düşünürler. Ağanın kızı Allah’a yalvarır:
“Allah’ım, bizi ya bir taş et, ya bir kuş et! Taş olalım donalım, kuş olalım uçalım” der.
Demek ki, Cenâb-ı Allah’ın kabul saatiymiş ki, gelinin bu isteği yerine gelir. Allah, ağanın adamları tarafından vurulmadan gelini bir taş eder. Sevdiği oğlanı ise bir kuş eder. O da uçup gider. Gülek Boğazı’nın Adana tarafına gelindiğinde, gelinliğini giymiş bir kız şeklinde duran kayayı herkes görebilir.
DURMUŞ ER
1.1.2.15. Ulaş
Ulaş köyü hakkında dilden dile dolaşan birçok efsane vardır. Bunlardan bir tanesi de şöyledir:
Köyümüz Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi’nde de geçmektedir. Tarihi eski bir köydür. Hatta bazı kayıtlarda kaza olduğu söylenir. Ulaş ismini nasıl aldığını anlatalım:
Beylik zamanında burada bulunan bey, evine gelen misafirine izzet-i ikram yapmış. Bu misafirin üzeri tamamıyla silahla donanmış bir şekildeymiş. Bey, misafiri yolcu ettikten sonra kendi hizmetçisine “kısa yoldan git. Misafirin önünü kes. Onu geri getir gel” der. Ulaş yetiş anlamında bir tâbir kullanır. Yani “misafire ulaş, misafire yetiş” demiştir. Bu sözden dolayı köye “Ulaş” köyü denilir olmuştur.
Hizmetçi kısa yoldan giderek misafirin önünü keser. Hizmetçinin elinde kırbaç vardır. Halbuki misafirin üzeri çeşitli silahlarla doludur. Hizmetçi kırbaçla misafirin kafasına vurur ve elinden silahlarını alarak geri getirir. “İşte beyim, istediğin misafiri getirdim. Hani ulaş geri getir demiştin.” der. O günden sonra köyümüzün ismi “Ulaş” olarak kalır.
ARİF ZEKİ DEMİRCİOĞLU
2. BÖLÜM
2.1. MANZUM TÜRLER
2.1.1. Türkü
Sözlü ve yazılı edebiyatımızda duyulan, söylenen veya görülen türküler, atalar sözü, masallar, bilmeceler ve mâniler gibi yaygın mahsüllerdir. Bu mahsüllere Doğu ve Kuzey Türküleri aynı kökten gelen “yır” veya “cır” adını vermişlerdir. Batı Türkleri, Türk kelimesinden doğan ve Türkler’e mahsus ezgi (melodi) mânâsına gelen “türkü”yü kullanmaktadırlar. Bu kelimeden icâdetmek mânâsına gelen “türkü yakmak” deyimi türemiştir.
Türküler, umumiyetle herkesin anlayabileceği ortak, sâde ve tabiî bir dilde, hece vezni ile söylenmekte ve yazılmaktadır; aruzla meydana getirilmiş örnekleri vardır. Bâzı ilim adamlarının hece vezni olarak da düşündükleri aruz vezni ve Divan edebiyatı nazım şekilleri ile ortaya konulan bu türkülere: “Divan, Selîs, Semâi, Kalenderî, Satranç ve Vezniâhır” adları verilmektedir.
Hece vezni ile yaygın türküler ise mâni ve koşma tiplerine bağlı, muhtelif şekil hususiyetleri gösteren nakaratlı, nakaratsız lirik manzumeler olarak başlangıçta ferdî bir er yaratma eseridir; zamana ve muhite bağlı olarak anonimleşirler
Türklerin özünü musiki teşkil eder. Musikisiz güfte düşünülemez. Bununla beraber hece ve aruz vezinleri ile söylenmiş veya yazılmış “türkü” başlıklı bestelenmemiş şiirlere de cönklerle mecmualarda rastlanmaktadır.
Halk edebiyatımızın bu zengin mahsullerini konularına, şekillerine ve ezgilerine göre üç şekilde tasnif etmek mümkündür. Oldukça itibari ve izafi karakter taşıyan bu tasnifler arasında beste esasına göre yapılanı daha dayanıklı görünmektedir. Buna göre türkülerimiz “uzun hava” ve “kırık hava” olmak üzere iki kolda toplanmaktadır. Usul ile çalınmayan, her sanatkarın isteğine bağlı, tam bir şekil göstermeyen ve Batı musikisinde mevcut resitatif karşılığı ezgiler “uzun hava” adını almaktadır. Bozlak, Maya, Divan, Egin, Hoyrat, Çukurova, Türkmani, vb. ezgiler bu guruptandır. Ölçüsü ve ritmi belli ezgiler ise “kırık hava” içinde düşünülmektedir. Karadeniz Horonları, Kuzey Doğu Bur’ları ve Batı Anadolu zeybekleri gibi oyunlarda kırık havanın sürekliliği göze çarpar.
Türküler,dar bir çevrede, tarikat-tekke mensupları arasında veya bütün millet hayatındaki yayılışı ile geçmişte olduğu gibi bugün ve yarında milli ve beşeri canlılığını devam ettirecek mahsullerdir.*
2.1.1.1. Kına Türküleri
İndir kavak, indir kavak
Kavaktan dökülür uvak
Eli kına başı duvak
Hoş geldin gelin, hoş geldin
Benim oğlana eş geldin
Aldım geçtim eşiği
Sofrada buldum kaşığı
Büyük evin yakışığı
Hoş geldin gelin. Hoş geldin
Benim oğluma eş geldin
İndim kavak yarısına
Balta vurdum kurusuna
Doğan ayın birisine
Hoş geldin gelin, hoş geldin
Benim oğluma eş geldin
Sılaya bostan ekerler
Vakti gelmeden sökerler
Gurbete giden kızın
Gözüne sürme çekerler
Hoş geldin gelin, hoş geldin
Benim oğluma eş geldin
SALİME TAŞKIN
Kız anası, kız babası
Yok mu bunun öz anası?
Atlar gelir gemini dever
Develer gelir camını dever
Kız anam kınan kuru muydu?
Kızlara emir böyle buyrulmuş.
Nar ağacı dagım dagım7
Gül ağacı dogum dogum
Gelin arkadaşlar ayrılalım
Alışalım ayrılık var bugün
Kız anam kınan kuru muydu?
Kızlara emir böyle buyrulmuş.
ELİFE DEMİRCİOĞLU
Baba kızın çok muyudu?
Bir kız sana yük müyüdü?
Körolası emmilerim,
Hiç oğlunuz yok muyudu?
Kız anası, kız anası
Hani bunun öz anası
Yazıya bostan ekerler
Kökünü deste çekerler
Gurbet ele giden kızın
Gözüne sürme çekerler
Kız anası, kız anası
Çağır gelsin öz anası
Elimi yuduğum arklar
Belimi verdiğim dutlar
Aha bindim gidiyorum
Silip süpürdüğüm otlar
Kız anası, kız anası
Elinde mumlar yanası
Gelinci geldi kapıya
Dam başıma zindan oldu
Gurbet ele varanaça
Asbabım üzerimde soldu
HATİCE KÜÇÜK
2.1.1.2. Ham Çökelek
Amman ammaaan
Yoğurt gibi ela gözlüm
Ayran gibi şirin sözlüm yar yar...
Gel sarılıp yatalım
Çökelek derisine benzer yüzlüm
Sensiz yerde ben bizim evde
Oda yan yana
Ger Alim heey hey
Amman Ammaan
Acımdan ölsem yemem yayık ayranı
Acımdan ölsem yemem yayık ayranı yar yar...
İlle Eşmeli ilen bal olsun
Koca keçi kavurması
Hiç olmazsa üstünde dört parmacık yağ olsun
Anadan bellim heey hey.
Geli geliver ah sekerek
Boğazına dursun ham çökelek
Geli geliver ah sekerek
Boğazına dursun ham çökelek
Amman Ammaaan
Bre eşeğime biner şamlıbeli aşarım
Bre eşeğime biner şamlıbeli aşarım
Canımı sıkmayın hanımlar
İkinizi birden boşarım
Yandım Allah’ım yandım iki avradın elinden
Küçüğü küçük hele kara domuzun dilinden
Ger Alim heey hey.
Geli geliver ah sekerek
Boğazına dursun ham çökelek
Geli geliver ah sekerek
Boğazına dursun ham çökelek
BÜLENT KİLİT
2.1.1.3. Silifke’nin Yoğurdu
A’hey
Silifke’nin yoğurdu
Ah seni kimler doğurdu
Seni doğuran ana bal ile mi doğurdu?
Beşiği çamdan
Yuvarlanıverdi damdan
Keşke sevmez olaydım
Usandırdı bu candan
A’hey
Bağa vardım üzüme
Ah çubuk battı gözüme
Çubuk seni keserim
Yar göründü gözüme
Beşiği çamdan
Yuvarlanıverdi damdan
Keşke sevmez olaydım
Usandırdı bu candan
BÜLENT KİLİT
2.1.1.4. Keklik
Yar yar yar...
Nereden gelirsin, Silifke kalesinden
Ne gezersin açlık belasından
Nerede yattın beyin konağında
Hey kekliğim hey
Kekliği düz ovada avlarım
Kanadını şamdanına bağlarım
Şıkıdık mıkıdık şıkıdık mıkıdık oynarım
Yar yar yar...
Buyurun arkadaşlar davetim var benim
Herkes kesesinden yesin içsin
Aslı yok yaylasında bin beş yüz koyunum var benim
Hey kekliğim hey.
Kekliği düz ovada avlarım
Kanadını şamdanına bağlarım
Şıkıdık mıkıdık şıkıdık mıkıdık oynarım
BÜLENT KİLİT
2.1.1.5. Türkmen Kızı
Türkmen kızı Türkmen kızı
İnek sağar Türkmen kızı
Sen allar giy, ben kırmızı
Çıkalım dağlar başına
Sen gül topla ben nergizi
Aman Ayşem yaman Ayşem
Dağlar başı duman Ayşem
Türkmen kızı Türkmen kızı
Yayık yayar Türkmen kızı
Sen allar giy, ben kırmızı
Çıkalım dağlar başına
Sen gül topla, ben nergizi
Türkmen kızı Türkmen kızı
Hamur yoğurur Türkmen kızı
Sen allar giy, ben kırmızı
Çıkalım dağlar başına
Sen gül topla, ben nergizi
Aman Ayşem yaman Ayşem
Dağlar başı duman Ayşem
BÜLENT KİLİT
2.1.2. Ağıt
İnsanoğlunun ölüm karşısında veya canlı-cansız bir varlığını kaybetme, korku, telaş ve heyecan anındaki üzüntülerini, feryatlarını, isyanlarını, tâlihsizliklerini düzenli düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türkülere Batı Türkçesi’nde umumiyetle “ağıt” adı verilir. Ağıt söyleyen kişi için “ağıtçı” sözü yaygınlaşmış ve “ağıt yaymak” deyimi türemiştir.
İslamiyet’ten önceki devirlerde “sagu” deyimi ile karşılanan ve hiç şüphesiz “sığıtmak: ağlamak” fiilinden türemiş ağıta bugün Azerbaycan’da “ağı”, Kerkük Türklerinde “sazlamağ” ve Türkmence’de “ağı” yanında “tavs”, “tavşa” adları verilmektedir.
En az Hun Türkleri’nden itibaren ölü gömme ve yug törenlerine bağlı olarak ananesi zamanımıza kadar gelen ağıtlar bir bakıma ölen için söylenmiş medhiye demektir. Ancak zamanla cihânın fâniliği, ömrün kısalığı, ihânet, sadâkatsizlik, gençliğin geçişi, feleğin sitemleri, ayrılık gibi hâl, durum ve tasavvurlar ağıtın mânâ ve mâhiyetini genişletmiş oldu. Bu bakımdan “ağıt”ı Fransızların “elegie” deyiminin hudutları içinde şekilden ziyade mûhteva olarak düşünmek lâzımdır.
Ağıtlar, bâzı muhitlerde belli âdet, anane şekil ve usuller içinde söylenmektedir. Meselâ Kazak Türklerinde baş sağlığına gelenlere evin sâhibesi kızı veya gelini “Köris” adı verilen ağıtı hususi bir makamla okurlar. Adana’da ağıtçı, “ölü dehşeti” adı verilen evvelce söylenmiş ağıtların hâfızasında kalan bazı parçalarını söylemekle ağıtına başlar. Bu sözler ölünün niteliklerini belirleyici duygu ve düşünceye girebilmek için bir bakıma prolog olarak kullanılmaktadır.
Binboğa Dağları’ndaki Türkmen aşiretlerinde ise ağıtçı, ölünün ortaya konulmuş çamaşırlarını birer birer eline almak suretiyle ağıtını terennüm eder ve çevresine toplanmış kadınların ağlamasını temin eder.
Umumiyetle “mâni” ve “koşma” tipi şekiller içinde uzun ve kırık hava adı verilen ezgilerle hece vezni ile söylenen ağıtlarda ölenin ailede ve cemiyette bıraktığı boşluk, birlikte geçen günlerin hatıraları dostluk, iyilik, fazilet, cesâret, düşmanlık, merhamet vb. Temler ifâde edilir. Saz şâirlerinin zaman zaman aruz vezni ile de söyledikleri ve bir kısmı bestesiz olan ağıtlarda türkülerde olduğu gibi müzik birinci planda yer almaktadır. Kadınlar tarafından ücretle veya ücretsiz, irticâlen söylenen ağıtlar, ölenin ruhuna hakaret etmemek, onu methetmek esâsına dayanan lirik eserlerdir.*
2.1.2.1. Ömer’in Ağıdı
Özlüce köyünden Durmuş Ağa adında biri oğlu Ömer’le Çukurova’ya çalışmaya giderler. Pamuk tarlasında çapa yapar, pamuk toplar ve evin istihkâkını temine çalışırlar.
Ömer nişanlı imiş. Çukurova’da sıtmaya yakalanıp ölür. Ağıt onun içindir.
Yoruldum yola oturdum
Felek vurdu ben götürdüm
Soyka pantol, soyka ceket
Hatçeye hediye getirdim
Geriye dönüşünde çocuğun elbiselerini de beraberinde getiriyor.
Bizim yayla toplak toplak
Kaş kara da gözler aplak
Ömer Beyimi aldı da
Gönendi mi kara toprak
Şıvara oldum şıvara
İçmezdim içtim sigara
Ömer oğlum can verirken
Kolunu vurmuş duvara
Er yürüyen göç evleri
Aştı tepeyi Kiraz’ı
Ne ben aldım ne de kendi
Elin aldığı murazı
Kuru çayın seli çöker
O da boz bulanık akar
Kalma orda Ömer oğlum
Gözlerine mucuk çöker
YILMAZ GÖKSAL
2.1.2.2. Ergen’in Ağıdı
Adamın biri dağa ot biçmeye gider. Akşamdan sigarasını, çakmağını, ekmeğini, suyunu alır. Akşama kadar çalıştıktan sonra bir dalın altına yatar.
Gece üç kişi gelir. Düşmanları olacak ki adamın başına taşla vururlar. Sürükleyerek bir odun yığınının üzerine korlar. Tam yakacaklarken yaralı adam kendisine vuranın birinin soyadını haykırır. O sırada Aydınlı Oymağı’nın evleri göçermiş. Tabiî duyarlar.
Aydınlılar köye haber verir. Köylüler ekin biçmektedir. Orağı desteye koyan herkes gidip günlerce yaralıyı ararlar. Adamın da kimsesi yoktur. Köyün bekçiliğini yapmaktadır. Nihayet ölüyü bulurlar. Köye haber getireni de bulurlar. Bekçi Ergen’i (ismi Ergen’dir) kimin öldürdüğü sorulur ama Aydınlı söylemez.
“Benim bir oğlum var. Düşman sahibi olamam” der. Hakimlerin hakimine havale eder.
Hanımı ağlar:
Yandım kavruldum kül oldum
Dumanım göğe savruldu
Bekçi elden gitmiş diye
Köyde bir dellâl çağrıldı
Doktor tepemi açtı da
Yakamdan döküldü kurtlar
Bibi sen beni görmedin
Üleşimi buldu itler
Uşaklar dala yükletti
Çektiler engin aşağı
Yedi gün dağlarda yattım
Gelmedi bibim uşağı
Ardımda bir oğlum olsa
Kısmet kız yalnız ağlar
Düşman başına vurdu da
Zelzele ediyor dağlar
Yaslan babam oğlu yaslan
Karanlık derede seslen
Anamın nazlı torunu
Ergen değil adı Aslan
Veli babam oğlu Veli
Bir arşın gelirdi kolu
Vallaha sıtkınan diyom
Ölsün bu dünyanın eli
YILMAZ GÖKSAL
2.1.2.3. Hasta Kadının Ağıdı
Hastane içinde uzandım yattım
Yavrumu beyimi evde bıraktım
Ayrılık şerbetini akşamdan tattım
Onun için kapanmıyor gözlerim
Hastanenin ışıkları parlıyor
Doktor gelmiş yaralarım bağlıyor
Beyim gelmiş yanı başımda ağlıyor
Onun için kapanmıyor gözlerim
Yeşil idi tabutumun tahtası
Ömrümün son günü bayram haftası
Beyime söyleyin her gün ağlasın
Onun için kapanmıyor gözlerim
ZEYNEP KÖSE
2.1.2.4. Yiğidin Ağıdı
Ankara’yla Silifke’nin arası
Her tarafı benim yarimin trafik yarası
Nasıl dayansın buna annesiyle babası
Ev yaptırdım oturmadan
İçine gelin getirmeden
Cevabını bitirmeden
Nasıl dayansın buna anne baba
Ev yaptırdım dört köşeli
Önünde güller döşeli
Bir yiğit öldü burada
Kolları serum şişeli
ZEYNEP KÖSE
2.1.2.5. Ali’nin Ağıdı
Erdemli şehrinden okuntu geldi
Alim erdeğine buyursun diye
Küçük alim geldi büyük gelmedi
Ne oldu pehlivanım da diyemiyorum
Çalgıcılar ah arkanda geziyor
Güreşçiyi bir tarafa diziyor
Alim durmuş kuşağını çözüyor
Sen soyunma oğlum da diyemiyorum
Yedi kişi yıkmış çıkmış geliyor
Nazar olmuş kel keli soluyor
Bu dert benim yüreğimi deliyor
Ne oldu pehlivanım da diyemiyorum
İncedir uzundur a beyaz taşı
Tabuda sığmıyor o beyaz başı
Kınamayın komşular Allah’ın işi
Yitirdim oğlumu da bulamıyorum
ARİF CERİT
2.1.2.6. Kardeşe Ağıt
Sabahınan sabahınan, kahve gelir tabağınan
Ömer bacıların kurban kucağında bebeğinen
Oy oy babam olur, bacıların öle Ömer kardeş
Yolcuların cılga yolu gide gide kavuşuyor
Ömer’i vuran Jandarmalar elvanına kavuşuyor
Oy oy babam olur, bacıların öle Ömer kardeş
Yoncaların boz dumanı
Hükümet bilmez amanı
Ben kardeşim yolcu ettim
Ot biçimi orak zamanı
Oy oy babam olur bacıların öle kardeş
Oy oy babam olur bacıların öle kardeş
Martininin ucu gümüş bacısının adı Emiş
Martinin ucu gümüş bacısının adı Emiş
Ankara’dan İsmet Paşa ille Ömer’i vurun demiş
Ankara’dan İsmet Paşa ille Ömer’i vurun demiş
ARİF CERİT
2.1.3. Mâni
Anonim Halk Edebiyatı mahsullerinin en yaygın olanlarından biri de ‘Mâni’dir. Düğünlerde, kadın topluluklarında, iş yerlerinde, tarlalarda vb. söylenen mâni umumiyetle hece vezninin 7 veya 8’lisi ile meydana getirilen 4 mısralık manzumelerdir. 4 mısradan az veya çok mısralarla ve hecelerle söylenen mâniler de vardır. Bunlar karşılıklı mâni atışmalarında, “karşı-beri” adı verilen türkülerde, Kuzey Bulgaristan’la Romanya’da yaşayan Gagauz Türkleri’nin eserlerinde dikkati çekmektedir.
Mânilerde birinci, ikinci ve dördüncü mısralar kafiyelenir: (a a b a) Bâzı saz ve tekke şairlerinin eserlerinde, meselâ ilâhi, destan ve koşmaların ilk dörtlüklerinde görüldüğü gibi (a b c d), (a a a b) şeklinde kafiyelendirilen mânilere rastlanır. Bu mânilere ‘düz mâni’ adı verilir.
Her türlü hayat hâdiseleri arasında, aşk, gurbet, kıskançlık, hasret, kırgınlık, tabiat vb. temleri işleyen mânilerde ilk iki mısra bir bakıma duygu, düşünce ve hayâlin girişini teşkil eder. Dinleyenin veya okuyanın dikkat ve ilgisini çekmeye yarayan bu iki mısrâdan sonra üçüncü ve hususiyle dördüncü mısrâ asıl konuyu vermeye çalışır; nâdir olarak dört mısraın bütün bir duygu, fikir ve hayâlin işlediği görülür.
Mânilerin ikinci bir şekli ‘kesik mâni’ veya ‘cinaslı mâni’ adını almaktadır. Mısrâ sayısı ile kafiye düzeni az-çok değişiklik gösteren cinaslı mâniler, umumiyetle ses, tekerleme, mânâ ve cinas hususiyeti gösteren bir kelime grubu halindeki eksik mısra ile başlar; daha çok bu biçimdeki mânilere Azerbaycan Türkleri Bayati, Güney ve Doğu Anadolu bölgelerimizi de Irak Türkleri (Kerkük) ‘hoyrat’ adını vermektedir.
Kültür ve medeniyet tabakalarımızın maddi ve mânevî malzemesini aksettiren mâniler tabiî olarak bestesiz veya âşıklar tarafından hususî makamlarla söylenmektedirler.
Ferdî eser olarak da bilhassa Irak Türkleri arasında görülen ve konularına göre araştırıcılar tarafından muhtelif şekillerde tasnif edilen mânilerin ilk kaynağı hiç şüphesiz halkın hâfızasıdır. Cönkler, mecmûalar, sözlükler, divânlar, halk hikâyeleri, ramazan nâmeler, mektuplar, bekçi destanları vb. eserler mânilerin yazılı kaynağını teşkil ederler.*
-
Ateş yanar olur kor
Düş görünce hayra yor
Sevda çekmek nasılmış
Sen onu çekene sor
(2) Çukurova uşağı
İpek bağlar kuşağı
Onu bunu dinlemez
Çeker vurur bıçağı
(3) Dere dere giderim
Mor koyun güderim
Sultan benim olursa
Yaylalara giderim
(4) İndim nane biçmeye
Eğildim su içmeye
Ben de senden öğrendim
Böyle dalga geçmeyi
(5) Karınca toplar darı
Bal yapar durmaz arı
Sen de bunlara bakıp
İbret alsana bari
(6) Karyolada yatıyor
Yorgan göbek atıyor
Çok yaklaşma sevgilim
Bıyıkların batıyor
(7) Kızın adı Melek’tir
Elbisesi yelektir
Yakası açık gezmek
Sevdalıyım demektir
(8) Maydanoz demet demet
Yarimin adı Memet
Memet benim olursa
Ne karışır hükümet
(9) Mektup yazdım karadan
Dağlar kalksın aradan
Şu benim sevdiğimi
Kavuştursun Yaradan
(10) Yayla gülü nedendir
Çiçeği kendindendir
Hep benim çektiklerim
Yârimin derdindendir
2.1.4. Ninni
Ninniler, annelerin süt emen çocuklarını uyutmak için ezgi ile söyledikleri manzum veya mensur sözlerdir. Batı Türkçe’sinde bu kelimeye bağlı olarak ‘Neni çalmak, ninni söylemek’ ve ‘uyku getirmek’ deyimleri doğmuştur. Ninniye Kâşgarlı Mahmud ‘balu-balu’, Azeri Türkleri ‘laylay’, Kerküklüler ‘leyley’, Türkmenler ‘hûdi: Allah de’, Özbekler ‘elle’, Kazanlılar ise ‘bişik cırı: beşik türküsü’ adını vermektedirler.
Umumiyetle ilk söyleyicilerini tespit edemediğimiz ninnileri, anneden sonra, büyük anne, hala, teyze, abla gibi ailenin diğer şahısları da zaruret hâsıl oldukça terennüm ederler.
Ninni, çocuk emzirilip kundaklandıktan sonra, salıncakta, beşikte veya kucakta sallanıp uyutulmaya çalışılırken tizden pese doğru söyleyen bir ezgidir; çocuğun ağlamasının durması veya uyuması ile nihayet bulur. Muhtelif türkü, mâni, ilâhi, destan ezgilerinin yardımı veya irticâlen meydana getirilen ölçücü, ölçüsüz söz ve tekerlemelerle çocuğu oyalayan ninniler, hece vezni ve sâde bir dille söylenirler. Umumiyetle dört mısralık bir bütün teşkil eden ninnilerin sonu bir bakıma nakarat gösteren ‘ninni yavrum ninni’, ‘uyusunda büyüsün ninni’, ‘e, e, e, ey’ vb. sözlerle biter.
Ninnilerin konusunu çocuk teşkil eder. Sağlıklı doğmadan gelen sevinç, fizik güzellik, soy-sop, iyi huy, sünnet, öğrenim, nişan, gelin olma, evlenme gibi geleceğe ait dilekler; yalnızlık, gurbette kalan baba, koruyucu melekler, velîler, Hızır vb. madde, tem, motif ve merâsimler ninnilerin muhtevâsında belli başlı unsurlardır.
Köy ve şehir hayatımızda canlı olarak yaşayan -arada bir erkeklerin de söylediği- ninniler maddî ve mânevî kültür mirasımızı sinesinde muhâfaza eden lirik mahsullerdir.*
Evlerinin önü arpa
Kırat gelir dırpa dırpa
Benim yavrum hastalanmış
Kuru yerde yata yata
Yavrum ninni, gülüm ninni
Yavrum ninni, gülüm ninni
Evlerine varayım mı
Kimi gördüm sorayım mı
Benim yavrum hastalanmış
Nereden hekim bulayım
Gülüm ninni, yavrum ninni
Gülüm ninni, yavrum ninni
HATİCE KÜÇÜK
3. BÖLÜM
3.1. KALIPLAŞMIŞ SÖZLER
3.1.1. Bilmece
Bilmeceler, tabiat unsurları ile bu unsurlara bağlı hâdiseleri; insan, hayvan ve bitki gibi canlıları; eşyayı, akıl, zekâ veya güzellik Nevi’nden mücerret kavramlarla dinî konu ve motifleri vb. kapalı bir şekilde yakın-uzak münâsebetler ve çağrışımlarla düşünce, muhâkeme ve dikkatimize aksettirerek bulmayı hedef tutan kalıplaşmış sözlerdir. Bu sözler bir takım eğlence, lügaz, muammâ ve bulmacalarda da görülen ve dinleyiciye sorulunca ondan halli istenen ‘bil bakalım’ veya ‘ol nedir ki’ ifadelerinin bir bakıma geniş târifidir.
İlk çağlardan zamanımıza kadar bir çok milletlerin halk ve aydın çevreleri ile çocuk topluluklarında vakit geçirmek, eğlenmek, devlet adamları arasında gizli haber ulaştırmak; bir bakıma bilgide, zekâda, muhâkemede, hâfızada, dikkatte, sür’at-i intikâlde üstünlük yarışması olarak söylenen bilmeceleri anonim ve ferdi eser olmak üzere iki kolda incelemek mümkündür.
Anonim mahsuller şekil bakımından nazım ve nesir olmak üzere iki ifade tarzı gösterirler. Manzum bilmeceler, vezin, kafiye ve nazım hususiyeti gösteren eserlerdir. Bunlarda kullanılan vezin, Türk dilinin bünyesinden çıkan ananevî hece veznidir. Bu vezin, bilmecelerde ve onların mısrâlarında tam kat’i bir intizam göstermez; türlü sebeplerle vezin aksaklıkları görülür. Duraklı, duraksız; az veya çok heceli muntazam veya gayri muntazam mısralarla örülen bilmecelerde kafiyeler, Türk halk nazmında görülen ‘aliterasyon, redif, yarım, tam, cinaslı ve zengin’ gibi kafiyelerdir. Bazen kafiyesiz bilmecelere de rastlanır.
Mensur bilemeceler, düz cümle halinde konuştuğumuz şekilde olan ve çoğu zaman ‘seci’ karakteri gösteren mahsullerdir. Bu mahsulleri bâzı durumlarda manzum bilmecelerden ayırmak mümkün olmaz. Tekerlemeleri andıran ve az da olsa atalar sözü ile duygu ve fikir alış-verişinde bulunan eserleri de bu grupta toplayabiliriz. Mensur bilmecelerin vezin ve kafiye unsurlarından mahrum bulunuşu hâfızalarda yaşamasını zorlaştırdığından manzum olanlara nispetle sayıları azdır.*
(1) Bu derenin akıntısı
Kenarının yıkıntısı
Kulağıma gelmez oldu
Değneğinin tıkırtısı
(AĞIT)
(2) Mini mini kuşlar camiyi taşlar
Kendi yapar ele bağışlar
(ARI)
(3) Ben giderim o gider
Para para iz eder
(ASA)
(4) İki tarla öbek
Çalmadan oynar bu köpek
(AYI)
(5) Sandalı biçtim
Daracık yerden geçtim
(AZRAİL)
(6) Dilim dilim nar
Dizime çıktı kar
Uçtu gitti keklik
Yerinde kaldı dilber
(BUĞDAY)
(7) Adın Abbası
Yeşildir cübbesi
Bunu bilmeyen
Eşek sıpası
(CAMİÎ)
(8) Ağaç üstünde kilitli sandık
(CEVİZ)
(9) Yeraltında ak düğme
(ÇİĞDEM)
(10) Çıktım gittim tepeye
Bir yular kattım sıpaya
(ÇUVALDIZ)
(11) Gece gider Leyla
Gündüz gider Leyla
Çalı çeker Leyla
Dolu döker Leyla
(DAVAR)
(12) Dağdan gelir tekerek
Kara üzüm dökerek
(DAVAR-KEÇİ)
(13) Değneğinin ucu yemiş
Bunu yiyen ölmemiş
Ramazan’da yemiş de
Orucu bozulmamış
(DAYAK)
(14) Taştandır demirdendir
Yediği hamurdandır
(DEĞİRMEN)
(15) Kale kapısından küçük
Eşek sıpasından büyük
Kan kırmızı tuz acı
Bunu bilmeyen gunnacı
(DEVE)
(16) Uzun uzun uzlama
Ucunda bir bazlama
(DEVE TABANI)
(17) Pata küten ağacı
Kırmızı leylek
Güle biten ağacı
(DİKİŞ MAKİNASI)
(18) Yeşil ile başladım
Beyaz ile işledim
Kırmızı ile bitirdim
(ELMA)
(19) Evimizin önünde bir ağaç var
Dalsız budaksız
Bir kuş kondu elsiz ayaksız
O kuşu vursam topsuz tüfeksiz
O kuşu pişirsem odsuz ocaksız
O kuşu yesem dilsiz damaksız
(GÖNÜL)
(20) Alaca yılan dünyaya dolan
Vallahi de yalan Billahi de yalan
(GÖZ)
(21) Bir dedem var metten
Sakalları etten
Şimdi gelir görürsün
Güle güle ölürsün
(HİNDİ)
(22) Ak katır ağzını açar
Kara katır gelir geçer
(ISTAR TEZGÂHI)
(23) Gağal gağal gaz geçer
Gağaltısı tez geçer
Bir yumurtanın içinde
Elli bin cülle geçer
(KARGI MAKARNASI)
(24) Geriden baktım yamur yumur
Yanına vardım gökçe demir
(KARINCA)
(25) Dışı kazan karası
İçi peynir mayası
(KESTANE)
(26) Dökülür kavak yaprağı
Dökülür Hz. Adem toprağı
(KINA)
(27) Ektim nohut bitti
Söğüt dalları dut
Başı armut
(KOZA)
(28) Karşıdan baktım ıldır ışık
Yanına vardım yüzü kırışık
(LAHANA)
(29) İstanbul’da süt pişti
Kokusu bura düştü
(MEKTUP)
(30) Bir karıştan boyu var
Hem inekten hem öküzden soyu var
Kendini yer bitirir
Böyle kötü huyu var
(MUM)
(31) Sarp yerde sandal asılı
İçinde mercan basılı
(NAR)
(32) Sarı ineğim sarkıp durur
Düşeceğim diye korkup durur
(PORTAKAL)
(33) Küçücük kutu
Dünyayı yuttu
(RADYO)
(34) Yol kıyısına sac koydum
Geleni gideni aç koydum
(RAMAZAN AYI)
(35) Herkes uyur, İlyas baba oturur
(SAAT)
(36) Yeraltında sakallı hoca
(SOĞAN)
(37) Tid dedim tid dedim
Var kapıya yat dedim
(SÜPÜRGE)
(38) Yoğurdun öz annesi
Ayranın halasıyım
Tereyağın nenesi
Besinlerin hasıyım
(SÜT)
(39) Yapılmadık duvar üstünde
Doğmadık çocuk oturur
(ŞEYTAN)
(40) Altı tahta üstü tahta
İçinde bir ahraz softa
(TOSBAĞA)
(41) Sındı sındı sıra vardı
Ayağını kıra vardı
(TUZAK)
(42) Anası yaman kadın
Babası süklüm büklüm
Kızı güzellerden güzel
Oğlu gurbetlerde gezer
(ÜZÜM)
(43) Melemez melemez
Ocak başına gelemez
(YAĞ DERİSİ)
(44) Benim bir guyum var
İki türlü suyum var
(YUMURTA)
Dostları ilə paylaş: |