Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə289/980
tarix09.01.2022
ölçüsü8,43 Mb.
#92016
1   ...   285   286   287   288   289   290   291   292   ...   980
OSMANLI DÖNEMİ MİMARİSİ 174

175 OSMANLI DRAM KUMPANYASI

Yüzyıl başından bir kartpostalda Bayezid Camii ve çevresi. Cengiz Kahraman arşivi

gördüğümüz gibi, Orhan döneminden (1324-1361) bu yana denenmişti. Fakat İstanbul'un Fatih döneminden kalan tek kagir hanı Mahmud Paşa Külliyesi(->) içindeki Kürkçü Hanı'dır(-0. Kanuni döneminde yabancı elçilerin kaldıkları ünlü Elçi Hanı' nın(->) kalıntıları da 19. yy'ın sonuna kadar yaşamıştır.

Eski belgelerdeki kullanıma bakılırsa, kervansarayla han arasında sözcük olarak fark gözetilmediği görülür. Cafer Çelebi Risale-i Mimariyye'de "han" sözcüğünün Farsça "hane" sözcüğünden Arapça bozma olduğunu ve kervansarayla aynı anlamda kullanıldığım yazar. Fakat yüzyılların kullanımı içinde İstanbul'da daha çok, bağımsız iç avlulu ve ticarete tahsis edilmiş yapılara han denmiştir. Buna karşın eski belgelerde kervansaray adı daha çok kullanılır. Süleymaniye ve Sultan Ahmed gibi külliyelerin vakfiyelerinde de kervansaray adının yeğlendiği görülmektedir.

Han tipolojisi bütün Osmanlı döneminde değişmeden sürmüştür. İki katlı, ağaçlıklı bir avlu çevresinde revaklı, alt katları belki daha çok mallara ve hayvanlara, üst katları yolculara tahsis edilmiş, büyüklerinin ortasında genellikle bir şadırvan olan taş hanlar, 19. yy'a gelene kadar yapılmıştır. Külliyelerdeki kervansaraylara daha çok bir ahır olarak bakmak doğru olur. Hayvanını bağlayıp tabhanede üç güne kadar kalabilen ve imaretten yemek yiyen yolcu, vakıfların sağladığı misafirlik hakkından yararlanırdı. Fakat ticaret hayatının nabzı, çoğu özel mallara tahsis edilmiş hanlarda atardı. Hanlar İstanbul'un Beyazıt ile Eminönü arasındaki ticaret merkezinde inşa edilmişlerdi. Kent girişlerinde, gümrük kapılarında, Üsküdar'da, Sirkeci ve Unkapanı arasında deniz gümrüğü yakınında bu malların saklandığı hanlar ve depolar toplanmıştı. İstanbul gibi Doğu-Batı ticaretinin ünlü bir merkezinde bu hanlar ve çevresindeki çarşı, bütün gezginlerin anlattığı ve gravür ve fotoğraflarla saptadığı gibi, başkent yaşamının en renk-

li olduğu, kozmopolit niteliğinin de en iyi görüldüğü bölgelerdi.



Arastalar: İdeal olarak iki tarafında dükkânlar olan üzeri kapalı ya da açık yollardır. Bunların İstanbul'daki en iyi örneği Sultan Ahmed Arastası'dır (bak. Sultan Ahmed Külliyesi). Kuşkusuz arasta kent geleneğindeki revaklı yolların (embolos) bir uzantısıdır. Fakat Osmanlı döneminde dükkân önünde revak bulunan yol örneği pek azdır. Genellikle karşılıklı iki dükkân sırası, üzeri kapalı olmasa da, arasta adı taşıyabilir. Damat İbrahim Paşa'mn, Şehzadebaşı ile Vezneciler arasındaki ünlü Direklerarası'ndaC-») yaptırdığı dükkânlar Osmanlı döneminin bu boyutta tek örneğidir. Nuruosmaniye Camii'nin teraslan altında da tek taraflı bir revak ve dükkân sırası vardır. Bununla birlikte dükkanlı revak geleneğinin birdenbire ortadan kalktığını söylemek de doğru değildir. Matrakçı Na-suh'un İstanbul'u gösteren minyatüründe avlular çevresinde ya da tek bir sıra halinde arkalarında dükkân olduğu anlaşılan revaklar görülmektedir. Bunların hepsi tek katlıdır. 18. yy'a gelene kadar İstanbul'un merkez çarşısının ahşap ve tek katlı revaklı dükkân sıralarıyla, hanlardan oluştuğu söylenebilir. Bunlar Fatih'in yaptırdığı iki bedestenin etrafında sokaklar şeklinde diziliyorlardı (bak. Kapalıçarşı). İstanbul'un büyük yangınları, kentin ticaretini altüst eden felaketler olarak sonunda bu arastaların ve hanların taş yapılmasına neden olmuştur. 17. yy'daki kagir arastalardan en önemlisi ve anıtsal olanı Yeni Cami Külliyesi'nin(-0 bir parçası olan Mısır Çar-şısı'dır(->). 1701'den sonra da parça parça Kapalıçarşı'nın bulunduğu alandaki ahşap arastalar kagire çevrilmiş ve dükkân araları beşik tonozlarla örtülmüştür. Bu sürecin bütün 18. yy ve hattâ 19. yy'da yer yer sürdüğü anlaşılmaktadır.

Osmanlıların çarşıları İran ve Orta Asya'nın büyük çarşı kompleksleriyle, örneğin İsfahan'ın, Yezd'in çarşılarıyla karşılaştırıldığı zaman, bunların tasarımlarından

çok bir araya gelerek geliştiği görülür. Merkezi planlı, eyvanlı göbekler, zengin ve çok ayrıntılı mekân tasarımları, yolların kesiştikleri noktalarda özenle planlanmış meydanlar ve çok zengin, mukarnaslı bir örtü sistemi İstanbul'da yoktur. Osmanlıların, bu çarşılara, arastalara ve hanlara, bugünkü bütün pitoresklerine karşın, günlük işlere dönük, gösterişsiz yapılar olmalarından öteye özel bir itina göstermedikleri anlaşılmaktadır.

Bedestenler: Ortadoğu'nun eski bir yapı tipinin uzantılarıdır. Antikitede ve ortaçağ boyunca ticaretin en önemli ve en pahalı parçasını oluşturan kumaşın kentlerde saklandığı yapılara ortaçağ tarihinde "kay-sariyya" denmiştir. Bedesten bu geleneği sürdürür. Osmanlıların fetihten önce klasik biçimine ulaştırdıkları bedestenlerin iki temel biçimi fetihten hemen sonra Fatih tarafından inşa edilen iki bedestende uygulanmıştır. Genelde büyük kare ayakların taşıdığı iki sıra kubbe ile örtülü bu dikdörtgen yapıların çevrelerinde bazen sıra dükkânlar yapılır. Dükkânlar yapının içinde de olabilir. Fatih'in ilk yaptırdığı İç Bedesten bu tipte bir yapıdır. Erken örneği Edirne Bedesteni'dir.

Büyük Su Yapılan: Hassa Mimarları O-cağı'nda mimarbaşından sonra gelen en büyük makam su nazırı idi. Sinan'ın biyografisinde kente getirdiği Kırkçeşme sularına ilişkin bilgiler bütün diğer yapılar için verilen bilgilerden fazladır. İstanbul'un kuzeyindeki büyük su havzalarmdaki suları toplamak ve bunları Roma döneminden bu yana yapılan ve İstanbul çevresinin gerçekten görkemli tarihi kalıntıları olan büyük sukemerleriyle kente getirmek, İstanbul'u büyük kent olarak yaşatanların sürekli uğraşı olmuştur. Büyük sukemerleri, büyük kubbeli camilerden sonra, Osmanlı döneminin en büyük mühendislik yapıları olarak kabul edilmiştir. Osmanlı mühendisleri kent çevresinde ve içinde iyi bir topografik etüt, suterazileri ve genelde yeraltı yollarıyla, suları mahalle çeşmelerine, camilere ve saraylara dağıtmışlardır.

Çeşmeler, Sebiller, Şadırvanlar: Kent içinde çeşme Osmanlının pratik eğilimlerine uyarak uzun süre gösterişsiz bir aynata-şı ile bir su haznesinden ibaret kalmıştır. Çeşmenin kent yaşamında mimari bir gösteri olarak değerlenmesi Lale Devri'nin yeni kent düzenleme anlayışının İstanbul'a bir katkısıdır. Çeşme yüzeylerinin zengin bezemelerle süslenmesi (örneğin Galata'da Bereketzade Çeşmesi), büyük meydan çeşmeleri yapılması (III. Ahmed'in Aya-sofya Çeşmesi gibi) bu çığırı açmış, I. Mahmud döneminden (1730-1754) başlayarak, rokoko ve barok üslubunun yayılması ve kentlide çevre imgesinin yerleşmesinde çeşmelerin büyük rolü olmuştur. Sebillerin, külliyelerin parçaları olarak ortaya çıkması da aynı döneme rastlar. Sinan'ın hiçbir yapısında sebil yoktur. Fakat Lale Devri'nde ve sonradan yapılan külliyelerde sebil mimari kompozisyonun ayrılmaz bir parçasıdır. Gelen geçene hizmet vereceği için de her zaman cami girişi yanında, yapının en çok görünen yerinde yapılmış,

bu nedenle de 18. yy'dan başlayarak mimari görüntünün bezemesel fakat etkili bir öğesi olmuştur. Yeni Valide Külliyesi(->), Damat İbrahim Paşa Külliyesi(-0, Heki-moğlu Ali Paşa Külliyesi(->) ve Laleli Külli-yesi'nin(->) girişleri hep sebillerle zenginleşmiştir. Bu, mimarinin karakterini değiştirmiş, masif az delikli büyük giriş kapıları, girişin düz ve ciddi karakterini değiştiren ve cephelere bezemesel bir kafes aracılığı ile yeni bir dinamizm getiren sebillerle süslenmiştir. Sebiller sade camiler değil, türbeler, kitaplıklar, özellikle sıbyan mektepleriyle ve çeşmelerle birleşerek yeni yapı tipolojileri yaratmışlardır. Bugün İstanbul Osmanlı dönemi mimarisinin kent içindeki görüntüsünün ayrılmaz bir parçası olan sebilin 18. yy'dan önce, kent fizyonomisinde yeri olmadığını düşünmek gerekir.



Köprüler, Hisarlar, Kuleler: Osmanlı dönemi mimarisinin su yapıları gibi önemli mühendislik yapıları arasında köprüler, hisarlar da • vardır. Fakat ilginç olan, engebeli bir topografyaya sahip bir yaya kenti olan İstanbul'da kent içinde 19. yy'a kadar, önemli bir köprü yapısının olmayışıdır. İstanbul'un ünlü hisarları ise, iki tanesi Boğaziçi'nde fetih öncesinde yapılan hisarlar olmak üzere, kent içinde Yedikule Hi-sarı(-0 ve Sarayburnu'ndaki Topkapı Sara-yı'nı çevreleyen Sur-ı Sultani'dir(->). Bunlar İstanbul fizyonomisinde, kentin eski surları ile birlikte 'kente ortaçağdan kalan bir renk veren ve bugüne kadar da bu fizyonomiyi ulaştıran öğeler olarak önem taşırlar. Sanayi öncesi kentlerine kimlik kazandıran yapılar içinde kule yapılarım anımsamak gerekir. Kent fizyonomisinde yüksek yapı gereksinimi Batı'da çan kuleleriyle ve bütün İslam kentlerinde olduğu gibi İstanbul'da ise minarelerle karşılanmıştır. Fakat minareler dışında kuleler yapıldığı Va-vassore ve Melchior de- Lorck un panoramalarından bu yana görülmektedir. Gerçi sayıları çok değilse de, ahşap oldukları anlaşılan bu kulelerin en ünlüsü, yeri bugüne kadar değişmemiş olan Beyazıt Yangın Kulesi'ydi(->).


Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   285   286   287   288   289   290   291   292   ...   980




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin