Klasik ayrıma göre, özel hukuk, bireyler arası hukuktur. Bu ilişkilerde, hukuksal eşitlik esastır. Devletin bu kuralların oluşmasındaki rolü tarafsız bir düzenleyici ve uygulayıcı olmaktan ibarettir. Devlet bu ilişkilere müdahale etmez, sadece kişilerin başvuru ve istemleri üzerine harekete geçer. Devlet bir tarafsız hakem rolündedir. Özel hukuk ilişkilerinde devletin rolü ve etkinliği sadece “yaptırım” uygulanması aşamasında ortaya çıkar.
Ancak bazı hallerde kamu kurum ve kuruluşları da bir özel hukuk ilişkisine taraf olabilirler, çünkü devletin ve kamu kurum ve kuruluşlarının da kişilikleri (kamu tüzel kişiliği) vardır ve bu kişiler de bazı gereksinimlerini özel ilişkiler kurarak karşılarlar. Örneğin, bir adliye için bir gerçek kişinin binasının kiralanması ilişkisinde olduğu gibi. Bu tip ilişkilerde, kamu kurum ve kuruluşlarının hiçbir ayrıcalığı yoktur. Bu ilişkiler de “özel hukuk” alanına giren ilişkiler sayılırlar. Devletin bazı kamu hizmetlerinin görülmesi veya kamusal amaçların gerçekleştirilmesi için ticari ve ekonomik alanlarda faaliyet göstermek üzere kurduğu ya da yerel yönetimlere bağlı olan kurum ve kuruluşların ticari ve ekonomik alanlarda bireylerle olan iş ilişkileri de özel hukuk kurallarına tâbidir.
Özel hukukun dayandığı temel ilke serbestlik ilkesidir. Bunun anlamı, yasayla yasaklanmamış her şeyin meşru olduğu kuralıdır. Özel hukukta serbestlik ilke, yasak istisnadır.
I. Medeni Hukuk:
Medeni hukuk, özel hukukun “anası” sayılır. Ticari nitelik veya uluslararası nitelik taşıyanlar hariç, bireyler arasındaki tüm özel ilişkiler Medeni Hukuk kurallarıyla düzenlenir.
Medeni hukuk, hukuk açısından eşit olan gerçek ve tüzel kişilerin her türlü toplumsal ve ekonomik ilişkilerini düzenleyen hukuk dalıdır. Kişilerin toplum halinde yaşaması bakımından bir hüküm ve değer ifade eden tüm eylem ve davranışlarını, işlem ve ilişkilerini düzenleyen hukuk kurallarını kapsar.
1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren Medeni Kanun’un başlangıç hükümleri:
(1) “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.” Burada kast edilen, yasanın sadece sözüne bakılarak değil, özü de değerlendirilerek uygulanacağıdır. Bunun anlamı da, bir yasa kuralının sadece sözüne göre değil, amacına göre anlamlandırılarak uygulanmasıdır. Burada yorum devreye girer. Yasada bir boşluk bulunması halinde, yargıç kendisini “yasa koyucu” yerine koyarak hukuk kuralını “yaratır” ve bu kuralı uygular.
(2) “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.” Bunun karşıtı “bir hakkın kötüye kullanılması”dır. Bunlar, objektif iyiniyet ve hakkın kötüye kullanılması deyimleriyle anlatılır ve bu kavramlar “dürüstlük ve güven” ilkesinin hukuk alanına yansımalarıdır.
(3) Sübjektif iyiniyet. Sübjektif iyiniyet, bir hukuksal durumun oluşumuna engel olan bir olguyu bilmemek ilkesine dayanır. Bir hukuksal ilişkiye girerek bir hakkı kazanan kişi, bu hakkı elde etmesini engelleyen bir eksikliği bilmiyorsa iyiniyetli sayılır. Ancak iyiniyetli sayılmak için, bilmemek yetmez, somut olayın koşullarına göre o kişinin böyle bir eksikliği “bilmesi de gerekmemelidir”. İyiniyetli olduğunu ileri süren kişinin bunu ayrıca kanıtlamasına gerek yoktur. Buna “iyiniyet karinesi” denilir. Tersini ileri süren kimse, onun “bildiğini” ya da “bilmesi gerektiğini” kanıtlamakla yükümlüdür.
(4) Yargıçların takdir yetkisi. Yasakoyucu genellikle genel ve soyut kurallar koyar. Bu nedenle, yasakoyucu ilişkinin somut koşullarına göre yargıca bir takdir alanı bırakmak zorundadır. Bu durumda, yargıcın takdir yetkisini hakkaniyet ilkesini gözeterek kullanması ve adalete uygun kara vermesi gerekir.
(5) “Bu kanun ve Borçlar Kanunu’nun genel nitelikli hükümleri, uygun düştüğü ölçüde tüm özel hukuk ilişkilerine uygulanır.” Bir başka deyişle, MK’da düzenlenen evlenme, nişanlanma, miras gibi sözleşmelere de, gerektiği takdirde ve uygun düştüğü ölçüde (mutatis mutandis), BK’nun sözleşmelere ilişkin genel hükümleri uygulanır.
(6) Herkes kendi iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür.
(7) Resmi olarak tutulan kütüklerde yer alan bilgiler ve resmi belgeler ve senetler, tersi kanıtlanmadıkça, doğru kabul edilir.
Medeni hukukun alt dalları:
(A) Kişiler Hukuku:
Hukuk açısından gerçek kişiler (insanlar) ve tüzel kişiler (insanların oluşturduğu kurum ve kuruluşlar) vardır.
1) Gerçek kişiler:
Tüm insanlar, hukuk açısından “kişidir”. Kişilik, doğumla kazanılan ve ölümle sona eren bir nitelik ve statüdür. İnsanın sağ ve tam olarak doğmasıyla, hak sahibi olabilen bir varlık dünyaya gelmiş olur. MK’a göre, her insan doğduğu anda, hatta sağ doğmak koşuluyla ana karnına düştüğü anda medeni hukuka göre bir kişi haline gelmiş sayılır. Hak sahibi olabilmek bakımından tüm insanlar eşittir. Buna “hak ehliyeti” denilir. Tüm insanlar haklardan yararlanma ehliyetine eşit olarak sahip olmalarına rağmen kişinin haklarını kullanabilmesi için belirli bir olgunluğa erimesi gerekir. Buna “fiil ehliyeti” denilir ve bu ehliyet, kişinin belli bir yaşa (rüşt yaşı) ulaşması ve olayları anlayabilecek bir zihinsel güce (temyiz kudreti) sahip olması ve hakkında mahkemece verilmiş bir kısıtlama (hacir) kararının bulunmaması koşullarına bağlıdır. Genel erginlik yaşı “18 yaşın tamamlanması” olarak kabul edilir.
Medeni kanunda, akrabalık ilişkileri kan hısımlığı ve sıhri hısımlık (kayın hısımlığı) olarak iki bölümde incelenmektedir. Kan hısımlığı, kan bağından dolayı oluşan hısımlıktır. Sıhri hısımlık (kayın hısımlığı) ise evlenen kişilerin her birinin evlenme dolayısıyla eşinin kan hısımlarıyla oluşan akrabalığı anlamına gelir.
Medeni kanunda kişinin yerleşim yeri (ikametgahı) kavramı “sürekli kalmak niyetiyle oturduğu yer” olarak tanımlanır.
Beden tamlığı, sağlığı, aile ve meslek sırları, şeref ve haysiyeti gibi maddi ve manevi değerler insanın korunması gereken kişiliğini oluşturmaktadır ve tüm bu öğe ve değerlerin toplamı olan kişilik hakkı da yasalarla korunmaktadır. Kişiyi diğer bireylerden ayıran ismi de kişilik hakkının bir parçasıdır.
Kişiliğin sona ermesi, doğal bir son olan ölümün yanı sıra, kişinin ölüp ölmediğinin belli olmadığı durumlarda uygulanan kayıplık (gaiplik) ile de gerçekleşebilir.
2) Tüzel kişiler:
Tüzel kişiler (hükmi şahıslar), insanlar tarafından oluşturulan ve yasal koşullara uygun olarak “kişiliği” bulunan kurumlardır.
Kamu hukuku tüzel kişileri (devlet, yerel yönetimler, KİT’ler, üniversiteler, vb.), ticaret ortaklıkları, sendikalar, siyasal partiler, dernekler ve vakıflar, vb.
(B) Aile Hukuku:
Bu bölümde, eşler arasında karı-koca ilişkisinin kurulması, nişanlanma (evlenme vaadi), nikah akdi, evlenme ehliyeti ve engelleri, evlenme töreni ve evlilik ilişkisine son veren olaylar (ölüm, boşanma ve evliliğin geçersiz sayılması) ve ayrıca evlilikte mal rejimleri işlenmektedir. Yeni Medeni Kanunumuza göre, eşler seçimlik olarak getirilen mal ortaklığı ve mal ayrılığı rejimlerini seçmedikleri takdirde, evlilikte “edinilmiş mallara katılma” rejimi uygulanır.
Aile hukuku, medeni hukukun kişilerin aile çevresindeki ilişkilerini düzenleyen kısmıdır. Dar anlamda aile, karı ve kocadan meydana gelen topluluktur. Geniş anlamda aile, karı, koca ve çocuklardan meydana gelen topluluktur. En geniş anlamda, aile, ev reisinin otoritesine tâbi olarak aynı çatı altında yaşayan kimselerden oluşan topluluktur. Örneğin, aynı çatı altında yaşayan kan ve kayın hısımlar, uşak, çırak, vs.
Aile hukukunda geçerli olan ilkeler şunlardır:
1) Birlik ilkesi: Evlilik birliği, gelip geçici bir beraberlik değildir. Bu birliğin üçüncü kişilerce de bilinmesi istenir; bu nedenle, bu birliğin dışa karşı tek bir isimle (aile isimle) çıkması ve tanınması gerekir. Kadının kocanın, çocukların babanın soyadını taşımasının sebebi budur.
2) Süreklilik ilkesi: Asıl olan ailenin ölümle sona ermesidir, fakat bu süreklilik mutlak değildir. Boşanma sebepleri, butlan sebeplerinin varlığı halinde de bu süreklilik sona erdirilebilir.
-
Zayıfların korunması ilkesi. Örneğin, kadın ve çocukların korunmasına ilişkin hükümler.
4) Düzenleme serbestisinin bulunmaması: Aile hukukunda irade özgürlüğüne yer verilmez. Taraflar, aile hukukunda serbest iradeleri ile kanunda düzenlenmemiş hukuki ilişkiler yaratamazlar. Örneğin, kanunda öngörülmeyen boşanma sebeplerini kendi aralarında bir anlaşma ile kararlaştıramazlar. Taraflar, kanunda öngörülen kuralları değiştiremezler. Örneğin, kanundaki emredici kuralın aksine kocanın karısının soyadını taşımasına ilişkin bir anlaşma yapamazlar.
5) Devletin müdahalesi ilkesi: Evlenme akdinin resmi evlendirme memuru önünde yapılması veya boşanmanın sadece hakim kararı ile gerçekleşmesi gibi.
6) Eşitlik ilkesi: Kural olarak, kadın erkek eşitliği tanınmıştır. Örneğin, boşanma sebepleri karı ve koca için aynıdır.
Aile Hukuku, Medeni Kanun’da üç alt başlıkta incelenmektedir: Evlilik hukuku, Hısımlık hukuku, Vesayet hukuku.
1) Evlilik Hukuku:
Nişanlanma, evlenme vaadiyle kurulur ve evlilik ilişkisinin bir ön işlemi olarak kabul edilir. Nişanlanma bir evlenme vaadidir ve aile hukukunda bağımsız bir akittir. Nişanlanma, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça küçüğü veya kısıtlıyı bağlamaz. Bunun anlamı şudur: küçükler ve kısıtlılar yasal temsilcilerinin rızası olmadan nişanlanamazlar.
Nişanlanmanın kurucu unsurları şunlardır:
A) Karşılıklı evlenme vaadi: Nişanlanma vaadinin karşılıklı olması gerekir. Bu vaadin yapılması şekle bağlı değildir. Sözlü veya yazılı olabilir. İrade açıklaması açık veya zımni olabilir.
B) Nişanlanacak kişilerin ayrı cinsten olmaları.
Nişanlanmanın geçerlilik koşulları şunlardır:
-
Kişiye bağlı koşullar:
-
Ayırt etme gücü: Nişanlanma akdini yapanların ayırt etme gücüne sahip olması gerekir. Kanunda bir yaş koşulu öngörülmemiştir. Ancak nişanlanma akdinde makul hareket edebilme yaşı olarak cinsel olgunluğa erme koşulu aranmaktadır.
-
Yasal temsilcinin rızası: Kişi sınırlı ehliyetsiz (küçük veya kısıtlı) ise, yasal temsilcisinin rızası gerekir. Sınırlı ehliyetsiz küçük vesayet altında ise, vasisinin rızası gerekir.
-
Muhtevaya bağlı koşullar:
1) Ayırt etme gücünden yoksunluk veya kesin bir evlenme engelinin varlığı, nişanlanma akdini geçersiz kılar. Örneğin, belirli akrabalar arasındaki nişanlanma geçersizdir
2) Ahlak ve adaba aykırılık halinde, nişanlanma akdi geçersizdir. Örneğin, bir kişi mevcut evlilik akdini bozmadan başka birisi ile nişanlanmışsa, bu nişanlanma ahlaka ve adaba aykırılık sebebiyle geçersizdir.
Nişanlanmanın hükümleri ve sonuçları:
A) Sadakat ve yardım yükümlülüğü: Nişanlılar, nişanlılık süresince birbirlerine sadakat ile yükümlüdürler.
B) Soybağı durumuna etkisi: Taraflar nişanlı iken bir çocuk doğmuşsa, çocuk babaya babalık davası yoluyla bağlanabilir.
C) Destekten yoksun kalma tazminatı: Nişanlılardan birinin öldürülmesi halinde, diğer nişanlı üçüncü kişilerden destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilir.
D) Manevi tazminat davası: Sağ kalan nişanlı, nişanlısının ölümünden sorumlu olan kişiye manevi tazminat davası açabilir.
E) Şahitlikten, hakimlikten veya hakemlikten kaçınma: Nişanlılardan her biri, diğerinin taraf olduğu bir davada şahitlik yapmaktan kaçınabilir.
F) Evlenme sözleşmesi yapma hakkı: Taraflar evlenmeden önce evlenme sözleşmesi yapabilirler. Bunun için hâkimin iznine gerek yoktur.
Nişanlılığın sona ermesi:
-
Evlenme ile: Evlenme ile, nişanlılık sona erer.
-
Nişanlının ölümü veya evlenmenin kesin imkansız hale gelmesi: Nişanlının ölümü veya taraflardan birinin cinsiyet değiştirmesi.
-
Nişanlının ayırt etme gücünü kaybetmesi veya başka mutlak evlenme engellerinin ortaya çıkması: Nişanlılardan birinin ayırt etme gücünü kaybetmesi, taraflar arasında yakın hısımlık ilişkisinin ortaya çıkması, nişanlı eşin başka biri ile evlenmesi.
-
Tarafların anlaşması ile: Taraflar anlaşarak nişanlılığı sona erdirebilirler. Bu anlaşmaya “ikale” denir. Bu durumda sadece hediyeler geri verilir. Maddi ve manevi tazminat talep edilemez.
-
Bozucu şartın gerçekleşmesi ile: Örneğin, nişanlıların evlenebilmesi için bir tarafın okulu bitirmesi şartının konulması ve bu bozucu şartın gerçekleşmesi halinde.
-
Kesin evlenme engelinin ortaya çıkması
-
Nişanı bozma: Nişanın tek taraflı irade beyanı ile sona ermesine “nişanı bozma” denir.
G.1. Haklı sebebe dayanarak nişanı bozma: Haklı sebep karşı tarafın kusurundan doğabileceği gibi her iki tarafın kusurunun bulunmadığı durumlarda da söz konusu olabilir. Örneğin, önemli bir olayda susma (ağır ve devamlı hastalık, mahkumiyet, hoş olmayan eski hayatı hakkında açıklama yapmama), evliliğin ön hazırlıklarına karşı tam ilgisizlik, sadakat yükümlülüğünü ihlal, nişanlıya ilgi duymama, sonradan çıkan hastalıklar (felç, vb.) ve ekonomik durumun iyice sarsılması. Haklı sebebin bulunup bulunmadığını hâkim takdir eder.
G.2. Haklı sebep olmaksızın nişanı bozma: Haklı sebep yoktur ya da nişanı bozan taraf kendi kusuru ile nişanın bozulmasını haklı kılacak bir sebebin doğmasına yol açmıştır.
Nişanın sona ermesinin sonuçları:
A) Maddi Tazminat: Nişanı haksız yere bozan veya kusuruyla nişanın bozulmasına yol açan taraf, maddi tazminat ödemekle yükümlüdür. Bu maddi tazminat, nişanlılık yüzünden uğranılan zararlardır. Bu talep için, kişinin evlenmenin yapılacağı inancıyla masraf yapması ve bu masrafı iyi niyetle yapması gerekir. Nişan giderleri de, maddi tazminat talebinin kapsamına girer. Tazminat davası, nişanın bozulmasından itibaren bir yılda zamanaşımına uğrar. Tazminat talebini sadece nişanlı değil onun ana babası veya onlar gibi hareket eden kimseler de yapabilirler. Bu kişiler de nişanlı için iyi niyetle yaptıkları masrafların tazminini talep edebilirler.
B) Manevi tazminat: Nişanın bozulması sebebiyle manevi tazminat isteyebilmek için koşullar:
1) Nişan akdi tek taraflı bir irade beyanıyla sona erdirilmiş olmalıdır. Örneğin, ölüm üzerine veya anlaşma ile nişanın sona ermesi halinde manevi tazminat istenemez.
2) Nişanın bozulmasından dolayı, tazminat isteyen tarafın kişilik hakları zarara uğramış olmalıdır. Örneğin, nişanın haksız bozulmasından dolayı, nişanlının depresyon geçirmesi.
3) Manevi tazminat talep edenin zararın oluşmasında kusuru bulunmamalıdır.
4) Davalı, davacının zararında kusurlu olmalıdır.
Manevi tazminat davası da nişanın sona ermesinden itibaren bir yıl içinde açılabilir.
-
Hediyelerin iadesi:
Hediye, nişanlanma dolayısıyla bir nişanlıya verilen ve ekonomik değeri olan her türlü kazançtır. Hediyelerin iadesi için:
1) Hediye nişanlılık dolayısıyla verilmiş olmalıdır.
2) Alışılmışın dışında bir hediye olmalıdır.
3) Nişanlılık, nişanın bozulması, ölüm veya gaiplik sonucu sona ermiş olmalıdır.
4) Hediyeler nişanlı, onun ana babası veya onlar adına hareket eden kişiler tarafından istenebilir.
Hediyeler aynen geri istenir; aynen mevcut değilse, mislen ödenmesi istenir. Mislen de geri verilemiyorsa, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre istenir.
Hediyenin iadesini talep hakkı, nişanlılığın sona ermesinden itibaren bir yıl içinde kullanılabilir.
EVLENME:
Evlilik, ayrı cinse mensup kişilerin tam ve sürekli bir hayat birliği kurmak üzere hukukun aradığı koşullara uygun olarak birleşmesidir.
Evlenme akdi için aranan koşullar şunlardır: Maddi ve şekli koşullar.
A) Maddi koşullar:
-
Evlenme ehliyeti:
aa) Evlenme yaşı:
Madde 124:
“Erkek veya kadın 17 yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple hâkim 16 yaşını doldurmuş erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak varsa, karardan önce, ana ve baba veya vasi dinlenir.”
bb) Ayırt etme gücü: Evlenecek kişilerin ayırt etme gücüne sahip olması gerekir. Kişiler, evlenmenin anlam ve amacını anlayabilecek ve yükümlülük ve ödevlerini idrak edebilecek yeteneğe sahip olmalıdır.
cc) Yasal temsilcinin izni: Hem ergin olmayan kişiler, hem de kısıtlı olan kişiler için yasal temsilcinin izni gerekir. Her iki durumda da, kişinin ayırt etme gücüne sahip olması gerekir.
Madde 128:
“Hâkim, haklı sebep olmaksızın evlenmeye izin vermeyen yasal temsilciyi dinledikten sonra, bu konuda başvuran küçük veya kısıtlının evlenmesine izin verebilir.”
-
Evlenme engelinin bulunmaması:
Kesin evlenme engelleri: hısımlık ilişkisi, mevcut evlilik ilişkisi, evlenmeye engel akıl hastalığı ve ayırt etme gücünün bulunmaması.
Kesin olmayan evlenme engelleri: bekleme süresi ve evlenmeye engel hastalıklar.
aa) Hısımlık ilişkisi:
aaa) Kan hısımlığı: Düz hat hısımlar arasında (üstsoy ve altsoy) evlenme yasağı vardır. Tanıma ve babalık davası ile soybağı kurulanlar da dahildir. Üçüncü dereceye kadar olan yansoy hısımları arasında da evlenme yasağı vardır. Örneğin, yeğen ile amca.
bbb) Kayın hısımlığı: Eşler arasında evlilikle doğan kayın hısımlığı, evlilik birliğinin sona ermesi ile ortadan kalkmaz. Eşlerden birinin diğerinin düz hat hısımları ile evlenmesi yasaktır. Yan kayın hısımları için evlenme yasağı yoktur.
ccc) Evlatlık ilişkisi: Evlat edinen ile evlatlık arasında ve bunlardan biri ile diğerinin altsoyu ve eşi arasında kesin evlenme engeli vardır.
bb) Mevcut evlilik ilişkisi:
Evli bir kimsenin yaptığı ikinci evlilik, butlan ile sakat bir evliliktir.
cc) Akıl hastalığı:
Akıl hastalığı kesin evlenme engelidir.
Madde 133:
“Akıl hastaları, evlenmelerinde tıbbi sakınca bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemezler.”
dd) Ayırt etme gücünün bulunmaması
b) Kesin olmayan evlenme engelleri:
Kural olarak bu engellerde de evlenme akdi yapılamaz, fakat evlenme akdi yapılmışsa geçerli kalır.
aa) Kadın için bekleme müddeti:
Evlilik sona ermişse, kadın evliliğin bitmesinden itibaren 300 gün içinde başkasıyla evlenemez. Bunun amacı, soybağı karışıklığını engellemektir. Fakat kadın bu süre içinde yine de evlenmişse evlilik geçerlidir.
bb) Evlenmeye engel hastalıklar: Frengi, cüzzam gibi bulaşıcı hastalıklar.
B) Şekli Koşullar:
Erkek veya kadın, içlerinden birinin oturduğu yerdeki evlendirme memurluğuna birlikte başvururlar. Evlilik akdinin mutlaka yetkili evlendirme memuru önünde yapılması gerekir. Nüfus idareleri, belediye başkanları, köy muhtarları ve gerektiğinde, köy ve kasabalarda eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfındaki devlet memurları. Evlenecek kişilerin evlenmeye ilişkin irade beyanlarının art arda verilmesi gerekir. Evlenme kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğu için, temsilci vasıtasıyla irade beyanı yapılamaz. Evlenme akdinde her iki tarafın da hazır bulunması gerekir. Evlendirme memuru, ibraz edilen belgeleri inceler ve engel bir durumun bulunmadığını ve belgelerin tamam olduğunu tespit ederse, akdin yapılacağı günü ve saati bildirir. Eksiklik varsa bunları tamamlatır.
Evlenme töreninde iki tanığın bulunması ve tanıkların ergin, ayırt etme gücüne sahip ve tanıklık ettiği kişiyi tanıması gerekir. Ancak tanıklar olmadan yapılan evlenme akdi de geçerlidir.
EVLİLİĞİN GENEL HÜKÜMLERİ:
Evlenme töreninin yapılmasıyla karı koca arasında evlilik birliği doğmuş sayılır. Tüzel kişiliği olmamasına rağmen, kanunkoyucu evliliği de bir birlik olarak kabul eder. Bu birlik evlenmekle kurulur ve evlilik birliği herhangi bir sebeple sona erene kadar devam eder. Evlilik birliği, eşlerden ve onların müşterek ve ana veya babası bir veya birlikte yaşayan müşterek olmayan küçük çocuklarından oluşur. Evlilik birliğinin eşlerden biri tarafından temsili halinde, diğer eşin de müteselsil sorumluluğu söz konusu olabilir. Evlilik birliğinde eşler eşit statüye sahiptirler. Aile adı ve vatandaşlık dışında, tüm hak ve yükümlülüklerde eşitlik söz konusudur.
Evlilik birliğinde eşlerin yükümlülükleri:
1) Evlilik birliğinin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak: Eşler, aile hayatının huzurunu bozacak davranışlardan kaçınmak zorundadırlar. Ancak bu huzur kıstası her evlilik için ayrı ayrı belirlenir. Eşler, evlilik birliğinde huzuru sağlamak için yükümlülüklerini kendileri belirleyebilirler. Örneğin, küçük çocuk nedeniyle bir eşin meslek değiştirmesi veya bir yan işe daha girmesinin gerekliliğine eşler beraber karar verirler.
2) Çocukların bakım, eğitim ve gözetimine özen göstermek: Eşler, çocukların bakım ve eğitim ve gözetimine özen göstermekle yükümlüdürler. Bu yükümlülük, eşin başkasından olan ve ergin olmayan çocuklarını da kapsar. Eş, üvey çocukları için de özen ve ilgi göstermek zorundadır.
3) Sadakat yükümlülüğü: Sadakat sadece zina fiilini işlememek değildir. Başka biri ile çok yakın duygusal bağlar kurmak veya eşin sırlarını açıklamak da sadakat yükümlülüğünün ihlâli sayılır.
4) Yardım yükümlülüğü (maddi ve manevi): Örneğin, bir eş, psikolojik sıkıntı geçiren eşine yardımla yükümlüdür. Diğer eşin eğitim masraflarını karşılamasına yardım etme yükümlülüğü de bu kapsama girer.
5) Giderlere katılma yükümlülüğü: Eşler, evlilik birliğinin giderlerini karşılamak için güçleri oranında katkıda bulunurlar. Bu katkı, emekle veya mal varlıkları ile olabilir.
6) Birlikte yaşama yükümlülüğü: Eşler birlikte yaşamakla yükümlüdürler. Birlikte yaşamaktan haksız yere kaçınmak, boşanma davasında haklı sebep oluşturabilir veya benzeri yaptırımlara yol açar. Eşler, aynı konutu paylaşmakla yükümlüdürler. Eşlerden biri diğerini kendi ailesi yanında oturmaya zorlayamaz. Eşlerin oturacakları konutu birlikte seçmeleri gerekir. Eşlerden biri, diğer eşin rızası olmadıkça aile konutu ile ilgili işlemler yapamaz. Örneğin, diğer eşin açık rızasını almadan kira sözleşmesini feshedemez, başkalarına satamaz veya devredemez ya da bu konut üzerindeki hakları herhangi bir şekilde sınırlandıramaz. Aile konutu eşlerden birine ait ise, diğer eş, tapu kütüğüne konutla ilgili şerh konulmasını isteyebilir. Aile konutu eşlerden biri tarafından kiralanmışsa, diğer eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı haline gelir ve bu durumda, bildirimde bulunan eş, diğeriyle birlikte müteselsilen sorumlu olur.
Eşlerin kişisel statüsü:
A) Soyadı: Kadın evlenmekle aile adı olarak kocasının soyadını alır. Ancak kadın dilerse evlendirme memuruna veya nüfus idaresine yapacağı başvuru ile kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir.
Boşanma halinde, boşanan eşin talebi üzerine, hâkim, onun diğer eşin soyadını kendi isminin önünde kullanmaya devam etmesine karar verebilir.
B) Vatandaşlık: Bir Türk’le evlenen yabancı kadın kendi vatandaşlığını muhafaza eder ve bir yabancıyla evlenen Türk kadın da Türk vatandaşlığında kalır.
Evlilik Birliğinin Temsili:
Madde 188:
“Eşlerden her biri, ortak yaşamın devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil eder. Ailenin diğer ihtiyaçları için ise, eşlerden her biri, evlilik birliğini ancak aşağıdaki hallerde temsil edebilir:
1) Diğer eşten veya haklı sebeplerle hâkimden yetki almışsa
2) Birliğin yararı bakımından gecikmekte sakınca varsa ve diğer eşin hastalığı, başka bir yerde olması veya benzeri sebeplerle rızası alınamıyorsa.”
Evlilik birliğini temsil konusunda her iki eş de eşit hakka sahiptirler. Ancak bu yetki, sadece sürekli ihtiyaçlar için geçerlidir. Ailenin sürekli ihtiyaçları ailenin sosyal düzeyine ve gelirine göre belirlenir.
Ailenin diğer ihtiyaçlarında, kural, temsil hakkının eşler tarafından birlikte kullanılmasıdır.
Bu iki kuralın istisnası:
1) a) Diğer eş yetki vermişse;
b) Haklı sebeple hâkim yetki vermişse;
2) Birliğin yararı bakımından gecikmekte sakınca varsa:
a) Diğer eşin hastalığı
b) Diğer eşin başka bir yerde bulunması veya
c) Benzeri sebeplerle rızası alınamıyorsa
temsil hakkı eşlerden biri tarafından kullanılabilir.
Madde 189:
“Birliği temsil yetkisinin kullanıldığı hallerde, eşler üçüncü kişilere karşı müteselsilen sorumludurlar. Eşlerden her biri, birliği temsil yetkisi olmadan yaptığı işlemlerden kişisel olarak sorumludur. Ancak temsil yetkisinin üçüncü kişilerle anlaşılamayacak şekilde aşılması halinde, eşler müteselsilen sorumludurlar.”
Madde 190:
“Eşlerden biri birliği temsil yetkisini aşar veya bu yetkiyi kullanmada yetersiz kalırsa, diğer eşin istemi üzerine, hâkim temsil yetkisini kaldırabilir veya sınırlayabilir. İstemde bulunan eş, temsil yetkisinin kaldırıldığını veya sınırlandırıldığını üçüncü kişilere sadece kişisel duyuru yoluyla bildirebilir. Temsil yetkisinin kaldırılması veya sınırlanmasının iyi niyetli üçüncü kişilere karşı sonuç doğurması, durumun hâkim kararıyla ilân edilmesine bağlıdır.”
Madde 192:
“Eşlerden hiç biri, meslek veya iş seçiminde diğerinin iznini almak zorunda değildir. Ancak meslek ve iş seçiminde ve bunların yürütülmesinde evlilik birliğinin huzuru ve yararı göz önüne alınır.”
Madde 193:
“Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeriyle ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlemi yapabilir.”
EVLİLİKTE MAL REJİMLERİ:
Mal rejimi, evlenme akdi yapıldıktan sonra, eşlerin mal varlıklarının ne olacağını düzenleyen kurallardır.
Yasal mal rejimi, eşler sözleşme yapmadıkları halde kendilerine uygulanan mal rejimidir.
Seçimlik mal rejimi, eşlerin serbest iradeleri ile uzlaştıkları ve yasada sayılan rejimlerden birini tercih ederek sözleşme yapmaları ilkesine dayanan rejimdir.
MK 202: "Eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması esastır. Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle, kanunda belirtilen diğer rejimlerden birini de kabul edebilirler."
MK 203: "Mal rejimi sözleşmesi, evlenmeden önce veya sonra yapılabilir. Taraflar, istedikleri mal rejimini ancak kanunda yazılı sınırlar içinde seçebilir, kaldırabilir veya değiştirebilirler."
Evlenmeden önce yapılması halinde, noterde veya evlendirme memuruna yazılı beyan şeklinde olabilir. Evlenmeden sonra yapılacak mal rejimi sözleşmesi ise sadece noterde yapılabilir.
MK 204: "Mal rejimi sözleşmesi, ancak ayırt etme gücüne sahip olanlar tarafından yapılabilir. Küçükler ve kısıtlılar yasal temsilcilerinin rızasını almak zorundadırlar."
Olağanüstü mal rejimi:
MK 206: "Haklı bir sebep varsa, hâkim, eşlerden birinin istemi üzerine, mevcut mal rejiminin mal ayrılığına dönüşmesine karar verebilir.
Özellikle aşağıdaki hallerde, haklı bir sebebin var olduğu kabul edilir:
1) Diğer eşe ait malvarlığının borca batık veya ortaklıktaki payının haczedilmiş olması;
2) Diğer eşin, istemde bulunanın veya ortaklığın menfaatlerini tehlikeye düşürmüş olması;
3) Diğer eşin, ortaklığın malları üzerinde bir tasarruf işleminin yapılması için gereken rızasını haklı bir sebep olmadan esirgemesi;
4) Diğer eşin, istemde bulunan eşe, malvarlığı, geliri, borçları veya ortaklık malları hakkında bilgi vermekten kaçınması;
5) Diğer eşin, sürekli olarak, ayırt etme gücünden yoksun olması.
Eşlerden biri sürekli olarak ayırt etme gücünden yoksunsa, onun yasal temsilcisi de bu sebebe dayanarak mal ayrılığına karar verilmesini isteyebilir."
İflas halinde:
MK 209: "Mal ortaklığını kabul etmiş bulunan eşlerden birinin iflasına karar verildiği takdirde, ortaklık kendiliğinden mal ayrılığına dönüşür."
MK 210: "Mal ortaklığını kabul etmiş bulunan eşlerden birine karşı icra takibinde bulunan alacaklı, haczin uygulanmasında zarara uğrarsa, hâkimden mal ayrılığına karar vermesini isteyebilir."
-
Yasal Mal Rejimi:
Yasal mal rejimi "edinilmiş mallara katılma rejimidir". Bu mal rejiminin temel ilkeleri şunlardır:
-
Emek karşılığı edinilen mallarda hak sahipliği ilkesi
-
Hak sahipliğinin evlilik süresince edinilen mallarla sınırlı olması ilkesi
-
Hak sahibi olan eşe ayni hak değil, bir alacak hakkı tanınması ilkesi
Edinilmiş mallara katılma rejimi, evlenme ile başlar (ancak eşler bu mal rejimini evlendikten sonra sözleşme yaparak da seçebilirler) ve ölümle, başka bir mal rejimine geçmekle, mahkeme kararıyla, boşanmayla veya evliliğin iptali ile sona erer.
Edinilmiş mallara katılma rejiminde eşlerin iki grup malı vardır:
-
Edinilmiş mallar (dahil)
-
Kişisel mallar (hariç)
Bir eşin edinilmiş malları şunlardır:
-
Çalışmasının karşılığı olan edinimler;
-
Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacıyla kurulan sandık ve benzeri kurumların yaptığı ödemeler;
-
Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar;
-
Edinilmiş malların gelirleri;
-
Edinilmiş malların yerine geçen değerler ve
-
Paylı mülkiyete dahil olan mallar.
Kişisel mallar ise şunlardır:
-
Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşyalar
-
Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma (bağış) yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri;
-
Manevi tazminat alacakları;
-
Kişisel mallar yerine geçen değerler;
-
Bir meslek ve sanatın icrası için gerekli olan mallar ve
-
Kişisel malların gelirleri.
Eşlerden hangisine ait olduğu kanıtlanamayan mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün malları aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir (karine).
Edinilmiş mallar, tarafların anlaşmasıyla kişisel mallara dahil edilebilir.
Edinilmiş mallara katılma rejiminde dört farklı mal grubu vardır:
-
Karının mal varlığı: emek karşılığı edindiği mallar ve kişisel malları
-
Kocanın mal varlığı: emek karşılığı edindiği mallar ve kişisel malları
Kişisel mallar, edinilmiş mallar grubuna dahil edilmez.
Mal rejimi sona erdiğinde:
a) Karının mal varlığı = emeği ile edindiği malların 1/2'si + kocasının emeği ile edindiği malların 1/2'si + kendi kişisel malları
b) Kocanın mal varlığı = emeği ile edindiği malların 1/2'si + karısının emeği ile edindiği malların 1/2'si + kendi kişisel malları
Yararlanma ve yönetim:
MK 223: "Her eş, yasal sınırlar içerisinde, kişisel malları ile edinilmiş mallarını yönetme, yararlanma ve tasarrufta bulunma haklarına sahiptir. Aksine anlaşma olmadıkça, eşlerden biri diğerinin rızası olmadan paylı mülkiyet konusu maldaki payı üzerinde tasarrufta bulunamaz."
Yasal istisnalar: Aile konutu ve paylı mülkiyet konusu olan mallardır.
MK 224: "Eşlerden her biri kendi borçlarından bütün mal varlığı ile sorumludur."
Ancak tüm mal rejimlerinde geçerli olan ilke gereği, eşler, evlilik birliğini temsil yetkisinin kullanıldığı hallerde, üçüncü kişilere karşı müteselsilen sorumludurlar.
Mal rejimi sona erdiğinde, her eş kendi kişisel mallarını korur. Diğerinde bulunan mallarını geri alır. Ayrıca eşlerden her biri, diğer eşin malvarlığına dahil olan malların edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına karşılıksız olarak katkıda bulunmuşsa ve tasfiye anında bir artık değer ortaya çıkmışsa, eş, katkısı oranında alacak hakkına sahiptir. Artık değer, her eşin edinilmiş mallarının toplam değerinden bu mallara ilişkin borçlar çıkartıldıktan sonra kalan miktardır.
-
Seçimlik Mal Rejimleri:
Eşlerin serbest iradeleri ile uzlaştıkları ve yasada sayılan rejimlerden birini tercih ederek sözleşme yapmaları ilkesine dayanan rejimdir.
-
Mal ayrılığı
-
Paylaşmalı mal ayrılığı
-
Mal ortaklığı
B.1) MAL AYRILIĞI REJİMİ:
Eşlerden her birinin kendi malvarlığı üzerinde yasal sınırlar içinde yönetim, yararlanma ve tasarruf haklarını koruduğu rejim. Mal rejimi sona erdiğinde, herkes kendi üstüne kayıtlı olan malları alır.
B.2) PAYLAŞMALI MAL AYRILIĞI REJİMİ:
Eşlerin paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin kurulmasından sonra edinmiş oldukları:
a) ailenin ortak kullanım ve yararlanmasına özgülenen mallar ve
b) ailenin ekonomik geleceğini güvenceye almaya yönelik mal ve yatırımlar ve
c) bunların yerine geçen değerler
mal rejimi sona erdiğinde eşit paylaşılır.
B.3) MAL ORTAKLIĞI REJİMİ:
Mal ortaklığı rejimi, ortaklık mallarını ve eşlerin kişisel mallarını kapsar.
Ortaklık malları:
1) Genel mal ortaklığı:
Genel mal ortaklığında, kanun gereğince eşlerin kişisel malı sayılanlar dışındaki malları ve gelirleri ortaklık mallarını oluşturur. Eşler, ortaklık mallarına bölünmemiş bir bütün olarak sahip olurlar. Hiçbir eş, ortaklık payı üzerinde tek başına tasarruf hakkına sahip değildir.
2) Sınırlı mal ortaklığı:
a) Edinilmiş mallarda ortaklık:
Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle sadece edinilmiş mallardan oluşan bir ortaklık kabul edebilirler.
b) Diğer mal ortaklıkları:
Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle, belirli malvarlığı değerleri veya türlerini, özellikle taşınmaz malları, bir eşin kazancını ve bir meslek veya sanat icrası için kullandığı malları ortaklık dışında tutabilirler.
Mal ortaklığı rejiminin eşlerden birinin ölümü veya diğer bir mal rejimine geçiş ile sona ermesi halinde, her eşe veya mirasçılarına ortaklık mallarının yarısı verilir. Mal rejimi başka nedenlerle (boşanma veya evliliğin iptali, vb.) sona ererse, her eş, edinilmiş mallara katılma rejiminde kendi kişisel malı sayılacak olanları ortaklık mallarından geri alır, geride kalanlar eşler arasında yarı yarıya paylaşılır.
BOŞANMA:
Boşanma, evliliği sona erdiren sebeplerden biridir. Boşanma, sadece kanunda öngörülen sebeplerin varlığı halinde açılacak bir dava ile ve hâkim kararıyla mümkündür. Boşanma davasını eşler açar.
Boşanma sebepleri:
-
Zina:
Zina, evli bir erkeğin başka bir kadınla veya evli bir kadının başka bir erkekle cinsel ilişkide bulunmasıdır. Davayı eşler zina fiilini öğrendikleri tarihten itibaren 6 ay ve fiilin işlendiği tarihten itibaren 5 yıl içinde açmalıdır.
-
Hayata Kast ve Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış:
Hayata kast, bir eşin diğerini öldürme niyetini bazı fiillerle açıklamasıdır. Hayata kast, diğer eşi intihara teşvik şeklinde de olabilir.
Pek kötü veya onur kırıcı davranışta, eşlerden birinin diğer eşe pek fena davranması şartı aranır. Dövmek, aç bırakmak, işkence etmek, hakaret etmek, vb. Bu sebebe dayanan davanın, boşanma sebebinin öğrenilmesinden itibaren 6 ay içinde ve fiilin işlenmesinden itibaren 5 yıl içinde açılması gerekir. Bu süre, hak düşürücü süredir.
-
Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme:
Eşlerden birinin yüz kızartıcı bir suç işlemesi halinde, diğer eş boşanma davası açabilir. Örneğin, adam öldürme, dolandırıcılık, emniyeti kötüye kullanma, hırsızlık, vb. Eşlerden birinin haysiyetsiz hayat sürmesi, diğer eş için bir boşanma sebebidir. Eşin haysiyetsizlik sebebiyle dava açabilmesi için, evliliğin kendisi açısından çekilmez hale gelmiş olması gerekir. Eş, kendisi de aynı hayatı sürüyorsa dava açamaz. Haysiyetsiz hayat sürme devamlılık gösterdiği için, dava da her zaman açılabilir.
-
Terk:
Terk, eşlerden birinin ortak hayattan ayrılmasıdır. Eş, müşterek hayata devam etmemek üzere, evlilik birliğinin getirdiği yükümlülükleri yerine getirmemek amacıyla diğer eşi bırakıp gitmişse ve haklı bir sebep olmaksızın eve dönmüyorsa, terk fiili işlenmiştir.
Terk sebebiyle boşanma davasının şartları:
-
Eşler arasında ayrı yaşama durumu en az altı ay devam etmiş olmalıdır.
-
Terk edilen eş, terkin üzerinden en az dört ay geçtikten sonra mahkemeye gitmelidir. Gerekirse, ihtar ilân yoluyla yapılabilir.
-
Hâkim terk eden eşe iki ay içinde eve dönmesi için ihtarda bulunmalıdır.
Evi terk eden eş bu süre içinde eve dönmezse, diğer eş boşanma davası açabilir.
-
Akıl Hastalığı:
Eşlerden biri evlendikten sonra akıl hastası olmuşsa, akıl hastalığı nedeniyle boşanma davasının açılması aşağıdaki koşullara bağlıdır:
-
Hastalığın iyileşmesinin mümkün olmadığı resmi sağlık kurulu raporu ile tespit edilmelidir.
-
Ortak hayatın diğer eş için çekilmez hale gelmiş olması gerekir.
-
Evlilik birliğinin sarsılması (genel boşanma sebebi):
Bu sebeple dava açılabilmesi için şu koşullar bulunmalıdır:
-
Evlilik birliği temelinden sarsılmış olmalıdır:
Eşler arasında önemli fikir ve duygu ayrılığının bulunması. Bazı olaylar, evliliği temelinden sarsabilir. Bunlar eşlerin kusurlarıyla ortaya çıkabileceği gibi, eşlerin kusuru olmadan da ortaya çıkabilir. Örneğin, eşlerin dünya görüşlerindeki farklılık, bir eşin diğerini toplum içinde devamlı olarak küçük düşürmesi veya ona hakaret etmesi.
-
Evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması, eşlerden birinden müşterek hayatı sürdürmesinin beklenemeyeceği düzeyde olmalıdır.
Evlilik birliğinin temelinden sarsılması, en az bir eş için evlilik birliğini çekilmez hale getirmiş olmalıdır. Bunu hâkim takdir eder.
-
Davacının kusurunun daha ağır olduğu itirazının yapılmamış olması veya bu itirazın reddedilmiş olması:
Boşanma davasını açan eşin, diğer eşten daha az kusurlu olması şartı aranır. Ancak kusuru daha ağır olan eş davayı açmış ve diğer taraf buna karşı def'i hakkını kullanmamışsa, hâkim davaya bakar.
Boşanma davasını açan eş daha ağır kusurlu olsa da, artık evliliğin devamında diğer eş ve çocuklar açısından bir yarar yoksa, eşin def'i hakkını hâkim göz önünde tutmaz.
Eşlerin boşanma konusunda anlaşmaları:
Anlaşarak boşanmanın koşulları:
-
Evlilik en az bir yıl sürmüş olmalıdır.
-
Eşler boşanmak için birlikte başvurmalıdır ya da bir eş diğerinin açtığı boşanma davasını kabul etmelidir.
-
Boşanma kararı verebilmek için, hâkim tarafları bizzat dinlemek zorundadır.
-
Hâkim tarafların iradelerini serbestçe kullandıklarına kanaat getirmelidir.
-
Taraflar, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkında anlaşmış olmalı ve hâkim bu düzenlemeyi uygun görmelidir.
Müşterek hayatın kurulamaması (fiili ayrılık):
Boşanma davası açılıp reddedilmişse, fakat taraflar bu red kararının kesinleşmesinden sonra üç yıl süreyle bir araya gelmezlerse, taraflardan birinin talebi üzerine, hâkim boşanmaya karar verir.
BOŞANMA DAVASI:
Dava hakkı:
Boşanma davası açma hakkına sahip olan taraf, isterse boşanma isterse ayrılık talep edebilir. Hâkim, evlilik birliğinin devam edeceğine kanaat getirirse, boşanma istenmiş olsa bile ayrılığa karara verebilir. Ayrılık bir ilâ üç sene arasında olabilir. Boşanma kararı ile evlilik birliği hukuken ortadan kalkar.
Yetkili mahkeme:
Boşanma veya ayrılık davasında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya eşlerin davadan önce son altı aydan beri birlikte oturdukları yerde bulunan asliye hukuk mahkemesidir.
Dava sırasında alınacak geçici önlemler:
Hâkim, boşanma davasının devam ettiği süre için, eşlerin barınmasına ve geçimine ve eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakımı ve korunmasına ilişkin önlemler alır.
Boşanma veya ayrılık davası sırasında eşlerden her biri diğerinden ayrı yaşama hakkına sahiptir. Bu durumda, kimin ortak evden çıkacağına hâkim karar verir. Dava devam ederken, çoğunlukla kocanın karıya barınması ve geçimi için bir nafaka ödenmesine karar verilir. Bu nafakaya tedbir nafakası denir.
Dava sırasında çocukların kimin yanında kalacağı, diğer eşin çocukların geçimine nasıl katılacağı düzenlenir. Çocuğa ödenecek olan nafakaya iştirak nafakası denir.
BOŞANMANIN KENDİLİĞİNDEN DOĞAN SONUÇLARI:
-
Eşler, boşanmanın kesinleşmesiyle birbirlerinin mirasçısı olma özelliğini kaybederler. Boşanma davası devam ederken davacı eş ölmüşse, davacı eşin mirasçılarından biri davaya devam edebilir. Mirasçı bu davada boşanma sebebinin davalının kusuruna dayandığını ispatlarsa, davalı eş mirasçı olma hakkını kaybeder.
-
Eşlerden biri, ölüme bağlı bir tasarrufla diğer eşe bir kazandırmada bulunmuşsa, boşanma kararının kesinleşmesiyle bu tasarruf hükümsüz hale gelir. Boşanma davası devam ederken, eş ölmüşse, ölüme bağlı tasarruflar geçerli kalır, çünkü evlilik ölümle sona ermiştir.
-
Eşler için, mal rejimine ait evlenme sözleşmesi kendiliğinden sona erer ve mal rejimi tasfiye edilir.
-
Evliliğe bağlı kanuni neticeler de kendiliğinden sona erer.
-
Boşanma üzerine, kural olarak, kadın evlenmeden önceki soyadını yeniden alır. Eğer kadın evlenmeden önce dul idiyse, hâkimden, bekarlık soyadını taşıması ve kullanmasına izin vermesini isteyebilir. Karının boşandığı kocasının soyadını taşımakta menfaati varsa ve bunu ispat edebilirse ve bu durum kocaya zarar vermeyecekse, karının talebi üzerine, karının kocanın soyadını boşandıktan sonra da taşımasına hâkim izin verebilir. Koşulların değişmesi halinde, koca bu iznin kaldırılmasını hâkimden isteyebilir.
-
Boşanma, karının vatandaşlığına etki etmez.
-
Kayın hısımlığı boşanmadan sonra da devam eder.
-
Boşanmadan sonra kadın için 300 günlük bir evlenme yasağı öngörülmüştür.
BOŞANMANIN HÂKİM KARARIYLA KESİNLEŞEN SONUÇLARI:
Hâkim, boşanma kararında çocukların durumunu ve ana baba ile ilişkilerini düzenlemek zorundadır.
Hâkim, çocukların velayetinin kime ait olacağını re'sen düzenler. Hâkim, dilerse, velayet hakkını ana babadan alıp çocuğa bir vasi tayin edebilir. Hâkim, çocuk kendisine verilmemiş olan tarafın çocuğun bakımına iştirak etmesine da karar verir. Buna iştirak nafakası denir. Çocukla ilgili bu tedbirler, çocuk reşit oluncaya kadar devam eder.
Hâkim, ayrıca, tarafların talebi üzerine maddi ve manevi tazminata ve nafakaya hükmedebilir.
Maddi tazminat talep edilebilmesi için, boşanmada kusuru bulunmayan tarafın mevcut veya hatta beklenen bir menfaatinin boşanma yüzünden zedelenmiş olması gerekir.
Manevi tazminat talep edilebilmesinin koşulları:
-
Kişilik hakları saldırıya uğrayan taraf manevi tazminat talep edebilir.
-
Diğer taraf kusuru ile boşanmaya sebep olmuş olmalıdır.
-
Manevi tazminat talep eden tarafın bir manevi zararı doğmuş olmalıdır.
Boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olan taraf, diğerinden yoksulluk nafakası talep edebilir. Bu talebin koşulları:
-
Nafaka talep eden taraf, diğer taraftan daha az kusurlu olmalıdır.
-
Taraf, boşanma yüzünden yoksulluğa düşmelidir.
Boşanmadan sonra açılacak davalarda, zamanaşımı süresi, boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren bir yıldır.
2) Hısımlık hukuku:
Kan hısımları, sıhri hısımlar, evlatlık – evlat edinen ve benzeri hısımlık ilişkileri, soybağının kurulması ve sonuçları, velayetle ilgili hükümler bu başlık altında düzenlenir.
3) Vesayet hukuku:
Vesayet, kendi işlerini yönetme gücüne sahip olmayan kişilerin bakımı, temsili ve yönetimiyle ilgili bir kurumdur. Velisi bulunmayan küçükler için ve yasada gösterilen belli nedenlerle hakkında mahkemese vesayet (hacir) kararı verilen kısıtlılar (mahcurlar) için, yine mahkemece, küçüğün veya kısıtlının iş ve işlemlerini yürütmek, onlara bakıp gözetmek ve onları temsil etmek üzere bir kişi görevlendirilir. Bu kişiye vasi denilir, Vasi, vesayet altındaki küçük veya kısıtlının yasal temsilcisidir.
(C) Miras Hukuku
Miras hukuku, bir gerçek kişinin ölümünden sonra para ile ölçülebilen tüm hak ve borçlarının (terekesinin) kimlere ve nasıl geçeceğini düzenleyen hukuk kurallarından oluşan hukuk dalıdır.
Miras, mirasçılara kalır. Mirasçı, ölen kimsenin mirasının geçtiği gerçek veya tüzel kişidir. Ölmesi sebebiyle terekesi mirasçılarına geçen kimseye ise miras bırakan (muris) denilir. Onun mirasa konu olan tüm hak ve borçlarının toplamına da tereke veya miras denir.
Bir gerçek kişi öldüğünde ilk yapılması gereken, ölenin hak ve borçlarından oluşan malvarlığının (tereke) kime düşeceğini belirlemektir. Burada iki olasılık vardır. Birincisi, mirasçı olan kişilerin yasayla saptanmış olmasıdır. Bu kişilere “yasal mirasçı” denir. İkincisi ise iradi (mansup) mirasçılıktır.
I- YASAL (KANUNİ) MİRASÇILIK
Bu tür mirasçılık, muris ile mirasçı arasındaki aile ilişkilerine veya tabiiyet (uyrukluk) bağına dayanır. Kanuni mirasçılar; murisin kan hısımları, evlatlığı, sağ kalan eşi ve devlettir.
MAHFUZ HİSSE (SAKLI PAY): Kanuni mirasçılardan murise çok yakın olanlara murisin iradesiyle bertaraf edemeyeceği (ortadan kaldıramayacağı) bir miras hissesi tanınmıştır; bu hisseye mahfuz hisse (saklı pay), bu surette kanun tarafından korunmakta olan mirasçılara da mahfuz hisseli (saklı paylı) mirasçılar denir.
Murisin füruu (altsoyu) mahfuz hisseli mirasçıdır ve mahfuz hissesi kanuni miras hakkının 1/4'üdür.
Mahfuz hisseli mirasçılar ve hisseleri şöyledir:
1-Murisin füruu için kanuni miras hakkının 3/4'ü
2-Murisin ana ve babasından her biri için kanuni miras hakkının 1/2'si
3-Murisin kardeşlerinden her biri için kanuni miras hakkının 1/4'ü
4-Murisin eşi için, birlikte mirasçı olmuşsa kanuni miras hakkının tamamı, diğer hallerde kanuni miras hakkının 1/2'si
a- Kan hısımlığı mirasçılığı
1-Birinci dereceden mirasçılar: Murisin (füruu-altsoyu) çocukları, torunları, torun çocukları, torunların torunları... murisin birinci dereceden mirasçılarıdır. Çocukların miras hakları eşittir. Muristen önce ölmüş çocukların yerine onların füruu geçer.
2-İkinci dereceden mirasçılar: Murisin ana babası ve onların füruudur. Ana babanın miras hakları da eşittir. Ana veya babadan birisi muristen önce ölmüşse, onun yerine füruu, yani çocukları, torunları (murisin kardeşleri, kardeş çocukları –yeğenler) geçer.
3-Üçüncü dereceden mirasçılar: Murisin büyük ana ve babasıdır. Bunlar da eşit surette mirasçıdırlar.
4-Büyükana ve büyükbabanın ana-babalarının durumu: Murisin büyükana ve büyükbabasının ana ve babalarının (büyük dede ve büyük nine) ve onların çocuklarının (büyük amca, büyük hala, büyük dayı, büyük teyze) oluşturdukları dördüncü parantelde mirasçılık yoktur.
İlk üç parantelde hiç mirasçı yoksa miras devlete geçer.
b- Sağ kalan eşin mirasçılığı
Sağ kalan eş, murisin füruu, çocukları, torunları ile birlikte mirasçı olmuşsa, mirasın 1/4'ünü alır. Sağ kalan eş, murisin ana-babası veya bunların füruu ile birlikte mirasçı olmuşsa mirasın 1/2'sini (yarısını) alır. Sağ kalan eş, murisin büyükana ve büyükbabaları ile birlikte mirasçı olmuşsa, mirasın 3/4'ünü alır. Bunlardan hiçbiri olmazsa, sağ kalan eş tek başına mirasçı olur ve mirasın tamamını alır.
c- Evlatlığın mirasçılığı
Evlatlık kanuni mirasçılarındandır. Kendisini evlat edinmiş kişinin füruu gibi mirasçısı olur. Fakat evlat edinen kimse ile onun mirasçıları evlatlığın mirasçıları olamazlar. Evlatlık sadece kendisini evlat edinenin mirasçısı olur: evlat edinenin mirasçılarının mesela çocuklarının, ana ve babasının, kardeşlerinin vs. mirasçısı olamaz.
d- Devletin mirasçılığı
Murisin en son kanuni mirasçısı Devlettir (Hazine). Murisin ilk üç parantelde hiç mirasçısı yoksa keza eşi de kendisinden önce ölmüşse ve muris herhangi bir kimseyi mirasçı tayin etmemişse, miras devlete kalır.
II- İRADİ (MANSUP) MİRASÇILIK
a- Mirasçı atama: Kanun, murise, ölüme bağlı bir tasarrufla herhangi bir kimseyi veya kimseleri mirasçı olarak atama imkanı vermiştir. Bu gerçek veya tüzel kişi olabilir. Murisin ölüme bağlı tasarrufla kendisine mirasçı atadığı kişilere “mansup mirasçı (atanmış mirasçı)”, bu işleme de “mirasçı nasbı (mirasçı atama)”denir.
b- Belli mal vasiyeti: Muris, bir kimseyi mirasçı atamaksızın ona terekesinden belli bir malın bırakılmasını da isteyebilir.
c- Ölüme bağlı tasarruflar: Ölüme bağlı tasarruflar, murisin ölümünü düşünerek yapılmasını istediği hususları bir hukuki muamele ile bildirmesidir. Bunlar:
i- Vasiyet:Tek taraflı bir hukuki muameledir. Vasiyet yoluyla ölüme bağlı tasarruflarda bulunabilmek için temyiz kudretine sahip olmak ve 15 yaşını bitirmiş bulunmak gerekir. Vasiyet yapma hakkı şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğundan, burada kanuni veya akdi temsil geçerli olmaz, murisin bu hakkını bizzat kullanması gerekir. Vasiyetname; resmi vasiyetname, el yazısıyla vasiyetname ve sözlü vasiyetname olmak üzere üç çeşittir.
ii- Miras mukavelesi: Miras mukavelesi murisin başka bir kimseyle yaptığı bir sözleşme olduğundan, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun şekilde açıklamalarıyla oluşur. Miras mukavelesi ancak “resmi vasiyetname” şeklinde yapılır. Miras mukavelesi yapabilmek için, temyiz kudretine sahip bulunmakla birlikte reşit olmak da lazımdır.
MİRASIN İNTİKALİ (GEÇİŞİ)
I- Mirasın açılması
Miras ölüm ile açılır. Miras, tüm malları kapsamak üzere murisin son ikametgahı mahkemesinde açılır. Ölüme bağlı tasarruflarda iptal, tenkis, mirasın taksimi ve miras sebebiyle istihkak davaları da bu mahkemede görülür.
II- Miras ehliyeti
Murisin ölümü anında hayatta olmak (olumlu şart), mirastan mahrum bulunmamak (olumsuz şart)
a-Murisin ölümü anında hayatta olmak: Mirasçı olabilmek için murisin ölümü anında hayatta olmak gerekir. Muristen önce ölenler onun mirasçısı olamazlar. Kanunumuz sağ doğmak şartıyla ceninin mirasçılığını da kabul etmiştir.
b-Mirastan mahrum bulunmamak: Mirastan mahrum bulunan kimseler mirastan yararlanamazlar ve sanki muristen önce ölmüşler gibi hesaba katılmazlar; onların yerini füruu alır.
Mirastan mahrumiyet sebepleri (mirasçı olamayan kimseler)
1-Kasten veya hukuka aykırı bir surette murisi öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenler;
2-Kasten veya hukuka aykırı bir surette muris ölüme bağlı bir tasarrufta bulunamayacak hale getirenler;
3-Hile veya tehdit yahut cebirle murisi ölüme bağlı bir tasarrufta bulunmaya veya böyle bir tasarruftan rücu etmeye (dönmeye) sevkedenler veya bunları yapmaya engel olanlar;
4-Ölüme bağlı tasarrufu, murisin bunları tekrar yapmasına imkan olmayan hal ve zamanda kasten veya hukuka aykırı surette gizleyen veya bozanlar mirastan mahrumiyet yukarıdaki sebeplerden birinin varlığı halinde kendiliğinden, yani herhangi bir karar veya işleme gerek olmaksızın kanundan ötürü meydana gelir ve o mirasçının mirasa ehliyetini ortadan kaldırır.
Mirastan ıskat, murisin kanunda sayılan sebeplerden birinin bulunması halinde mahfuz hisseli bir mirasçısını ölüme bağlı bir tasarrufla mirasının dışında bırakması, onu mirasçılıktan çıkarmasıdır.
Mirastan ıskat sebepleri:
1-Mahfuz hisseli mirasçının, murise karşı veya onun yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemesi
2-Mahfuz hisseli mirasçının, murise veya onun ailesine karşı kanunen yükümlü olduğu ödevleri ağır bir şekilde ihmal etmesi.
Mirasçıların, mirasçılık sıfatını ispata yarayan belgeye “veraset ilamı” denilmektedir. Veraset ilamı, mahiyeti itibariyle “resmi senet” niteliğinde olduğundan, içeriğinin doğruluğu hakkında adi bir karine geçerlidir yani aksi ispat edilinceye kadar bu ilamda belirtilen kimselerin mirasçı oldukları kabul edilir.
III- MİRASIN KAZANILMASI
a-Külli halefiyet ilkesi (Tamamıyla intikal ilkesi)
Terekeye dahil haklar ve borçlar mirasçılara bir bütün olarak intikal eder. Mirasçılar sadece terekedeki mal ve hakları kazanmazlar, aynı zamanda murise ait borçları da üstlenmiş olurlar. Terekenin bir bütün olarak ve kanundan dolayı mirasçılara geçmesine “külli halefiyet ilkesi” denir.
Mirasçılar mirası kabul edip etmemekte serbesttirler. Mirasın reddi için, mirasçının murisin ölümünü öğrendiği andan itibaren 3 ay içinde sulh mahkemesine yazılı veya sözlü olarak mirası reddettiğini açıklaması lazımdır. Mirasın reddi kayıtsız ve şartsız olmalıdır.
Mirasçılar murisin borçlarından dolayı terekeye dahil mallarla değil, aynı zamanda kendi malvarlığıyla da sınırsız ve müteselsil bir sorumludurlar. Her mirasçı terekedeki borçların tamamından sorumludur. Bu sorumluluktan kurtulmanın yolu “mirası red” veya “mirasın tasfiyesini istemek”tir.
b-Cüzi halefiyet ilkesi
Cüzi halefiyet ilkesi, tereke üzerinde sadece bir talep hakkı elde etmeyi, buna karşılık borçlardan sorumlu olmamayı ifade eder. Kendisine sadece belirli bir mal bırakılmış şahıs (musaleh) cüzi haleftir, çünkü musaleh, kendisine, muris tarafından ölüme bağlı bir tasarrufla bırakılan şeyin devredilmesini mirasçılardan isteme hakkına sahipken, murisin borçlarından sorumlu değildir.
Sadece intifa hakkı olan dördüncü paranteldeki hısımlar ile intifa hakkını seçmiş olan eş de cüzi haleftirler. Sağ kalan eş intifa yerine mülkiyeti seçerse külli halef olur.
İştirak halinde mülkiyet ilkesi:
Miras kendiliğinden ve bir bütün olarak mirasçıların hepsine birden geçer. Yani, birden fazla mirasçı tereke üzerinde “iştirak halinde malik” sıfatıyla hak sahibi olurlar. Taksim anına kadar herhangi bir mirasçı, tereke malları üzerinde bir hak iddia edemez, kendi hissesi üzerinde tasarrufta bulunamaz. Mirası hep birlikte kazanmış olan mirasçıların taksime kadar meydana getirdikleri topluluğa “miras şirketi” denir.
(D) Eşya Hukuku:
Eşya, maddi varlığı bulunan bağımsız nesne anlamına gelir. Bir kalem, bir otomobil, sınırları belli edilmiş bir toprak parçası bu anlamda eşyadır. Fakat örneğin bir kitabın kabı, otomobilin motoru ve evin bahçesindeki havuz, tek başına bir ayni hakkın konusunu oluşturacak bağımsız eşyalar değildir, çünkü bunlar bir bütünün parçalarıdır ve bütüne bağımlıdırlar.
Mülkiyet, hakkın konusunu oluşturan eşya üzerinde hak sahibine doğrudan “mutlak ve tekelci” bir egemenlik sağlayan en geniş kapsamlı bir ayni haktır. Sınırlı ayni haklar da, aynen mülkiyet hakkı gibi, hak sahibine eşya üzerinde doğrudan egemenlik sağlayan ayni haklardır, ancak bu hakların sağladığı egemenlik mülkiyet hakkı kadar geniş ve sınırsız değil, konularına göre belirli ölçülerde sınırlı ya da kayıtlı yetkiler içerir. Ayni hakların bir özelliği de bunların yasada gösterilen tiplerden ibaret olmasıdır (numerus clausus). Bu, yasada belirlenenlerin dışında bir ayni hakkın kurulamayacağı ve var olamayacağı anlamına gelir.
Sınırlı ayni haklar: irtifak hakları, rehin hakları ve taşınmaz yükünden doğan haklardır.
İrtifak hakkı, hak sahibine hakkın konusunu oluşturan eşya üzerinde mülkiyete özgü bazı kullanma ve yararlanma yetkilerini sağlar. Bu hak bir taşınmaz üzerinde başka bir taşınmaz lehine kurulmuşsa, “taşınmaz lehine irtifak” denilir. Belirli bir kişi lehine kurulan irtifaklara ise “kişisel irtifak” denilir. İntifa hakkı ve oturma (sükna) hakkı kişisel irtifaklardır. Üst hakkı da, irtifak temeline dayanan bir ayni haktır.
Rehin hakları, bir alacağın güvence altına alınması için borçlunun veya üçüncü kişilerin malları üzerinde kurulan ve ayni güvence sağlayan haklardır. Borçlu borcunu ödemezse veya yerine getirmezse, alacaklı rehinli malın satılıp paraya çevrilmesini ve alacağının bu paradan karşılanmasını isteyebilir. Rehin hakları, rehinli eşyanın türüne göre “taşınmaz rehni” (ipotek) ve “taşınır rehni” olarak ikiye ayrılırlar.
Taşınmaz yükü, bu yükün karşılığı olarak hak sahibi lehine doğan ayni hak anlamına gelir.
Zilyetlik kavramı (elmenlik), kişinin eşya üzerindeki “eylemsel egemenliği” (fiili hakimiyeti) anlamına gelir.
Tapu kütüğü, taşınmaz eşya üzerindeki ayni hak ilişkilerini gösteren resmi bir kütüktür.
(E) Borçlar Hukuku:
Kişiler arasında borç ilişkilerini doğuran üç kaynak vardır: Sözleşme, Haksız Eylem ve Sebepsiz Zenginleşme.
Sözleşmeler, en önemli borç kaynağıdır. Sözleşme, iki taraflı bir hukuksal işlemdir ve bu işlem sonucunda taraflar arasında alacak-borç ilişkisi (kısaca “borç ilişkisi”) doğar.
İkinci kaynak, haksız eylemdir. Bir kimsenin hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar vermesi bir haksız eylemdir. Bu durumda, zarara uğrayan kişi ile eylemi ika eden arasında, bu zararın giderilmesi (tazmini) konusunda bir borç ilişkisi doğar.
Üçüncü kaynak olan sebepsiz zenginleşme, bir kimsenin haklı bir nedene dayanmaksızın ve bir başkasının malvarlığında bir azalma pahasına kendisinin zenginleşmesi (malvarlığının) çoğalması anlamına gelir ve bu da taraflar arasında borç ilişkisi yaratır.
Dostları ilə paylaş: |