Hukuk kavrami



Yüklə 0,76 Mb.
səhifə8/9
tarix19.12.2017
ölçüsü0,76 Mb.
#35336
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Hava Hukuku:

Hava trafiğiyle ilgili ilişkileri düzenler. Hava hukuku, hava sahasından hava taşıtları vasıtasıyla yararlanmak neticesinde doğan hukuki münasebetlerin hepsini kapsayan ve düzenleyen kaidelerin bütünü olarak kabul edilmektedir.




  1. Toprak Hukuku

Toprak mülkiyeti alanındaki ilişkileri düzenler. Bir devletin sınırları içindeki toprakların mülkiyetini ve kullanılmasını düzenleyen hukuk dalıdır. Arazi ve onunla ilgili hukuki müeyyide ve kuralları ortaya koyar. Toprak hukuku, diğer birçok hukuk dalını yakından ilgilendirmektedir. Doğuşundaki gayesi itibariyle bir kamu (amme) hukukudur. Toprakla ilgili alım-satım, kira, rehin (ipotek) gibi sözleşmelerin hukuki müeyyidelerini düzenlemesi bakımından da bir özel hukuk niteliği arz etmektedir.




  1. Uzay Hukuku

Uzayın kullanılmasıyla ilgili olan ve uluslararası yanı ağır basan bir hukuktur. Uzay yolculuklarıyla ilgilenen ve uluslararası örf ve âdet hukukuna dayanan bir hukuk dalıdır.




  1. Çevre Hukuku:

Hem hava, su ve toprak gibi kirlenmeye ve bozulmaya açık ve korunması gereken doğal çevre, hem de bitki ve hayvanlar (flora ve fauna), enerji kaynakları, madenler ve yakıt kaynakları gibi doğal öğeler, hem de insan eliyle oluşturulan yollar, köprüler gibi “yapay çevre” bu hukukun ilgi alanına girer. Çevre, bu doğal ve yapay kaynakları oluşturan tüm öğeler ve bunların etkileşimlerinden oluşan olgu ve süreçlerin bütünü olarak tanımlanabilir. Çevre hukuku, canlılar ile onları çevreleyen canlı ve cansız ortamlar arasındaki ilişkileri düzenler.


Çevre politikaları:
(a) Doğal çevrenin kirlenmeye, bozulmaya ve yok edilme eylemlerine karşı korunmasını sağlamak.

(b) Çevreye dahil tüm öğelerin bakımı, iyileştirilmesi, geliştirilmesi ve yenilenmesini sağlamak.

(c) Tüm bireyler, gruplar ve sivil toplum örgütlerinin koruma eylemlerine doğrudan katılmalarını sağlamak.

(d) Eylem ve davranışlarıyla çevrenin bozulmasına veya kirlenmesine yol açan kişi ve kurumların sorumlu tutulmalarını sağlayan bir sorumluluk ve yaptırım sistemi kurmak.

(e) Çevre sorunlarının çözümü için uluslararası düzeyde işbirliğine girmek ve çalışmalar yapmak.
Çevre Kanunu’nda çevre “canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı etkileşim içinde oldukları ve bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam olarak” tanımlanmıştır. Çevre Kanunu’nun amacı da “tüm canlıların ortak varlığı olan çevrenin sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır”.


  1. Bilişim Hukuku:

Bilişim araçlarının ve olanaklarının kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlar. “Siber Hukuku” adıyla da anılır. Bilişim araçlarının kötüye kullanılması kişilik haklarına zarar verebilmektedir. Bankacılık sisteminin elektronik ortamda işler hale gelmesi de bu hukuk dalını giderek önemli hale getirmiştir.


Bilişim teknolojisindeki gelişmeler sonucunda, hukukumuza “evrensel hizmet” kavramı da girmiştir. Evrensel hizmet, temel internet erişimi de dahil olmak üzere elektronik haberleşme hizmetleri olarak tanımlanmaktadır.
Elektronik İmza Kanunu da bu hukuk kapsamındadır. Kimlik doğrulama amacıyla kullanılan elektronik verilere elektronik imza adı verilmektedir.


  1. Rekabet Hukuku:

Rekabet hukuku, serbest piyasa ekonomisinde rekabet sisteminin dengeli ve yeknesak bir biçimde uygulanmasını sağlayıcı düzenlemelerden oluşur. Rekabet hukukunun amacı mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hâkim olan teşebbüslerin bu hâkimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır.



  1. Bankacılık Hukuku:

Bankacılık, sermaye ortakları, sermaye piyasası, vb. gibi konuları düzenler.




  1. Basın Hukuku:

Basılmış yapıtların yayımlanmasına ilişkin koşulları, basın suçlarını ve cezalarını düzenler.




  1. Maden Hukuku:

Yeraltı doğal kaynaklarına ilişkin mülkiyet ve işletme haklarını düzenler.




  1. Petrol Hukuku:

Petrolün aranması ve işletilmesi kurallarını düzenler.




  1. İnsan Hakları Hukuku:

YARGI VE ADALET SİSTEMİ
Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır (Anayasa Madde 9).
Ülkemiz hukuk sisteminde dört tip yargı vardır:



YARGI TÜRLERİ


Anayasa

Yargısı


İdari

Yargı


Askeri

Yargı


Adli

Yargı




  1. Anayasa Yargısı:

Anayasa Mahkemesinin bu sıfatla baktığı işler ve Yüce Divan sıfatıyla baktığı işleri kapsayan yargı türüdür.


Anayasa Mahkemesi; kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve TBMM İçtüzüğünün biçim ve esas açısından, Anayasa değişikliklerinin sadece biçim açısından Anayasaya uygunluğunu denetleyen; Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu Üyeleri, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi başkan ve üyeleri, başsavcıları, Cumhuriyet Başsavcı vekili, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılayan ve Anayasanın verdiği diğer görevleri yerine getiren bir yüksek yargı organıdır. (Anayasa Madde 148)
Anayasa Mahkemesi, onbir asıl ve dört yedek üyeden oluşur.
Anayasa Mahkemesi, kendisine yapılmış usulüne uygun bir başvuru olmadan harekete geçemez. Kanunların Anayasaya aykırılığı iddiası Anayasa Mahkemesinin önüne iki yoldan gelebilir: İptal davası yolu ve itiraz yolu. Anayasaya aykırılık iddiaları, Anayasa Madde 150 uyarınca. Cumhurbaşkanı, iktidar ve ana muhalefet partisi meclis grupları ya da TBMM üye tamsayısının en az beşte birine eşit sayıda TBMM üyeleri tarafından iptal davası açmak suretiyle Anayasa Mahkemesine götürülebilir. Buna dava yolu denilir. İptal davası, iptali istenen yasanın Resmi Gazete’de yayımlanmasından itibaren altmış gün içinde açılması gereken bir davadır. Ayrıca, herhangi bir mahkemede bir dava görülürken bir taraf uygulanmak istenen kanun ve KHK hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğunu iddia eder ve mahkeme de bu iddianın ciddi olduğu kanısına varırsa ya da bizzat mahkeme o hükmün Anayasaya aykırı olduğu görüşünde ise, sorunu Anayasa Mahkemesi götürür ve Anayasa Mahkemesi bir karar alana kadar davayı geri bırakır. Buna itiraz yolu denilir. Anayasa Mahkemesi’nin kararını beş ay içinde vermesi gerekir; bu süre içinde karar vermezse, alt mahkeme “davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır.


  1. İdari Yargı:

İdari yargı, idari makamların idare hukuku alanındaki karar ve faaliyetleri dolayısıyla ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümlenmesini konu alan yargı türüdür. İdare mahkemeleri, vergi mahkemeleri, bölge idare mahkemeleri ve Danıştay olmak üzere dörde ayrılır.


İdare mahkemeleri ilk derece (hüküm) mahkemeleridir. Bütün idari uyuşmazlıklara ilişkin iptal ve tam yargı davalarını karar bağlar. İptal davaları idarenin aldığı kararlar (idari işlemler) hakkında açılır. Bu davayı, idari işlem yüzünden çıkarları ihlâl edilenler açabilir. Burada zedelenen sadece maddi çıkar değildir, manevi çıkarlar da zedelenebilir. İptal davasının amacı, idari işlemin hukuka aykırı olduğunun mahkemece kabul edilmesini ve iptal edilmesini sağlamaktır. Tam yargı davası, bir tazminat davasıdır. İdarenin işlemlerinden veya eylemlerinden dolayı hakları zedelenenler tarafından açılabilir. Amacı, o idari karar veya uygulama sonucunda meydana gelen zararın idare tarafından giderilmesini sağlamaktır. İdari sözleşmelerden doğan davalar da idare mahkemelerinin yetki alanı içine girer. İdare mahkemeleri, idari yargı alanındaki genel yetkili mahkemelerdir; Danıştay’ın ilk derece mahkemesi olarak bakacağı davalar ve vergi uyuşmazlıkları dışındaki tüm iptal ve tam yargı davaları ve idari sözleşmelerden doğan davaların çözüm yeri idare mahkemeleridir. İdare mahkemeleri bir başkan ve iki üyeden oluşur.
Vergi mahkemeleri vergi uyuşmazlıklarını karara bağlar. Üç yargıçtan oluşur.
Bölge idare mahkemelerinin görevi, idare ve vergi mahkemelerinin tek yargıçla verdiği kararlara karşı yapılan itirazlar ile idare ve vergi mahkemeleri arasında çıkan görev ve yetki uyuşmazlıklarını inceleyerek kesin karara bağlamaktır.
Danıştay, genel idari yargı alanında yüksek idare mahkemesidir. Kanunda gösterilen belli davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar. İlk derece mahkemesi olarak, 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nda gösterilen konularda açılan iptal ve tam yargı davalarını doğrudan doğruya ve kesin olarak karar bağlar. Temyiz merci olarak, ilk derece idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin verdiği ve bölge idare mahkemelerine götürülemeyen kesin kararları inceleyerek çözümler. Ayrıca, idari yargı mercileri arasında çıkan görev ve yetki uyuşmazlıklarını çözüme bağlar ve içtihatlar arasında çıkan çelişkileri gideren içtihadı birleştirme kararları alır. Danıştay, bunun yanı sıra, Bakanlar Kurulu’na ve Kamu Yönetimine yüksek danışma organı olarak da hizmet eder ve görüş bildirir.
Danıştan üyelerinin dörtte üçü, birinci sınıf idari yargı hakimi ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından HSYK tarafından, dörtte biri ise kanunda belirtilen görevliler arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçilir.
Danıştay, dairelerden oluşar. Oniki dava dairesi ve bir idari daire olmak üzere toplam onüç dairesi vardır. Bunun yanı sıra, danışma işlevi gören “yönetsel (idari) daireleri” de vardır. Dava Daireleri Kurulu, Vergi Dava Daireleri Kurulu ve İçtihatları Birleştirme Kurulu olarak çalıyan organları da vardır.


  1. Askeri Yargı:

Askeri ceza hukuku alanındaki yargısal faaliyetleri ve asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkları çözümler. Askeri yargı yerlerinin en alt düzeydeki birimi, alay ve daha üst askeri birliklerde kurulan Disiplin Mahkemeleridir.


Askeri ceza yargısı ve askeri idari yargı olarak ikiye ayrılır. Askeri ceza yargısı, askeri mahkemelerin askeri ceza hukukuyla ilgili yargılama faaliyetleridir. Askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri vardır. Askeri mahkemeler, asker kişilerin askeri suçları ile asker olmayan kişiler askerliği ilgilendiren nitelikteki suçlarına ilişkin davalara bakar.
Askeri Yargıtay ise, askeri mahkemelerde verilen kararların son inceleme yeridir. Bir görevi de askeri mahkemeler arasında içtihat ve uygulama birliğini sağlamaktır.
Askeri idari yargı, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlık ve ihtilâfların çözümlenmesi faaliyetidir. Bu faaliyeti, bir yüksek yargı organı olan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi yürütür.



  1. Adli Yargı:

Anayasa yargısı, idari yargı ve askeri yargı dışında kalan yargısal faaliyetler adliye mahkemelerin görevi kapsamına girer.


Ceza yargısı ve (medeni yargı) hukuk yargısı olarak iki türü vardır. Ceza yargısı ceza mahkemelerini; hukuk yargısı hukuk mahkemelerini kapsar. Ceza yargısı ceza yargılama hukukuyla (Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu/CMUK), hukuk yargısı ise medeni yargılama hukukuyla (Hukuk Usul-ü Muhakemeleri Kanunu /HUMK) düzenlenmiştir.



ADLİ YARGI YERLERİ


CEZA YARGISI

HUKUK YARGISI


Sulh Ceza Mahkemesi

Asliye Ceza Mah.

Ağır Ceza Mah.

Sulh Hukuk Mahkemesi

Asliye Hukuk Mah.

Ceza yargısında ilk derece mahkemeleri sulh ceza, asliye ceza ve ağır ceza mahkemeleridir. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi (Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar), DGM (artık yok), Çocuk Ceza Mah., Trafik Mah. gibi özel mahkemeler de vardır.


SULH CEZA MAHKEMESİ: Her ilçede bir sulh ceza mahkemesi vardır ve tek hakimlidir. Cumhuriyet Savcısı bulunmaz, fakat kamu davalarını Cumhuriyet Savcısı açar. Genellikle ufak suçlara ve kabahatlere bakar.
ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: Her ilçede ve il merkezinde bir asliye ceza mahkemesi vardır. Aslında bir başkan ve iki üyeden kurulması gerekirken, hakim azlığından dolayı tek hakimlidir. Cumhuriyet Savcısı bulunur. Sulh ceza ve ağır cezanın görevi dışında kalan tüm davalara bakar.
AĞIR CEZA MAHKEMESİ: Bir başkan ve iki üyeden oluşur ve Cumhuriyet Savcısı da bulunur. Müebbet ve ağır hapis gerektiren davalara bakar.
Hukuk yargısında ilk derece mahkemeleri sulh hukuk ve asliye hukuk (ve asliye ticaret) mahkemeleridir. Bunlar genel mahkemelerdir. Ayrıca özel mahkemeler vardır (örneğin, iş mahkemeleri, tapulama mahkemeleri, çocuk mahkemeleri).
SULH HUKUK MAHKEMESİ: Her ilçede bir sulh hukuk mahkemesi vardır ve tek hakimlidir. Kanunlarla belirlenmiş olan, vasi atanması, mirasçılık belgesi (veraset ilamı) verilmesi, kira tespit davası, mal veya hakkın paylaştırılması (taksim) davası, tahliye davası gibi davalara bakar.
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: Her ilçede ve il merkezinde bir asliye hukuk mahkemesi vardır. Aslında bir başkan ve iki üyeden kurulması gerekirken, hakim azlığından dolayı tek hakimlidir. Sulh hukuk mahkemesini görevi dışında kalan tüm davalara bakar.
Yargıtay, adli yargı alanındaki yüksek mahkemedir. Adliye mahkemelerinin verdiği kararların temyiz yolu ile denetimini yapar ve ayrıca, kanunla gösterilen davalara bakmakla yükümlü olan bir ilk ve son derece (hüküm) mahkemesidir.
Yargıtay kararları üç çeşittir:


  1. Daire kararları (Hukuk, Ticaret, İcra-İflas ve Ceza Daireleri)

  2. Genel Kurul (Hukuk ve Ceza GK) kararları

  3. İçtihadı birleştirme kararları

Yargıtay’da özel hukuk işlerine bakan 20 ve ceza işlerine bakan 10 daire vardır.


İlk mahkemenin verdiği kararın temyizi üzerine, ilgili Yargıtay dairesi kararı onaylar ya da bozar. Onaylarsa, ilk mahkeme kararı kesinleşir, ancak bu karara karşı karar düzeltme yoluna gitmek mümkündür. Bozarsa, dava dosyası ilk mahkemeye geri gönderilir. Yeniden muhakeme yapan ilk mahkeme, ya Yargıtay özel daire kararına uyar ya da eski kararında direnir. Bu karara karşı, dava dosyası Yargıtay Genel Kuruluna gönderilir. Genel Kurul ilk mahkeme kararını ve Yargıtay özel dairesinin kararını inceler ve ya direnme kararına uyar (bu takdirde ilk mahkeme kararı onaylanmış olur) ya da ilk mahkeme kararını bozar (bu durumda ilk mahkeme Yargıtay Genel Kurulu kararına uymak zorundadır).
Hukuk veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları varsa ya da Yargıtay dairelerinden biri yerleşmiş içtihadından dönmek isterse ve benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar verilirse, içtihadı birleştirme kararı verilir. İBK’ları Büyük Genel Kurul tarafından verilir, Resmi Gazete’de yayınlanır ve benzer konularda Yargıtay dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.

DİĞER YÜKSEK MAHKEMELER:
Yüksek Seçim Kurulu:
Anayasa’ya göre, seçimler yargı organlarının genel yönetimi ve denetimi altında yapılır. Seçimlerin düzen içinde yönetilmesi ve dürüstlüğüyle ilgili tüm işlemleri yapma ve yaptırma, seçimlerle ilgili yolsuzluk iddialarını inceleme ve kesin karara bağlama gibi görevler ve TBMM’ye seçilmiş kişilerin seçim tutanaklarını kabul etme, yani milletvekili seçilmiş olduklarını belgeleme yetkisi YSK’ya verilmiştir.
YSK, yedi asil ve dört yedek üyeden oluşur. Üyelerin altısı Yargıtayca, beşi de Danıştayca kendi üyeleri arasından seçilir.
Uyuşmazlık Mahkemesi:
Uyuşmazlık Mahkemesi, adli, askeri ve idari yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili mahnkemedir.
Çeşitli yargı türlerine giren mahkemelerin aynı dava için verdikleri görevsizlik kararları üzerine ortaya çıkan uyuşmazlığa “olumsuz görev uyuşmazlığı” denilir. Aynı yargı türlerindeki mahkemelerin aynı davada kendilerini görevli saymaları halinde ise “olumlu görev uyuşmazlığı” vardır.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu:
Adli ve idari yargı hakim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama, disiplin cezası verme gibi özlük işleriyle ilgili kararları vermeye yetkili ve görevlidir.

TAHKİM:
Bir çekişmede tarafların devletin yargı organlarına başvurmak yerine, aralarındaki hukuksal sorunun hakem(ler) eliyle çözüme bağlanmasını istemelerine tahkim adı verilir. Tahkim, taraflar arasındaki çekişmenin “mahkeme dışı” bir yolla, ama belli yargılama usulleri uygulanarak çözüme bağlanmasıdır. Tahkim, “Uluslararası Tahkim” ve “Türk Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre Tahkim” olmak üzere ikiye ayrılır. Uluslararası Tahkim, Uluslararası Ticaret Odası ve benzeri kuruluşlarca örgütlenmekte ve yürütülmektedir. Anayasa’ya göre, kamu hizmetleriyle ilgili olan ve yabancılık öğesi içeren uyuşmazlıkların da tahkim yoluyla çözüme bağlanabilmesi mümkündür.
Tahkimin özelliği, yargılamaya özgü yöntemlerle, ama devletçe “yargıç” olarak görevlendirilmiş kişilerce değil, yargıç sıfatı olmayan kişilerce yürütülmesidir. Hakim ve savcılar, kanunda belirtilenlerden başka resmi ve özel hiçbir görev alamazlar.
Usulüne uygun yürütülen tahkim sonucunda verilen hakem kararı, o konuda dava açılmış olsa idi hangi mahkeme yetkili olacak idiyse o mahkemeye sunulur. Hakem kararı, mahkeme aracılığyla taraflara tebliğ edilir ve bir mahkeme kararı gibi sonuç doğurur.
Ancak örneğin Ceza Hukuku alanına giren konularda tahkim yoluna gidilemez. İlke olarak, sadece özel hukuk alanındaki ihtilafları çözümü bağlamak için tahkime başvurulabilir. Özel hukuk alanında da tahkime götürülemeyecek davalar vardır. “Yalnız iki tarafın arzularına tâbi olmayan meselelerde tahkim olmaz.” (HUMK m. 518) Örneğin boşanma davaları için tahkime gidilemez. Tipik olarak “ticari” davalarda tahkime gidilebilir.

HAK KAVRAMI

Hak, bir kimseye hukuk düzeni tarafından tanınmış bir yetkidir. Bir başka deyişle, hak “hukuk tarafından tanınan ve korunmasını isteme hususunda bireyin yetkili sayıldığı menfaattir”. Her hak, mutlaka bir hukuk kuralına dayanır. Hukuk düzeninin tanımadığı bir yetki veya korumadığı bir menfaat hak olarak nitelendirilemez.



HAKKIN TÜRLERİ

Haklar, öncelikle kamu hakları ve özel haklar olmak üzere ikiye ayrılır. Kamu hakları, kişiler ile devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk kurallarından, yani kamu hukukundan doğan haklardır. Yani, vatandaşların devlete karşı sahip bulundukları haklardır. Örneğin, seçme ve seçilme hakkı, memur olma hakkı gibi. Özel haklar ise, kişiler ile kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk kurallarından, yani özel hukuktan doğan haklardır. Medeni haklar da derilir. Örneğin, mülkiyet hakkı, alacak hakkı, fikri haklar ve kişilik hakları. Kamu hakları ile özel haklar arasındaki birinci temel ayrım, haklardan yararlanma açısından doğar. Özel (medeni) haklardan herkes yararlanabildiği halde, kamu haklarından sadece vatandaşlar yararlanabilir. Diğer taraftan, özel haklardan yararlanma bakımından vatandaşlar arasında eşitlik ilkesi geçerli olduğu, yani yaş, cinsiyet, tahsil gibi farkslara bakmaksızın tüm vatandaşlar özel haklardan yararlanabildikleri halde, kamu haklarından yararlanma bakımından eşitlik söz konusu değildir. Örneğin, seçme ve seçilme haklarından her vatandaş değil, ancak belli şartlara sahip olanlar yararlanabilir. Seçme hakkından yararlanmak için 18 yaşını, milletvekili seçilme hakkından yararlanmak için 30 yaşını bitirmiş olmak gerekmektedir.


Kamu Haklarının Türleri:
I.A) Kişisel Haklar: Kişinin maddi ve manevi varlığıyla ilgili olan ve bu varlığın serbestçe geliştirilmesi amacına yönelik olan hak ve özgürlüklerdir. Örneğin, kişi dokunulmazlığı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı, haberleşme özgürlüğü, yerleşme ve seyahat özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, bilim ve sanat özgürlüğü, basın özgürlüğü, süreli ve süresiz yayın hakkı, dernek kurma özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme özgürlüğü ve mülkiyet hakkı.
I.B) Sosyal ve Ekonomik Haklar: Kişinin sosyal ve ekonomik faaliyetleriyle ilgili olan hak ve özgürlükler. Örneğin, eğitim ve öğretim hakkı, çalışma ve sözleşme özgürlüğü, çalışma hakkı, dinlenme hakkı, sendika kurma hakkı, toplu iş sözleşmesi hakkı, grev hakkı ve lokavt, sağlık hakkı, konut hakkı ve sosyal güvenlik hakkı.
I.C) Siyasal haklar: Vatandaşların devletin yönetimine ve siyasal kuruluşlara katılma haklarıdır. Örneğin, vatandaşlık hakkı, seçme ve halkoylamasına katılma hakkı, seçilme hakkı, kamu hizmetlerine girme hakkı (memur olma hakkı), vatan hizmeti hakkı ve dilekçe hakkı gibi.


Özel Hakların Türleri:
Özel haklar mahiyetlerine, konularına, kullanılmalarına ve amaçlarına göre ayrı ayrı sınıflandırılır:
Mahiyetlerine Göre Özel Hakların Türleri:
Mahiyetlerine göre, özel haklar mutlak haklar ve nisbi haklar olmak üzere ikiye ayrılır.
Mutlak Haklar:
Mutlak haklar, sahibine maddi ve maddi olmayan (gayrı madde) tüm mallar ile kişiler üzerkinde en geniş yetkileri veren ve sahibi tarafından herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Herkes, mutlak haklara uymakla yükümlüdür. Mutlak hakkın sahibi herkesten hakkına saygı göstermelerini talep edebilir. Mutlak haklar, hukuk düzeninin sınırları içerisinde kalmak şartıyla sahibi tarafından dilediği gibi kullanılabilir.
Mutlak haklar ya mallar ya da kişiler üzerinde söz konusu olur:
Mallar Üzerindeki Mutlak Haklar:
Hukuki anlamda, mal, para ile ölçülebilen ve başkalarına devredilebilen şeydir. Mallar, maddi mallar ve maddi olmayan (gayri maddi) mallar olmak üzere iki çeşittir. Otomobil, tarla, kalem gibi maddi varlığı bulunan şeyler maddi mallardır. Sanatçının ürettiği eser gibi mallar ise maddi olmayan mallardır. Bunlar fikir ve zeka ürünü olan eserlerdir. Buna uygun olarak, mutlak haklar da “maddi mallar üzerindeki mutlak haklar” ve “maddi olmayan mallar üzerindeki mutlak haklar” olmak üzere ikiye ayrılır.
Maddi Mallar Üzerindeki Mutlak Haklar:
Maddi mallar, otomobil, tarla, kalem ve radyo gibi cismi bulunan, elle tutulup gözle görülebilen ve hukuk dilinde eşya adı verilen mallardır. Maddi mallar, yani eşya üzerindeki mutlak haklara da “ayni haklar” adı verilir. Ayni haklar da, sahibine tanıdığı yetkilerin kapsamına ve mahiyetine göre mülkiyet hakkı ve sınırlı ayni haklar olarak ikiye ayrılırlar.
Mülkiyet Hakkı:
Ayni haklar içinde sahibine tam ve geniş yetkiler veren hak mülkiyet hakkıdır. Mülkiyet hakkına sahip bulunan kimse (malik), hakkın konusunu oluşturan eşyayı hukuk düzeninin tespit ettiği sınırlar içerisinde dilediği gibi kullanabilir, ondan dilediği gibi yararlanabilir ve dilediği tasarruflarda bulunabilir. Mülkiyet hakkı, hak sahibine eşyayı kullanma, eşyadan yararlanma ve eşyayla ilgili her türlü maddi ve hukuki tasarrufta bulunma yetkilerini veren bir tam ayni haktır.
Sınırlı Ayni Haklar:
Sınırlı ayni haklar, sahiplerine mülkiyet hakkından doğan kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkilerinin hepsini değil, bunlardan sadece biri veya ikisini örneğin yalnız kullanma veya yalnız yararlanma yetkilerini veren haklardır. Bunlar da hak sahibine tanıdıkları yetkinin mahiyetine göre irtifak hakları, taşınmaz yükü ve rehin hakları olmak üzere üç gruba ayrılırlar.
İrtifak Hakları:
Başkasına ait bir eşyayı kullanma veya ondan yararlanma yetkisini veren ayni haklardır. İrtifak hakları, bir hak veya malvarlığı üzerine yükletilmiş bir yükümdür ve mal sahibini mülkiyete özgü bazı hakların irtifak hakkı sahibi tarafından kullanılmasına katlanmaya ya da bu hakları kendisi kullanmaktan sakınmaya mecbur eder.
Hukukta malvarlığı (mamelek), bir kişinin para ile ölçülebilen hak ve borçlarının tamamı anlamına gelir.
İrtifak hakları kendi aralarında ayni irtifaklar, kişisel irtifaklar ve karışık irtifaklar olarak üçe ayrılır. Örneğin, bir taşınmaz lehine kurulan geçit hakkı bir ayni irtifaktır; intifa hakkı ve oturma (sükna) hakkı kişisel irtifaklardır ve üst hakkı hem kişisel hem de ayni irtifak hakkı şeklinde kurulabildiği için karışık irtifak hakkıdır.
Taşınmaz yükü, bir taşınmazın malikinin yalnızca o taşınmazla sorumlu olmak üzere başka bir kimseye bir şey vermekle veya yapmakla yükümlü olmasıdır.
Rehin hakları, sahibine, alacağını borçlusundan alamadığı takdirde rehin verilen şeyi sattırarak para çevirmek ve alacağını tahsil etmek yetkisini veren ayni haklardır. Hakkın konusu olan eşyanın taşınır (menkul) veya taşınmaz (gayri menkul) olmasına göre “taşınır rehni” ve “taşınmaz rehni” olmak üzere iki çeşidi vardır. Taşınmaz rehninin “ipotek”, “ipotekli borç senedi” ve “irat senedi” olmak üzere üç türü vardır. İpotekli borç senedi, taşınmaz rehniyle güvence altına alınmış kişisel bir alacak meydana getirir. İrat senedi ise, bir taşınmaz üzerinde taşınmaz yükü şeklinde kurulmuş bir alacak hakkı meydana getirir.
Maddi Olmayan Mallar Üzerindeki Mutlak Haklar:
Maddi olmayan mallar, zeka ve düşünce ürünü olan eserlerdir. Maddi olmayan mallar üzerinde sahiplerine tanınan mutlak hakları fikri haklar adı verilir. Fikir eserleri üzerinde yaratıcısının sahip olduğu haklara telif hakkı (yazar hakkı) denilir. Ayrıca, sınai eserler üzerindeki haklar da vardır. Buluş (ihtira), sanayide yeni bir sonuç veya yeni bir eser üretmek veya bunların üretilmesi için yeni vasıtalar yaratmak veya bilinen vasıtaları yeni bir şekilde kullanmaktır. Patent, buluş sahibi kimseye belli bir süreyle bu buluştan sadece kendisinin veya mirasçılarının (haleflerinin) yararlanması hakkını verir. Buna “buluş hakkı” denilir. Bu mallar arasına markalar da dahil edilebilir. Marka, sanayide veya tarımda imal, ihzar veya istihsal olunan veya ticarette satışa arz edilen her nevi malları başkalarından ayırt etmek üzere malın kendisi veya ambalajı ya da her ikisi üzerine konan işaretlerdir.
Kişiler Üzerindeki Mutlak Haklar:
Kişiler üzerindeki mutlak haklar, hak sahibinin kendi kişiliği üzerindeki mutlak hakları ve başkalarının kişiliği üzerindeki mutlak hakları olmak üzere ikiye ayrılır.

Kendi Kişiliği Üzerindeki Mutlak Haklar:
Bir kimsenin maddi, manevi ve iktisadi bütünlüğü ve varlıkları üzerinde sahip bulunduğu mutlak haklardır ve bunlara kişilik hakları denilir.
Başkalarının Kişiliği Üzerindeki Mutlak Haklar:
Bunlar, istisnai niteliktedir, çünkü kişiler hakkın konusu değil sahibi olabilirler. Ancak bazı durumlarda korunmaya muhtaç durumda olan kimseler üzerinde başkalarına bazı mutlak haklar tanımak gerekir. Örneğin, henüz ergin olmayan çocuklar (küçükler) üzerinde ana babaya tanınan velayet hakkı ve hacir altına alınmış kişiler üzerinde vasiye tanınan vesayet hakkı gibi.

Nisbi Haklar:
Nisbi haklar, mutlak haklar gibi herkese karşı değil, ancak belli bir kişiye veya belli kişilere karşı ileri sürülebilen haklardır. Doğdukları kaynağa göre nisbi haklar borç ilişkilerinden doğan nisbi (göreli) haklar, aile ilişkilerinden doğan nisbi haklar, miras ilişkilerinden doğan nisbi haklar ve eşya hukukundan doğan nisbi haklar olmak üzere dörde ayrılır.
Borç İlişkilerinden Doğan Nisbi Haklar:
Nisbi haklar, özellikle borç ilişkilerinden doğarlar ve sahibine (alacaklıya) karşısındaki kişiden (borçludan) belli bir davranışta bulunmasını, yani bir şeyi vermesini veya yapmasını ya da yapmamasını (yapmaktan kaçınmasını) isteme yetkisini verir. İki kişi arasındaki borç ilişkileri hukuki işlemlerden, haksız fiillerden veya sebepsiz zenginleşmeden doğabilir.
Hukuki işlem, hukuki bir sonuç elde etmek üzere irade açıklamasında bulunmak anlamına gelir. Hukuki işlemler, tarafları bakımından tek taraflı hukuki işlemler ve çok taraflı hukuki işlemler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Tek taraflı hukuki işlemler, bir kimsenin sadece kendi iradesini açıklamasıyla gerçekleşen hukuki işlemlerdir. Örneğin, vasiyet, vakıf kurmak. Çok taraflı hukuki işlemler ise, birden fazla kimsenin iradelerini açıklamalarıyla gerçekleşen hukuki işlemlerdir. En önemlileri, iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun iradeleriyle meydana gelen hukuki işlemlerdir ve bunlara sözleşme adı verilir. Örneğin, satım, devir ve kira gibi sözleşmeler, iki taraflı hukuki işlemlerdir.
Nispi haklar, hukuk düzeninin izin vermediği zarar verici fiiller anlamına gelen haksız fiillerden (örneğin, yaralamak veya öldürmek gibi) ya da bir kimsenin malvarlığının başka birinin malvarlığı aleyhine çoğalması (zenginleşme) anlamına gelen sebepsiz zenginleşmeden de doğabilir. Örneğin, iki yıllık kira bedelini peşin alan ev sahibinin bir yıl sonra kiracısını çıkartması halinde, kalan bir yıllık kira bedeli ev sahibi için haksız zenginleşme olur.
Aile İlişkilerinden Doğan Nisbi Haklar:
Bunlar, eşlerin birbirlerine, ana babanın çocuklarına veya çocukların ana babalarına karşı haklarıdır. Örneğin, eşlerin birbirlerine yardım etme yükümlülüğü, ana babanın çocukları yetiştirme yükümlülüğü ve herkesin zarurete düşen ana babasına, çocuklarına ve kardeşlerine yardım etme yükümlülüğü gibi. Bu yükümlülüğün karşı tarafında yer alan hak sahibinin bu ilişkilerden doğan hakları da nisbi haklardır. Kişiliğe bağlı haklar olduklarından başkasına devredilemez ve miras yoluyla da bırakılamazlar.
Miras İlişkilerinden Doğan Nisbi Haklar:
Örneğin lehine vasiyet yapılan kişinin mirasçılardan vasiyet edilen şeyin kendisine teslim edilmesini isteme hakkı gibi.
Eşya Hukukundan Doğan Nisbi Haklar:
Örneğin, taşınmaz mallarla ilgili kira sözleşmesinden doğan haklar ve sözleşmelerden doğan önalım (şuf’a) hakkı, gerialım (vefa) hakkı ve alım (iştira) hakkı gibi haklar.

Konularına Göre Özel Hakların Türleri:
Konularına, yani korudukları çıkarın maddi veya manevi oluşuna göre, özel haklar malvarlığı hakları ve kişilik hakları olmak üzere ikiye ayrılır.
Malvarlığı Hakları:
Malvarlığı hakları, kişilerin maddi çıkarlarını koruyan haklardır. Malvarlığı hakları, para ile ölçülebilen, paraya çevrilmesi mümkün olan ve başkalarına devredilebilen ve miras bırakılabilen haklardır. Örneğin eşyalar üzerindeki mutlak haklar (ayni haklar, mülkiyet hakkı), nisbi haklar (alacak hakkı) ve fikri haklar (telif hakkı).
Kişilik Hakları:
Kişilik hakları, kişilerin manevi çıkarlarını koruyan haklardır. Bunlar, para ile ölçülemeyen, paraya çevrilemeyen ve sahibi için sadece manevi değeri bulunan haklardır. Başkalarına devredilemedikleri gibi mirasçılara da geçmezler. Kişilik hakları, kişinin bedensel, manevi ve iktisadi bütünlüğü üzerindeki mutlak haklardır. Bir kimse kişilik haklarına, örneğin sağlığına, vücut tamlığına, şeref ve haysiyetine, sırlarına, ismine, resmine ve özgürlüklerine karşı haksız saldırılarda bulunmaktan kaçınmalarını herkesten isteyebilir.

Kullanılmalarına Göre Özel Hakların Türleri:
Kullanılmalarına göre, özel haklar devredilebilen haklar ve devredilemeyen haklar olmak üzere ikiye ayrılır.
Devredilebilen Haklar:
Bazı özel haklar sağlararası bir hukuki işlemle (satım, bağışlama gibi) başkalarına devredilebildikleri gibi hak sahibinin ölümünden sonra miras yoluyla da başkalarına geçebilirler. Bunlara devredilebilen haklar denilir. Örneğin, mülkiyet hakkı, telif hakkı ve alacak hakları gibi.


Devredilemeyen Haklar:
Bazı özel haklar (örneğin kişilik hakları ve bazı malvarlığı hakları, örneğin sınırlı ayni haklardan olan intifa hakkı, oturma hakkı ve bir alacak hakkı olan nafaka hakkı) başkalarına devredilemez ve miras bırakılamazlar. Bunlara kişiye bağlı haklar denilir. Bunları bir kısmı sahibine çok sıkı surette bağlıdır ve bunlara kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar denilir. Bunlar, başkalarına devredilemeyen, miras yoluyla geçmeyen ve hak sahibinin kişiliğini yakından ilgilendiren hakların ileri sürülmesine yarayan, kendisi mali bir karakter taşıyan ve esas olarak kanuni temsil yoluyla bile kullanılması mümkün olmayan haklardır. Örneğin, nişanlanma, nişanı bozma, evlenme ve boşanma davası açma hakları kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardır ve temsil yoluyla kullanılamazlar.

Amaçlarına Göre Özel Hakların Türleri:
Amaçlarına göre, özel haklar yenilik doğuran haklar ve alelade haklar olmak üzere ikiye ayrılır.
Yenilik Doğuran Haklar:
Bazı haklar sahibine tek taraflı bir irade açıklamasıyla yeni bir hukuki durum yaratma ya da mevcut hukuki durumu değiştirme ya da mevcut hukuki durumu tamamen ortadan kaldırma yetkilerini verirler. Bunlara yenilik doğuran haklar (inşai haklar) denilir. Kendi aralarında üçe ayrılırlar:
Kurucu Yenilik Doğuran Haklar:
Sahibi tarafından irade açıklamasıyla kullanıldığında yeni bir hukuki durumun kurulması sonucunu doğuran haklar. Örneğin, sözleşme yapılırken bir tarafın yaptığı öneriyi (icabı) karşı tarafın kabul beyanıyla kabul etmesi, kurucu yenilik doğuran haktır, çünkü kabul açıklamasıyla birlikte taraflar arasında bir sözleşme kurulmuş olur.
Değiştirici Yenilik Doğuran Haklar:
Mevcut hukuki durumu değiştiren haklardır. Örneğin, satış sözleşmesinde satılan mal ayıplı olduğu takdirde, alıcının bu malın bozuk olmayan bir malla değiştirilmesini ya da semenden (bedelinden) indirim yapılmasını isteme hakkı değiştirici yenilik doğuran bir haktır.
Sahibi tarafından kullanıldığında mevcut hukuki durumu ortadan kaldıran haklar. Örneğin, sözleşmeyi feshetme hakkı, vekaletten azletme hakkı ve istifa hakkı gibi.

Alelade Haklar:
Kullanıldığında yeni bir hukuki durum meydana getirmeyen haklar. Örneğin, velayet hakkı
HAKKIN KAZANILMASI

Hakkın kazanılması, bir hakkın bir kişiye bağlanması, yani bir hak ile bir kişi arasında bir bağlantı kurulması anlamına gelir. Bu bağlantı, üç yolla kurulabilir: hukuki olay, hukuki fiil veya hukuki işlemle.


Hukuki olay, hukuk düzeninin kendisine hukuki sonuçlar bağladığı olay anlamına gelir. Örneğin, doğum ve ölüm birer hukuki olaydır, çünkü hukuk düzeni bunların ikisine de bir sonuç bağlamaktadır.
Hukuki fiil, insan iradesinin ürünü olan ve kendisine hukuki sonuçlar bağlanan olaylardır. Hukuki olaylar içinden sadece insan faaliyetlerinin ürünü olanlar hukuki fiil oluşturur; doğal olaylar hukuki fiil değildirler. Örneğin, bir kimsenin belli bir yerde sürekli kalmak niyetiyle oturması bir hukuki fiildir ve yerleşim yeri kurma sonucunu doğurur; başkasına ait tahtaları kullanarak masa yapmak bunun üzerinde mülkiyet hakkı kazanma sonucunu doğurur. Bunların ikisi de hukuki fiillerdir. Bazı hukuki fiiller hukuka uygun, bazıları ise hukuka aykırı fiillerdir. Hukuki fiiller hukuka uygun fiiller ve hukuka aykırı fiiller olarak ikiye ayrılır. Hukuki aykırı fiiller de haksız fiil ve borca aykırılık olmak üzere ikiye ayrılır.
Hukuki işlem, bir veya birden fazla kimsenin hukuki bir sonuca yöneltilmiş irade açıklaması anlamına gelir. İrade açıklamasında bulunan kişilerin sayısına göre tek taraflı hukuki işlemler ve çok taraflı hukuki işlemler olmak üzere ikiye ayrılırlar.
Hakların kazanılmasında aslen kazanma ve devren kazanma biçiminde iki yol kullanılabilir:
Bir hakkın aslen kazanılması, bir kimsenin o zamana kadar hiç kimseye ait olmayan bir hakkı kendi fiiliyle elde etmesi anlamına gelir. Örneğin maddi mallar söz konusu ise, sahipsiz taşınır mallar üzerinde bu yolla mülkiyet hakkının kazanılmasına sahiplenme denir (MK m. 767); sahipsiz bir taşınmaz üzerinde bu yolla mülkiyet hakkının kazanılmasına ise işgal adı verilir (MK m. 707). Hakkın aslen kazanılması, maddi olmayan mallar veya kişiler üzerindeki haklar için de mümkündür. Örneğin, eser üzerinde telif hakkı kazanılması, ana babanın doğan çocuk üzerinde velayet hakkı kazanması gibi.
Bir hakkın devren kazanılması, bir kimsenin o hakkı o zamana kadar sahibi bulunan kişiden elde etmesi demektir. Devren kazanmada, hak, eski sahibinden yeni sahibinin malvarlığına geçer. Örneğin, satım ilişkisinde, bağış ilişkisinde olduğu gibi. Bu noktada, hakkın ne zaman devredildiği ve geçtiği sorunu önemlidir. Taşınmazlarda ayni hakları kazanma anı tapu siciline tescil anıdır; taşınırlarda ayni hakları kazanma anı eşyanın teslim edildiği, yani zilyetliğinin karşı tarafı devredildiği anıdır; miras hakları ise miras bırakanın ölümü anında mirasçılarına geçmiş sayılır.
Bazı haklar da kurma yoluyla edinilebilir. Örneğin, bir mülkiyet hakkına dayanarak bir ipotek hakkının kurulmasında olduğu gibi.

HAKKIN KAYBEDİLMESİ

Hakkın kaybedilmesi, bir hakkın hak sahibinden ayrılması ve onun elinden çıkması demektir.


Aynen hakların kazanılmasında olduğu gibi, haklar yine hukuki olaylar, hukuki fiiller veya hukuki işlemler sonucunda kaybedilebilir. Örneğin, bir hukuki olay olan ölüm neticesinde hak sahibinin kişiliğine bağlı hakları ortadan kalkar, yani kişiye bağlı haklar mirasçılara geçemeyeceğinden dolayı hak sahibinin ölümüyle birlikte bu haklar (velayet hakkı, kişilik hakları gibi) sona ererler. Hakkın konusunu oluşturan eşyanın yok olmasıyla (örneğin, otomobilin yanması, ineğin ölmesi gibi) o eşya üzerindeki mülkiyet hakkı da kendiliğinden sona erer. Bazen belli bir sürenin hak kullanılmadan geçmesi halinde de hak ortadan kalkar. Bu süreye hak düşürücü süre (sukutu hak müddeti) denir. Örneğin, mirasçılar miras bırakanın ölümünü öğrendikleri tarihten itibaren üç ay içinde mirası reddetme haklarını kullanmazlarsa, mirası kayıtsız şartsız kazanmış sayılırlar.
Haklar, hukuki bir fiil sonucunda da kaybedilebilir. Örneğin, eşyalarımızı sokağa veya çöpe atmamız halinde bunların üzerindeki mülkiyet hakkını kaybederiz. Buna hukukta terk adı verilir ve bu eşya da sahipsiz eşya olarak anılır. Mirasçılardan biri miras bırakanı öldürürse kanundan ötürü mirasçılık hakkını kaybeder. Buna mirastan yoksunluk denir.
Hukuki işlemler de hakkın kaybedilmesi sonucunu doğurabilirler. Örneğin, bir satış sözleşmesinde satan kimse eşya alıcıyla teslim ettiği anda üzerindeki mülkiyet hakkını kaybetmiş olur.
Hakların kaybedilmesine yol açan hukuki olaylar şunlar olabilir:
(a) Ölüm
(b) Eşyanın yok olması
(c) Zorlayıcı nedenler (mücbir sebepler) ve beklenmeyen durumlar. Önceden kestirilemeyen, önüne geçilemeyen dış etkenlerin yol açtığı “mücbir sebepler” (örneğin, fırtına, deprem gibi olaylar) bir hakkı ortadan kaldırabilir. Borçlu da borcundan kurtulur. Genel ve dış etkenlerin sonucu olan zorlayıcı nedenlerin yanı sıra, özel ve iç etkenlerin sonucu olan beklenmeyen durumlarda da (örneğin, evin elektrik kontağı sonucu yanması) hakkın kaybı söz konusu olabilir.
(d) Belli bir sürenin geçmesi, bazı hallerde hakkı ortadan kaldırır. Çocuk üzerindeki velayet hakkı çocuğun 18 yaşını doldurmasıyla kendiliğinden ortadan kalkar. Zamanaşımı ve hak düşürücü süre denilen süreler de hakkı etkiler. Zamanaşımı süresinin dolması, hakkı ortadan kaldırmaz, fakat hakkın korunması için kullanılabilecek dava açma olanağını ortadan kaldırır; böylece, hak hukuken korunabilme niteliğini yitirir. Hak düşürücü sürenin dolmuş olması ise hem dava hakkını hem de hakkın kendisini ortadan kaldırır.

HAKKIN KULLANILMASI

MK madde 2/I: “Herkes, hakkını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.”


Dürüstlük, “toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekalı kişilerin ahlak, dürüstlük ve karşılıklı güven esaslarına uygun olarak sürekli davranışları sonucunda meydana gelen ve toplum tarafından da toplumun çıkarlarına ve iş hayatının gereklerine uygun görülerek benimsenen kuralların tümüdür.”
Örneğin, bir sözleşme yapıldıktan sonra hal ve şartlarda büyük değişiklikler meydana gelse ve bu yüzden borçlunun durumu çok ağırlaşsa bile, sözleşmenin aynen yerine getirilmesi gerekir, çünkü verilmiş sözü sadaket göstermek doğruluk icabıdır. Buna ahde vefa ilkesi adı verilir. Ancak bu kuralın her zaman uygulanması mümkün olmayabilir. Sözleşme yapılmdığında öngörülemeyen ve tahmin edilemeyen olağanüstü bir halin sonradan ortaya çıkması yüzünden borçlunun taahhüdünü eski şartlarla yerine getirmesi onun mahvolmasına sebep olacak ise bu durum da dürüstlük kurallarına uymaz. Bu durumda borçlunun talebi üzerine yargıç sözleşmeyi yeni durum ve şartlara adapte edebilir ya da tamamen feshedebilir. Buna emprevizyon teorisi (öngöremezlik teorisi) adı verilir.
MK madde 2/II: “Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”
Bir hakkın kötüye kullanılması, o hakkın dürüstlük kuralmlarına açıkça aykırı surette ve özellikle amacı dışında kullanılması ve bundan başkalarının zarar görmüş olması veya zarar görme tehlikesiyle karşılaşmaları demektir.

HAKKIN KORUNMASI

Hakkın bizzat hak sahibinin kendisi tarafından korunması kuralı (ihkakı hak) modern hukukta kabul görmemektedir. Modern hukuk sistemleri hakların devlet eliyle korunması ilkesini kabul etmektedir. Bu sistemde, hak sahibi, hakkını devletin yargı organlarında dava açmak suretiyle ve gerektiğinde bu organların zorlamasıyla elde etmektedir.


Hakkın Devlet Eliyle Korunması:
Hak sahibi, hakkını koruyabilmek için devletin ilgili organlarına başvurarak hakkının tanınmasını ve korunmasını ister. Buna dava hakkı denir. Dava hakkı, bir kimsenin devletin bağımsız ve tarafsız yargı organlarına, yani mahkemelere başvurarak hakkının elde edilmesini isteme yetkisidir. Bu yetkinin kullanılması sonucunda başlatılan sürece dava adı verilir. Ancak hak sahibinin talep hakkı da vardır. Talep hakkı, bir kimsenin hakkını elde etmek veya hakkına saygı gösterilmesini sağlamak amacıyla karşı tarafa istekte bulunması anlamına gelir. Dava hakkı da, bu talep hakkının mahkeme önünde kullanılması demektir.
Hakkın Sahibi Eliyle Korunması:
Hukuk sistemi, bazı istisnai durumlarda bir kimsenin hakkını kendisinin korumasına izin vermektedir. Bunlar meşru müdafaa, zaruret hali ve kuvvet kullanma (ihkakı hak) halleridir.
TCK’na göre, “gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vuku bulan saldırıyı filhal defetmek zarureti ile yapılan müdafaa” haklı savunma sayılır. BK madde 52’de ise, “meşru müdafaa halinde saldırganın kişiliğine veya mallarına verilen zarardan dolayı tazminat ödemek gerekmez” hükmü vardır.
Zaruret hali (ıztırar hali), bir kimsenin kendisini veya başkasını bilerek sebebiyet vermediği bir zarardan ya da derhal vuku bulacak bir tehlikeden kurtarmak için başkasının mallarına zarar vermesidir. Ancak bu kimse verdiği zararı ödemekle yükümlü olur.
Kuvvet kullanmak, yani bir kimsenin hakkını bizzat kuvvete başvurarak koruması BK madde 52/III’de öngörülen şartların varlığı halinde hukuka aykırı sayılmaz. Kendi hakkını korumak için kuvvete başvuran kimse, hal ve yere nazaran hükümetin zamanında müdahalesi temin edilemediği ya da hakkının kaybını gidermek için veya haklarının kullanılmasını pek çok müşkül olmasını men etmek için başka araçlar mevcut olmadığı takdirde, tazminat ödemekle yükümlü tutulmaz. Bunun için, hakkın kaybedilmesi tehlikesinin mevcut olması ve o anda hükümet kuvvetlerine başvurmanın olanaksız olması şarttır.

KİŞİ VE KİŞİLİK

Kişi, haklara ve borçlara sahip olabilen, yani hakları ve borçları bulunabilen varlıklar anlamına gelir. Bir başka deyişle, hak sahibi ve hak süjesi olan varlıklar hukuk açısından birer kişidir. Bu anlamda, hak ehliyeti (medeni haklardan yararlanma ehliyeti) ile kişi kavramları aynı anlama gelmektedir. Hak ehliyetine sahip olan, yani haklardan yararlanabilen varlıkların hepsi birer kişidir.


Kişi Türleri:
Gerçek Kişiler:
Gerçek kişiler, insanlardır. Modern hukuk düzenleri cinsiyet, ırk, din, dil ve benzeri farklar gözetmeksizin tüm insanları birer kişi olarak kabul etmektedir. MK madde 8: “Her insanın hak ehliyeti vardır.” “Bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde haklara ve borçlara ehil olmada eşittir.”
Tüzel Kişiler:
Belli bir amacın gerçekleştirilmesi amacıyla bir aray gelmiş kişilerin oluşturduğu kişi toplulukları ya da belli bir amaca özgülenmiş bulunan mal toplulukları, tüzel kişidir.

Gerçek Kişiliğin Başlangıcı:
MK madde 28/I: “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamen doğduğu anda başlar.” Kişiliğin başlangıç anı, sağ olarak tamamen doğum anıdır. Çocuğun tamamen doğması, onun ana rahminden tamamen ayrılarak bağımsız bir varlık halinde dış aleme gelmiş olması demektir. Sağ doğması ise, çocuğun ana rahminden tamamen ayrıldıktan sonra bir saniye bile olsa yaşamış olması demektir. Gerçek kişiliğin başlangıç anı doğum anı olmakla beraber, MK madde 28/II: “Çocuk hak ehliyetini sağ doğmak koşuluyla ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder”. Ana rahmine düşmüş bulunan çocuğu hukukta cenin adı verilir. Cenin sağ doğarsa, hak ehliyeti doğduğu anda değil, ana rahmine düştüğü anda başlar. Bunun miras ve babalık davaları açısından büyük önemi vardır.
Gerçek Kişiliğin Sona Ermesi:
Gerçek kişilik ölümle ya da gaiplikle son bulur.
Ölüm, gerçek kişiliği sona erdiren hukuki bir olaydır. Ölümle birlikte, ölenin kişilik hakları ve kişiye bağlı hakları ortadan kalkar, fakat malvarlığı hakları mirasçılarına geçer. Ölüm, kişisel durum sicilindeki kayıtlarla veya yasal karinelerle ispat edilebilir.
“Bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa, cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılır.” (MK m. 31) O kimsenin siciline “o yerin en büyük mülki amirinin emriyle” ölüm kaydı düşürülür. Buna, ölüm karinesi denilir. Örneğin, bir uçak kazasında yolcuların denize düşerek kaybolmasında olduğu gibi.
Birden fazla kişinin hangisinin önce ya da sonra öldüğü ispat edilemezse, hepsi aynı anda ölmüş sayılır. (MK m. 29/II) Buna birlikte ölüm karinesi denilir. Bu, birbirine mirasçı olabilecek kimseler bakımından önemlidir.
Gaiplik: MK m. 32: “Ölüm tehlikesi içinde kaybolan veya kendisinden uzun zamandan beri haber alınamayan bir kimsenin ölümü hakkında kuvvetli olasılık varsa, hakları bu ölüme bağlı olanların başvurusu üzerine mahkeme bu kişinin gaipliğine karar verebilir.” Madde 33’e göre ise, bir kimsenin gaipliğine karar verebilmek için ölüm tehlikesi içinde kaybolma hali için bir yıl ve uzun zamandan beri haber alınamama hali için son haber tarihinden itibaren beş yıl süre geçmesi gerekmektedir.

HAK EHLİYETİ:
Hak ehliyeti (medeni haklardan yararlanma ehliyeti), hak ve borç sahibi olabilme, yani hakların ve borçların süjesi olabilme iktidarıdır. Hak ve borç sahibi olabilme iktidarına sahip olan varlıklar ise kişilerdir. Hak ehliyeti ile kişi kavramları aynı anlamlara gelmektedir.
Hak ehliyeti pasiftir. Bir kimsenin hak ehliyetine sahip olabilmek için bir işlem yapmasına veya bir irade açıklamasına gerek yoktur. Gerçek kişiler için doğmuş olmak yeterlidir. Hatta sağ doğmak koşuluyla cenin de hak ehliyetine sahiptir. Tüzel kişilerin hak ehliyeti ise kanunun öngördüğü şekilde kurulmalarıyla başlar.
MK madde 8: “Her insanın hak ehliyeti vardır.” “Tüm insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler.”
Bu maddenin birinci fıkrasından çıkan sonuç, genellik ilkesidir. Hak ehliyetine sahip olabilmek için insan olmak yeterlidir. Tek koşulu, gerçek kişiler için sağ doğmuş bulunmak, tüzel kişiler için ise kanunun öngördüğü şekilde kurulmuş olmak, yani kişilik kazanmış bulunmaktır. Maddenin ikinci fıkrasından çıkan sonuç ise, eşitlik ilkesidir. Hak ehliyeti açısından insanlar arasında yerli – yabancı, kadın - erkek, zengin – fakir ya da ergin – küçük gibi ayrımlar yapılmaz. Bu genellik ve eşitlik ilkeleri sadece medeni haklar açısından geçerlidir.

FİİL EHLİYETİ:
Fiil ehliyeti (medeni hakları kullanma ehliyeti), bir kişinin bizzat kendi fiil ve işlemleriyle kendi lehine haklar ve aleyhine borçlar yaratabilme iktidarıdır. Fiil ehliyeti, hak ehliyetinden farklıdır. Hak ehliyetine her kişi sahip olduğu halde, fiil ehliyetine kanunun aradığı koşulları yerine getiren kişiler sahiptirler; yani hak ehliyeti pasif bir ehliyet iken fiil ehliyeti aktif bir ehliyettir.
MK madde 9: “Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir.”
MK madde 10: “Ayırt etme gücüne sahip olan ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. MK madde 14: “Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur.”
Fiil ehliyetinin koşulları:
(1) Ayırt etme gücüne sahip olmak:
MK m. 13: “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.”
Ayırt etme gücü, “bir kimsenin fiil ve işlemlerinin sebebini, sonuçlarını, kapsam ve etkilerini önceden görebilme ve buna uygun hareket edebilme yeteneğidir”. Ayırt etme gücü, fiil ehliyetinin en önemli koşuludur, çünkü bir kimse diğer iki koşula uygun olsa bile, ayırt etme gücüne sahip değilse fiil ehliyeti yoktur. Ayırt etme gücü, mutlak bir kavram değil, nispi bir kavramdır ve bir kimsenin ayırt etme gücüne sahip olup olmadığı her somut olayın özelliklerine göre saptanmalı ve değerlendirilmelidir.
Maddede sayılan durumlarda bir kimsenin ayırt etme gücünden yoksun olduğu bir karine olarak kabul edilir. Buna ayırt etme gücünden yoksunluk karinesi denilir. Bu durumların dışında bir ergin kimse hakkında ise ayırt etme gücüne sahiplik karinesi geçerlidir.
(2) Ergin olmak:
Fiil ehliyetinin koşullarından biri de ergin olmaktır. Fiil ehliyeti bir kimsenin kendi fiilleriyle hak edinebilmesi ve borç altına girebilmesi olduğuna göre bunun için belli bir “fikri olgunluğa” erişmiş olmak gerekir. Bu da, insanların belli bir yaşa gelmeleriyle mümkün olur. Fiil ehliyetine sahip olabilmek için bir kimsenin kanunun öngördüğü belli bir yaş sınırını aşmasına ergin olmak, bu yaşa da erginlik yaşı denir. Bu yaş sınırını aşan kimselere ergin, henüz aşmamış olanlara ise küçük denir.
MK madde 11: “Erginlik, onsekiz yaşın doldurulmasıyla başlar.” Buna normal erginlik denir. Bunun dışında bir de erken erginlik vardır.

Erken erginlik iki halde söz konusu olur: Evlenme ile ergin olmak ve ergin kılınmak.


MK m. 11/II: “Evlenmek, kişiyi ergin kılar.” MK, bir insanın evlenebilmesi için de bir yaş sınırı belirlemiştir. Buna evlenme erginliği denilir. MK m. 24’e göre, evlenme erginliği erkek veya kadın için onyedi yaşın doldurulmasıdır. Ancak yargıç olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple onaltı yaşını bitirmiş erkek veya kadın evlenmesine izin verebilir. Buna da olağanüstü evlenme erginliği denilir. Evlenmede erginlik yaşı normal genel erginlik yaşından küçüktür. İşte bu durumda olan bir kimse, örneğin 17 yaşında ana ve babasının rızasıyla evlenirse, MK m. 11/II uyarınca ergin olmuş sayılır.
MK m. 12: “Onbeş yaşını dolduran küçük, kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkeme kararıyla ergin kılınabilir.” Bir küçüğün erginliğine karar verilebilmesi için gereken koşullar şunlardır:


      • Küçüğün onbeş yaşını bitirmiş olması.

      • Küçüğün kendi istemi.

      • Velisinin rızası.

Bunlara, küçüğün çıkarının bulunması koşulu da eklenebilir.


(3) Kısıtlı olmamak:
Fiil ehliyetinin üçüncü koşulu, kısıtlı olmamaktır. Kısıtlı olmak, ergin bir kimsenin fiil ehliyetinin mahkeme kararıyla sınırlandırılması veya tamamen kaldırılması anlamına gelir. Kısıtlama sebepleri, “akıl hastalığı veya akıl zayıflığı”, “savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı”, “kötü yaşama tarzı ve kötü yönetim”, “bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkum olmak” ve “yaşlılığı, sakatlığı ve deneyimsizliği sebebiyle işlerini gerektiği gibi yönetemediğini ispat eden bir erginin kısıtlanmasını istemesi”dir. Bu işleme hacir altına alınma (kısıtlanma), bu durumdaki kimseye de mahcur (kısıtlı) denir.
Hukuki işlem ehliyeti ve haksız fiillerden sorumlu olma ehliyeti ve dava ehliyeti de fiil ehliyeti kapsamına giren ehliyetlerdir.
Hukuki işlem ehliyeti:
Hukuki işlem ehliyeti, bir kimsenin hukuki işlemler yapabilmesi ve bu işlemlerle kendi lehine haklar ve aleyhine borçlar yaratabilmesidir. Hukuki işlem, hukuki bir sonuç elde etmek üzere irade açıklamasında bulunmak anlamına gelir. Hukuki işlemler, tarafları bakımından tek taraflı hukuki işlemler ve çok taraflı hukuki işlemler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Tek taraflı hukuki işlemler, bir kimsenin sadece kendi iradesini açıklamasıyla gerçekleşen hukuki işlemlerdir. Örneğin, vasiyet, vakıf kurmak. Çok taraflı hukuki işlemler ise, birden fazla kimsenin iradelerini açıklamalarıyla gerçekleşen hukuki işlemlerdir. En önemlileri, iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun iradeleriyle meydana gelen hukuki işlemlerdir ve bunlara sözleşme adı verilir. Örneğin, satım, devir ve kira gibi sözleşmeler, iki taraflı hukuki işlemlerdir. Bu tür hukuki işlemler yapma ehliyetine sözleşme ehliyeti denilir.
Haksız fiillerden sorumlu olma ehliyeti:
Haksız fiillerden sorumlu olma ehliyeti, bir kimsenin hukuka aykırı fiilleriyle başkalarına verdiği zararları bizzat ödemekle yükümlü tutulabilme ehliyeti demektir ve bu da fiil ehliyetinin kapsamına girer.
Dava ehliyeti:
Dava ehliyeti, bir kimsenin mahkemelerde davacı veya davalı sıfatıyla yemin, ikrar, sulh, feragat, kabul, vb. gibi yargılama (usul) hukukuna ait işlemleri bizzat yapabilme iktidarıdır.
Ancak hak ehliyetinin kapsamına giren taraf ehliyeti ile fiil ehliyetinin kapsamına giren dava ehliyetini birbirine karıştırmamak gerekir. Taraf ehliyeti, bir kimsenin davacı veya davalı olabilme ehliyetidir. Taraf ehliyeti hak ehliyetinin kapsamına girmekte olduğundan, her kişinin taraf ehliyeti vardır. Örneğin, üç yaşındaki bir çocuk adına dava açılabileceği gibi başkaları da bir çocuğa dava açabilirler. Oysa dava ehliyeti fiil ehliyetinin kapsamına girer ve ancak fiil ehliyetinin koşullarına sahip bulunan kimselerin dava ehliyeti vardır.


FİİL EHLİYETİNE GÖRE GERÇEK KİŞİLERİN DURUMU:
Fiil ehliyetinin koşullarına sahip olup olmamalarına veya bunlardan bir kısmına sahip olup bir kısmına sahip olmamaları bakımından gerçek kişileri dört kategoriye ayırmak mümkündür: tam ehliyetlilen, sınırlı ehliyetliler, sınırlı ehliyetsizler ve tam ehliyetsizler.

Tam ehliyetliler:
Tam ehliyetli gerçek kişiler, fiil ehliyetinin tüm koşullarına sahiptirler. Ayırt etme gücüne sahip, ergin olan ve kısıtlı olmayan tüm gerçek kişiler, fiil ehliyeti açısından tam ehliyetlidirler. Tam ehliyetliler, her türlü hukuki işlemi hiç kimsenin iznine gerek olmaksızın yapabilir ve kendi fiilleriyle haklar edinebilir ve borç altına girebilirler ve haksız fiilleriyle başkalarına verdikleri zararlardan da bizzat sorumludurlar. Aynı zamanda dava ehliyetleri de bulunduğundan dolayı, mahkemelerde davacı ve davalı sıfatıyla bulunup her türlü usul işlemlerini bizzat yapabilirler.
Sınırlı ehliyetliler:
Sınırlı ehliyetliler, aslında tam ehliyetli oldukları halde bazı sebeplerden ötürü ehliyetleri sadece belli konularda sınırlandırılan kişilerdir. Bu kategoriye evli kişiler ile kendilerine yasal danışman atanmış kişiler girer.
Eşlerden her biri, kanunda belirtilen bazı işlemleri ancak diğer eşin rızası ile yapabilir. Örneğin, eşlerden biri, içinde çocuklarıyla beraber oturdukları konutu diğer eşin açık rızası olmadıkça başkalarına devredemez ya da aile konutuyla ilgili kira sözleşmesini feshedemez.
Kendilerine yasal danışman atanan kişiler, kısıtlanmaları için yeterli sebep bulunmayan, ancak korunması bakımından fiil ehliyetini sınırlamanın gerekli görüldüğü ergin kişilerdir. Bu kişilere, kanunda sayılan önemli hukuki işlemlerde oyu alınması gereken bir yasal danışman atanır.
Dava açma ve sulh olma; taşınmaz alma, satma, rehnetme ve üzerinde başka ayni haklar kurma; kıymetli evrak alma, satma ve rehnetme; olağan yönetim sınırları dışında kalan yapı işleri; ödünç verme ve alma; anaparayı alma; bağışlama; kambiyo taahhüdü altına girme ve kefil olma gibi işlemleri, sınırlı ehliyetli kişi, yasal danışmanının görüşünü almadan yapamaz; yaparsa bu işlemler tek taraflı bağlamazlık yaptırımına tâbi olur; yani bu işlemlerle tam ehliyetli olan karşı taraf bağlı, fakat sınırlı ehliyetli kişi bağlı değildir.
Sınırlı ehliyetsizler:
Fiil ehliyeti koşullarının tamamına sahip olmayan kişilerdir. Kural olarak, fiil ehliyetleri yoktur. Bunlar, ayırt etme gücüne sahip küçükler ve ayırt etme gücüne sahip kısıtlılardır. Bu kişiler, fiil ehliyetinin en önemli koşulu olan ayırt etme gücüne sahiptirler.
MK m. 16: “Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmaksızın, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir.” “Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar haksız fiillerinden sorumludurlar.”
Sınırlı ehliyetsizler satış, kira, eser (istisna) ve hizmet sözleşmeleri gibi kendilerini borç altına sokan işlemleri bizat yapamazlar. Bu işlemler onlar adına yasal temsilcileri (veli ve vasiler) tarafından yapılır. Sınırlı ehliyetsizler bu gibi işlemleri ancak yasal temsilcilerinin rızasıyla yapabilirler. Yasal temsilci rızasını hukuki işlem yapılmadan önce verirse buna izin, sonra verirse onama denilir. Sınırlı ehliyetsizler kendilerini borç altına sokan hukuki işlemleri yasal temsilcinin izni olmadan yapanrlarsa, bu işlemler tek taraflı bağlamazlık yaptırımına tâbi olurlar, yani tam ehliyetli olan karşı taraf bu işlemlerle bağlı olduğu halde, sınırlı ehliyetsiz bağlı değildir. Bu işlemlerin sınırlı ehliyetsizi de bağlayabilmesi için, yasal temsilcinin işlemi sonradan onaması gerekir. Eğer onarsa, bu işlemler yapıldıkları andan itibaren sınırlı ehliyetsizi de bağlar.
Sınırlı ehliyetsizler, kendilerini borç altına sokmayan ve sadece çıkar sağlayan işlemleri (örneğin karşılıksız kazanma – bağışlanan sıfatıyla bağışlama) yasal temsilcilerinin rızasına gerek olmadan bizzat yapabilirler. Sınırlı ehliyetsizler kişiye sıkı sıkıya bağlı olan hakların kullanılmasında da yasal temsilcilerinin rızasını almak zorunda değildirler. Bu haklar bizzat hak sahibi tarafından kullanılabilen, temsilci vasıtasıyla kullanılmaları mümkün olmayan, ölümle sona eren ve başkalarına devredilemeyen haklardır.
Sınırlı ehliyetsizler önemli bağışlamalar, vakıf kurma ve kefalet gibi işlemleri bizzat ya da yasal temsilcilerinin rızasıyla hiç yapamazlar. Bunlara yasak işlemler denir. Yapıldıkları takdirde hiç bir hüküm ifade etmezler, yani batıldırlar.
Sınırlı ehliyetsizlerin haksız fiillerinden sorumlu olma ehliyetleri vardır ve haksız fiilleriyle başkalarına verdikleri zararlardan dolayı bizzat kendi malvarlıklarıyla sorumlu olurlar.
Sınırlı ehliyetsizler kendi başlarına yapabilecekleri hukuki işlemler ve haksız fiilleriyle ilgili olarak dava ehliyetine sahiptirler.
Tam ehliyetsizler:
Tam ehliyetsizlerin fiil ehliyetleri hiç yoktur, çünkü fiil ehliyetinin en önemli koşulunu oluşturan ayırt etme gücünden yoksundurlar.
MK madde 15: “Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz.”
Tam ehliyetsizlerin hukuki işlem ehliyeti yoktur, çünkü hukuken bu kişilerin iradeleri yoktur. Hatta yasal temsilcilerinin rızasıyla bile olsa hukuki işlemler yapamazlar. Bu hukuki işlemler tam ehliyetsize çıkar sağlayan işlemler olsa bile batıl sayılırlar. Yasal temsilcinin onamasıyla da geçerli hale gelemezler. Karşı tarafın iyi niyetli olup olmaması da sonucu değiştirmez.
Tam ehliyetsizlerin haksız fiillerden sorumlu olma ehliyeti de yoktur. Örneğin, bir akıl hastası haksız fiilleriyle başkalarına verdiği zararlardan sorumlu tutulamaz.
Ayırt etme gücünden sürekli değil de geçici olarak yoksun bulunan kimseler haksız fiillerinden dolayı sorumludurlar. Ancak bu kimseler ayırt etme güçlerini geçici olarak kaldıran hale kendi kusurlarıyla düşmemiş olduklarını kanıtlarlarsa sorumlu olmazlar.
Tam ehliyetsizlerin dava ehliyeti de yoktur ve mahkemelerde davacı veya davalı sıfatıyla bulunamazlar.
TÜZEL KİŞİLER:
Tüzel kişilik, belli bir amacı gerçekleştirmek için bağımsız bir varlık halinde örgütlenmiş bulunan ve hukuk düzeninin haklara ve borçlara sahip olabilme yeteneği tanıdığı kişi ve mal topluluklarıdır. Bağımsız malvarlıkları vardır. Hak sahibi olabilirler. Hukuki işlem yaparak borç altına girebilirler. Hukuka aykırı fiilleriyle başkalarına verdikleri zararlardan dolayı sorumlu olurlar. Dava açabilirler ve onlara karşı dava açılabilir. Kişilik haklarından yararlanırlar.
Bünyelerine Göre Tüzel Kişiler:
Bünyelerine göre tüzel kişiler ikiye ayrılır: kişi toplulukları ve mal toplulukları.
Kişi Toplulukları:
Belli bir gayeyi gerçekleştirmek için ve bağımsız bir varlığa sahip olmak üzere kişilerin bir araya gelmesinden oluşan tüzel kişiler bir kişi topluluğudur. Onun bünyesini kurucuları ve sonradan katılan üyeler veya ortaklar oluşturur. Dernekler, şirketler, devlet, il özel idaresi, belediyeler ve köyler kişi topluluğu niteliğinde tüzel kişilerdir.
Mal Toplulukları:
Belli bir gayeyi gerçekleştirmek için ve bağımsız bir varlığa sahip olmak üzere kişilerin belli malı veya malları bu gayeye özgülemelerinden oluşan tüzel kişiler bir mal topluluğudur. Bu tüzel kişilerin bünyesi kurumsaldır. Vakıflar ve kamu kurumları, örneğin üniversiteler mal topluluğu niteliğinde tüzel kişilerdir.
Tâbi Oldukları Hukuka Göre Tüzel Kişiler:
Tâbi oldukları hukuka göre tüzel kişiler ikiye ayrılır: kamu hukuku tüzel kişileri ve özel hukuk tüzel kişileri.
Kamu Hukuku Tüzel Kişileri:
Kamu Hukuku Tüzel Kişileri, kamu hukukuna tâbi olan tüzel kişilerdir. Kamu gücünü temsil ederler ve özel hukuk tüzel kişileriyle olan ilişkilerinde eşit değil, üstün konumdadırlar. Kanunla kurulurlar.
Kamu yönetimleri denilen devlet, il özel idaresi, belediyeler ve köyler kişi topluluğu niteliğindeki kamu hukuku tüzel kişileri; kamu kurumları olan üniversiteler, hastaneler ve TRT ise mal topluluğu niteliğindeki kamu hukuku tüzel kişileridir.
Özel Hukuk Tüzel Kişileri:
Özel Hukuk Tüzel Kişileri, özel hukuka tâbi olan tüzel kişilerdir. Diğer kişilerle ilişkilerinde eşit durumdadırlar. Kişilerin iradeleriyle kurulur ve feshedilirler.

Özel hukuk tüzel kişileri, gayelerine göre iktisadi amaçlı (kazanç paylaşma amacı güden) tüzel kişiler ve iktisadi olmayan amaçlı (kazanç paylaşma amacı gütmeyen) tüzel kişiler olmak üzere ikiye ayrılırlar. İktisadi amaç güden tüzel kişilere şirketler denilir: bunlar Türk Ticaret Kanunu’na tâbidirler. İktisadi olmayan amaç güden tüzel kişilere dernek denilir; bunlar Medeni Kanun’a ve Dernekler Kanunu’na tâbidirler. Medeni Kanun’a tâbi olan vakıflar da iktisadi olmayan gayeli tüzel kişilerdir.




HISIMLIK
Hısımlık; soy hısımlığı (kan bağı olan akrabalık), sıhri hısımlık (dünür hısımlığı; evlenmeyle oluşan akrabalık) ve evlat edinmeden doğan hısımlık olmak üzere üçe ayrılır.
Ortak soydan gelenler arasındaki hısımlığa soy hısımlığı veya kan hısımlığı veya doğal hısımlık denilir. Aynı soydan gelenler arasındaki hısımlık; yukarı doğru, yani ana, baba, dede ve nine ile olan üstsoy hısımlığı ve aşağa doğru, yani çocuk ve torun ile olan altsoy hısımlığı olmak üzere ikiye ayrılır. Bir kimsenin kardeşleri, amcası, dayısı, halası ve teyzesi ile olan hısımlığına ise yansoy (civar) hısımlığı adı verilir. Ana bir baba ayrı, ya da baba bir ana ayrı kardeşler arasındaki hısımlık ise “yarım kan” hısımlığıdır.
Soy (kan) hısımlığının derecesi hısımlar arasındaki doğum sayısı ile belli olur.

Yüklə 0,76 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin