Eğer bu anlaşılıyorsa, bu durumda, Lenin’in Ekim Devrimi’nin dördüncü yıldönümünde yaptığı konuşmadaki temel düşüncelere yeni bir gözle bakabiliriz. Bu vurguların, sadece burjuva demokratik devrimin zorunlu bir ön aşama olduğu ülkeler için değil, tarihsel olarak artık sosyalist devrim temel adımı ile yüzyüze bulunan ülkeler için de geçerli olduğunu kavramakta güçlük çekmeyiz. Bir dizi temel demokratik sorunu sayan ve en gelişmiş kapitalist ülkelerde bile bu sorunların hala da bir çözüme bağlanamadığının altını çizen Lenin, sosyalist Ekim Devrimi’nin bunları birkaç haftada çözüme bağladığını söyleyerek, şöyle devam ediyordu:
“Bütün bunlar burjuva-demokratik devrimin içeriğine girer. Bundan yüzelli, ikiyüzelli yıl önce, bu devrimin (eğer bir genel devrim tipinin kendine özgü ulusal şeklinden söz edilecekse) ilerici önderleri halklara insanlığı ortaçağın ayrıcalıklarından, kadın-erkek eşitsizliğinden, şu ya da bu dine devletin tanıdığı imtiyazlardan (ya da tamamen din fikri’nden, dindarlıktan ), ulusal eşitsizliklerden kurtaracakları sözünü verdiler. Ama onlar sadece söz verdiler, sözlerinde durmadılar. Sözlerinde duramazlardı, çünkü ‘kutsal özel mülkiyet’ için duydukları ‘saygı’ buna engel oluyordu. Bizim proleter devrimimizde kahrolası ortaçağa ve ‘kutsal özel mülkiyet'e karşı duyulan bir ‘saygı’ sözkonusu değildir.
“Fakat burjuva-demokratik devrimin kazanımlarını Rusya(153)halklarına geri dönülemez bir tarzda mal etmek için daha da ileriye gitmeliydik ve gittik de. Bu yolda ilerlerken burjuva-demokratik devrimin sorunlarını kendi temel ve gerçek proleter-devrimci sorunlarımızın, sosyalist eylemlerimizin bir 'yan ürünü’ olarak çözdük. Her zaman söylediğimiz ve eylemlerimizle kanıtladığımız gibi, burjuva-demokratik reformlar, devrimci sınıf mücadelesinin yani sosyalist devrimin yan ürünüdür. Bu arada, Kautsky, Hilferding, Martov, Çernov, Hillquit, Longuet, Mac Donald, Turati ve 'ikibuçukuncu’ Marksizmin diğer kahramanlarının burjuva-demokratik devrim ile proleter-sosyalist devrim arasında böyle bir karşılıklı ilişki olduğunu bir türlü anlamak istemediklerini de belirtelim. Birincisi ikincisinin içine girer, ¡kincisi geçerken birincisinin sorunlarını da çözer. İkincisi birincisinin eserini kökleştirir. Mücadele ve sadece mücadele ikincinin birinciyi ne derece aşıp aşmayacağını belirler.
"İşte Sovyet düzeni böyle bir devrimin bir diğerinin içinde yeşerişinin en açık kanıtlarından, görüntülerinden biridir. Sovyet düzeni işçi ve köylüler için demokratizmin en üst ölçeğidir ve aynı zamanda daburjuvademokratizminden bir kopuş, dünya tarihinde yenibir tipdemokrasinin, yani proleter demokratizmin diğer bir deyimle proletarya diktatörlüğünün de doğuşudur.”
Bu temel vurguları, proleter devrimin saf olamayacağının, onun kendi bünyesinde burjuva demokratik sorunların çözümünü, bunun ifadesi süreçleri taşıdığının bir ifadesi saymalıyız. Ve elbette ki bu durumu, burjuva demokratik devrimin zorunlu bir tarihsel aşama olduğu kendine özgü durumla karıştırmamalıyız. Şubat öncesi Rusya’nın durumu buydu ve Lenin, aynı konuşmasında, Rusya’nın bu kendine özgü durumu hakkında şunları söylemektedir:
“Devrimimizin burjuva-demokratik içeriği hakkındaki düşüncelerimizi sonuna kadar götürelim. Marksistler için bunun ne anlama geldiği net olmalıdır. Açıklamak için örnekler verelim. Devrimin burjuva-demokratik içeriği, ülkenin toplumsal ilişkilerini(154)(yapısını, kurumlarını) ortaçağ’dan, serflikten, feodalizmden temizlemek demektir.
“1917'de Rusya’da serfliğin başlıca belirtileri, kalıntıları, yaşayan unsurları nelerdi? Monarşi, ortaçağ kalıntıları, büyük toprak sahipliği ve toprağın tasarruf hakkı, kadının durumu, din ve ulusların ezilmesi... ”
Özetle bu meseleyi, teorik ve tarihsel olarak kavramak büyük bir önem taşımaktadır. Sadece küçük-burjuva demokratik akımlara karşı etkili ve sonuç alıcı bir ideolojik mücadele yürütmek ihtiyacından da gelmiyor bu önem. Bunu kavramanın asıl önemi, bizim kendi devrimimizin doğasını ve diyalektiğini doğru kavramamız gereğinden gelmektir. Devrimimizi doğru ve başarılı bir çizgide ilerletebilmemiz için bu meseleyi bu karmaşıklığı içinde doğru bir biçimde kavramamız zorunludur. Bu bize hem demokratik siyasal sorunların büyük önemini gözetmek, onları en iyi bir biçimde değerlendirmek imkanı verecektir. Hem devrimimizin tüm dinamiklerini gerektiği gibi değerlendirmek anlamına gelecektir. Ve hem de, bu dinamiklerin temsilcisi durumundaki ya da bu sorunlarla bağlantılı bulunan toplumsal sınıf ve katmanları işçi sınıfının iktidar mücadelesinin yedeğine almak için bilinçli bir çaba içinde olmamız böylece olanaklı olabilecektir. (Burada tartışılan sorunun anlaşılmasını kolaylaştıracak bir metni, G. Lukacs’ın Lenin’in ölümünün hemen ardından (Şubat 1924) kaleme aldığıLenin'in Düşüncesi başlıklı kitabının bir bölümünü ekte okurlarımıza sunuyoruz. -Red)