OSMANLI DÖNEMi MİMARİSİ 112
173 OSMANU DÖNEMİ MİMARİSİ
üzerine cami yapma eğiliminin 18. yy'dan sonra arttığı anlaşılmaktadır. Sirkeci'de Hacı Beşir Ağa Külliyesi'nin camii (1744-1745), Çarşamba'da 1723 tarihli İsmail Ağa Camii, 1761 tarihli kagir ve kubbeli Çakmakçılar Camii, Sadrazam Âli Paşa'nın Beyazıt'ta kendi konağı yanında eski^Yakub Ağa Mescidi'nin yerine yaptırdığı Âli Paşa Camii (1869), II. Mahmud'un yaptırdığı Hidayet Mescidi'nin yanmasından sonra II. Abdülhamid döneminde A. Vallaury tarafından yapılan Sirkeci'deki Hidayet Ca-mii(->) (1887) fevkani yapılardır. Namaz mekânının planlanması açısından ahşap çatılı mescitler kare planlı olabildikleri gibi, kubbeli yapılara göre, mihrap duvarına paralel safların oluşması açısından daha uygun düşen enine gelişmiş namaz mekânı olanları da vardır. Nadir olarak bir bazilika, gibi uzunluğuna gelişmiş örneklere de rastlanır. Örneğin Süleymaniye'de-ki 1725 tarihli Kaptan ibrahim Paşa Ca-mii(->), Lale Devri'nde yenilenmiş bir 15. yy mescidi olan Hoca Teberrük Mescidi (Unkapam'nın güneybatısında) böyle bir camiydi. Ahşap tavanlı olanların bazılarında tavanın ortasında ahşap kubbe de bulunabilir. Samatya'da 1894'te yeniden yapılmış olan Kasap İlyas Camii(->) bunlardan biridir. 19. yy ya da 20. yy'ın başında yapılmış, küçük boyutlu bu yapılar, özellikle minarelerinin tasarımı ve ahşap oyma ya da çakma bezemeleriyle hâlâ istanbul'un bazı köşelerini şenlendirirler. Kagir mescitlerin ahşap tavanlı olanları özellikle tavan bezemeleriyle, minber ve mahfillerinin ahşap işçiliğiyle çekiciydiler, istanbul yangınları ve son yılların cami güzelleştirme derneklerinin tamirleri bunlarda özgün inşaat dönemlerine ait fazla bir iz bırakmamıştır.
istanbul'un kagir kubbeli camileri, plan tipolojisi açısından, örtü sisteminin geometrik şemasına bağlı olarak tanımlanmak zorundadır. Çünkü taşıyıcı sistem örtü tasavvurunu plana yansıtır. Buna bağlı olarak fetihten sonraki camiler değişmez örtü öğesi olan kubbenin taşıyıcısı ayak sistemine (ki buna kubbeli baldaken denilir) göre sınıflandırılabilir: Ana kubbesi kare bir ayak sistemine ya da duvarlara, altıgen bir ayak sistemine ve sekizgen bir ayak sistemine oturan planlar. Bu sınıflandırma Osmanlı cami tasarımı için aydınlatıcıdır. Çünkü Osmanlı camiinde namaz mekânı, birkaç tek kubbeli sekizgen poligon denemesi dışında, bir dörtgen olarak düşünülmüştür. Böyle olunca bütün taşıyıcı sistemler bu dörtgenin sınırladığı alanda kubbeli baldakenin yerleşme düzenine bağlı olarak, değişik mekân tasarımları ve etkileri sergilerler. Cami mekânının mimari ve mekânsal etkisi taşıyıcı ve düz çizgilerden oluşan altyapı (ya da taşıyıcı sistem ile) eğrisel öğelerden oluşan örtü arasında kurulan ilişkiden kaynaklanır. Ve cami enteryörlerinin görsel dinamizmi, taşıyıcı sistemle örtü sistemi arasındaki karşıtlığın sonucudur.
Fatih'ten başlayan büyük külliye camileri, sırasıyla Bayezid Camii ve Şehzade Camii'nde büyük kubbe ile yarım kub-
belerin konumlarına göre, rasyonel bir gelişme gösterirler. I. Selim.'in oğlu tarafından yaptırılan camii ise Edirne'deki Bayezid Camii'ni, biraz değişik bir oranla tekrar eder. I. Süleyman (Kanuni) (1520-1566), II. Selim (1566-1574), III. Murad (1574-1595) dönemlerine Sinan'ın dehası egemendir. Süleymaniye'ye Ayasofya'mn gelişmemiş örtü sistemine Sinan'ın aradığı yanıt olarak bakılmalıdır. Sinan, Şehzade Camii'nde kubbeyi dört yanından destekleyen yarım kubbe sistemiyle kubbeli sistemin varabileceği merkezi plan şemasını, Süleymaniye'den önce gerçekleştirmiştir. Süleymaniye, Kanuni'nin isteği doğrultusunda tasarlanmış bir yapı olarak gerçekleştirilmişe benzemektedir. Diğer klasik dönem sultan külliyeleri Şehzade'den öteye geçmemişler, fakat ona bazı yorumlar getirmişlerdir. Sinan kubbeli caminin bütün varyasyonlarını, Selimiye Camii dışında, istanbul'da denemiştir. Hanım sultan camileri içinde Mihrimah Sultan'm 2 camii, sultan camileriyle bol ölçüşür. Külliye olarak da bunlara Emetullah Gülnûş Valide Sultan'm ve Nurbânu Valide Sultan'm Üsküdar'daki Atik Valide ve Yeni Valide külliyelerini katabiliriz.
Sadrazam ve vezirlerin daha küçük cami ve külliyeleri de Sinan'ın mekân araştırmalarının konusu olmuşlardır. Bunlarda altıgen ve sekizgen baldakenlerin mekân içinde serbest ya da mekân çeperleriyle bitişik varyasyonlarını buluruz. Fakat II. Se-lim'in Edirne sevgisi Sinan'ın en büyük mekân yapısının Edirne'de yapılmasıyla sonuçlanmıştır. Sinan'la birlikte Osmanlı camilerinin mekân çeşitlemeleri sonlamr. Osmanlı döneminin sonuna kadar camiler onun plan şemalarını ufak değişiklerle yinelerler. Bunun dışına çıkan en önemli yapı Nuruosmaniye Camii'dir. Aslında burada da, Sinan tipolojisinin dışına çıkan, sanatçının büyük bir ustalık ve güçle vurguladığı barok vizyondur. Barok dönemden sonra, anıtsal cami dönemi Nusretiye Camii(-0 ile kapanmıştır.
19. yy'da sultanların yaptırdıkları Dol-mabahçe, Ortaköy, Hamidiye gibi camiler, seçmeci üsluplarda yapılan, bol ışıklı, kubbeli ve kare planlı camilerdir. Fakat bunların girişlerine klasik dönemde olmayan sultan daireleri eklenerek, bir tür saray cepheleri elde edilmiş, 19. yy'ın pitoreski içinde, bugün İstanbul kıyılarının görünümünü karakterize eden yapılar tasarlanmıştır. Camilerin girişlerinde eski revaklı son cemaat cephesini değiştiren ve mahfili giriş revağı üzerine alarak cami girişine dini olmayan bir yapı karakteri getiren tasarım Zeyrek'te Şebsefa Kadın'ın 1769'da yaptırdığı küçük camide görülür. İbadet mekânını tümüyle sararak camilere sekü-ler bir karakter getiren tasarımların en ayrıntılı olanına Hırka-i Şerif Camii'nde(->) rastlanır. Bütün bu varyasyonlara karşın tek kubbeli ve tek minareli cami en işlevsel ve en simgesel dini yapı imgesi olarak yaşamını sürdürmeye bugün de devam etmektedir. Osmanlı döneminin sonunda Birinci Ulusal Mimarlık Akımı denen yeni Osmanlı yorumu döneminde bu türün gü-
zel örnekleri Kemaleddin Bey'in(->) Bebek ve Bostancı'daki küçük camilerinde gerçekleştirilmiştir.
Geç dönemde kare yerine sekizgen çokgen üzerine kurulu tek hacimli küçük camiler de ayrı bir kategori oluştururlar. Hırka-ı Şerif Camii (1847-1851) ve Fuad Paşa Camii'nin(->) namaz mekânları böyle tasarlanmıştır. İstanbul'da örneği pek kalmamış açık namazgah (musalla) örnekleri de vardır. Bunların içinde bugün en iyi korunmuş olanı Kadırga'da Esma Sultan'm yaptırdığı, altında çeşme bulunan namazgahtır (1781). Bu tür namazgahlara "çeşme musallası" adı verilirdi.
Cami tasarımında yapılara özellik kazandıran bir-iki planlama özelliğine de değinmek gerekir. 15. yy'ın ilk camileri içinde fetih öncesi geleneklerini sürdüren ve Karagümrük'te Atik Ali Paşa gibi çok kubbeli ulu cami tipinin indirgenmiş örneği olan ya da Murad Paşa, Rum Mehmed Paşa gibi Bursa geleneğindeki tabhaneli camilerin planlarını yineleyen camiler vardır. Tabhaneli cami geleneği I. Selim'in camiine kadar sürmüştür. Hattâ tabhane odalı Nişancı Mehmed Paşa Camii'nde(->) 16. yy'ın sonuna kadar anıları yaşamıştır. Çevreleyen öğeler içinde galeriler, mahfiller vb'leri bulunmasına karşın Osmanlı camii tek katlı bir yapıdır. Sinan'ın ısrarla araştırdığı bir başka özellik kubbe altında toplanan merkezi mekân fikridir. Bu Osmanlı camii içinde temel bir tasarım ilkesi olarak kalmıştır. Fakat bu ilkeyi dışlayan ilginç yapılar vardır. Örneğin Fatih döneminde yapılıp tümüyle yıkıldıktan sonra, son yıllarda yeniden inşa edilen Şeyh Vefa Camii poligonal çıkıntılı mihrabı ve enine gelişmiş namaz mekânı ile bu örneklerin başında gelir. Fakat iyi incelenmediği için bu planın nasıl ortaya çıktığını, mihrabının özgün olup olmadığını söylemek zordur. 15. yy dönümünde Eminönü'nde-ki Ahî Çelebi Camii(-0 ve Sinan'ın Mihrimah Sultan, Mesih Paşa gibi camilerinde de yan sahınlar planlamıştır. 1595 tarihli Hafız Ahmed Paşa Külliyesi'nin(->) camii de enine geliştirilmiş bir namaz mekânına sahiptir.
Cami tasarımının geometrik ve strük-türel özellikleri dışında, mekân tasarımı ve dış biçimlenme açısından, dünya kubbeli yapı tarihinde özel bir yeri vardır. Osmanlı mimarisi bu özgün gelişmeyi başkent camilerinde ortaya koymuş ve Edirne'deki Selimiye Camii'nde noktalamıştır. Osmanlı cami mekânlarını diğer kubbeli mekân üsluplarından ayıran en büyük özellik, dış dünya ile ilişki kuran pencere düzenleri ve ışığın bu enteryörlerdeki özgün kullanılışıdır. Bir ibadet mekânı olarak cami tasarımının, başka geleneklerle karşılaştırınca, ilk büyük özelliği zemin katlardaki pencerelerin neredeyse döşemeye kadar inen ve dışarısı ile içerisi arasındaki ilişkiyi kuran varlıklarıdır. Bu İslam dininde namazın, bir Hıristiyan ayini gibi mistik ve simgesel değil, güncel bir görev olduğunu, bunun için insanı dünyadan soyutlamak gerekmediğini gösterir. Dünyanın bütün ibadet yapıları içinde en aydınlık ve en
ışıklısı Osmanlı camileridir. İslam camileri de, hiçbir ülkede ve dönemde böyle bir ışık yoğunluğuna sahip olmamışlardır. Bu aydınlık ve onu elde etmek için yapılan delikli duvar tasarımları erken Osmanlı dönemi için karakteristik değildir. Bu tasarım anlayışına Sinan'la varılmış ve ondan sonra, 20. yy'a kadar, Osmanlı cami tasarımının değişmez bir özelliği olmuştur.
. Türkler de bütün toplumlar gibi, beze-mesel yaratmalarım camilerde yoğunlaştırmışlardır. Kubbeler ve duvarlarda boyalı bezeme esastır. İznik çini atölyeleri 16. yy'da en üstün üretim düzeyine ulaştıkları zaman çini kaplama, mihrap duvarından başlayarak cami duvarlarını ve bazen girişleri süslemek için, özellikle pencere üzerlerinde kullanılmıştı. Fakat cami içinin örtüye kadar çini ile kaplandığı iki cami Rüs-tem Paşa Camii ve Yeni Cami'dir. Bu çini kaplamanın çok masraflı ve uzun süren bir bezeme tekniği olduğunu göstermektedir. Camide taş oymanın bezemesel nitelikte kullanılması giriş kapılarında, mihraplar üzerinde, sütun başlıklarında, korkuluklarda ve minber, şadırvan, kürsü gibi li-türjik eşyada olmuştur. Ahşap işçiliği ise kapılarda ve pencere kepenklerinde yoğunlaşır. Kündekâri ve kakma teknikleriyle ince marangozluğun en iyi örnekleri camilerde yapılmıştır. Fakat Osmanlı ağaç oymacılığı Selçuklu döneminin ya da Orta Asya, Hindistan ve Mısır'ın ağaç oyma teknik ve artistik düzeyine hiç erişememiş, kündekâri ve sedefkâriyi yeğlemiştir. Alçı geçit öğelerinin mukarnaslarmda, renkli camla vitray, mihrap duvarı pencerelerinde ve bazen diğer üst pencerelerin içliklerinde kullanılmıştır. Camilerin kandiller, şamdanlar, rahleler, kürsüler, mahfil kafesleri, halı ve kilimleri gibi, bezemeleri ve renkleriyle enteryöre zenginlik getiren eşyalarını da anımsamak gerekir.
Kuşkusuz cami bezemesinin simgesel ve dinsel içerikli en büyük bileşeni hattır. Kubbeler, duvarlar, ünlü hattatların yazdıkları ayetlerle süslenir. Mihrap, minber, giriş kapıları dinsel içerikli, yaltL^lı süslü levhalarla bezenin. Kiliselerde resimlerle yapılan anlatım, camilerde Kuran kökenli yazıtlarla yapılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |