Hidayet önderleri 2 İmam ali (AS) Önsöz 2


Halifeler Döneminde İslâmî Bilinç[333]



Yüklə 0,77 Mb.
səhifə41/54
tarix02.11.2017
ölçüsü0,77 Mb.
#27824
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   54

Halifeler Döneminde İslâmî Bilinç[333]


Bir ilâhî risaletin ve inanç sisteminin karşısına çıkabilecek en büyük tehlike, fikrî donanımdan yoksun, âciz grupların onu savunma veya pratik hayatta uygulama noktasında önderlik pozisyonunda olmasıdır. Liderlik pozisyonunda olan kimseler, risaletin öngördüğü düşünceye sahip olma boyutlarının ve deneyimlerinin ortaya çıkacağı bir sınamayla karşı karşıya kaldıkları zaman, sustuklarında veya kendi aralarında ihtilâfa düştüklerinde, bu, kitlelerin içinde kuşku meydana getirir, onların risalete olan güvenlerini sarsar, risaletin hayatı karşılama kapasitesinden kuşkulanmaya başlarlar. Bundan sonra da kitlelerin içlerindeki bu kuşku, netice olarak psikolojik hastalıklara dönüşür.

Bu yüzden ümmet ilâhî risaletle temas hâlinde olma, etkileşim içinde olma noktasında fireler vermeye başlar. Risaleti savunma gereğini duymaz olur. Krizler karşısında risaleti canla başla savunmaz. Bu nedenle, Peygamber'in (s.a.a), ümmetin hayatının şu veya bu alanında ortaya çıkan her türlü kapalı sorunu veya bilinmeyen hususu önemseyerek ele aldığını görüyoruz. Böylece risaletin bu gelişmeler karşısında net bir şekilde tavır sergilemesini sağlamış oluyordu. Bunun bir örneğini de İmam Ali'nin (a.s) Peygamber'den (s.a.a) sonra üç halife zamanında sergilediğini görüyoruz. İmam Ali (a.s) insanların halifelerin âcizlikleri, ilmî ve amelî yetersizlikleri farkedildiği zaman derhal müdahale eder, risalet misyonunun pratik örnekliğini gösterirdi. İmam Ali (a.s) yönetimi ele aldıktan sonra ise, araştırma ve sorgulama açısından büyük bir alan açılmış oldu.

Hâkim grup yönetimde yetersiz olduğunu ve bilgi olarak bu makamı dolduramadığını anladığı zaman, bu sorunu çözmek için bazı uygulamalara başvurdu:

1- İlmî yönlendirmeyi ön gören, insanları hayat içinde bilinçli ve aktif olmaya sevk eden Peygamber'in (s.a.a) hadislerini yasakladılar. Kaldı ki Resulullah'ın (s.a.a) hadisleri, halifelik görevinin Ehlibeyt'e ait olduğunu, risalet misyonunu onların sürdürdüğünü, onlardan başkasının bu noktada yetersiz kaldığını açık bir şekilde ilan ediyordu. Buradan hareketle, Peygamber efendimizin (s.a.a) hastalığı esnasında, kendisinden sonra sapmamaları için bir yazı yazmak istediği zaman, "Bize Allah'ın kitabı yeter." sloganıyla Peygamber'e (s.a.a) karşı çıakrılan sözlerinin altında hangi amacın yattığını da anlamış oluyoruz.

Öyle anlaşılıyor ki, hadislerin yayılmasına sınır konulması veya tamamen yasaklanması bu tarihten öncesinden başlamış. Nitekim Kureyş, Abdullah b. Amr b. As'ın hadisleri yazmasına engel olmuştu.[334] Ayrıca iktidar sahipleri Peygamberimizin (s.a.a) sözlerini içeren birçok kitabı da yakmışlardı.[335]

2- Sünnetin Kur'ân'dan soyutlanmasından sonra, Kur'ân ayetlerinden anlamı bilinmeyen hususların sorulmasının yasaklanması ümmetin, Kur'ân'ı araştırma, inceleme ve öğrenme silâhından yoksun bırakılması, Kur'ân'ın sadece zahirine önem verilmesi, Kur'ân'ın üzerinde düşünme, onun ayetlerini derinliğine kavrama ve hükümlerini en ince ayrıntısına kadar irdeleme imkânının verilmemesi anlamına geliyordu. Hatta Ömer valilerine şu tavsiyede bulunmuştu: "Kur'ân'ı soyutlayın, Muhammed'den az rivayet edin; ben sizin ortağınızım." Daha da ileri giderek Kur'ân ayetlerinin tefsirini soran kimsleri cezalandırdı.[336]

3- Nassa karşı içtihat yapma (nas dururken içtihat yapma) kapısı açıldı. Söz gelimi Ebu Bekir Kur'ân'daki bir ayete veya Peygamber'in (s.a.a) bir hadisine dayanmadan bazı hükümler vermişti. Peygamberimizin (s.a.a) mirasına el koymasını, Ehlibeyt'i humus gelirlerindeki haklarından yoksun bırakmasını, Fucae es-Sülemî'yi yakmasını,[337] kelâle meselesine dair fetvasını,[338] nenenin mirasına ilişkin fetvasını[339] buna örnek gösterebiliriz. Öte yandan Ömer de Peygamber'in (s.a.a) sünnetine aykırı olacak şekilde devletin gelirlerini paylaştırmada toplumda katmanlar oluşturarak kimi katmanlara ayrıcalıklar tanımıştır.[340] Hac müt'asını ve müt'a nikâhını yasaklayan içtihatta bulundu. (Bu uygulamalarını en-Nass-u ve'l-İçtihad adlı kitapta görebilirsiniz.)[341] Osman b. Affan, Übeydullah b. Ömer hakkında kısas hükmünün uygulanmaması yönünde içtihatta bulunmuştur.[342] Osman birçok açık hükmü, Peygamberimizin (s.a.a) gösterdiğinden farklı bir şekilde tevil etmiş ve bu da bilindiği gibi Müslümanların ona karşı ayaklanmasına neden olmuştur.

Bu ve benzeri olaylar, İslâm devletinin ve Müslüman ümmetin karşısına birçok ağır problemler ve yıkıcı musibetler çıkarmıştır. İslâm risaleti için belirlenen hareket çizgisinden sapılmış olması, birçok insanın fitne ve sapıklık sarmalına kapılmasının başlıca sebebi işte bu olaylardı. İmam Ali (a.s) bu hususa şöyle işaret eder:

"Hiç kuşkusuz heva ve heveslere tâbi olunması ve uydurma hükümlere uyulması, Allah'ın kitabına aykırı hareket edilmesi, insanlar Allah'ın dininden bir dayanak olmaksızın kendileri gibi adamları önder edinmeleri fitnelerin başlangıcıdır. Eğer batıl, hakka ilişkin özelliklerden tamamen soyutlanırsa, tereddüt içinde olanlardan yana bir endişe olmaz. Şayet hak batıl örtüsünden tamamen soyutlanırsa, artık inatçı düşmanların hakka karşı söyleyebilecekleri bir şeyleri kalmaz. Ama şundan bir demet, şundan da bir demet alınıp karıştırılır. İşte o zaman şeytan dostlarına egemen olur. Ama Allah'ın kendilerine iyilik yazdığı kimseler bundan kurtulur."[343]


İmam'ın (a.s) İslâm Şeriatının Yeniden Canlandırılması Uğruna Verdiği Mücadele


İmam Ali (a.s) Peygamber'in (s.a.a) hayatta olmadığı bu süreçte en öncelikli görevinin, kutsal şeriatı eğrilmelerden ve sapmalardan korumak, İslâm devletinin işlerinin gelişimini gözetmek, tökezlemeden ve duraksamadan devam etmesini sağlamak olduğunu düşünüyordu. Ümmetin yönetimini doğrudan ele alma hakkının verilmemesinden dolayı duyduğu acıyı ve kederi içine gömerek halifeler zamanında bu hususta büyük bir çaba sarf etti. İktidara geldikten sonra da, Resulullah'ın (s.a.a) sünnetini yeniden canlandırmak, sünnetin gölgesinde bir hayat yaşamaya davet etmek hususunda büyük adımlar attı. Kur'ân-ı Kerim'e, Kur'ân'ın tefsirine, ümmetin eğitimine ve nerede bulunursa bulunsun fesadın ıslâh edilmesine büyük bir önem verdi. İmam Ali'nin (a.s) iktidara geldikten sonra attığı önemli adımları şöyle sıralayabiliriz:

1- Kur'ân ve sünnetle ilgili diyalog ve soru sorma kapısını açtı. Kutsal şeriata dair her meselenin Müslüman kitlelerin önünde açıkta ve genel olarak tartışılmasını sağladı. Muhaliflerine ve kendisine kin besleyen düşmanlarına cevap vermekte dahi üşenmedi, tereddüt göstermedi.

2- Kur'ân hafızlarına önem verdi, onların durumlarını gözetti. Onlarla ilgili olarak Peygamber efendimizin (s.a.a) eğitime dair sünnetini uyguladı. Kur'ân okuma eğitiminin yanında dinin hükümlerine dair bilgi ve pratiğin yanı sıra derin kavrayış sahibi olmaya dönük eğitim de veriliyordu.

3- Arap olmayan Müslümanların Kur'ân okumalarına da önem verdi. Arapça'yı düzgün bir şekilde konuşamayanların eğitimine dikkat etti. Dili konuşma bozukluklarından korumak için nahiv ilminin temel kurallarını belirledi.[344]

4- İmam (a.s), insanları Peygamber'in (s.a.a) hadislerini rivayet etmeye, tedvin etmeye ve hadis derslerini vermeye davet etti. Şöyle derdi: "İlmi yazıyla kaydedin."[345] Sünnet ilimleri üzerinde araştırma yapılmasını emretti. Şöyle diyordu: "Hadisleri öğrenmek ve irdelemek amacıyla birbirinizi ziyaret edin ve hadislerin kaybolup gitmesine, silinmesine izin vermeyin."[346]

5- Yasama ve hüküm verme noktasında İmam, Kur'ân ve Sünnetin temel kaynak oldukları hususu üzerinde yoğunlaştı. İstihsan ve kıyas gibi diğer kaynakları bir kenara attı. Zaten bunlar hiçbir şekilde ilâhî hükümlerin şer'î kaynakları olamazlardı.[347] Öte yandan İmam (a.s), Peygamber'in (s.a.a) ibadet ve ahlak sistemi ile ilgili sünnetini de yeniden canlandırdı. Kendisinden önceki halifelerin içtihatları veya uygulamaları neticesinde şeriata bulaşan bidatleri da ayıkladı.[348]

6- İmam (a.s), İslâm toplumunda hareket edecek, İslâmî deneyime önderlik etmeye katkı sağlayacak, İslâm toplumunun korunmasına yardımcı olacak salih müminlerden oluşan bir kitle oluşturmayı da başardı.

Öyle anlaşılıyor ki Hz. Ali (a.s) bu hareketi, Hz. Peygamber'in (s.a.a) hayatında ve onun emri doğrultusunda fiilen başlatmıştı. Nitekim Peygamberimiz (s.a.a) de İslâmî hareket açısından duyarlılık sahibi olduğunu gördüğü kimselerle sözleşme ve onları gözetme görevini Ali'ye (a.s) veriyordu. Bu gibi kimseleri Ali'nin çizgisine sarılmaya teşvik ediyordu. Öyle ki daha Peygamberimizin (s.a.a) hayatında "Şiat-u Ali" (Ali şiası=Ali taraftarları) denen bir grup oluşmuştu. Bu grup şu isimlerden oluşuyordu: Ammar b. Yasir, Selman-i Farisi, Ebuzer, Cabir b. Abdullah el-Ensarî, Mikdad b. Esved ve Abdullah b. Abbas... Bunlar, Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra İslâmî deneyimin geçtiği onca zorluklara rağmen bu çizgiden ayrılmadılar.

Emir'ül-Müminin (a.s) halifeliği teslim alınca, vefakâr ve zorlu müminlerden bir topluluk onun etrafında kümelendi. İmam (a.s) onlara eskisinden daha fazla özen gösterdi, onları özel olarak risaletin öngördüğü şekilde hazırladı. Hayatın değişik alanlarına dair çeşitli ilimleri onlara öğretti. Bu saygıdeğer sahabeler de İslâm risaletini destekleme, imamlığa dayanak oluşturma, İslâm şeriatını çarpıtılmalardan, sapmalardan ve çürümelerden koruma alanında üzerlerine düşen görevi hakkıyla yerine getirdiler. Tağutî yöneticilere ve Müslümanların idaresini haksız yere ele geçiren kimselere karşı sergiledikleri tavır gerçekten göz kamaştırıcı ve kahramanlara yakışır türdendi. Bu kahramanlara aşağıdaki isimleri örnek gösterebiliriz: Malik-i Eşter, Kumeyl b. Ziyad en-Nahaî, Muhammed b. Ebu Bekir, Hucr b. Adiy, Amr b. Hamık el-Huzaî, Sasaa b. Sûhan el-Abdî, Ruşeyd el-Hacerî, Haşim el-Mırkal, Sehl b. Huneyf vd.


Yüklə 0,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin